23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET 15 Temmuz 1974, TURHAN SELÇUK f AİK TDfA (Höi/AMDA Öîft 6ff2£KîydR. ANLASlUlfl. m 1i m I f AKAT, HA DE6ÎLW. * İ]ü KAli<i pAfAMl Yfft' İr 47'LİLER FÜRUZAN 20 Gelen Emine'nin babanydı. Sırtanda Emine'nin anımsayabildiği yıllardan bu yana gordügü kalın gri paltosuyle, boynundaki ak atkısıyle merdıvenlere yönelmiştı. Odunlarm vuran yalımlarında babası dsha genç görünüyordu. Hayrola Nazik Hanım. Kolay gelsin. Ne bu faalıyet boyle. Nazık kadın eğik başıyla öne verdiği gövdesiyle utançla geri çekilıp zor duyulan sesiyle: Sağlığmdır en birincisi ağabey. Nazik ne etsin ki iyı iş tutamazsa. Yok yok, demişti babası. Kadındaki sasılası değişmeyi görmezden gelip. Eline sağlık işte. Yarın kocana söyle de beni görsün. Onu albaylara göndereceğim. Tilki kürkü anyorlarmıs avlananları o bılırmış. He ya basüstüne. Derim. Kıs orlasıdır. Zamanıdır avın. Babası merdivenlerden kaybolana dek Nazik kadın dinelmesini surdürmüştü. Çayınt yudumlavan çocuklara geniş gülüjleriyle bakarken hiç yorulmamış etkisi yapan kadın daha bir süre belirmemışti. Kiraz evin erkeğinin geçıp gıtmesınden sonra etkılerın dağılmasını ızleyıp bıttığıne karar verince: Nazik Teyze, çarjafları kaynamaya atajrcm mı? demişti. He ya gülüm, demişti Nazik kadın. At« dur. Akşamladık ki nasıl... Haylanalım. Renk renk etekler yine çözülmüş, kulakların ardına toplanıp sıkıştırılan örtünün açığa çıkardığı kırmızı taşlı küpeler her çitüeme deviniminde titreşmeye başlamıştı. Yüksek lavanlı buharla dolu avludaki unutkanlıkla şenlenen çalışma başlamıştı. Nazık kadın yıkadığı parçaları havada silkiyordu. Çamaşırların ağlığı kızıl aydınlıkta pembeleşiyor, inceleşiyor, pamuklu değilmiKe seçkin bir görünüm kazanıyordu. • îkinci çaylanmızı da getireceğim» deraijti Emine, sesi gulüs dolu. Nazık kadınla Kiraz gözlerine bakarak gülüsmüşlerdi. Emine kendısınden sakmılmadığı ru, benimsendiğini anlamış, bu da hızlandırmıştı onu. Goğsünün içindeki seyin bir kaç ke* fazladan baskınca vurduğunu duymuştu. Bir de Haydar'la sinemaya gittikleri gün karanhkta eğilıp de «Yaman adam şu Viscon ti Rocco'da ınsanı kaybetmeyen etışimsel çizgiyi ne güzel çekmiş hı» dediğinde olmujtu. Haydar h:ç bilmemısti onu. Perdeden yanııyan yarı aydınlıkta gür kara bıyıklarımn taj tığı gepgenç yüzünde fılme duyduğu ilginm doruğa çıktığı apaçıktı. tDüsünsene Haydar yıllar öncesinin filmi bu » Arkadan "jiîştt» diye uyarmışlardı Emine'yiOysa sinemada konuşanlara en çok kendısi kızardı ya, Haydar'la olunca çenesi mı kapanmıyordu ne. Ihıyduğunu, duşundüğunü, sevincini, öfkesini hemen ona aktarsın istiyordu. Demek ki daha o gunlerde sevmeye başlamıştı Haydar'ı. tkinci çayları almaya çıktığında annesi babasının demli çay içtığıni Emine'ninse demleri bol kullandığından geri kalanı babasına anca yetirdığini soyleyip: Hâlâ nasıl öğrenemedin, baban koyu çay içer. demişti. Yeniden demlesek anne. Yeniden demlemeye vakıt yok. Dur bakalım, bununla idare ederiz. Çaylar açıkçaydı ya. odunlarln gürlenmij alevi koyultuyordu bardakları. Emine de o gün ilk kez şekerıni küçük parçalara bölerek, bir parçayı dilinin üstüne koyarak kıtlama içmeyi denemışti Başta ilk şeker kınğını yuttuysa da. ikinci yudumda çayıyle erıterek içmeyi becermijti. Nazik kadın bardağını almaya gelen Emine'yi beklemçdiğı bir anda sıcak sudan kabarmış. kalınlaşmış elleriyle kolundan tutmus, bu ıslatılmı; katı kâğıt etkisi taşıyan ellerin dokunuşuyla d» Emine Nazik kadının boynuna sarılıvermişti. Doladığı kollarının içine soda, sabun. çivit, sıcak su ılıklığıyla bur nuna bir menekşe kokusu dolmuştu. Bu kokular gelecek yıllarında onda mutlu bir ev düzeninin anısı olarak yer edecekti. Bu düzende de nedense hep bu Erzurum'un yerli evi, posta trenleri, karll dağlar, inanılmaz bir yaşama gucünü tajiyan Nazik kadınla. Kiraz kıza benzeyen insanlar olacaktı. Vay balam vay, demişti Nazık kadın. Vay cana kula yakınım. Senin yıldııın nasıl bir engin yıldız olmalı ki beni terimle sarıp teyze büyük yerine almışan Nazık sana duacı olacak, çok fıkirler, çok akıllar edınesın diye. îtten aç, yılandan çıplak olanlara kibır etmıyesin diye. Canımdan koptun Emine Hanım sen benim. Yaşın ne basın ne ki, on üçünde değilsin ki gelinlık edek. Öpeyim yıkadığım çamaşırlannı. da bana hangısıclır, şu patıska gomlek mi? El ayası kadırlığından bellı ki odur. Emine Nazik kadmı yapabildiğince sanp yanağmdan öperek: Sen bize hep gel Nazık Hanım. Leylim Nine de gelfin. Kiraz zaten bızde kalacak. Madem Cumhuriyet alanına taşmacağız Nazik senin kuş dillerıne, zengın gdnüllerine kurban. Su kocamış Leyiım ha.. Karslıdır bunlar ya bızden de sayılır. Ha Kar«, ha Erzurum. ha Kemah. Şu kocamış Leylim ha.. Erkekten kaçması gerekmez Leylim. Bak sana mani dıyeyım ki ne zaman akhma düşse enine duıup uzununa ağlarım. Kadrin bilmeyenler alır eline / Onun için eğri biter menevşe / Scn can kadri bilıcılerdensin. Emine'nin duj'duğu sdzler tutuşan parlayan ajTişıp dort yana saçılan çakınularla içini sıkıştırmıçtı. Gögüs kafesındeki duygu sevgi selinin doluluğu, onca kıvanmasına karjın, ağlama öncesinin yadırgı burukluğuna ddnüşüyordu. Oysa o ko>'lü kadınla o küçük k n arasına girmiş olmayla eksiksiz masal güzelliği ediniveren saatler içıni eritıp sonra pekiştiren dokunulur bir tıtreme halinde dagılı yordu vücuduna. Kiraz çamaşirları bastırdıgı büvük sopayı bırakmıs, ıırtını onlara donmuştu. Evin girişindeki kapalı taş avludan, arka bahçemsi yerin çıkışı yine iç içe geçmelı damsız avluya açılıyordu. Dış avluların yanlarında hayvan barındıracak, yakacak. ot konacak yerler yapılmıştı. Evde eskiden oturanlarca kullanılan bu yerler artık onarımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmujtu. Ayakta kalanlarsa kullanılmamaktan gelen bir pislik, bir toz birikimiyle, bir duvarlaşmayla kaplanmışlardı Hayvanların barınağıyla yemliğin üstü örtüktü hâlâ. (ARKASI VAR) Yüzbaşı Sefafı;.f ün in Romanı Bineceğimiz vapur İskeleye geldigi zaman, Çubnklu, Beykoz, Paşabahçe'den gelen bir sürü Rum ve Ermenj"nln ortak sarkıları, marşları yükselirdi. Bu azgınlar vapura giren Türk kadınlanna ve erkekierine bir sürü hakaret savururlar, bazan Türklenn basından feslerinı ala raJc denize atar. Türko, Türko. diye lesin srüzüsünü sejTederlerdı. Bazan bir feryatla bırlıkte bir çarjafın prtıldıgını duyardık. Birçok Rum ve Ermenı; îtalyan. Pransız, îngilız hianetine glrerek tercumanlık ve casusluk yapıvcrlardı. Onlar da Duvelı îtılaiıye unıforması altında bu rezil eylemlere karışırlar, hatta kışkırtırlardı. Ne var kı tngiüz, Fransız ve ttalyanlar d» aşagı kalmıyorlardı. Vapurdan Köprü'ye çıkmak, Köprü üstünde jürümelc, ve Harbiye Nezaretıne gelmek bir sorundu. Çünkü Rumlar ve Ermeniler, Türke ve Turk subayına her fırsattan yararlanarak hakaretı kaçırmıyorlardı. Bunlardan Îngilız ve Pransız unıforması giyenler işi busbiıtün azıtmışlardı. Hükumet Türk subaylarına, yabancı subaylara selâm verilmesi içm emır vermıjtı. Yabancı subaylar bu emre itaat etmıyen Türk subaylannı yolda çevirip çeşıtlı bıçımlerde hakaret edıyorlardı. Benhğıne ıhanetı göze alamıyan bir Türk subayı içın ışgal subaylarına selam vernıe olanağı var mıydı? Hıç kuşkusuz bu nedenle, yollarda her tür bela ve felâket hazırdı. İKİNCİ BÖLÜM (Mütarekede istanbu!) İlhan SELÇUK Türk subaplatı hakatete uğtupot luğu paylaşmakta sabırsızlamyorlardı. Ortalıkta Türk ve Turkiye diye bir şey kalmamışü. Her ke* Türklüğünü yadsımaya hazırdı. Bu keşmekeş ıçinde Padişah Vahdettinie ortaklan da kendılerıne en uygun gelecek efendiyı aramakla meşguldüler. Kâh Fransızlara, kâh Ingilızlere, kâh İtalyanlara, kâh Amerikalılara a\uç açıyorlar; onlara yaranmak içın akla gelmiyecek rezıllıklere başvuruyorlardı. Şehzade ve sultan saraylannda balolar veriliyor, uygarlık diye kepazelikler düzenlenıyordu. Duşman subaylan Türkün «harımi ismetinde» tepiniyordu. Düşman istihbarat ajanlan her yanda ülkeyi yıkacak çareler anyorlar; para dökerek keşmekeşi artınyorlardı. Her devlet kendisi hesabına elverişlı saydıgı bir yol tutmuştu. îçerde çeşıtlı kafalardan çeşitli sesler çıkıyordu. Kımısi bu felâketlerin dinsizlik yuzünden basımıza Reldiğinı 1leri sürüyor, ümmetçilik peşinde koşuyordu. Kımısi îttihat ve Terakki.yı suçluyor, ve İttihatçılardan hesap sormaya kalkışıyordu. Gazeteler ve kitaplar fıkjrlerı büsbütun karıştınyordu. Her gün yeni haberler, hergün yeni durumlar or. taya çıkiyor, yBrının ne olacagını hesaplamak olanağı kalmıyordu. lantısmda özetle şu kAran vermıştı: «Mütteflk derletler, ErmenisUn, Surive, Irak, KnrdisUn, Fillstin ve ArabisUn'ın Türk tmparatorlugiından tamamen »yrılmasınd» birlesmislerdir. Bu nofcta, Türk tmparatorlugunun ötrki bölümleri hakkında verilecek kararın dısındadır. 1 Mart 1919da ıse şu karar ve. rıldı: «Yunanistan'a Anadolu'nun Batısında yer verilecekse, Ayvalık, Soms, Karaagaç, Alasehir, Kuşadası bu bölgeye katılacaktır. Efer Yıuumistan'a Anadolu'da yer verilmiyecek ve Anadolu bir büyük devletin himayesl altına sokulacaksa sözü geçen bölge aynı bü>ük devletin himayesi altına girecektir.» Ferıt Paşa Hükumetl Ise bu sırada hızlı bir uyguiamaya gırişmışti: Ittıhatçı, savaş sorumlusu, harp zengtni, muhalıf, ve Ermenileri tehcır (sürmek) ve taktıl (öldürmek) suçuyla suçladıgı kışıleri Bekıraga Bolügüne hapsedıyordu. Memleketin tanınmış ne kadar büyügu küçüğü varsa hepsini tutukluyor, üikede düşünen baş bırakmak istemiyordu. terdıklen yerlere depo ediliyordu. Bütün devlet tfairelerlnde n* kadar erbabı n ı m u ı ve haysiyetli kişi varsa uzaklaştırılıyor, yerine eyyamcılar geçiriliyor, devlet makinesindt curcuna yalanıyordu. Bir yandan Îngilız Muhipler Cemıyeti namıylı bır dernek kurularak üikede gems bir İngiliz istihbarat şebekesi kuru. luyordu Bu ısi yapan Sait Molla adında zeki ve yezıt bir hocaydı. Ünlü Casus Rahip Frev' in emrinde çahsılıyordu. Boylece memleket denen bir varlık, Hükümet denen bir kuruluş, ulus denen bir kavram kalmamıştı. Ingilizler Beyoğlu bölgesinl, Fransızlar Istanbul bölgesini, Italyanlar Üsküdar • Kadıköy bölgesini lsgal etmişler, ısgal devletlerine göre her bdlge bayraklırla rfonanmıştı. Nefer yüzüme hayrın hayran bakarak cevap verdi: Glr efendi glr, artık onltr paşa cfeğil mahpustur. O anda Bekiraga Bölügü basıma yıkıldı. «Onlar pasa degil, mahpuı!» Lâfın doğrusu «mahpus» olan HalU Paşa değil, Türk kudreti, hızmeti, terefi ldi. Ne yazık Türk eri bunu anlayacak durumda degildi. Paşalar!.. Paşaların bulunduğu odaya girdıgım zaman manzart şuydu: Bır evin yatak odası kadtr küçük bir odaya on kadar karyola konmuş, hepsinin üstünde bir paşa oturuyordu: Ordu Kumandanı Vehip Paşa, Ordu Kumandanı Halil Paşa, Ordu Kumandanı Mahmut Kamil Pasa, Sahra Sıhhiye Müfettişl Suleyman Numan Pasa, Enver v» Nuri Pa;aların baba«ı Ahmet Paşa. Halıl Pasayı görünce koştum, elinı optüm. Ikimızin de gözleri doldu. Bir süre birbirimize hiçbır şey söylemeden oturduktan sonra bir saat konuştuk. Hıç kuşkusuz bu Sonuşmalar acıydı; hem kışiliklerimız, hem vatarumız İçin... Halil Paşanın hazır parası olmadıgı ıçln kendisine burada Vehip Paşa bakıyormuş. Evdekılere de eşyalan birer bırer satarak vaşamalan için emir vermiş. Fakat Pransızlar evde arama yaparak değerli eşyayı götürmüsler. Pasa bunlan söyliyerek yatağı açtı v« dedi kı: Işte son kalan yatak Çarjail bende. (•) Bu polis Fransız mahkemeainin verdigi cezayi 18 yıl çektilrten sonra birakıldı; memlekete dönebUdi. Halit Paşa gozaltında.. Ben Istanbul'a geldiğimden birkaç gün sonra gazeteler Halıl Paşanın hapishaneden kaçtıjını ve İzlendiğini yazdılar. Bir hafta sonra da Halıl Paşa, Erenköyde bir arkadasının evinde yakalandı. Pasa'nın yakılandığım gazetelerde okuyunca kendisini ziyarete gittim Hapishane Müdürü All bey tdında bir yarbaydı. Üvey annem Edibe hanımın ağabevı idı. Beni tanımazdı, ıma cfürüst ve temiz bir adamdı îzın verdi. Içerı girdim. Bır oda gös terdiler. Kapıda bir er duruyordu. Halil Paşanın ıçerde olup olmadığını nefere sordum. içerde!. dedl. Git söyle, yaveri Selahattin gelmia de! Yüzbaşı Işgal altında Harbiye Nezareti Daireye gelıyorduk. Harbiye Nezareti yabancı subayların ışgah altındaydı. Bız, yalnız onlann bızım üstlerımıze verdıkleri emırleri yapmakla vakıt geçıriyorduk. Hıç kuşkusuz bütün bu emirler düşmana hizmetti. Sözgelişi, bizım Şube'ye şöyle bir emir geliyordu: «916 yılında Pozantı Istasyonun dan geçen bir askeri bırlığın yanında gıden mavı gözlü s a n blyıklı bir subay, görevini dürüstlük ve namusla yüruten Pozantı şımendifer memurlarından Vahan Efendiye bir tokat atmıştır. Bu vahşıyane da\Tanışm cezası, uygar ltilaf Devletlerince venlecektir. Bir haftaya kadar bu subayın ltilaf Ku^'etlerine teslimi gerekir. Yoksa Şimendifer Şubesi Müdürü çahsen sorumlu tutulacaktır.» Hiç kuşkusuz bu adı sanı bilinmeyen subayı bulmaya olanak yoktu. Ya o subay çoktan ölmüştü. veya olay esastan yalandı; ne böyle bir şey olmuştu, ne de öyle bir subay vardı. Yazıyı yazanlar bunu biiırdı. Ne var kı amaç hakarettır. Bu yazıyı alan Kurmay Albay Müdur, dairedeki Ingıliz İrtibat Subayına gider. İngilız bir yüzbasıdır. Türk Kurmay Albay, durumu açıklamaya çabalar. Ingiliz Yüzbaşı saatlerce zevkienir. Fikrinde direnir. Bir sürü muhabere, konuşma, rıca, en sonunda tngiliz Yüzbaşısı Türk albayını bu seferlik affeder. Eğer Türk subayı bu yazıya cevap vermez, ya da almamış görünürse bir hafta sonra îngilız cezaevıne atılmıştır. özellikle hapishane personeli Rum ve Ermenilerın hakaretleri altında erilmektedir. Başta Birınci Dünya Savaşının Sadrazamı Sait Halim Pasa olrrak Uzere, Ordu Kumandanları Halil, Vehip, Mahmut Kftmil Paşalar, HUseyin Cahit, Ahmet Eğilimler, kararlar.. Emin, Ebüzziya zade Velit gibi yazarlarla üç yüz kadar ad^m hapseciılmişti. Paris'te bir barış konferansı kurulmuştu. Amerıka CumhurBunları yargılamak ve hapsetbaşkanı Vılson, tngiliz Başbakamek içın askeri mahkemeler, esnı Doyd Corç, Fransız Başbakakı paşalardan meydana gelen Di. nı Klemanso, îtalyan Başbakanı vanı Harpler kurulmuştu. YarOrlando bu konferansta bir aragılamalar sürüyordu. ya gelmışler, yenılgıye uğrayan Savaşta hizla terfi etmis suülkelere değgin kararlar alıyorbayların rütbelerini geri almak lar; yerüklere banş koşullannı Uzere bir komisyon kurulmuştu. dikte etmek içın hazırlanıyorOrdunun ehnde işe yarar ne lardı. kadar silâh, top, cephane, araç, Konferans 30 Ocak 1919 top gereç varsa galip devletlerin gös YARIN: Herkes kendine yeni bir olanak sağlamak için dünkü kumandanına küfür ediyordu. TİFFANY JONES İlhan Selcuk Yeni krallar Yeni Soytarılar CAGOÂS YAYINLARININ BEKLENEN 5. KITABI DİSİ BOND Acı olaylar Günün birinde duyulurdu: Beyoğlu'nda Rumlar Türk kadınlarmın çarşaflarını yırtmışlar, Türk erkeklerının feslelerinı çiğnemişler, dükkân veya evde buldukları Türk bayraklannı parçalamışlar. Gene birgün dörtbeş SenagalH asker, Sirkeci'de birkaç Turk kadınına saldırdı. Kadınların fer yadı Uzerine oradaki bir polis silah kullanarak Senegalli neferlerden birkaçmı vurdu. Ne var ki Turk polısıni yakaladılar, Pransız Güyanı'na sürdüler. (•) Bir cuma günii agabeyım, arkadaslan ve ben, Anadoluhisan'nda bir sırt uzerınde kır eğlencesme çıkmıştık. Hisann bütün çayırları lcdın ve erkek doluydu. Bir sılâh sesı, bir pariik. Sonradan öfrendık ki on Rum çayıra girmis, rezalete başlamış. Bolgedeki inzibat eri müdahale edince, askeri yaralamıs kaçmış lar. Gunler geçtikçe savas sırasında dısarıya kaçan Hristiyanlar geriye dönüyor, bataa irap&rator ç Û »CÛT BAKİA lrJANJA4AN(7» StZ I« GARTH FITATI: i ; URA Her kitapçida bulunur İsteme Adresi: CAĞDAŞ YAY1NLABI: Cağaîaglu HalkeviSok. No:39«ü İSTANBÜL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle