Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET ~" 25 Mayıs 1974 undan 210 yı] önce, 26 yaşmdaki Italyan düşünürü C. Beccana, «Suçlar ve Cezalar» (1) adh yapıtını yayımladığı sırada, belki de, ceza hukuku alanında bir çığır açtığmı bilmiyordu. Ama, «kitabımı düşünmesini bilenler İçin yazdım. demekte haklıydı. Nitekim, iki yıl geçnaeden Voltaire. «Suçİar ve Cezalar Kitabı Üzerine Yorum» adlı bir kitap çıkarıyor *e Beccaria'nın yapıtını, «insanlığm yasası» olarak selâmlıyordu. «Nasıl ki> diyordu, «tıp alanında iyileştirici büyülü ilâçlar vardır, bu yapıt da insanoğlunun manevi acılannı dindirecektir.» B (Maylar # gon «SUÇLAR ve CEZALAR» Sami SELÇUK Ytrgıtay C. Başsavcı Yardımcısı liğinden» söz ederek, sanık hakkında T.C. Yasasının 457/1 maddesinin uygulanmasını yerinde görmüştür. (C.G.K. 9/7/1973 178/533) Oysa, kanımızca, kuşkunun sanık lehine yorumlanması kuralı, bir gerçek olan. «adli yanılgıların» önlenmesinde başlıca dayanaklardandır. Beccaria'nın yapıtı üstüste baskılar yaptı. Tüm Avrupa dillerine çevrildı. Lehte, aleyhte cleştiriler yapıldı. İsviçre Kralı. yapıtın insanlığa ve devlete yararlı oiduğu düşüncesiyle yazarını nişanlara boğdu. Çariçe Büyük Katerina, «Suçlar ve Ceza!ar»ı ülkesinin ceza yasası olarak ilân etti ve onun tüm okullarda okutulmafinı buyurdu. Hiç kuşkusuz. «Suçlar ve Cezalar» çapça. küçük, özce anıtsal bir yapıttır. Bizce, devlct ve politika biliminde Machiavel'in «Prensi, Ferri'rvin dediği gibi, ekonomide, A. Smith'in «Ulusların Zenginliği» ne iseler. ceza hukukunda da «Suçlar ve Cezalar» odur. Onunla «Beccaria sonrapı çağlar» başlamıştır. Özgürlük ve demokrasi kavgalarının yeni yeni verilmeye başlandığı bir dönemde, «...Benl okuyup anlasalardı, doğrusu zalimlerden korkum olurdu, »ncak zalimler hiç okumazlar» diyerek cezi adaletinin insancıl ve sağlıklı kılınmasında yürekli bir çaba harcayan Beccaria'nın ortaya attığı ilkeler, boşlufia savrulup gitmemiş, çoklaTI anayasal kurallar düzeyine ulaşmıçtır, Bunlann bir kesimi, kuşkusuz, Beccaria'dan önce de insanlıkça biliniyordu. Ancak, o güne değin, •tümünü toplayan bir yapıt yoktu, ortada. Bugün bile çoğu gündemcfe bulunan bu ilkeleri, hangi aşamada bulunduğumuzu saptamak bakımından sergilemekte yarar vardır. Beccaria'ya göre, kendi özgürlüklerini güven ve esenliğe kavuşturmak isteyen bireyler, bunlann bir kesimini bu görevi üstlenen topluma vermekle ona ceza vermek hakkını tanırnışlardır. Ne ki toplumun bu cezalandırmak hakkı, suçların ve cezalann yasaya dayanması ilkesiyle (nullum crimen nulla peone sine lege) nnırlıdır. Yasayla önceden belirlenm»mişse, eylem suç olamaz, ceza da verilemez. (Anayasa, md. 33) Tüm uygar ülkelerin cezı yasalarına ve çoğu Anayasalara giren bu ilke, çağda? ceza hukukunun temelidir. Ancak, zaman zaman bu kuraldan sapılmaktadır. Söz gelimi, tebliğlerle suç yaratılmasırun Anaya«ayla bağdaşırlığı kuramda tartışma götürür bir olgudur. Öte yandan yargıcın takdir yetkisl konusunda çatışan görüşler, cezanın birey«elleştirilmesi için «sınırsız yargı: sentence inde'terminee» sistemini önerenlerin; ceza hukukunu bu ilkeden saptırdıklan ileri sürülmekte Suçla ceza arasında âdil bir oranın bulunmasını, yasaların insancj ve sevecen (müşfik) olma larını isteyen Beccaria. müntehinn yakınlarınır; öldürülmelerini cezalann kişiselliği ilkesine aykırı bulmakta, cezalann kişisel olmadığı bir ülkede, insan haklarının da olamayacağını söylemek tedir. Cezalann kişiselîiği, çağdaş ceza hukukunun izdüşümünü anayasal düzeyde bulan bir kuralıdır. (md. 33\ Oysa bu ilkenin de yetkin bir biçimde uygulandığı ileri sürülemez. Sözgelimi suç konusu yazıyı yazanla birlikte. yazı isleri sorumlu müdürünün de cezaî sommluluğunu öngören Basm Yasasınm 16. maddesi, bu yönüj'le Anayasaya aykırı düşmektedir. (2^. Insanlan asla daha iyi bir duruma götürmeyen ölüm cezası konusunda Beccaria, «Acaba insanlara hemcinslerini boğazlama hakkı nereden gelebiliyor?» diye soruyor ve şöyle devam ediyor: Ölümün verdiği râşe, ne denli şiddetli olursa olsun. nisyâna mukavemet edemez. Şayet bu r.isyânı besleyen şey, beşerî ihtiraslar olursa bu mukavemet hemen hemen sıfıra müncer olur. Umumi kaide: Dehşet verici şiddet ve ıstıraplardan hâsıl olan intibalar âni ve kuvvetli olur; lâkin tesiri devam etmez. Huzur ve sükun içinde ve hürriyet havasıyle meşbu bir halde yaşayan bir idarede âni ve müthiş ıstırap korkusundan ziyade, devamlı intibalara ihtiyaç vardır.. Kısaca Beccaria, barış dönemlerinde ölüm cezasının gereksizliğine inanmakta ve böylece de bu konuda çağdaş bilimin ulaştığı sonuçları derin bir sezgiyle görmektedir. Kaldırılan birçok ülkelerde, vaktiyle ölüm cezasımn tehdit ettiği suçların azaldığı yolundaki bilimsel verinin yanında, bu ce zanın cezalarda bulunması gereken kişiselleştirilebilir, bölünebilir, adlî yanılgıları önlemek için onanlabilir ve insancıl olmaklık niteliklerini taşımadığı bir gerçcktir Gündemdeki sorun şudur: Adalet ve insan hayatı. Bu birbirlerinden kutsal iki değerden, birini öbürüne kurban etmek olanak sızdır, bizce. Kaldı ki, adalet, bir başkasının felâketi üzerine kurulamaz. Devletin varlığına yönelmiş ağır suçların cezalandınlmasmı isteyen Beccaria, bu konuda yasalarda asırılığa kaçılmamasmı, yasaların yorumunda insanoğlunun sözcüklere kurban edilmemesini salık verir. Tersi, zulüm ve istibdattır. dev letin kötü örgütlenmesi demektir. Bu tür yasalar toplumu uçuruma götürürler. Gerçekten, barış dönemlerinde, R. Collardın dediği gibi, «Olağanüstü yasalar, aşırı faizle borç almak gibidir. Devleti zenginleştirecek yerde, iflâsa sürüklerler.» Tarihin tanıklığı budur. (1) Beccaria (M. Göklü), Suçlar ve Cezalar, Ist. 1964 (2) Arsel, T. Anayasa Hukukunun umum! esasları, s. 470; Erman Özek, İzahlı Basm Kanunu, 1964. s. 62; Erem, T. Ceza Hukuku, 1968, s. 443; kşz: Dönmezer . Erman, Ceza Hukuku, in. s. 1021. Filim. C ise de. keyfi urgulamaları rmleyecek ögelerle bu sakıncanın giderilebileceği, esasen yeni ceza polıtıkasında buna daha çok tedbirler rejiminde yer verildiği belirtilmektedir. Beccaria'nın ortaya attığı Ukelerden birisi de, yasaların açık, tutarh ve halkın anlayacağl bir dille kaleme alınmalarıdır. Terim ve sözcükler yönünden, bir ileri bir geri giden yasalarımızın. ünlü düşünürün belirttiği cfoğrultudi olduklannı söylemek, doğrusu çok yürekli bir hareket o!ur. Onca, suçlu güçlü belirtiler varsa turuklanmalıdır. (Anayasa, md. 30) Zayıf kanıtlar ve beylik karinelerle kimse cezalandırılmamahdır. Yargıçlar, ağır suçların yarattığı tepkiden ürkerek, kesin kanıt düzeyine ulaşmamış, zayıf belirtilerle hüküm vermemelidirler. Yurttaş «ben tutsak değilim, yasa benim güvencem» diyebilmelidir. Suçun ağırlığı oranında, tanıklara az ir»anılmalı. suçsuzluğun asıl oiduğu ilkeleri benimsenmelidir. Günümüz ceza hukukunda «kuşkunun sanık lehine yoramlanacağı: «in dubio pro reo», «suçsuzluk karinesinin» esas oiduğu açıksa da, kesin kamtların bulunamaJığı kimi dururalarda. bu kuraldan ayrılındığı görülmektedir. «Tek eylemden ibaret olan kaçmanın her iki sanığın nöbetleri içinde ayn ayn olmuş sayılmasına olanak bulunmadığl ve bir masumun mağdur edilmesi pahp.sına bir suçun cezalandırılmasınm adalet mefhumuna girmeyeceği cihetle kaçmanın hangi sanık zamanında oiduğu kesin olarak tesbit edilmedikçe iki sanığın birden cezalandınlmasmda isabet yoktur.» (Yargıtay 4. C.D. 9/5/1946 • 5118/6043) diyen yetkin bir karanna karşılık, Yüksek Mahkememiz, bir başka kararında: Adli Tıp Kurumu, raporunda «radd! yara, tas, sopa ve benzeri sert ve künt cisimlerle ve bu arada keserin veya çapanın ağaç kısmıyle husulünün mümkün olduğunu» belirterek kuşkulu bir durum yaratmasına karsın, «kavgada kullanılan çapanın sap kısmırvdan tutulmasınm normal ve bu nedenie da tanıklara açıklayıcı aoru sormanın gereksız oktan beri sinemaya gitmemiştim. Geçenlerde bir filnıl övdüler. Kalktık gittik. Kuyruğa girip bıletifuızı aldık. Salon aydınlıkken yerimize oturduk Sasda solua boş koltuklar var. Ama bekleme salonu doıu. Kimi sigara içiyor, kimi yarenlik ediyor. kimi kahvesini. gayını vuaurcluyor. Birinci gong ikinoi gong üçüncü gonsj. Biı fcıpırdama yok. Işıklar birden söndü; reklâm filimleri oasıadı. Bunun üzerine bekleme salonunda oturanlarla yem gelenler sökün ettiler. Yan karanlıkta bir hırgürdür oaşıadı. Herkes yerini arıyor. Görevliler ellerinde fenerier KOŞUŞUyor; ama yetişemiyorlar. Yanlışlıklar oluyor. Birileri ken. düerine ait olmayan koltuklara oturmuşlar: 4 Bayım sizin yerini» burası değil! Allah, Allah... Lutfen kalkın. Niye kalkacakmışım? Sesler yükseliyor, sertleşiyor. tartışma catıçmays dönüşüyor. Karanlıkta öbek öbek insanlar. sıralar aras'ndan geçmeye çabalayanlar, birbirlerinin ayaiüaruıa başanlar, yüksek sesle arkadaşlarını çağırarüar: Gizlilik Erdemsizliği Yargılama, açık olmahdır, diyor Beccaria. Onca, gizli soruşturma, insanı hilcci ve hain yapar. Telkinî sorular ve işkence, özellikle gizli soruşturmaların konusudurlar Kamu yaran nedeniyle soruşturmanın gizli yürütülmesi, tüm güçleri elinde tuttuğu halde. hükümetin yurttaşmdan korkmasıdır. Manevi bir işkence olan sanığa ant yöntemi de kalkmahdır. «Bir adamm kendi kendisinin ithamcısı olmasmı istemek iddiası korkunç ve gülünçtür. Hakikat sanki onun adaleleri ve sinirleri içine gizlenmiş gibi. onu işkenceyle çıkarmaya çabaiamak. vahset ve budalalıktır.» Nedir ki. La Bruyere'in. «Doğuştan gürbüz bir suçluyu kurtarmak. zayıf bünyeli bir suçsuzu harcamak için olağanüstü ve güvenilir bir buluş> olarak tanımladığı işkencenin. anayasalara karsm fMd. 14. TCY. Md. 243) günümüzde ortadan siündiği söylenemez. «Fransız devrimi öldürmüştü. ama işkence etmemişti. 19. yüzyılda büyük hukukçu F. Helie, Avrupa'da işkencenin kalktığını yazabiliyordu. Ancak, Nazizm ve Faşizm ona resmî bir güç kazandırdı.» diyen M. Rolland, bu konuda. 34 temmuz 1972'de Paris'te düzenlenen toplantıda, kamuoyunun bu soruna eğilmesini ve <nefretini bir çığlık halinde yorulmaksızın duyurmasını» istemektedir. Suçluları, cezanm kaçınılmazhğının korkutacağına inanan Beccaria, en etkili cezanın en çabuk uygulanan ceza olduğunu söylemektedir. Suç ile ceza arasındaki süre uzakhğınm, cezanın caydırıcı gücünü azaltacağı muhakkaktır. «Davanın soruşturulması çok süratli bitmelidir. Bir soruşturma sırasında bir yargıcın aldırmazlığı ile sanığın çektiği acı arasında ne feci bir çelijki vardır!» İsmail nerdesin? Gelsene ulan!... Ordan değü, bu taraftan... Kav?a, gürültü. itişme, kakışma. Reklâmlar bittl; gel»cek programdan parçalann ardmdan filmin sunuluşu rjajladı. Ama karanlıkta dolaşanlar var. Yerli yerini bulamavar. btr sürü müşteri, şaşkın telâşlı, ne yapacağını bilemez durumda... Film başıadı Adı: Türkiyede politika!.. öyle bir politika ki, kimin nerede oynadıgı belü değil. Eski sıkıyönetim kumandanları, Diyanet Işleri EaşKanları, Morrisoncular, eski MİT'çiler, eski imamiar, ışaaarrılan, mebus pazarları, el altından pazarhklar, CIA'aılar s a n sendikacılar ortalık yerde harman olmuşlar. Kim n&ngl partide. nasıl oynayacak. ne yapacak? Herkes kendıne bır yer arıyor. Aynı sinemadaki gibi, film ha başladı. ha başlıyacak. Biri bağınyor: Otursana yerine be adam! Bir hükümet kurulmuş, 35'lik Bakanlar var içlerinde... Bunlara karşı 91'lik Celâl beyin kumandasmda yeni cephe kurup iktidara gelmeye savaşan politikacılar da var. Süleyman bey, yıllardır siyasal haklannı hasıraltı eylediği Celâl beyin evine gidip elini öpüyor. Birisi bu olayı duyunca: O, dedi, 1960'larda da Gürsel Paşanın elini Öperdi. Hükümetin ortağı Milli Selâmet Partisi içinden Karaçam mı, Akçam mı nedir bazı üyeler gidıp eski sıkıyönetim başkanlanna bakanhk öneriyorlar. Neden? Çünkü Nakşibendilik rol oynuyormuş bu eyyamda... Arrfından bir sözde MilHyetçi Cephe oluşturulmasına başlanıyor. Hangi Milliyetçi Cephe? Morrisoncular Cephesi! Bir de MSP'deki söylentilere bakın siz: Kimi Rötaryen ımiş, kimi Nakşibendi imiş, kimi Mason imiş... Filâncayla falanca fişmekânda gizli gizli buluşup ülkenin kaderinde roî oynayacaklar... Başbuğun müritleri ortalıkta fink atıyorlardı. Birden hoşafın yağı gibi neden kesildi eylemler? Şu tstanbul dukalığmın hangi kovuğunda kimler hangi oyunlann peşinde? Bekleme salonunda filmin başlamasını bekliyenler, hep birden salona doluşmak için sabırsızlanıyorlar, yan karanlıkta herkes bir koltuk peyliyecek kendisine... Süleyman bey Celâl bevin sol elini öpecek, Ferruh bey sağ elini; Milliyetçi Cephe kurulacak... MSP' d'en üçünü Nakşibendiler, beşini sermayeciler ayartacak... fyi saatte olsunlar da koordinatör bu işlerin yürümesinde... Işıklar sönecek ve başlıyacak rr.ı film yeniden?.. Hadl canım siz de!.. Birinci film nasıl koptu fiyajkoyla gördunüz. Artık yıldızı sönmüş ve yıpranmış artistlerle hangi film gişe yapar ki.... MERSEDES'TE GİDEN BAYAN OKTAY AKBAL Evet Hayır VERGİ NASIL ALINABILİR? Vergi kayıplannı önlemek için kısa ve uzun dönemde yapılması gerekli ijler vardır vergiciliğimizde. Kısa dönemde alınması gerekli önlemlerden (tedbir) söz açmak istiyonım bu yazimda. Vergicilikte en önemli sorun satış, gelirin elde edilmesi, bır malın kullanılması gibi vergıyi doğuran olayların kavranmasıdır. Bunun da yolu belge düzeninden geçer. Vergi yönetimi, ancak belli bir belge düzeni içinde vergıyi doğuraa oteçdlöv gerçek yönleriyle kolayça saptayabilir. Bir doktorun bir' yıl içinde kaç reçete yazdığını bilebiliyorsanız, işi kolayladmız demektir; doktorun yıllık gelirini gerçeğe yakınca belirleyebilirsiniz. Adana'dan kalkan kamyonlarm yükünü yoklaj'arak faturasız mal gönderenleri en geç üç ay içinde hapis cezasma çarptırabilıyor musunuz? Kaçakçılık sorununu en azmdan yüzde 90 çözdünüz demektir. 1yi de, bu işler nasıl olacak, nasU uygulanacak bu düzen diyeceksiniz. Sanıldıgı denli güç değil. Önce vergi usul yasasinda belge ile ilişkin tüm kurallan kaldınr yerine getıreceğiniz bir kuralla, vergilemeyle ilgili defter ve belgelerin düzenlenmesi işini Maliye Bakanlığı'na bırakırsanız. Maliye Bakanlığı günün koşullarma göre hangi iş kollarında ne gibi belgelerin düzenleneceği, ne gibi defterlerin tutulacağım belirler; gereken iş kollarında kullanılacak belgeleri, basıh kâğıt düzenine alır, kendisi bastınp verir yükümlülere. ersedes'teki kadın kötü köttt baktı. Bir şeyler böyledi. Arada bir, minibüsle yan yana geliyordu Mersedes. Her parçası ayn ses veren bir taşıt. Yokuşu tırmaayonıı o£laya puflıya. «Bir durursa kalkmıyor meret. aiyor Renc şoför. Durdurmamak en iyisi. «Hele yokuşta bir durdu mu nalimız yamandır..» Sağa kaçıyor, soldan dalıyor, ne yap'p edivor, bir an bile durmamanın jolunu buluyor. Bu vüzden Mer=edes"ıe yan yana geliyoruz ikide bir. Kimi zaman önümüzde. kimi jsaman arkamızda, kimi zaman yanımızda. Korkunç bir yivğmur var dışarda. Mersedes pın) pınl, «ular altında ışıldıyor. Direksiyonda iri yarı bir adam bir yandan sigara içiyor. bir yandan da pencereden oakavor dıSarı. Hiç bizi gördüğü yok, yanındaiti kadmla komıştufu hiç yok. Belki onun varlıgıru bile duymuyor. Yok sayıyor o k<\dını. Kucagmda kocaman bir çanta, sırtında ıpıslak bir manto, gözleri yerinden o>namış öfkeden durmaksızın konuşan, gözlerini minibüsten ayırmayan... N KAT YAPIM VE SATIMI, EKONOMİMİZDE ÖNEMLİ BİR KESİM OLARAK GELÎŞMEKTEDİR. FAKAT BU KESİMDEN ALINAN VERGÎ BİR HİÇ DÜZEYİNDEDİR. Ahmet Maliye Bakanıığı yllkârıda'açıkfadığımız EiİJi sıkl bır belge döreninrn uygulanması sağUnmalı, sonra da, zorunlu belgeleri kullanmamak, belgesiz satış yapmak, belgesiz mal bulundurmak, kaynağı açıklanamayan belli tutaruı üstünde para ve benzeri değerlere sahip olmak eylemleri, vergi kaybı öğesi aranmaksızın, hileli vergi suçu sayılmalıdır. Hileli vergi cezalan bir aydan az, bir yıldan çok olmamalıdır. Mahkemelerde bu davalara öncelik ve ivedilikle bakılmasını sağlayacak kurallar getirilmelidir. Böylece hem vergi gizlemelere yolaçan eylemlerin saptanması kolaylaşacak, hem de mahkemelerin hızla karar vermesi saglanmış olacaktır. Belli, Mersedes'li adam işine giden bır tüccar, bir sanayici, kısacası yükünü tutmuş biri. Apartımanından inmiş telc başina arabasına kurulup bu yağmurda işine gitnıek ntrkesin ıslandığmı seyretmek. hatta hızlı geçmek olanağmı buiduğunda kaldırımda telâşla yürüyenleri bir güzel ıslatmak nayalleri içinde binmiş arabasına, geçmiş direksivona... Ama üç beş adım öteden bir komşu, yoksul bir Komşu; biı yerlerde, bir işlerde çalışan bir kadın kesivermiş yoiunu. U&Juan bildiği, gördüğü bir komşu bu. Mersedesli adam icjn sırudan herhangi biridir o. Üstüne çamur sıçratır yağrnurda koşusmasını keyifle seyreder, düşüp kalkmasım, elmdeki oavul kadar büyük çantada taşıdıgı sefertasını, akşam eve dönerken içine sebze, meyva doldurduğu ip zembilinı... B*r anlğına göriir geçer. Oysa o tombul hanım Mersedes'li oeytendinın komşusu olmamn coşkusu içindedir. dairede, işyerinae nimbilir nasıl da övgüyle anlatmıştır!.. «Bizim muhaıle, zengin mahallesı kardeş. Hele beyaz Mersedes'li bir tüccar oey var..» Evet, yağmurda otobüs de gelmez, gelse de birmmez. öakmış Mersedes'li beyfendi oracıkta, koşmuş kapısma asumış, «N'olur beyfendi beni Eminönüne kadar götürseniz» demiî, yanıtı beklemeden açmış kapıyı dalmış yanıru». Mersedes'li «vdarn, yüzünü buruşturup buyur etmiş çaresiz. Güzel döşnsıesini kirleten yağmur damlalanna, ayakkabısınm güzel halısının üstündeki çamur izlerine dalarak... tçinden Döyle bir tatsız rastlantının o yağmurlu sabahın bütün tadını kaçırdıgına inanarak... Adam hep susuyor, sigarasını içiyor, ama kadın durmaksızın konuşuyor konuşuyor!. eliyle minibüsü gösteıe göslere. Hele bizim şoför komaya bastıkça. Mersedesin yoiunu fcestikçe, sıkıştığında yol istedikçe... Eliyle birşeyier anlatıyor. Ne der acaba? «Şuna bak şuna, köhne arabasıyle yoıumuzu kesiyor. Bunlar adam olmazJar efendim. Yol senin mi yauuz? Ne terbiyesiz adamlar var. Hay Allah ne yapsın sem!.. Biı de gülüyor utanmadan.. » Adam, oralı değil, bilivor vokuşun kayganJığını yana kaçıyor ne olur ne olmaz diyeren.. oysa kadJi minibüse de, minibüstekilere de. minibüs denen aracı icat edene de okuyor içinden hiç de güzel olmayan biı f,eyler! .. Mersedes'de ya, yarurı saatliğine, on beş dakikalıgına, uyacak o düzene. o düzenin düdüğünü çalacak!.. Oysa belki oe bir gün önce bu minıbüste giderken özel otoları gördükçe a;nı şeyleri söylüyordu: «Paralan var diye ccka satıyorlar, kımbilir na*ıl kazandılar o parayı, Allah bilır..» Şimdi yer degiştırmiş. kat değiştirmiş, çıkar değiştirmiş. Beş on dakikalığma, yarım saatligüıe... Derken bastı gaza adam, geçtl gitti, kadın da muttu oldu bizi geride bıraktığına, uzaklaşana kadar baktı baktı baktı, acımayla, sevinçle... Nerdeyse «oh olsun» diyecek ellerini birbirine vura vura .. Bakarsmız yann akşam mınibüstedu. uzak bir düstür Mersedes'te giden bayan olmamn mutlıuuğu. Minibüs kuyruğundadır, itişte kakıştadır, minicik yere sıkışma. run telâşındadır, yandan gelip geçen özel arabalan gördükçe homur homur homuıdanmaktadır. Ama şimdi Mersedes'ten, Mersedes'lilerden yana Mersedes'in içinde... öyleyse başkalarını hor görebilir, ezeoUır bakışlariyle, sözleriyle, el koi kıpırdatmalarla... Dalıp Eittim düslere ben de .. Yağmur yıkıyordu penceremi. Bir şey görünmez oldu. Kinıse farkmda değildi Oiup bıtenlerin... Soför belki de görmedi o kadını, ne ae Merseües'l. Yokuşun başına çıkebilmekti sorun. Durmadan... Çıktj da sonunda. Çagrışımlar birbirinı kovaladı: Yer deği$tirmelcie bır anlığına başka birinin katma çıkmakla, Kendi gib' oıanlara tepeden bakmakla mutlu olan nice nice insan vardı seryüiünde, özellikle az gelişmiş toplumlarda... En acımasızlar en hayınlar, en tehlikeliler bunlardan çıkıyordu. Ezenler, kıyanlar, vuranlar, öldürenler hep «kraldan çok kralcı» olanlardı. Yağmurlu bir mayıs sabarunda Mersedes'teki tombul bayan bunlan yaşattı bana, Üç beş dakikalıgına... Ortalamalar Vergi güvenliğinı sağlamak için başvurulan yollardan biri de ortalamalardır: Kazanç, verim ve geçim giderleri ortalaması. Ne var ki bugünkü vergi düzenimizde yalniz kazanç ortalamaları, o da pek sayılı iş kollarında olmak üzere, etkisız bir biçimde uygulanmaktadır. Ortalamalar konusunda genel olarak şunlar yapılmahdır: 1) Bu yöntemin uygulama alanı genişletilmelidir. Örnegin en önemlilerinden birini ele alalim: Kat yapım ve satışı ekonomimizde önemli bir kesim olarak gelişmektedir. Fakat bu kesimden alınan vergi, önemine bakımla, bir hiç düzeyindedir. Istanbul'da 200 bin liraya. satılan katlar 100 lira üstünde işlem görmektedir de buna vergi idaresi bır şey yapamamaktadır. Oysa kat satışlarmda semtlere göre ortalama bırım fiyatları saptanır, ve bu ortalamalarla bildirilen satışlar kontrol edilebilir. Daha da etkilısi var, taşınmazların satıfinda belli bir süre içinde devlete satın alma. alıcinın yerine geçme hakkı tanınır. 2) Saptanması vergi idaresine bırakılmalıdır. Yükümlülerce saptanan ortalamalarla yükümlülerin denetlenmesine olanak yoktur. Bu, değil bizim gibi vergi kaçakçılığının çok yaygın oiduğu ülkelerde, ileri Batı ülkelerinde bile yapılamamaktadır. 3) Ortalamalara dayamlarak salman vergi anlaşmazlıklarında kanıtlama (ispat) yükü yükümlülerde olmalıdır. Güç Ödev Şu var ki Maliye Bakanlığı'nın «belgeler kullamiın» demesi yet miyor, bu belgelerin kullanılmasım sağlayacak yapünmların da (müeyyidesi) işlemesi gerekiyor. Vergilemeyle ilişkin kurallar ne denli yumuşatılırsa yumuşatılsın ytne de vergi ödemek güç bir ödevdir; işleyen ceza yaptırımlan altında yerine getirilebilir ancak. İki türlü yaptınm vardır vergicilikte; biri vergi cezaları, öbürü hapis. Vergi cezalarını geçiyorum şimdilik, benim üstünde durmak istediğim hileli vergi suçlarıdır, hapis cezalandır daha çok burada. Vergi uygulamasmda en etkili önlem (tedbir) hapis cezalandır çünkü. Neden derseniz, vergi varlıklı kişüerden almır, varlıklı ki?i para cezasından pek çekinmez, bu cezalar için bir karşılık ayınr kafasında, fiyatlara bindirır bunu, ve hiçbir tedirginlik duymadan sürdürür davranışını. yaşantisım. Ama hapis cezasında öyle değildir, ne fiyatlara bindirilebilir bu ceza, ne de karşılık ayırmakla rahata erilebilir. Bunun karşılığı bir süre cezaevinde yatmaktır. Ve öyle kolayca göze alınabilir işlerden değildir varlıklı kişiler için. Bu nedenledir ki vergi uygulamalarında hapis cezalarına özel bir önem verilir, vergi almak isteyen Batı tilkelerınde. Örneğin İsveç'te, hani şu en az suç ıslenen Ülkelerin başmda bulunan yerde, yılda 15002000 kişi hileli vergi suçundan hapis cezasma çarptırılır. Bize gelince hapis cezalannın hiçbir etkinliği olmamıştır, vergi uygulamasında. Istanbul'da bir araştırma yapmıştun bir zamanlar; vardığım sonuç ilginçtir: 1953 1959 yıllarında 659 yükümlü hi•• »» • • • • • • »• •• »»• • • •> • » • » • • • • • • • » • » • » » • • • « • • leli vergi suçundan mahkemeye verilmiş, bunlardan yalniz 4'ü çarptırılmış, 1 Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığından • hapis 4cezasına bunun ne etkiyüda yükümlü, • si olabilir vergi uygulamasına? Fakültemiz Basm ve Yayın Yüksek Okuluna bir de uygulanabileceğine inanıyoruz. Uygulaması kolay, etkinliği yüksek bir yöntemdir. Yaptığımız hesaplamalara göre 1971 yılında bu yöntem uygulansaydı ülkemizde. yaklaşık olarak 1^ milyar lira vergi kaybı önlenebilirdi. Ortalama ve yaşam düzeyi yön temlerinin bir türlü götürü verBAYRAK gileme yolu oiduğu, gelir verBas Hesap Uzmam gisinin «gerçeklik» ilkesine ter> düştüğü söylenebilir. Yanıtımız şu olacaktır: Gelir Vergisinin ilmakta&ır, arabası da vardır de ke olarak gerçek gelire, yükümğe¥i2«rtlîrt lira olan. Bu bil lünün defter ve belgelerine gögilere göre yükümlünün en ax re saptanan gelirine dayandırüKeliri, eve 3 arsbaya U,7u katsa ması gerektiği doğrudur da bu U yı biçilmişse, 36.000 X 3 + 100.000 kenin işlemediği, gerçekliği sözX 0,70 = 178.000 lira olarak he de kaldığı yerlerde götürüye git saplanır. Yükümlü bu tutarın al mek de gelir vergisinin diğer tında gelir bildiriminde buluna bir ilkesidir. tllede «gerçek» diye maz, bulunmuşsa bu tutara ta tutturmanın anlamı yoktur. Alımamlanır bildirimi. Göriilüyor nan verginin gerçekle ilişkisi yok ki «yaşam düzeyi» dediğimiz yön sa yöntemin adı gerçek olmus, tem, geçim giderleri yöntemin bundan ne çıkar. Amaç, vergiyi den değişik, yumuşatılmış, kişi doğruya yakın almaktır: götürüy lendirilmiş bir tür «en az vergi» se götürü. gerçekse gerçek. Fran ye gitmektedir. Bu yöntem kü sa gibi ekonomik yapıda bizden çük ve orta boy işletmelerin ver kat kat ileri bir ülkede yülık gi kaçakçüığına karşı başanyla satışları 1.5 milyon liraya kadar uygulanmıştır Fransa'da: 1952 yı olan işletmeler götürü yöntem lında milyonlarca yükümlü ya le vergilenirken, bizim tutup ma şam düzeyinin altında gelir bil halle bakkalını gerçek yoldan diriminde bulunmaktaydı; bunun vergilemeye kalkmamız, gerçeküzerine sözünü ettiğimiz yöntem lerden pek öte bir «özenti» olgetirildi vergi uygulamasına, muştur. 1961 yılında bu tür yükümlülerin Vergi kayıplannı kısa dönemsayısı 906 kişiye düşürüldü. Türkiye'de 1971 sayılamalarına göre de aza indirmenin başlıca yolortaya bildirgeli jHikümlülerin yüzde 68'i larını temel çizgileriyle 10 binin altında gelir göstermek koymağa çalıştık. Bunların ne tedir. Sürekli bir enflasyon için Anayasayı aşan yanları. ne de de gelişen bir ekonomide ticaret hukuk kurallarmı zorlayan sivle, serbest meslekle uğraşanların, rilikleri vardır; vergi almak issürdüğü hayat düzeyinin gerek teyen bir çok Batı ülkelerinde tirdiği geliri sağlayamaması dü eşine kolayca rastlanır türden şünülemez. Bu nedenlerle Fran yöntemlerdir. Uygulanmaları kosada uygulanan bu yöntemin ül laydır, bugünkü yönetim olanak kemizde de başarılı bir biçim larımızla da iyi sonuçlar alınabilir. Okuyucu Mektuplar Nereye Basvuralım Bizter Bakırköy Şirinevler, Bağlar merkiinde kurulu îtlrnat Yapı Kooperatifi üyeleriyiz. 1966'da Jcurulan kooperatitimlz, yftnetim kurulunda çalışan arkadaşlann ihmall yüzünden halâ tamamlarjamamış durumdadır. Sosyal Sigortalar Kurumu'nun ödediği 60 000 liranın haricinde 80 üyeden alınan paranın toplamı 3,5 milyonu geçmektedir. Bu şekilde üye başına 4245.000 lira arasında değişen ödemeler yapılrmştır. Bu kadar para top lanmasına rağmen in$aatın bir çok eksiğinin bulunması ve hâ lâ para istenmesine devam edil mesi Üzerine, defter ve bilânçolan kontrol etmek istediğimizde bize ceşitli yollar ve kor kutmalarla mani olunmak istendi. Çalışma Bakanlığına yap tığımız muracaatta SSK Genel Müdürlüğü kanalıyla 192967 no ve 5.4.1974 tarihinde verilen cevapta konunun Çalışma Bakanlığı ile ilgili olmadığı, bu işin Uyeler ile kooperatif ara• sında halledilmesl gerektlği blldirildi. Daha sonra Cumhurtyet Savcüığına yaptığımız müracaata da cevap verilmedi. Bizler fakir ve mücadele tmkanı az işçileriz. Nereye, nasıl başvuracağunızı bilmiyoruz. Bize bir yol gösteren çıkmayacak mı? îtünat Yapı Kooperatifi üyeleri adına Salih Özge, Cemal Seçkin, Hasan Torna, Cemil Günal, Osman îlhan. ACI KAYBIMIZ Uzunköprü eşrafmdan Bayramlı köyünden merhum Necip Ağa ve eşi merhum Emine hanımın oğlu, öğretmen Huriser Akıncının sevgili eşi. Ateş Akıncının biricik babası emekli Maliye memuru Kâzım Akıncı'mn kardeşi, matematik öğretmeni Oktay Akıncı, Operatör Dr. Burhan Akıncı, öğretmen Kenan Akıncı, Mühendis Memduh Akıncı. Nedai Akıncı ve Zehra Kırır» kıymetli ağabeyleri. ithal malları Fiat tescil ve tetkik dairesi grup müdürlerinden Kenan Doğan ve iş adamı Ali Doğan'm sevgüi enişteleri. Seher Doğan ve Davut Doğan'm biricik damatları, Doçent llhami Çetin, Elektrik Yük. Mühendisi Sabri Çetin, Kurmay Albay Fahri Çetin, Yük. Mühendis Orhan ÇetiıVin kıymetli dayıları, Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Deniz, Hava ve Sigorta Hukuku Kür?üsü Öğretim üyelerinden, Huzursuz kılınan bir grup öğretmen Bugün Türkiye'mizin çeşitli bölgelerinde sayıları kabank olmayan huzursuz bir zümre var. Bunlar: YETERLÎK BELGEU ortaokul öğretmenleridir. Bu zümre: 439 sayılı Ortaokul Öğretmenleri Kanununun 7. maddesi gereğince sınava giren ve branşlarında başanlı olan ılkokul öğretmenleri, lise ve muadili okul mezunlanndan oluşmuştur. Adı geçen kanuna göre; Eğitim Enstitüsü çıkışlılann sahip oldukian tüm özlük haklara sahip olmalan gerekir. Ne var ki: Personel Kanununun uygulanması sırasında bu yolda pek değişik uygulamalar olmuştur. Örneğin: Kız Enstitüsü çıkışlı Ev î ş Öğretmenleri, Use mezunlan 10. derecenin 1. kademesmden başlatılmış, meslekte çekirdekten yetışen ilkoktıl öğretmenleri ise ne gariptir ki; 12. derecenin 1. kademesinden başlatılmıştır. Oysa 439 Sayılı Kanunun 7. maddesi şunu öngörüyor: «Yeterlik Belgeli öğretmenler diğer yiiksek okul çıkışlı öğretmenlerın hukukundan aynen istifade eder.» Personel uygulamasından son ra bazı arkadaşlarimız Ankara' dan avukat tutmak sureti Ue Janıştaya dava açmış ve k»zanmışlardır. Bakanhk bu örnekleri görmüş ve bılmektedir. Bakanlar Kurulunun (kanun kuvvetinde kararname) çıkarma yetkisinin sona ermeden bu adaletsız ayrıcalıgs son verilmesini ve bu konuda Danıştay Başkanının son konuşmasının dikkate alınmasını diler, saygılar sunanm. ÇETİN EVİN Gürçeşme Ortaokul Ed. Grb. öğretmeni tZMİR Prof. Dr. SAMİ AKINCI 23 Mayıs 1974 perşembe gecesi geçirmiş oiduğu bir kalp krizi sonunda kurtulamayarak Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 26 Mayıs 1974 pazar günü Beyazıt Camiinde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu mezarhğındaki ebedi istirahatgâhına tevdi edilecektir. Mevlâ rahmet eyleye... AlLESt Yaşayışa Göre Vergi Bir de «yaşam düzeyi» yöntemi vardır vergi uygulanmasmda, Fransa'da uygulanan ilginç bir yöntemdir bu. Kısaca açıkiıya lım; türlü yaşam düzeyi vardır; yazlıkh kışlıklı, arabalı ara basız, hızmetçili mürebbiyeli, lüks apartoıanh gecekondulu. Her yaşam düzeyini karşılayan bir gelir düzeyi vardır, ya da şöyle diyelim, her gelir düzeyinin belirlediği bir yaşam düzeyi vardır. Bir kimsenin yaşam düzeyini bilebiliyorsak onun en az gelir düzeyini de kestirebiliriz yaklaşık olarak. Bu düşünüşten gidilerek kullanılan ara ba, yat, hizmetçi, oturulan evin kira değeri gibi hayat düzeyini beürleyen aöstereelere belli katsayılar biçilir: Bu gösterge ve katsayılara göre de yükümlülerin sürdürdüğü yaşam düzeyini karşılayan en az gelir tutarları saptanır. Diyelim yükümlü yıllık 35 bin lira olan bir evde otur Istanbul Hukuk Fakültesi Dekanlığından Fakültemiz öğretim Üyelerinden değerli bilim adamı; sevgıb arsacuşımız Uzman Alınacaktır • • İstekülerin 10 Haziran 1974 tarihine kadar Basın ve 4 Yayın Yüksek Okuluna basvurmalan gerekmektedir. } ^•»•••••••••••»•••••••••••••••••••••»•••»•» (Basın: 15522) 4211 Hileli vergi suçu konusunda şunlar yapılmahdır: Bilindiği gibi başlıca üç yoldan vergi gizlenir; belgesiz satış yapmak, yıl sonu mal mevcutlarmı noksan göstermek, belge dışı para almak. Bu eylemlerin saptanmatvuu kolayl&stınnak için önce Prof. Dr. Sami AKINCI vetat etmiştir. Cenazesi 26 mayıs 1974 pazar güııü Beyazı» Camiinde kılınacak öğle namazım müteakip, Zıncırlıkuyu mezarlığında ebedi istirahatgâhına tevdi edılecektir. (Basın: 15689/4231) Biz Kadıköy'de oturanlar çalışma saatleri sabab 8.30'a alındı ğından Kadıköy Sirkeci hattında çalışan vapur adedinin az lığı ve sabah hareket saatlerinin çok erken başlayıp işe yarayacak saatte çok aralıklı olması nedeniyle işe gelişlerimizde çok zorluk çekınekteyiz. Şöyle ki Adalardan gelerek 7.40'ta hemen Kadıköyden Sirkeci'ye hareket eden vapur hem çok kalabalık olmakta, hem de çok erken olması ve Kadıköy'e kadar gelen tas.it kıtlığı sebebiyle çoğu zaman bu vapuru kaçırmaktayız. Müteakip vapur bir a n Kadıköyden saat 8'de kalkarak bizi mesaünize yetistirirken bu vapur 8.05'e alındığından (ancak iskeleden kalkışi 8.10'u bulmak tadır.) Vazifemize geç kalmaya başladık. Denizyollanna bir çok kez mü racaatlarımıza rağmen vapurun kalkısı 5 dakika geri alınmadığı gibi yetküilerce sebep olarak bi ze, bazı şahısların vapurun kal kış saatini erken bularak 8.05'te kaldırılmasuu istediklerini bildirdi. Bir iki vatandaşın yapaca ğı 510 dakikalık fedakfirlığa karşılık büyük Hr çoğunluk olan bizler 8.30 mesaisine zamanında yetişerek çalıştığımız mü esseselere karşi müskül durumda kalmıyacağız. Yukanda belirttlğimiz mücbir sebeplere binaen, bizleri güç durumda bırakan mezkür vapur kalkıs saatinin 8.00'e ahnması veya mümkün oiduğu taktirde 7.40 ile 8.05 arasıns bir vapur konmasını Deni* Yollanndan beklemekteyiz. Kadıköy'de otnran memarlar VAPUR SAATİ 5 DAKİKA ÖNE ALINMALI