18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET 1 Eylül 1972 yıllarmın »on döneminde gittikçe artan bîr yoğunlukla «8. J zü edilmeye baslayan konulardan biri «Çevre sağlığı ve sorunları», öteki «Nüfus patlaması»dır. Demografi, yani nüfus ve göç hareketlerinin ekonomik toplumsal ve siyasal etkileri, sosyalbilimcileri giderek daha fazla ilgilendrmeğe başlamıştır. Nitekim Türkiyede de Haeettepe Üniversitesinde kapsamlı araştırmalara girişen ve gerek nüfos artışı ile aile plânlaması, gerekse aile yapılarma ilişkin yayın yapan bir Nüfus Araştırmaları Enstitüsü kurulmus bulunmaktadır. Böylece ünlii iktisatçı Malthus'ün nüfus artışmm sürekliliği karşısmda dünya kaynaklannm bir gün tükenebileceği tarzmdaki teorisinin yaygmlaştığı günden buyana daha çok iktisatçılar tarafından ele alınan ve son zamanlarda kalkınma plânlarmm çerçevesinde başlı başma bir gelisme aracı olarak ele alınmağa çalışılan nüfus denetimi konusu, sorunun çok yönlülüğü sebebiyle gitgide daha genişleyen bir oranda sosyalbilimcilerin ilgi alanma girmeğe başlamıştır. Nüfus politikasınm bir yerde barış ya da savaş stratejisine ilişkin olması nedeniyle konu ayrıca uluslararası ilişkiler alanmda önem kazanmaktadır. Nihayet, önemi başta Birleşmiş Milletler olmak üzere konu, çeşitli uluslaraası örgütlerin de ilgisini çekerek, devletler hukuku alanmda köklü dönüşümlere yol açmıştır. 1948'de Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan «însan Haklan Beyannamesi» metnine aile plânlaması kavranu henüz bağımsız bir insan hakkı olarak geçmemişken, 1956'da «Nüfus beyannamesi»ne (1) bireyin temel haklarından biri olarak sahip olmak istediği çocuk sayısı ve doğumların aralıkları üzerinde karar sahibi olabibnesi hakkına yer verilmiştir. Ayrıca «Kadınlar aleyhine ayırıcı davranışların önlenilmesi» bildirisinde de evlilik alanmda erkek ve kadmm eşitliğinin her şeyden önce çocukların çıkarları açısından saptanması gerektiği belirtilmiştir. Böylece ana baba ve çocuklar arasında doğumların aralanmasmı da içeren yeni bir «ana baba sorumluluğu» kavranu doğmuşrur. İnsan Haklan kataloğunu genişleten bu yeni fikrî gelişmeler karşısmda Türk Hükümetinin dâveti üzerine 11 temmuz 24 temmuz 1972 tarihlerinde îstanbulda toplanan ve Birleşmiş Milletlerce düzenlenen «Kadının statüsü ve aile plânlaması» konulu seminer önemli sonuçlara vararak, ilgiye değer gözlem ve önerilerde bulunmuştur. Seminere gelen delegelerin önemli bir çoğunluğu çeşitli kamtt görevlerinde bulunan meslek kadmları ile kadın politikacılan olmasına karşılık Türkiye, Polonya, Yugoslavya ve Bulgaristan daha çok kadm doğum uzmanlığı yapmış erkek doktor delegeler ile temsil edilmişti. Seminer başkanlığma Türkiyenin ilk Tıp Fakültesi kadın dekanı, Haeettepe Üniversitesinden Prof. Dr. llhan Kerse seçilmişti. Olaylar ve Aile plânlaması PROF. DR. NERMİN ABADAN UNAT îstanbul semînerine hem Ilerî derecede endüstrileşmiş kapitalist ve sosyalist ülkelerin hem de üçüncü dünyayı temsilen Afrika, Asya ve Lâtin Amerikamn az gelişmiş ülkelerinin katılması, konunun kıyaslamalı bir biçimde daha objektif ve tarafsız bir şekilde ele almmasını sağlamıştır. Bununla beraber bütün seminer boyunca B. Amerika ve Sovyetler Birliği aile plânlaması uygulamasınm ekonomık* kalkmmaya yapabileceği katkı konusunda birbirinden çok farklı görüşler ileri sürmüştür. 1969'dan bu yana en etkin biçimde aile plânlamasinı uygulayan bu arada kürtajı serbest bırakan, üçüncü çocuktan sonra doğum izni vermeyen, dördüncü çocuğu takiben ise kadının çalışmasına izin vermeyen Çin Halk Cumhuriyetinin seminerde delege bulundurmaması, yeni gelişmeler hakkmda ancak dolaylı yoldân bilgi aktarılmasına imkân vermiştir. Bu konuda sosyalist ülkelerin birbirinden farklı uygulama gerekçelerini öğrenmek kuşkusuz çok ilginç olacaktı. Zira bu uygulamaya karşılık Sovyetler Birliği delegesi ülkesinde doğumların gerilemesi sebebiyle uygulanan nüfus artışım teşvik politikasmın ana hatlarını açıklayarak, 10 çocuktan fazla evl&d yetiştiren annelerin nasıl «ulusal kahraman» olarak ilân edildiğini nakletmiştir. Aile plânlaması sadece çocuk sayısınm MnırlandırılmaM demek değildir. Dolayısiyle sorun yalnız aşın yüksek bir nüfus artışına sahip Ulkeleri değil, aksine normal bir artışa sahıp ya da henüz geniş bir nüfus potansiyelini banndırabilecek ülkeleri de ayni şekilde ilgilendirmektedir. Üzerinde fazlası ile durulan ikinci husus aile plânlamasının amaçları olmuştur. Konuya salt ekonomik bir açıdan bakılınayınca aile çapınm saptanması herşeyden önce insanoğlunun yaşantısının düzeltilmesi ve dünyaya gelen her yeni vatandaşa İnsan Haklan Bildirisinde önerilen asgarî hak ve özgürlüklerın sağlanması yolunda olmaktadır, yanı her dünya vatandaşma başım selâmetle sokabileceği bir konut, kendisinin ve ailesinın geçimini temin eden olanaklar, yeni yetişen kuşaklan daha bilgıli kılacak eğıtim imkânlan, hastalık ve ihtiyarhk halinde koruyucu ve tedavi edici tedbirlerin sağlanması gibi. Tartışmalarda üzerinde israrla durulan hususlardan biıi de toplumlarm ekonomik gelişme aşamalanna karşıt olarak beliren aile modellerl olmuştur. Zira özgür bir biçimde oluşan bir aile hayatını önleyen önemli etkenlerden biri geçici, ya da süreKİi ataerkil aile tipidir. Seminer, son genelkurul toplantısmda bellibaşlı şu karar ve temennilere yer vermiştir: 1 însan hayatının smırlandmlması yerine zenginleştirilmesini amaç güden «aile plânlaması)» kavramı, geniş sayıda sosyai, ekonomik, hukukî eğitsel ve tıbbî unsurlardan oluşmaktadır Bütunü ile ele alınmadıkça toplumsa) rolünu yerıne getıremez t>ır varsayımdan öteye geçemez. 2 Devletler aılenın çapı konusunda tıer bıreye tercıh hakkı tanıma ilkesını gözetmek şartile, nüfus polıtıkalarını saptama konusunda mutlak bir egemenlık hakkına sahıptırler . , • 3 Aile plânlaması ekonomik gelişme ve kalkınma sağlayar cak alternatıflerden bırı olamaz. Ancak bazı alanlarda kadmm statüsünü olumlu bır biçimde yönlendıren bu konuya kalkınma plân ve programlarının ise köklü bir unsuru gözü ile bakmak gerekir. 4 Ülkeden ülkeye taşra ile kent çevresıne göre değı^en kadının statüsü açısından en onemlı farklılıkların bulunması gozö» nünde tutulduğu takdırde, şu hususu unutmamak gerekır: Uluslararası düzeyde kadmm statüsüne ilişkin kapsamlı hukukî araştırmalann bulunmasma karşıt kadın ve erkeklerın ekonomik ve sosyai rollerine ilışkın güvenilır bılımsel verılere henüz sahıp değılız. Bu eksiklik yeni araştırmalar yolu ile gıderilmelidir. Yanlıştan kaçılmalı Görülüyor ki «nüfus patlaması», «aile plânlaması», «sorumlu ana babalık», «cinsler arasmda eşıtlik» gibi birbirinden çok farklı anlamlar taşımakla beraber özünde ortak bır sorun işleyen bu kavramlar ne sadece ekonomik, ne de sadece tıbbî yahut ahlâkî açıdan ele almamaz. Aile plânlaması kavramına ekonomik kalkınmayı hızlandıracak sihirli bır anahtar gözü ile bakanlar ergeç düş kırıklığına uğramağa mahkumdurlar. Buna benzer şekilde bu insan hakkını daha fazla bilinçlenen günümüz kadımndan esırgeyenler de öylesine çağdışı bir davramş lçındedırler Umut edılır ki bundan sonra özellikle yurt dışına akıp giden göç hareketi, 3. Kalkınma Plânının stratejisi, ana ve çocuk sağlığı örgütlerının yeniden gözden geçirilmesi gibi somut olaylar karşısında tartışmalarımız daha gerçekçi, daha çok yönlü ve ulusal çıkarlanmızı gözeten bir biçimde oluşsun. (1) General Assembly resolution 2211 (XXI) on Population Growth and Economic Development, ST/SOA/Series A/51 Measures, policies and programmes affecting fertility, With partıcular reference to national family planning programmes. ÜN, World Population Situation in 1970, No. 48. Aydınlanan noktalar Seminerde efraflıca ele alman konulann başında terminolojik kargaşalık yer almıştır. Çeşitli tebliğlerin ışığı altında şu husus aydajlığa kavuşturuldu: Necatigil için OKTAY AKBAL Evet Hayır lamıyorsunuz, biz şunu şunu yaptık, söyledik. Bir gün gelir duyarsınız. Siz duymasanız da başkaları duyar» diye. Necatigil ise hiç bir şey demez «Bak dediler baktım pek bir şey anlamadım / Hem her yer karanlıktı / Zaten geldiğimde» diye yazarsa bir gün, siz belki yıllar sonra sezersiniz anlamını, güzelliğini. Belki de hiç bir zaman... O sizin suçunuzdur belki, sizin eksikliğinizdir. Şairin değil, sizin. Şimdi niye Necatigil'den söz ediyorum. Durup dururken mi? Durup dururken cteğil. Ama hiç bir neden olmasa da ben, Necatigil'in bir kitabını açıp sizinle okumak isterdim. Ama öyle değil. Bir kitabı çıktı Necatigil'in Almanya'da. Koca bir kitap: «Gedichte», yani Şiirler. Şiirleri Yüksel Pazarkaya çevirmiş, uzun bir önsöz de yazmış. Stuttgart'ın Hattusa Yayınevi basmış. Dün geldi Almanya' dan, geceyansına kadar okudum Almanca Türkçe karşılıkh basılmış şiirleri. Bir kez daha girdim d'ostum Necatigil'in evrenine. tşte bizden biri, işte Türk insanlanndan biri, dünyaya seslenen, b | top./ak'lardan bir.|eyjer ya^ ratmış, çıkarmış birü Dışardan gör£j.pmüyorsak Dağlarca'larm, Necatigil'lerin, Yaşar Kemal'lerin, Orhan Kemal'lerin azhğından. Böylelerine toplumca yeteri kadar önem vermediğimizden. Almanya'da Necatigil'in şiirini okuyacaklar, işte bir Türk şairi evrensel insanı vermiş bize diyecekler. Bu ülkeye bundan sonra değişik bir gözle bakacaklar. Ingiltere' de, Amerika'da, Rusya'da, daha başka ülkelerde Turk sanatçılarının, yazarlarının eserlerini okuyan, tanıyan okurlar da Turkiye'nin öyle sanıldığı, gösterildiği gibi «geri kalmış» bir tilke olmadığını duyacaklar, anlayacaklar. Bunu bir geri kafahlar, sanat düşmanlan. kitap düşmanlan, uygarlık düşmanlan anlamayacak "... Bırakın gereksiz sözü Şiire dönelim. Flaubert «Gerçeğe dönelim, Madam Bovary ne olacak?» dermiş. Yazarın, sanatçının gerçeği yaşamdır. Her haliyle, her boyutuyla yaşam. Necatigil'in siirlerini okuyun bugünlerde. Anlamasanız da bazılarını, bir süre sonra onları duyacağınız, guzelliklerini sezeceğiniz bir an gelecek. «Evler», «Dar Çağ», «Yaz Dönemi», «Divançe», «Iki Basına Yürumek» vb. Ne demıstı Necatigil: «Bir yalnız bir yalmzı çeker yalnızlığına». Hep yalnızız. Birbirimize yakın olursak, birbinmizi anlarsak belki yok olur bu yalnızhk. Şıır de zaferinı o zaman kazanır «Ne hoyrat knllanmışlar Sevincin sesi çıkmıyor» ecatigil budur işte. Bence budur. Sizi bilmem. Şairleri kendımize gore anlarız, tanırız. Günümüze göre hattâ. Mutluysak öyle, mutsuzsak baska türlü. Sevinci, mutluluğu az gdrüyorsak, az rastlıyorsak yolumuztfa böyle güzel, yüce duygulara; hep bu hoyratlıktan. Yaşam hoyratlıkla, kabalıkla do. lu. Hiç istemeden yapıhr çoğu kez hoyrathk.. Kendimize karşı, birbirimize karşı... Sevinç susar, mutluluk çeker gider. Bir şair çıkar, bır Necatigil o hoyrat davranışların, sözlerin kırıp doktuğü, ezdiği güzellikleri yaşatır şiirinde... B N Çoklanndan düşüyor da bnnca Görmüyor geçip donenler Eğilip alıyorum Solgun bir gtil olnyor doknnnnca Verir bize bu solgun gülü. ölümsüzdür o gtil. Sizdendîr, hattâ kişinin kendisidir o gül. Hoyrat ellerde yıpranmış, solmuş... Açın Necatigil'in kitaplarmı, bırakm dünyanin şusunu busuîıu, dahn o evrene. Şiire nedir bu tutkun, bu düşkünlüğün? diye belki kızacak okurlanmın kimi. İşte sert gerçekler, onulmaz acılar, silinmez dertler, onlan yazsana, onları anlatsana... Sana yer vermişler, yaz demişler, anlat demişler, kendi adına, herkes adma. Şiir yeter mi yalnız, duygulanmalar, düşünmeler, üzülmeler yeter mi? Yetmez. Ama bu yetmezliğe bizi gene kitaplaT götürür. Romanlar, öykuler, şiirler. Böyleyim işte, Baucfelaire'in şu sözünün enyim: «Sağlıklı bir insan yirmi dört saat ekmeksiz durabilir, ama çîirsiz duramaz». Necatigil çimdi Almanya'larda. Yok, korkmayın gelecek geri, çahşmaya falan gitmedi, 6 Istanbul'dan kopamaz. Beşiktaş'ım birakamaz. Her şeyi goren, duyan, anlayan, sezen, duygulann en gerıde, en altta kalanlarını örtaya çıkaran gucüyle ya^ar aramızda. Yanınızdadır, duvamazsınız, bılemezsıniz. Halkjnın içindedîr. Bir kahvede, bır içkı yerınde, bir alanda, bir sokakta... «Akşamlara gerili ağlara» neler takılmışsa toplar, sunar sıze. Bakmayın son zamanlarda soyut oyunlara girışti|ine, geçer bu, belki bir gün bızler de anlarız o «Kars» lerin içinde çok zengın, çok başka bir şeylerin varlığını. Boyledir sairler, hemen vermezler gizlerini. Soylemezler de «Siz an. öyle diyor kutsal kitaplarlardan biri: llkın söz vardı. Evren sözden doğmuştur sanki. Tanrı «01 !» demiş, ışık olmuş, gök olmuş, su olmuş, toprak olmuş. İlk söz, Tanrı'nın «Ol !» buyruğudur demek ki. Sözün gümüş, susmanın altın olduğunu söyleyen atasözümüze bakmayın siz: Söz, taa eski Hintlilerd"e bile kutsalmış. Tanrıymış söz, Tanrı gibi öncesiz ve sonrasızmış. Doğaötesi (metafizik) düşünce böyle söylese de, bu, dilin ortaya çıkışı, gökten inişi demek ol maz elbette. Sözün gücünü, dilin gücünü anlatmaya yarar. Nitekim Jean Jacques Rousseau, dillerin kendiliğinden doğmuş olmasmm olanaksızlığını ileri sürer. Alman düşünürü Wılhelm Humboldt da dillerin tloğuşunu açıklamanın güçlüğünü söyler. Yine ö?e, dillerin doğuşu konuişi,. oflunu «hep fekntfştır. bence, b« konuda ILKIN SÖZ VARDI F"7T TOPLUMLARIN DÜŞÜNCE DOLAYISIYLA UYGARLIKÇA GELİŞMESt DİLÎN ANLATIM OLANAKLARIYLA YÂKINDAN İLGİLİDİR. UYGAR TOPLUMLARIN DİLLERİ YETKİN VE ZENGİNDİR. İÇ İÇEDİR DİL, DÜŞÜNCE UYGARLIK. , ; *. Âli PÜSKÜLLÜOĞLU san sesi içgüdünün buyruğunlatım olanaklarıyle yakından ildan kurtulup kişinin isteminin gilicfir. Uygar toplumların dılbuyruğuna girmiştir. Yani, isteleri yetkindir, zengindir. lç içe. yerek kullanılan bir anlatım adir dil, düşünce, uygarlık. Araracı olmuştur. larındaki bağ, etkileşim, büyük Ama bu, şıp diye olmamıştır uygarlıkları, uygarhk dillerini elhfelte, Kurameılara göre, say»*v oluşturur. •^Î..'JT sıril biîmediğinıiz yıllar, yüzyıl" Her biri ayrı anlama ğeîen, lacgeçail$tiE aradan. 'Kişi©glu^ ayrı kavramlaru oluşturan yüz toplu yaşayışa yöneldikçe, el, binlerce sözcük; düşünce yükükol, yüz, gövrfe ve ses işaretlenü eksiksiz anlatabilme gücü; riyle yetinemez olmuştur. An. gelecekte, bilim ve tekniğin, salat;lacak nesneler arttıkça, bu natın, düşüncenin ortaya koyaişaretler de gelişmiştir. Ünlemcağı yepyeni aygıtlan, anlam ve ler, yansılamalar... derken ilk kavramlan adlandırabilme yehece, ilk sözcük, teneği... Budur uygarlık dillerı. Kişinin uygarlık yolunda ilk ,nin özelliği. Budur dil zenginliadımı. ği. Uygarlığm yaratıcısıdır dil. Ozan, «Ağaç demişim ağaç olDil olmasaydı kişi oğlu nasil muş / Kuş demişim kuş olmuş» anlaşır, duygularını düşüncelediyor. îşte dil, sözcük, «ağaç» rıni nasıl aktarırdı karşısındakiderken «ağaç» ı, «kuş» derken ne? Düsünce nasıl gelişir, bilim «kuş» u anlatacak. Böylesıne ve sanat nasıl doğar, uygarlık sağlam olacak. 'Ağaç» anlamınasıl ilerlerdi? Kişi oğlu, el, kol, na gelen beş sözcük, «Kuş» anlayüz, gövde işaretleriyle konuşmına gelen on sözcük, «yağmur» ma evresinde kalsaydi, uygaranlamına gelen yirmi beş sözcük lık da o evrede kalırdı kuşkuvarsa bir dilde, çekiver kuyrusuz: ğunu. Böyle eşanlamlı çok saSözlükler, dilbilgısi kıtapları, yıda sözcüklerden oluşan yüz «duygu, düşünce ve dileklerimibin, iki yüz bın sözcüklük bir zi anlatmaya yarayan bir araç» dil bile, yetkin dil sayılamaz. olarak tammlarlar dili. Önemli olan, dilin anlatım gücüBir anlatma, anlaşma aracı dür. Dil, en soyut düşünceden yani. Dil ile düşünce arasındaki en somut nesneye değin her şesıkı bağ, herkesçe bilinir. Topyi adlandırabilmeli, anlatabillumların düşünce, dolayısiyle melidir. Yeni sözcükler oluştuuygarhkça gelişmesi, dilin anrabilmelidir. Baska dillerin ara. cılığına gerekseme duymadan, kendi öz kaynağmdan çoğalmalıdır sözcük yönünden. Demek ki, sözün Tanrısallığı yaya kalıyor burada. Kişi oğlu egemen oluyor dile. O uyduruyoi; sözcükleri, gerekseme 4 u y* dukça. Bir buluş, bir yönphş, yeni sözcükle kar<şılanıyor. Ay çağının «astronot»u, «uzayman»ı, Ay'a ayak basmadan dile ayak basıyor. Dıldeki bu oluş, herkesçe bilınen, yadsınamayan bir oluştur. Bir dilin sözcük dağarcığı olduğu yerde kalmaz. Yeni yeni sözcukler ortaya çıkar, yeni sözcük biçimleri kurulur, yeni anlatım yollan belirir. Sözcüklerin yal laşırlar: «Ses»ten yola çıkarîar çünkü. Hint'te, eski Hint'te Tan. rı olan «ses», bu kuramcıların «ilk insanın ses aygıtından çıkan ses» dedığinden pek o denli de uzak değildir. Evr*n, sesle doludur. Doğa, o usumuzun ermediği yaratılış anında bile sesle dolmuş olmalıcTır. Böylece, «söz» den önce «ses» in varlığı ileri sürülebilir. öyledir ya, her ses dilin doğuşuna kaynaklık etmemiştir. Örneğın, yelin ağaç larda çıkardığı ses, kışı oğlunu aradan çıkarırsanız, kime ne an latabilir? Kimin dıli olabılir o? Kişi oğlunun dilinin doğuşuna kaynaklık eden ses, «insan sesi» dir. Şu, boğazda bulunan ses tel lerinden çıkan, solukla kımıldatılan ses aygıtındah çıkan ses. Kuramcılar, dil bilginlerı, konuşma seslerının başlangıcının bu olduğunu soyler. Ilkin hayvansaldır bu ses elbette, hayvanlar nasıl çıkarırsa ınsanlar da ona benzer çıkarırdı bu ilk sesi. Şu var ki, bu ilk sesleı hayvanlarcla sürup giderken. ın nızca bîçîmlerl degil anlamlan da değışir. Tarıhsel yönden her dilde boyledir bu. Sözdîziminde bile değişmeler olur. Kuşaktan kuşağa olduğu denli, kişi, kendi yaş aşamalarında da bu oluşu izleyebihr. Süreklidir bu değişme, bu olu$. Bunları billmciler söylüyor. örneğin Danimarkalı ünlü bilgin Jespersen, «Dil için, çok kez, canlı bir varlıktır, denir; çok kez, dilin yaşayışından, yeni dillerin d'oğumundan, eskilerin de ölümünden söz edilirken, dil bır hayvan ya da bir bitkl gibi canlı bir yaratık sanılır» diyor va ekliyor: «Oysa dil, bir köpek ya da bir ağaç gibi bağımsız bır varlık değildir; tam tersine, o, yalnızca kişi oğullarınm bır ya. pıtıdır.» Fransız dilbilimcisi Brunot da şöyle demektedir bu konuda: «Dili canlı yaratıklarla bir sayan eski kuram şimdi geçersiz kalmış^ır. Dil, toplumsal bir olaydır; ortaya çıkar, gelişir, değişir vç olgunlaşır. Şu,yar ki, her zaman, bağlı olduğu toplumun hizmetindedir. Onun ortak düşünüşünü, topluluk ve bireylerin, üzerinde bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptıkları bütün incelikleri yansıtır.» Görülüyor ki, dili kullanan topluluk ortadan kalkmadıkça, dil de ortadan kalkmaz. Ama gelişmesi, değismesi kaçmılmaz. ö*ır ve de süreklidir. BİLİM ve TEKNİK'in 58. Çylül Sayısı Çıktı. Butün bâyilerde bulunur. TBTAK (Basın: 20464/6175) PIRINÇ,SALÇA, KONSERVE ALINACAKT1R. Külliyetli miktarda pirinç, salça ve her nevi konserve almacaktır. îlgilenen şahıs ve firmaların mektupla müracaatlan rica olunur. ADRES: PJC. 704 Ulus Ankara (Heriş 1375) 6196 Suyun sertllğini gideren suyun sertllğini glderir acısert butun sularda .4* "'•V *r. Buluuduğunuz her yerde; îstanbulda, Anteada, îzmîrde, AdaııaveyaEr2iırumda,sularkireçKdir. ' Fakat şîmdiyineheryerdebuna karşı bîr çareniz var: Persîl'in suyun kjrecini'Sertliğîni gideren üstünlüğü. Turyağ çamaşırlarınız yağmur suyunda yıkanmış gibi beyaz ve yumuşak olsun (Fulmar: 566) 6170
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle