Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET 30 Ekim 1973 iseyi daha yenl bitinniş bir delikanlının, biı genç kızın çalıırunı, kendine olan o sonsuz güvenini, yanına yöresine şöyle üstten bakışını, bügilerin bilgisine sahip olma sanısmın yarattığı o şipşirin, o sevimli, o bıyık alündan gülünesi afra tafrasını hangi lise çıkışlısı yasamamışnr hayatında, klm tanık olmamıştır, sağında solunda yetişip boy veren o gencecik insanların davranışlarındaki böylesi saflıklara? Her lise çıkışlısının yüreğinde bir üniversite özlemi yatar. Üniversiteye girmek, yüksek öğ renim yapmak, önüne geçilmez bir istektir çoğu gençlerin içinde. Belli bir düzeyde, ıvırı zıvırıy le, şöyle böyle bir genel kültür saflayan lise öğ renimi, başh başına ne kazandırır insana, bareınin ilk basamağındaki o anlamsız, o cebe girrcssiyle çıkması bir olan maaştah başka? Ünivcrsite ise, daha yüksek düzeyde bir yere varmının, bir yasam katına ennenin, yerine göre t'< çeşit saygınlığın, isterseniz üstünlüğün gü. v;ncesidir çoğu kimsenin kflfasında. Yalnız güvence mi? Üniversiteye girmenin, üniversiteyi bitirmenin, bitirmiş olmanın verdiği o üstünlük duygusu kolay kolay bir yana itilir, itilebilir şey midir? Üniversiteye girişin o ilk yürek çarpmtüarını bir düşünün. Daha yüksek aşamadaki bir bilim yuvasına çekingen çekingen adım atışın o güzel ürküntüsii, insanın içine ürkek ürkek giren o acemice, çaylakça meraklarm tadına dovum olur mu? Daha ilk ağızda fakülte rozetini yakasına iliştirraenin, lisedeki baskılardan uzaklarda rahat rahat sigara tellendirmenin, saçını sakaunı bıyığını uzatabilmenin, dudağına boya sürmenin, boynuna gerdanına fetişler asmarun özgürlüğü zor bulunur bir nimettir. Hele o kıziı erkekli dolaşmalarm, salonlarda. kitaplıklarda sağa sola caka satmaların, dersleri asıp gruplar halinde açık hava kahvelerinde dirsek dirseğe toplaşıp, olumlu olumsuz tartışmalara girişmenin çekiciliği yok mu, kendinden geçirebilir o gencecik insanları. Ama, buralara, üniversite hayatının bu yüzeyde kalan, çoğu zaman gösterişten ötft'e gitmeyen gidemeyen bu düzeyine erişebilmek için büe, bugün nice nice çileler çekilmekte, o soruların çalınıp satıldığı, yalnız zengin çocuklan. nın yaranna işleyen nice testlerden, sınavlardan geçirmektedir. Üniversiteye girmek, hele, gönlünün çektiği bilim dalında okuyabilmek başlı başına bir şans işi olmaktadır. Özellikle bugün. Bizim gençliğimizde, üniversitenin herhangi bir fakültesine girmek alabildiğine kolayda. Liseyi bitiren her genç, istediği fakülteye atabilirdi kapagı. 19251926'larda sudan bir sınavla girebilirdi lise öfrenimi yapmadan ortaokul diplomasiyle yüksek okullara. öylesine boştu tiniversite sıralan: ögrenci bulma, bulabilme Ihtiyacı içinde çırpınıp durarak. Ortaokuldan nice nice arkadaşımız girdi çeşitli fakültelere, üstünkörü sınavlardan geçerek. Lise öğreniminden geçmeden. üniversiteye kapagı atan nice arkadaş, tezelden doktor, mühendis, avukat, yargıç, kaymakam. vali, hattâ hattâ bakan oldu böylesi bu «yağma Hasanm böreği» fırsatında. Türkiyenin kaderinde söz sahibi oldu, bu aslında iyi niyetli ama kültürsüz kişiler. Ama bugün öyle mi? Bir lise çıkışlısının en büyük kaygısı, üniversiteye girebilme olanağı, isterseniz şansı yanında, gönlünün çektiği bilim dalında yetkisini deneyebilme yolundan yoksun kalma korkusudur. Nice öğrencim vardı ki, makine mühendisi, mimar, ya da başka bir şey olmak istiyordu, üniversite giriş sınavlarında puvan tutturamadığı için, aklmın kıyısından I Olaylar ve görüşler EGİTİM SANC1SI Vedat GÜNYOL geçmeyen bir bilim dalında okumak zorunda kaimıştır. Eugün fakülteleri dolduran on binlerce öğrencinin derdi. istemeden girdiği herhangi bir fakultede okuraak zorunda kahşından çok, asistanları, doçentleri, profesörleriyle, yakmdan uzaktan herhangi bir ilişki kuramhmadır. Üniversite bilimsel araştırma yuvası olma niteliği yanında, belki ondan çok, önce kendi içinde ışıktenma, sonra da çevresini yani toplumu ışıklandırma yükümlülüğünü taşıyan, taşıması gereken yüksek bir eğitim kurumudur. Kendi içinde ışıklanma, her şeyden önce, alabildifine geniş, sansürsüz, özgür bir tarnşma, bır düşünce ortamının kurulmasını. yaşamasını gerektirmez mi? Bu ortam, üniversite içi, üniversite dışı, profesör öğrenci ilişkisinin, her çeşit korkudan uzakta, karşılıklı düşünce alış verişi içinde kurulup sürdürülmesinde gelişebilır ancak. yürütülen, ev aile düzenlerinde en ufak bir degişikliğe yanasmadan sürdürülen sürdürülmek istenen havaydı. Profesor Kelley, bir bölük iyi niyetli yerli profesörümüz gibi bir sancıya yakalanmıstı. profesör ögrenci arasında ilişki kuramamanın sancısına. Bu, iyi niyetli, öegür kafalı profesörlerin onarılmaz sancısıydı. Ama, bunun yanında, bir başka, bir büyük sancı daha vardı: Öğrencinin yüreğini sızım sızım kaplayan sancı. profesöre yanaşamamanın, yanaşsa da uzaklanndâ kalnıanın sancısı. Üniversiteye kapagı atan. atabilen her öğrencinin kafasmda. adına profesör dedigimiz, lise öğretmenlerinin çok üstünde bir kültür düzeyinde bulunan, bulunması gereken olağanüstü bir varlık yatar. Profesör, bir bilge kişidir onur. kafasında. bilgisi davranısı, sözü eylemi ile... Benim kafamdaki profesör imgesi de böyleydi. Ama, çok geçmeden hanyayı konyayı anlayacaktım. Biz, 1934'Ierin lise çıkışhlan için, profesör kavramı sihirli bir anlam taşırdı. Düşünceleri, davranışları ile birer üstün varüktüar onlar. Ama, dahr, ilk aylarda bozuluverdi c sihir, ş»irin deyimiyle «bir büyük boşlukta...» 1934lerin üniversite gençliği, lise disiplininin bir devamından başka bir şey değildi, olamazdı da. (Üniversite derken, bağışiayın. daha çok Hukuk Fakültesini düsünüyorurr.. Fransız romancısı A Daudet'nin Tamskonlu Tartariıt adlı roman kahramar.ı. «Fransa'da herkes biraz Taraskonludur» der. Ben de, Üniversite. biraz Hukuk Fakültesidir diyorum.) öğrenciler sus deyince susan, kalk deyince kalkan, öğretmenin, profesörün dediğini yasa belleyen bir gençliktı, derslerinden başka hiç bir şey düşünmemesı istenen bir gençlik topluluğu olarak düşünülüyordu. öyleydi de. Hukuk Fakültesi. yabancı profesörJer yanında adlan kodamana çıkanlan bir sürü Türk profesörü ile doluydu. Birinci sınıfta, sayısı bine varan bir kalabalıktık. Yerli profesörler bugünün ölçüsiinde (ogün bugün çok ilerleme oldu tabii) sıfıra yakın bir yetenekte olan bazı profesörler (kürsülerde gorülmedik bir bilimsel çalıınla Batı kaynaklarından ayrılmış bilgileri biz öğrencilere tunıturaklı bir edayla aktanrlardı. Heıe, üniversite rektörü Cemil Bilsel) vaktiyle «necip arap evlâdından» olmakla övündüğü söylenen birı vardj. Anlatılmaz bir cakayla (ardından ufacık bır kitabı hademeye taşıtarak' koriaorlardan heybetini sağa sola ispatlamaya çalışa çalışa geçerek sınıfa gırer, kürsüye agır ağır çıkar, sonunu ha getirdi ha getiremedi diye bizleri yürek çarpmtılarına uğratan upuzun cümlelerle ders verirdi. Sınıflarda (galiba bugün olduğu gibi) çıt çıkmasına, herhangi bir öğrencinin soru sormasına dayanarnıyscak kadar (ama poli» çağırmadfin) otoriter görünürdü, bügisinia sınırını gizlemeye çahşarak. Blr gün yabancı bir film şirketl, dersleri fiime almak için gelmişti. Ali Fuat Basgil, o gün Anayasa Hukukuyle ilgıli dersini veriyoı j du. O günlerde koyu bir Atatürkçü görünüyordu. Film çekileceğirü duyunca, dersi yarıda bıraktı, Lozan Konferansı üstüne konuşmak istedi. Kürsünün üstündeki kitaplarmı kanştırıp hazırlanmaya başladı o ağır, o ciddi haliyle. Profesörün, ders konusunu bir yana bırakıp Lozan üstüne ne denli övgüler düzeceeini rasrakla bekler olduk. On onbeş dakika içinde her şey tamamdı. Profesör konuşmaya başiadı. Kameralar işliyor, makineler bir profesöre, bir biz öğrencilere dönüyordu. Yarım saat Kadar sürdü bu senaryo. Ne yazık ki. elektrik akımında bir aksaklık olmuş, profesörün sesi alınamamıştı. Büyük bir falso ile sona ermiştı bu ibretlik mizansen. Filmciler özür dilediler. Ziller çaldı ve sıruf bir kaç dakika içinde boşaüverdi. Biz, bir iki arkadaş, reytin ekmek ve galib» kuru köfteden oluşan öğle yemeğimizi. Fakültenin o köhne tahta merdivenlerinde yemeye koyulduk. Öğle sonrası derslerine daha bir saat vardı. Yemeğimizi yedikten sonra, bir merak dürtüsüyle, smıfımızm kapısına yöneldik. Kapı kapalıydı. Ama, bir sürü elektrik kordonu kapının altından süzülüvermiştı içeriye. Anah tar deliğinden içeriyi gözetledik birbirimizi ite kaka. Ne gördük biliyor musunuz' Rektör Cemil Bilsel, kürsüde, o bomboş sınıfın kürsüsünde, el kol hareketleriyle bir seyler söylüyor ve filmciler, projektörleri, kameralan, ses rr.akineîeriyle ha babam film çekiyorlardı. Cemil Bilsel, (Ali Fuat'a inat), Lozan Konferansı üstüne ders veriyordu, karşısındaki bomboş sıralara seslenerek. Ne şasılası şey! Hukukun daha ilk jnluıda. ilk aylannda bütün açüdığıyle çıkıyordu ortaya bilim adamlarımızın o gösterış merakları. iktidara (Atatürk'e) yaranma çabaları. Üç arkadaştık bu o!aya tan:k olan. Şimdi sorsanız kımdi o arkadaşlar diye, söyleyemem, unuttum gitti. Ama, yaşıyorlarsa, ortaya çıkap ses versinler. beni yalancı çıkarmak, ya da çıkarmamak için. PENCERE Yıkıcı Yapıcı erdinand Lundberg'in «Zenginler Süper Zenginler> adlı kitabmın bir bölümü «Para Babaları. adıyla yayınlandı. Yazar insafsız bir eleştiıinin ışığında Amerika'yı anlatıyor, Bu tür eleştiriler yapmak tehlikelidir. Çünkü Lundberg'in deyimiyle Bekçi kopeklcri. hemen üstünüze saldırırlar. Toplumlarda acı gerçekleri dile geüren yazarların başına olmadık belâ gelebilir İktidarlar için gerçekçi kalem sahipleri kötü haberci sayılırlar. Kitabı okurken ilgimi çeken iki cümlenin altını çizdim: İlkel çağlarda kırallara kötü haberler ileten haberciieriıı başları vurulurmuş. Günümüzde ise bu tür kötü haberlerin duyurucuların» hemen •bozguncu> damgası yapıjtınlmakladır.» Eski çağlarda egemenliğin slmgesi sayılan kırallara padişahiara olumsuz haberleri vermek zordu. Osmanh tarihinde bu konuya değgin birkaç hikâye bile vardır. Girit'in kujaüimasında Padişah: Her kim Girit'in düştüğünü »öylerse boynunu vurdururum... demiş. Ada düşman eline geçince Sultanm çevresini bir telâş almış. Kötü haberı kim verecek? Nasıl verecek? Sonunda çare bulmuşlar. Padişah tirit yemeğini severmij. Bir tabağm dibine şu tekerleme kazıtılmış: Bu yemeğin ?dı tirit Yirnıi sekiz yılda düştü Girit. Suitan yemeği afiyetle yiyip bitirdikten sonra okuyuvermiş kötü haberi... Bir hikâye daha: Padişahm çok sevdiği bir doru kısrak varmıf. Hartalanmış hayvan. Hükümdar üzgün ve öfkeli: Doru kısrağın iyilesmesı gerek, demia, kim öldüjünü löylerse başını alırım. Doru kısrak birkaç gün içinde tahtalı köye göç edince almış sarayı bir korku. Kimin başı gıdecek? diye düşünürl«rken Başmabeyinci huzura çıkmış: Sultanım, demiş, biraz önce sevgili doru kısrağınızın iyileştiğini görmek için ahıra vardım, hayvan naUarı diknüj mışıl mışıl uyuyor. Bre, şuna öldü desene! Ben demedim şevketlim, siz dediniz. Hikâyeler, masallar. bazan bir toplum gerçeğini gizlemek, bszan duyurmak için uydurulur. Yukarıdaki kıssalar, egemenlerin tutumunu belirliyor. Egemen için her kötü haber, toplum için bozguncu veya yıkıcı sayılır. Vaktiyle: Yüce kıralım, halk yoksulluktan açlıktan kıvranıyor, bu gidişle... dedin mi, egemen seslenirmis: Cellât! Kötü haber verilmiyecek, sürecek egemenin mutlulu^u... Çünkü toplumdaki her olumsuz haber iktidarın bir parça yıkılması demektir. Yeni çağlarda kötü haber>in yerini ilerici yazarların eleştirileri almıştır. Egemenlerin eleştirisini yapan kalem sahiplerine hemen yıkıcı» damgası vurulur, hatta yakın görünenler arasında bile: Birader sen de hep yıkıcı yazıyorsun, biraz da yapıcı yazsan olmaz mı? Evet, her eleştiri belki biraz yıkar.Ama neyi? Devleti, ülkeyi değil, egemenlerin iktidarını Egemenler kendi iktidarlannı devlet kavramiyle bir tuttuklarından, acı gerçekleri yazanları göstererek •devleti yıkıyorlar» diye bağırırlar. Oysa egemenler vıkılmıs, devlet durmuştur şündiye dek. Sermaye sınıfının iktidarını devletle bır tutan egemen bugün: Devlet benim.. demektedir. Eskiden egemenler kötü haberleri veren habercilerin boynunu vurdururmuş. şimdi de acı eleşüri yapan yazarlan hapse atıyorlar. Çağ değişti elbet.. Uygar toplumlarda ise acı gerçekleri dile getiren ve kurulu düzenin bozukluğtınu ortaya koyan yazarlar artık hapse de atılmıyorlar. Toplumlarm uygarlığa yönelişlerinde yazarlann etkinliği önemlidir. Kaç yıldan beri Türkiye'de Demirel iktidarını eleştiren yazarlar epey kahır çeküler, çekiyorlar. ama sonuç fena mı oldu? Demirel yıkıldı, Ecevit yükseldi. Demirel'in yıkıl;s: devletin jnkılısı değildir elbet. Cumhuriyet'in 50'nci yılında zamane krallarına bekçi köpekiiği eden jazarın ne değeri olabilir ki? Her tür belâ, bu tur yazarlıktan yeğdir ve jereflıriır. F Işık ve İliski Yokluğu On onbeş yıl oluyor, Rockefeller Vakfı'nın burslusu olarak Istanbul Edebiyat Fakültesi'nin Ingiliz Filolojisinde Amerikan edebıyatı okutmak üzere yurdumuza gelen R.G. Kelley admda iyi niyetli, temiz yürekli bir profesörle tanışmıştım. Türk hikâjecilerini merak ediyordu. (Bizimkiler hiç merak etmezler). Biriikte on kadar hikâye çevirdik İngilizceye. Sait Faik'e özel bir yakınlık duydu. Kendisi de romancıydı. Evet. Kelley Amerikan edebiyatı okutma's üzere gelmişti yurdumuza iki yıllık konturatla Ama, birinci yılın bitiminde Amerika'ya dondü, konturatını bozarak. Neydi profesör Kelley'i apar topar yurduna dönmeye zorlayan ne den? öğrencilerle ilişki kuramama bahtsızlığı. «Aylardır bekledim durdum, diyordu, kürsüde dersimi verip odama döndükten sonra, öğrencu lerin kapımı vurarak içeriye girmelerini, benimle ilişki kurmalarını. Profesörlük, kürsüde dersini vermekle biriikte. hatta ondan çok, kürsü dışmda karşılıkh düşünce ahşverişi kurmak, kurabilmekle yerine getirilebilen bir meslektir. Bense, burada yalnız ders vermekle yetınmek zorunda kahyorum. Asıl profesörlük gö revimi yapamıyorum, onun için gitmeliyim.» Nitekim gitti de. O günlerde Amerika bizim için cömert bir dost, iyilik yanı ağır basan bir birleşikti. Amerika'nın ne o sonradan iç yüzleri meydana çıkan barış gönüllüleri vardı yurdumuzda. ne de gerçek aydınlarımızı, tedirgin edecek kadar gün ışığına çıkan sömürgenliği, Profesör Kelley'se. politik bakımdan özgür düşünceli. düriist bir insandı. Öyleyse neydi, öğrencileri bu güzelim adamdan ve onun gibi birçok iyi niyetli profesörden uzak tutan nedenî Üniversitenin genel havası, iktidara ters düşmekten çekinen, ya da iktidar yanlısı profesörlerin yarattığı, etliye sütlüye karışmadan Üniversiteyi Aşan Gençler Neyi açıklıyor bu olay? Geçmişteki bilim adamlarımızın (bugünkülerin bir bolügü de öyle mi dersiniz?) yukanlara, baştakilere yaranma isteklerini. 27 Mayıs'tan bu yana nice bunalımlar geçırdi toplumumuz. Kaç üniversite profesörü. çıktı olup bitenlerin nesabını soran, sormak yürîkliliğini gösteren? Herkes suspus olmuş, kurulu düzenlerinin bozulmasmdan, kıl payı fedakârlık etmeye yanasmadan. îşte, o gencecik üniversite öğrencüerinin asıi sancısı burada. İktidara yaranan. yaranma. aa da, özel çıkarlan yüzünden köşede bucakta, olup biten çirkinliklere sahteliklere, kıllan kıpırdamadan seyırci kalan, kalabilea nice nice öğreüm üyesinin bu korkak, bu tiksinç tutumları değil mi öğrencilerı yıkımlara sürükleyen? Bugün nice üniversite öğrencisi var ki, lise disiplinine taş çıkarecak bir b&skı altuıda, polisli molisli zorlamalar içinde, düşünce özgürlüğüne sırt çevirmış bir ortamda yüksek öğrenimden soğumuj, bılgi susuzluğunu üniversite dışmda arar olmuş lur. «Her insan iki çesit eğitim görür: Biri, kendine verilen, öbürü de ki çok daha önemlidir kendi kendine verdiği eğitimâir» diyor E. Gıbbon. Bugün nire akıllı, zelcinin zekisi büinçli öğrenci var ki, kendilerine verilen o çarpıtılmış eğitimi elinin terslyle itip, üniversite dışında kendiierini efitme yolunu tutmuşlardır. Onlara hak vermemek elden gelir mi? YASAMA YETKtSİ Arada VE C. SENATOSU Dr. Rona AYBAY OBjyr lcteri îlünler ¥aic. Öâr. Üyesl " kf Meclisli parİâmeritolarda, MecKsî^rirî vassifha Çâ!tsınaî«rım uyumlu bir biçinıde yürütmeleri ve iki Meclis arasında çıkacak çatışmalar yüzünden yasama işlerinin aksamaması için bazı kuralların bulunması kesin bir zorunluktur. Yurdumuzda ilk kez iki Meclisli bir parlamento kuran 1878 Osmanh Kanunu Esasisi ile getirilen sistemde, îkinci Meclis (Heyeti Ayani daha ağır basıyordu. Bu sistem 1909'da değişürilmişse <ie. üyeleri doğrudaa doğruya padişahça atanan «Heyeti Ayan>ın reddettiği bir tasarınm kabulü için Meclisi Mebusanm «ekseriyetı sülusanı.nm oyu gerekli kılınmıjtır. Cumhuriyet tarihimizdeki ilk iki Meclisli sistemi geürmiş olan Kurucu Meclis döneminde de, Anayasa ve seçim kanunları dışındakı kanunların yapıUjında, îkinci Meclis (M.B.K.) egemen durumda olmuştur. 1961 Anayasasıyle kurulan iki Meclisli düzen ise, yasama görevinin yerine getirilmesinde ağırlığı, üyelerinin hepsi seçimle gelen ve Bakanlar Kuruluna güvenoyu verme durumunda olan Millet Meclisine kaydırmışür. Kanun tasanlarının iki Meclis (Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu) arasında gidip gelmesini düzenledigi için «mekik» adı verilen mekanizmanm nasıl işleyeceği, Anayasanın 92. maddcsiyle belirlenmiştir. Anayasamn en uzun maddesi olan 92. maddenin uygulanmasıyle ilgüi bazı sorunları ayrıntılara girişmeksizin özetlemeye çalışacağız. Bu konu, son seçimlerden sonra bir partinin (CHP) Millet Meclisinde başka bir partinin de (AP) Cumhuriyet Senatosunda en çok sandalyeye sahip duruma gelmelerinden dolayı özellikle önem kazanmıştır. İ urulacak hükümeti bekleyen güçlüklerin başınd» şüphesiz ekonomik konu^arda vanlması gerekli çözümlerf t mektedir. Ekonomik konu, Jar deniace en başta «hayat pa| halılığı» gelir akla. Hayat pahalılığı bu sütunlarda bir çok kez yazdığınuz gibi sadece fiyatların yükselmesi demek değildir. Hayat pahalıhğt aslında go lir dağılımının bozulmasıdır. Bu bozulma sonucu yoksul hal km, orta hallı kişilerin en zorunhı ihtiyaç rnaddelerine güç ve para yetiştiremeyişidir. Yofe sa fiyatlar artarken, herkesın geüri de bu fiyat artışlarını kar şılayacak ölçüde artsa ekonomî de dış ticaret güçlükleri dışında sorun kalmaz. Demek oluyor ki, fiyat artışlan sadece dış ticaret açısından önemlidir, eğer gelir dağıumı bozulmazsa! Bu aylarda karşı karşıya bulunduğumuz fiyat artışlannm bir özelliği var: Fiyatlar bizde de artıyor dısarda da.. Bu neden ]e dış ticaret güçlükleri söz konusu olsa bile, birinci derecede sorun olmayacakür. özetlersek, hayat pahalılığında en önemli ro İU, bu yılkı kurakhğın yanı sira, dısardaki fiyat artışlan oynamaktadır. Bu şekliyle ekonomimizde görülen hayat pahalılığı şekillerinden yeni bir tür ile karşı karşıya bulunuyoruz. Hükümet bu esas noktayı gözden kaçırmamalıdır. HAYAT PAHALILIĞIN1N ÇÖZÜMÜ K HAYAT PAHALILIĞINI ÇÖZMEK, KOLAY OLMAMAKLA BİRLİKTE, MÜMKÜNDÜR. HÜKÜMETE GELECEKTE T$IK TUTACAK NÖKTA'r DÜNYA FİYATLARI OLMALIDIR. Arslan Başer KAFAOĞLU ıe\ r dîğimiı ve ük gördüğumüz günden beri saydığımız bir kimsenin baş görev aldığı bir iktidara yardımdan kaçınmak. Bu duygular içinde, hükümete bazı noktalara dikkat etmesini sağlamak üzere bu yazıyı k»leme aldık. Her hayat pahalılığı sonucu aynı olsa da, nedenleri farklı ayrı bir olaydır. Bugunkü hayat pahalılığı bütün dünyada kurakhk sonucu bitkisel ve hayvansal besinlerin talebe yetmeyişinrfen doğmuştur, bu ilk neden.. İkinci olarak, dünyada bazı malların pahalılaşraası ve kıtlaşmasıyle fırsatçıların birikim ve karaborsaya hevesleri de artmıştır. Bu da ikinci neden. Dünyada fiyatlar arttıkça akreditif karşılıklan ithalâtı ve mal kıtlığım karşılamak üzere azaltılmış, bu karşıhklar piyasada mal aramaya başlayan parsya dönüşunce fiyat yüksehşleri biraz daha hızianmıştır. Hükümetler bu kaçmılmaz fiyat yükselişleri karşısında, iktisadi kuruluşiarın temel mal üretenlerinin fiyatlarını ayarlayacağına, ne pahasma olursa olsun, bu fiyatları da tutmaya uğraşmıştır. Demir ve üriinleri bu nedenle karaborsaya ctüşmüş, bu karaborsa her şeyin fiyatını etkilemiştir. Demek oluyor ki, fiyatların yükseJişinde hava koşu!ları ile biriikte dış iconjonktür rol oynamıştır. Böyle bir fiyat yükselişleri zincirinin önüne geç mek zordur. Yapılacak şey, burada dikkatleri mal yığ'lmalan, istifçilik oyunları ile uğraşmaya vermekle başlar. Mal stoklannın başlıcası, geçmiş hükümetlerin Karabük ve Ereğii ürünlerine uyguladıklan yanlış fiyat politikasından ileri gelmiştir. Fiyatlar dünya fiyat düzeyinin altında kalınca, istifçiler nasıl olsa artacak diye çabalarını mal satın alma ve depolamaya çevirmişlerdir. Yapılacak ilk şey; bu fiyat anormalliğini ortadan kaldırmad'an ithalât ve iç satışlara gitmemektir. Ancak geçmiste resml fiyatla demir almış kimselerin bunları ihtiyaçları dışında kullanmaları ve fiyat farkından yararlanmaları olanağı vardır. Ama bunun sorumlusu gelecek hükümet de| i l , geçmiş hükümetlerdir. Hükümete gelecekte ışık tutacak nokta dünya fiyatlan olmalıdır. Dünya fiyatlan altında içeriye satış yaptınp. ihracatı kesip bazı a n maüardaki fiyat ucuzluğu yapmanın anlamı da yok tur. Bu, örneğin sentetik ham maddesinde uygulanan, yol yanlış yoldur. Tüketinı mallarında pahalılık konusunda yapılacak şey gelir ayarlamalan yapmaktır. Fiyatlardaki artışa paralel bir ücret ve maaş artışı ile gelir dağılımının durmadan düzelmesi sağlanmalıdır. Bu yolla fiyatlar düşürülmese de, hayat pahalılığı gelir dağılımı bozulması anlamında önleamiş olur. Gelecek hükümet, hayat pahalılığının bir gelir dağılımı bozulması olduğunu iyice anlarsa ve fiyatlar kadar, taban fiyatlar, Ucretler üzerinde de meşgul olursa yani alışılmamış bir tarzda hayat pahaiılığı ile uğraşırsa halkı kazanır. Talu hükümetinin başarı 6iz. tutucu ve fiyatlan değil ücretleri daha çok baskıya alan politikası bir daha tekrarlanmamaUdır. Fiyat artışlan, ayarlanan bir ' bcret poliükast ile sosyal. safcıncalanndan ayıklanmca, artan fiyatlar, bütün dünya fiyatlan arttığından dış ticaret bakunından da zorluklar yaratmayacaktır. Bunun aksine düşük bir düzeyde «fiyat gelir» dengesi kurmaya gidilırse, Türkjyemize yazık olur. Bazı demeçler, bu yola gidileceğini belirtmektedir. Akıl, yol yakınken bu tedbirlere fazla bel bağlanmamasını emreder. Aksine üst düzeyde bir dengeleme kalkuuna hızı bakunından gelecek bazı sakıncalan da önler. Şimdi bir başka noktaya gellyoruz: Hükümetin, zorluklar karşısında kozları da vardır. Bu koz lardan biri şüphesiz koalisyonda görev alacak kişilerin meziyetleridir. Sayın Ecevit dünyada pek az devlet adammın sahip olduğu ölçüde kültürlü bir devlet ve siyaset adamıdır. Eğer görev ahrsa, Sayın Erbakan da gerek külturü ve gerekse geçmis deneyleriyle iş ve ekonomı dUnyasının bilgili bir analizini yapacak yetenektedir. Bunun yanında ikinci koz büyük bir rezerve ulaşan dövizlerimiz ve dışarda çalışan işçüerin saglayacağı dış para olanaklandır. Bu olanaklar ücretliler lehine kullanılabilir. Bunun çeşitli yollan aranıp, bulunmalıdır. Bu konuya 1lerde bir fırsatta aynntılariyle değineceğiz. Okuyucu Mektupları Pamuk fiyatlarının artısı 20 bin aileyi işsiz hırcikıyor Biz Istanbul Oine bağlı Şile üçesi orman bolgesi içinde yaşayan ve 20 bin aile geçımim:zı tamamen el sanatımız olan ŞİLE BEZÎ'nden sağlamaktayız. 19721973 yüları arasınria memleketimize 100 milyon liralık döviz sağladığunız gibi işsizlik sorununa da bir katkıda bulunduğumuz ilgililerin rnalumlandır. Fakat son zamanlarda alınan bir kararla 4 3 kilo olan ve 145 liraya satılan pamuk iplığl 225 liraya ve karaborsa haline geldi. Bu durumJa ne yapmcağımızı saşırdık. 19/2 yıbnd» 420 ortaklı bir kooperattf ktırduk, Anayasamız da olduğu gibi devlet de kooperatifçüiğin gelişmesüıi ve bu çabayıa yurd fcalkınmasmı önermektedir. 2 yıldan beri pamuk *»h«<g<ni plamarfilr 200 denye gloş ipliğı asıl maliyeti 58 lira olmasına rağmen 200 liraya satılmaktadır. Bu durum karşısında biz pamuk saftn ahnmasmda bu kadar mağdur olurken dış ülkelere ihracat yapıünasında sakınca olduğu aşikârdır. Sayın BaşDajcan, sayın Sana>i Bakanı ve sayın Köyişleri Bakanı bizlere yardım eliniîi uîatıraz. Mağdur olmamamızı sağlama nız için biıe Sümernank fabrikalarmca 20/1 b v r a k pamuk ipliği tahsisini istiyoruz. Saygıianmla, Şile Köyleri Kalbııuna Koop. Yönetim Kuruln t'yesi A. NİYAZÎ ACAR 50. YILDA ÇAT! KATLARI DA AFFEDİLMELİDİR Cumhuriyetimizin 50. yılının kutlandığı şu günlerde bir genel af kanunu nun çıkartılacağından söz edüiyor. Tabii ki kader kurbanlarının affedilmesi, 21. asra girdiğimlz şu günlerde yerinde bir karardır. Affetmek, Türklüğun de şanındandır. Ancak, bu arada çatı katlanna iskân ruhsatı verilmesi de af kapsamına, bir kerreye mahsus alınmalıdır. Cumhuriyefin 51). yılında bu konunun da gözönünde bulundurulması sayısız yarariar sağlar sanıyoruz. Türkıyede. ıskân ruhsatı almamış çatı katlarının sayısıni tesbit etmek olanaksız. Sanıyoruz ki, çok miktarda bu durumda olan çatı katlan var ; dır. Musa AK Anayasa Mahkemesinin 1966'da verdiği bir kararda belirtildiği üzere; kanun tasarılarınm iki Mecliste ayrı ayrı görüşülmesinin bazı hallerde çok vakit alması ve bu yüzden yasama görevinin aksaması tehlikesi vardır. Ancak, genel olarak mevcut bu tehlikeden kaçınmak için, Anayasamıza konulmuş hükümler de yok değildir. Anayasa Mahkemesi bu kor.uju şöylece özetlemiştir: Anayasa Koyucu, ikinci Meclisin görev yapmasını faydalı gördüğü kadar, bu Meclisin yasama görevini aksatmamasını da a>"nı ölçüde îorunlu saymış bulunmaktadır.» Bu konuyla ilgili o'arak Anayasada belirtilmiş tsdbirlerin en önemlisi, kanun tasarıiarının Cumhuriyet Senatosunda sonuca bağlanması için saptanmış azamî sürelerdir: 'Cumhuriyet Senatosu, kendisine gönderilen bir metni, Millet Meclisi Komisyonlarında ve Genel Kurulundaki görüşme süresini aşmayan bir süre içinde karara bağlar.» Cumhuriyet Senatosu, kendisine gelen metnin görüşülmesini bu süreler içinde bitirmezse, tasarı Millet Meclisinde kabul edilmiş biçimiyle kanunlaşmış olur. Böylece, hem ikinci Meclisten beklenilen yararlann ortaya çıkması, hem de yasama görevinin gereksiz yere gecikmesinin önlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Anayasa Mahkemesi, konuyla ilgili sürelerin. hesaplanmasma Uişkin A.nayasa hükümlerini, gecikmeyi önleyebilecek azamî sıkılıkta yorumlamıştır. Anayasa Mahkemesi kararına göre, söz konusu sürelerin Meclisler tatilde bulunduğu sırada işlemeyeceğine dair kural. kıyas yoluyle genişletilemez (ömeğin Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divamnın veya Komisyonlann seçilmemiş olması nedeniyle, sürenin kesildiği söjlenetnez'ı. Ancak, bütün bunlara karşın, Cumhuriyet Senatosunun yasama konusundaki yetkUerinin büsbütün kısılmış olduğu da sanılmamalıdır. Örneğin. Senatoca üye temsayısuun salt çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metnin Millet Meclisince kabulü için, Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun OJTI gereklidir. Senato'da üçte iki çoğunlukla tümü reddedilen tasarıların Müıet Mecüsince kabulü için de, üçte iki çoğunluğun oyu gereklidir. Kanunların kabulünde, son sözün Millet Meclisinde olduğu bir gerçekse de, yukarıda belirttiğimiz iki hüküm. Cumhuriyet Senatosu'nda çoğunlufu elde bulunduran partiye veya parti ortaklıklanna hayli önemli bir güç kazandırmaktadır. Bu parti veya partiler, Cumhuriyet Senatosu'nda belirli bir tasarmm tümünün reddi yönür.de bir çoğunluk oluştump. metnin Millet Meclisine iadesini sağladıktan sonra, Millet Meclisinde de, kabul yönünde gerekli çoğunluğun oluşmasım engelleyecek güce sahip olabilirler. Bir başka önenü^ konu da, seçimler ve siyasl partüerle İlgili kanurüardır. Bu kanunlar, Senatoca kabul edilmediği takdirde, son görüşme, Millet Meclisinde değil. iki Mecüsın biriikte toplanmasiyle yapılacak, sonuç burada ahnacaktır. Birleçik toplantmm «aritmetiği» de, değişik parlamento taktiklerinin uygulanmasına elverişli olacaktır. Yukanda kısaca belirttiğimiz durumlar karşısuıda, ikj Mecliste en çok sandalyeye sahip partilerin değişik olmasının, Türk siyasal hayatmda ve parlamento içi mücadelede yeni ve renkli sahneler yaratması beklenilebilir. Bu konuda, iktidar ve muhalefet partılerinin kendi parlamanterleri üzerinde. parti disiplini yoluyle kuracakları kontrolün etkinliği hayli önemli rol oynayacaktır. Fakat özellikle Cumhuriyet Senatosu'ndaki parüsiz üyelerin ve grupların ro!ü çok büyük bir önem taşıyacaktır. İyî Saptamalı Şimdi Saym Ecevit'in masası nın üstü tebrik telgraflan ile do ludur. Bazıları «sosyal demokrasiye bizi ulaştırdın, çok yaşa» bazıları «başanlı çahşmalarmı zaten izhyorduk» gibicesine övgü sözleri ile dolu. Bu övgü sözleri gerçekçj Ecevit'i şaşırtmaz. Ama çevresinin aldanmama C! da gerekli. Bu telgraflan çekenlerden birinin adı da bize hiç yabancı değil. Sözüne güveniür bir dostumuzun yanında Ecevit'e ağız dolusu yergiler savur muş olduğunu o dostumuz bize aktarmıştı. Bu çeşit övgüler ne CHP'ye, ne de koalisyon ortağına aşın gurur vermelidir. «La Fontaine'i okumamiş karga!» olmanın zamam değildir. CHP ve muhîemel koalisyon ortağı bir anlamda azınlık oyu iktidandır. İkisinin aldığı oy toplamı geçerli oy'ann yü?de 45'i civarındaclır. (1969 seçimlerinde AP iktidarınm durumu da böy!eydı) «Halk desteğı ile, zor adımlar atanzjı derlerse, bu ancak tatlı bir hayâl olur. Biraz önce de belirttiğimiz gibi geçerH oylarm yüzde 45'i civannda kalınmıştır. Yani koalisyon partileri seçimde oy verebilecek seçmenlerin sadece yüzde 25'inin biraz fazla oyunu alabiîmiştir. Bu da neler vapılabileceğinin ikinci ölçüsü olmahdir. Bu iki bilinen iîe «hayat pahalılığı» konusunda neler yapılabileceğini iyice saptamak gerek. Bu konuda bir yenilgi geldi miydi, tutmayın fırsat du> künlerini. Tutamazsımz zaten. «Rejime aykırı iki parti birleşti« derler, «Bunlar jıkıcı» derler... Bu güzelim fırsat üzerinde, onun için, iyice düşünelim. Dostlanmıza yardımcı olalım. Zaten biz düşüncemıze en aydın uvqulamaları büe «saldırı» değil «uyarma» yapmak için fırsat bilinz Oeçmişte de öyle bildik. Nerede kaldı Ecevit gibi Tedbirler Şimdilflc şu tedbirler akla geliyor: 1) Dışardaki işçilerin blrikimleri buradaki köylerle biriikte ele alınmalıdır. Her ilin işçi grubuna göre planlamalar yapılabilir, köylere gümrükten mual sulama, gübreleme olanaklan sağlanabilir. (Maklne ve mal olarak). 2) Besin üriinleri, yatınm mallan ve ara mallan arasında bir yeni dağıhm yapılmalc için 3. Beş Yıllık Plan yeniden götden geçirilmelidir. Acele olarak tereyağın, peynirin ve öbür hayvansal ürünlerin ithalâtına geçirilme lidir. 3) Dünya Konjonktürii eöeönün de bulundurularak, petrol ÜTÜDleri ve kimyasal ürünlerde devlet stok yapmahdır. Elde döviz yerine mal bulunduracak bir politüca izlenmelidir. 4) Içerde ve dışarda güçlü bir ekonomik «haber alma örgütü» kurulmalıdır. MİT, sol ve sağ görüşler kadar olsun haksız kazanç ları da izlemelidir. (Tabii aslında «sol ve sağ görüşler yerine)» demek daha doğru ama şimdilık bu kadar gelişmeyi ummuyoruz.) Çünlcü memleket ve rejiml batıracak asıl bunlardır. 5) Başta Ecevit olmak üzere Hükümet üyeleri vergicilik, fiyatlar, ücretler gibi konularda halkla radyo ve TV'de sık sık yüzyüze gelmelidir. 6) Her alanda bir lsrah önleme ve tükeümleri kısma karnpanyası açılmalıdır. Bunlann her biri de çaba, hal ka inanç, yılmadan izleme gerektiren konulardır. Gelenler bunlan yapabilecek kişilerdir. Tablo ne kara. ne beyaz sadece gridir. Sayın Ecevtt v« arkadaşlanna basanlar dileriz. AF BEKLIYORUZ Kıce karanlık ve »tsll yılları gerıde bırakıp büyük mutlu bir yıla glrdılt. Bu mutlu vılda benliğimizde ebedile$en, bizlere bugünlen oahşeden Ulu önder Atatürk'O savgıyle anarken. varattıgı ve ebediyen baki ttalacek l'urkıye Cumhuriyetını büyük bu gururla selâmjanm. Atasını saygı Ue anan l"ürkiye Cumhuriyetınl büyük bir eururla *elâmlayan, devletlne sarsılmaz inançlarla baglı olan. Kanun nazannda suçlu görülerek hürrlyeUertmlı msıtlanarak, dört duvar içinde. demir parmakhklar arasında bırakılmayarak Cumhurlyefimlzın 50. yılını kutlayacağımıı bu tarihî günde bizlerin de bu mutlu günün büyüklügüne, sereflne nail olmak en halisane temennİmİ7rlir CumhunyetlmUln 80. yılını kutlayacagımız bu müstesna günde sayın parlamenterJerimizm büyük atıfet duvpularına sığınarak. hürriyetlerimizin bağışlanmasını milletçe elele, kardeşçe ve Ulu önder Atatürk'ün «Yurtta tulh. cihanda gulh» sözlerine lnararak bir genel affın çıtcanlmasını diliyor ve bekliyoruz. Saygıianmla. Blga Cezaevind* hfllrümlü SEYFÎ KOCAK ÜNİVERSİTEYE 6İRi$ lEESOn ÖĞRENCİL£Rİ İCİN BİZ PARALARIMIZ! NEREDEN ALACAÛIZ 125.1971 tarihinde üimlzde vuku bulan depremde. ev yeri olarak ıstimük edilen arazilerimizden doiayı ödenen ıstimlâk bedellerinden kesilen, gayrimenkul kıymet artışı vergisin« ait •• 3 teminatlanmız, Ma/ liye BakanlıSına müteaddit müracaatlanmızs rağmen bugüne kadar îade edümedl. 1.3.1972 tarihtnden sonra kesilmiş olanlar sahiplerine gerl vertldiğl ve mezkur tarthten öncekllerin de, Kanun mevzuu yapılacagı bildirildiğl halde Meclıse vertlen bu hnsustalcı tasan da Ugi gösterilmediğuıden Iradülc oldu. Biz paralanmızı klmden ve nereden alacagız? «Adalet mülkül temelidir» llkeslne dayanan hukuk dsvletı bu mudur? Mficteba özmnmcu Bnrdur HAZIRIAMA KURSIARI 7 KASIM ib OERSANESİ CA6ALOGLU İSTANBUL Tel: 27 7115 (Cuıruıurivet: 8815)