24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAHİFE DÖRT 19 Eklm 1969 CUMHTTRÎTET Musa Turhan Bizi yabancı zannedenler A basıyordu küfürü B kşam üzeri Mersin'deki hâlimiz görüljneğe değerdi doğrusu. Sırtnnızda çanta, başımızda japkalarla şehir içinde yürürken herkes bize bakıyor, bu arada öteden'beriden lâf atanlar da oluyordu. Kimisi yaklaşarak «Do yoa speak English?» diye so ruyor. kimi saücı »come here» diEN Ersin ve yol arkadaşnn MUM. îkimiz de t n n n ı u •yaun altumda Ankara'da, bixi uğarlaye dükkânına çağırıyor, bazılan öğretmeniz. Mnsa beden egitimi öğretmeni, mağa gele» yakın dostumuz Galip Ağabey'in da bizi merakla süzdükten ronra aynı zamanda teyzcmin oğlu... Ben ise raateesprilerine giilerek Adana otobüsüne biniyor•bunlar İngiliz» veya «Alamanlar» matikçiyim. Kastamonu sahilinde henüz yenl yeduk. «Dilenciliğin ad:nı otostop koymuşlar> di «iiyordu. Ahşık olmadığımız için ni tanınmağa başlıyan turistik bir köyün; Dişi'nin yoc ve kahkahalarla gülüyordu Galip Ağabey™ fcu durumdan bayağı sıkılıyorduk iki genciyiz. Oto stopla gezmeğe geçen sene kaama gene de «Idırmıyor gibi göOtobüsten Tarsus'ta indik. Genls kenarlı rar verdik. Bir bisikletimiz bile olmadıima görunerek yolumuza devam ettik. (apkalanmızı giyip çadır. şişimıe yataklar, çesit re bizhn için en uyeun gni s*kli bnydu. PlânıÖğretznen okulunda arkadaşlanU turistik brosürlerle doldurduğumuz sırt çantamızı daha o zamandan kurduk. Okullar tâtil ol mız olduğundan kampı orada kur larunızı ilk olarak yüklendiğimizde bayagı beyeduğnnda Ankarada bnlujacak, oradan yolrulnk mayı düjünüyorduk. Okul şehrin canlıydık. Otostop hakkında bildiklerimiz gazeiçin gerekli eşyayı alarak Menin'e geçeeek TB tnraz dışında olduğu için beledite ve kitaplarda okuduğumuz birkaç yandan iba je otobüsüyle gitmeğe karar ver İstanbul'a kadar bütün sahillerhnlzi dolajacakretti. Önümüzdeki günler kimbilir ne lorluklardik. Bir durakta beklerken karşı bk. la karşılaşaeaktık. «İlk birkaç günü geçirsek ontaraftaki bir seyyar dondurmacıdan sonra ali}irız» diyordnm içimden. Karmrtaftırdıgnntı gibl de yapük. Geftütmla nın bizc doğru seslendiğini duyduk: • Heey Coni... where Is go?» Guldük, cevap vermedik. Adam herhalde kötü bozulmuştu ki kür rtesi rabah arkadaşlarla vedazi görünce «hello» diyerek durduBisikletlerle Viranşehir'e karederek uzaklaş'ı. Bu gezimizde lajtıktan sonra çantaları mrtlar. Binmemizi işaret ettiler. Udar geldik. Oradan bulduğumuz yediiimiz iik küfürdü. Epeyee layarak ana yo'a çıktık. Gezizakdoğudaki çekçek arabalaruıı Mobile ait bir benzin tankeriyle genif yürekii olmamız gerekecek Diiz esas şimdı başlıyordu. hatırlatan iljinç bir yolculuk baş Kızkalesi'ne geçtik. ti galîba... ladı. Her ikisi de gençti. Güneşte Kızkalesi tarihî Korjkos şehri İlk otostopumuz bir kamyondura dura kapkara olmuşlardı. Ko Öğretmen okulunda bulduğuni denizden korumak için yapılla oldu. Fakat ancak 45 km. kanuşma sıraaında Türk olduğumu muz arkadaşlarla geç vakte kamış. Nıtekim tam karşısındaki kt dar gidebildik. Kamyon ana yolzu ögrenince birbirlerine baka«lar |ehri gezdik. Döndüğümüzde yıda bu şehrin kalesi bulunuyor. dan aynlınca orada inmek zonınrak gübneğe başladılar. Beni alan gece yarısı olmujtu. Okul tâtil ol Önce orayı gezdik. Bu kalenin her da kaldık. Tekrar beklemeğe baş Rize'liymis, Adapazarmda doğcuğu için yatakhaneler boştu. Ya iki tarafındaki koylara güzel turis ladık. 810 araba işareümize almuş, bir senedir Mersin'de çalışı rı çıplak vaziyette yataklara utik tesisler kurulmuştu. Çantaladırmadan geçip gitti. Sonra ön ta yormuş. «Burası iyi. artık bnradan zandık. llk gün çadır kurmamıza rı bunlardan birine bırakarak derafına yük taşunak için kasa yer aynlmağa niyetim yok» diyordu.. lüznm kalmamıştı. nize girdik. Yüzerek Kızkalesi'ne leçtirilmij iki bisikletli geldi. Bi Soldaki foto^raf: «Kısmetimize, yük taşımak için öniine kasa yprleştirilmis Ikl bisiklet çıkmca hemen atladılc rzakdoğn ülkelerindekl çekçekleri hatırlatan bir hall vardı bu araçların. (Tnkardaki fotoğraf: Kıyıdan Kız Kalesinln çörünuşıi Te iki oto stopçndan Ersin Erol. mış, sonraları korsanlann eline geçerek uzun yıllar onlara yatak lıh etmişti. Aradan geçen yüzyıllara rağmen kuleleri, burçları, mazgalları, içerdeki hamam ve camisiyle sapasağlam ayakta duruyordu. Içerdekiîer Türkçe konuşacağımızı beklemiyorlardı herhalde ki, bir sessizlik oldu. Direksiyondaki genç önce fazla gitmiyeceklerini söyledi. sonra "Alanya'ya gidiyoruz ama siz kalabalıksınız» dedi. O sıra yammıza gelen birhaç köy lüyü kastediyordu anlaşı'an. N> 5'apalım ki aptallık bizdeydi. tik; tak.tiden ders almayıp >in» n > di < ye Türkçe konuşmustuk sanki?. Gece olmuş. beklemekten u?an mıştık. Gündüz bile tenha olan yoldan hiç taşıt gecmez olmustu. Saat 21.00'e doğru bir otobüs gela ceğini öğrendik. Orada kalmaktansa otostoptan vazgeçerek bununla Alanya'ya kadar gitmele daha iyi olacaktı. Nitekim öyl« de yaptık... E çıktık. Kalenin bazı yerleri onarıbnış. Içerde bir saray kalıntısı var. Fatih Sultan Mehmet'in oğ lu Şehzade Cem, Rodos'a gitmeden önce bir süre burada kalmış. Kalenin bir de efsanesi var. Buna göre Kızkalesi devrin hükümdarı tarafından kızını ölümden kurtarmak için yaptırılrnış. Bir falcı kıraia kızmın bir yılan tara fından zehîrlenerek ö'ldürüleceğini söylemiş, o da buradaki küçük ada üzerine bu kaleyi yaptırmiî. Kızı ile birlikte burada ya îarr.ağa başlıyan kıraia günün birinde bir sepet üzüm gelmiş. Üzümler arasına saklanan bir yılan gizlice kızın odasına girmiş ve onu zehirliyerek öldürmüş. Üçü de gülmeğe başladılar. Bir birlerine bakıp bakıp gülüyorlardı. Adam izah etti. « Biz sizi şuniarla biru İngilizce konuşur, pratiğimizi gcliştiririz diye almijtık da ona gülüyoruz...» SUÇUMUZ K «EYİ MUZ BELDESİ» A CENNET • •• a. a • a > • • • • • a • • ı *•••••••••»•••••» Dişi Bond K !••••••••• ••••••***•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••*>••••>•>••• MODESTY BLAISE ızkalefi'nden sonra Cennet Cehennem obruklarını gezecektik. Bir kamyonla rahildeki Narlıkuyu köyüne kadar geldik. Oradan ayrılan toprak bir yol 3 Km. kadar içerdeki obruklara gidiyordu. Çantaları köye bl raktıktan sonra bu yolu yürüyerek çıktık. Önce Cennet'i gezdik. Bu. çökme sonucu meydana gelmi; güzel görünümlü, geniş bir çukur. Içerisi yemyeşil ağaçlar!a kaplı. Döne döne aşağıya inen merdivenlerin biüminde bir kayanın dibinden oluk oluk su çıkı yor. Cehennem ise 120 metre derinliğinde, korkunç görünüşlü dar bir çukur. O da çökme sonucu meydana gelmiş. Bir zamanlar gü nahkâr insanları buraya atarak cezalandırırlarmış. Geri dönüp çantaları aldık ve ana yola çıktık. Biraz bekledikten sonra işaret ettiğimiz bir kara yonet durdu. Şoför gülerek bize seslendi: Eteyy!.. where are you golng?» Silifke...Bir günlük kısa tecrübemizle yabancı sanılmanın otostopta pek çok kolaylıklar sağladığmı hissetmiştik. Onun için çok yerde Türk olduğumuzu söjlemiyor duk artık. Ben biraz Almanca, Mu sa ise İngilizce bildiğimiz için bu rolü rahatça yürütebiliyorduk. Silifke'ye geldiğimizde akşam olrr.uştu. Kampı sahildeki Taşucu kasabasına kurmayı kararlaştırdı ğımız için orada fazla kalmadık. Yolda araba buluruz ümidiyle yü rümeğe başladık. Fakat sırtımızda çantalarla saâtlerce gittiğimiz halde hiç bir taşıtı durduramamış tik. Arhk yürüyecek hâlimiz kal mamH, çadır kurmak için uygun bir yer aramağa başlamıştık ki bir kamyon göründü. Yaklaşınca işaret ettik, durdu. Kamyon da za ten Taşucu'na gidiyormuş. Kasabaya gelince deniz kıyısına inerek kumların üzerine çadırı kurduk. İlk günü Otostop bakımmdan iyi geçirmiş, hiç taşıt parası vermemiştik. ııamur denizden 3 km. kadar içerde, Toros Dağlan'nın denize doğru uzanan yamaçlarına kurulmuş. Bahçeler muz ve portakal ağaçlarıyla kaplı. Çanta ları Turizm ve Tanıtma Derneği'ne bıraktıktan sonra yolda gelirken gördüğümüz ve epeyce ügimizi çeken «Mamuriye Kalesi.ni gezmeğe gittilc Kale Anamur'a 7 km. kadar uzakta olup hemen denizin kıyısındaydı. M.S. III. yüzyılda Roma'lılar tarafından yapıl aleyi gezdik ten sonra bir kam yonla geriye döndük. Çantala n alarak anayola çıktık. llk durdurduŞumuz taşıt, özel bir taksiydi. İçinde bir adamla genç bir kız vardı. Adam Fransızca bir jeyler sordu. Türk olduğMmuzu, Alanya'ya gideceğimizi söyleyince biraz şaşsrdı. «Sizi almak ister dim ama, hemen ilerdeo döneceğim» diyerek arabasuu sürdü git ti. Epeyce bekledikten sonra bir taksi daha durdurduk. İçinde dört mayolu genç vardı. Kafamı pencereden içeri uzatarak sordum: • Affedersiniz, Alanya'ya doğ ru gidiyonız, bizi alır nusmız aea ba?> YARIN: SIDE ve KLEOPATRA 74 Kızacaksm ama, ben kestirme yol buldum. Ayıralım bizim toprağa verdiklerimizin anılannı, ötekilere hiç bakmadan çamaşırlıktaki kazanın altma sürelim. Ayıklamağa giriçirsek bir ayda değil, bir yılda çıkamayız bu tvden... Onayladı, Nilüfer: Fena fikir değil. Yufka yüreklilik göstermemeliyiz. Geçmişi didikleyeceğjm de ne olacak? Biz geleceğe bakalım. Ve bir yeni havaya giriverdiler. Karşıhkh otursalar böyle günde acılardan başka dile getirecek ne konu olur ki? lyisi mi, takattan düşünceye kadar çalışmak, günü tüketmek. Uyku ilâeı alıp yatağa girraek. Yann yeni bir gün başlayacak. Ve her başlayacak gün mutlaka önemlidir. Yeni bir şey getirir. Boşalttılar kilitli dolapları. Yıllardır el sürülmemiş dolapları... Sepete doldurup dosyaları, kâğıtlan taşıdılar kullanılmayan çamaşırlığa. Çöktü Ayhan kazanın önüne, bir kibrit alevi, tamam. Tutuştu kâğıtlar, fotoğraflar. Böylece, geçmişi dile getirebilecek vesikalan kül ettiler. Akşam üzeri ikisi de yorgun #üştü. Nilüfer, oturma odasındaki kanepeye baktı: Ben azıcık şurada uzanacağım, dinleneceğim. Sen de istersen yatağma uzan. Böyle bir teklif beklemekteydi Ayhan, esneyerek çekildi. Nilüfer, uzandı kanepeye gözlerini yumdu. « Uyuyamıyacağım ama.> diye düşündü. Gidenlere takmağa çabaladı kafasımn çengelini... Fakat birden Selim gözlerinin önüne gel1 di. İki ay önce Suad Çetin'in muayenehanesinde rastladığı Selim değil, hastanede yatağının başucunda dikilen Selim'i görüyor. Sırtında kara tüvit paltosu. boynunda vişneçürüğü kaşkolu, Nüüfer'in o âna kadar onun 3'üzünde hiç görmediği o anlamsız maske ve kısılmış gözleri... Kirpiklerinin arasında yalnız bir ışık çizgisi. Kıpırdamadan konuşuyormuş etkisini bırakan dudakları. Güç işitilir sesi: Asıl ben sana teşekkiir edeyim. Büyük kalbli insansın sen. Bu sözleri necfen söylediğine Nilüfer hâlâ akıl erdirememekte. Selim, lstanbul'a döndükten ?onra da haftada bir iki kez telefon ediyor, yeğenini soruyordu. Bu haberi Ayhan'a doktorlar ulaştırmaktaydı. Sabahlan, vizite saatlerinden sonra, lâstik tekerlekli sedyesiyle hastabakıcı Şahin getiriyordu onu Nüüfer'in odasına. Odaya girer girmez Ayhan: Yine bugün haber var. Dayım beni sormuş, diyordu. Göze girmemiz için kolumuzun bacağımızm kınlması gerekirmiş. Samyorsa ki lstanbul'da araâ*a bir evlerine uğrarım, avucunu yalasın. Gerçekten de gitmemişti, israrla çağırmıştı da Selim. Hastaneden çıkınca Ayhan, iki hafta kadar Izmit'te kalmış, lstanbul'a dönüşte ise Selim, gidip onu trenden karsılamış ve otomobili ile gptirmişti kapılarına kadar. Kaç kez Suad Çetin'le de haber gönderdi. Gitmemekte direndi A3'han. Asıl öfkem seni atlattığmdan ötürü değil inan ki. Nilüfer abla, diyordu. Ekrem Gürgen vurpuncusuna nasıl kul olur insan? Ve birden kaşlanm çatıp bu noktada ciddileşiyordu. Sanki dayısı karşısında da ona çıkı şıvor: Yokluk içinde sığıntı büyümüşsün ışt« be... Yokluk acısı nedir biliyorsun. Ülen ?en ?imdi nasıl ezilenden yana olmazsın da o yoklugu kasten yaratanlarla ezileni büsbütün ezmeğa çabalayan lüpçülerle bir olursun? Dayım bu benim ha? Omuzunun üstünden yere hafifçe tükürüyordu. llle bize vagon olması gerekirdl demiyorum ha Nilüfer abla. Kenartfa kalırdı. Meslegİ nesine yetmezdi? Kendi getnisine kaptanlık ederdi. Qysa bizim c a n m » bellemek istiyenlere vagon oldu. Ona kızıyorum. Karşımıza taşlı sopah çıkan dernekleri el altından besleyenlerle bir oldu. Ekrem Gürgen'e damat oldu Ne aşkma bu? Pir aşkına mı? Para, para, para Hastanede bütün gün bunlan konuşuyor'du. Zayıf zamanında dayısmı başucund"a görmek o» na karşı duygularında bir dalgalanma yaratmıstı. Belki şefkatle yumuşamamak, kafasıyla kalbi arasmda çelişkiye düşmemek İçin böyla konuşa konuşa kendine telkin yapıyor, 6rke?ini besliyordu. Dayısmı affetmekten korktuğu için kendisiyle savaşıyordu. Belki de bilinçaltında Nilüfer'i etkilemekten korumak kabilinden bir kaygı vardı. Kendi bilmeden ona tfa telkin yapmak ihtiyacını duyuyordu. Nilüfer geçmişin üzerinde durulmasmdan yana değil: Yoruldum bu konuda sus artık, diyor. Ve Ayhan isyan ediyordu: Sus sus, sabır taşına döndüm be. Çatlamaktansa bırak konuşayım. Sen istemezsen din» leme, uyu. Keyfin bilir. Hani yedi cedden soylu zengin, bızde öylesi yok ya, söz temsili... Biz Kurtuluş Savaşı vermiş, sıfırdan başlamış milletiz. Birinci Dünya Savaşı avactacılannı bir yana bırakırsan hem kaç baş o açık gözler, geç onîarı en zenginimiz de ki, kırk yıldan bu ayna birikim yaptı. De ki, böylelerinden iki kuşak, üç kuşak yokluk çekmedi. O kuşaklar daha insaflı bir bakıma. Çoğu ne etliye kanşı» yor, ne sütlüye. Briç'ini ovnuyor kulüp köşelerinde. Az çıkıyor aralanndan dayım gibi dümenciler... Aksine, yalınayak, başı kabak, yarı aç. yan tok bir koğukta büyümüş ve sonra bir tesadüfle palazlanıvermiş olanlar, çanma ot tıkamağa savaşıyor ilk iş yokluktakilerin... Onlar silindir çekiyor fakir fukaranın üstünden. Onlar soyuyor soyabilrfiklerini gözünün yaşına bakmadan... Yani fındık daha da beslensin diye kabuğurtu yiyor. «Ülen, bu ne bozuk düzendir be?» deyince sen, o hereeleler dikiliyor karşına: «Dalgalandırma! Dalgalandırma ulan! Düzende bozukluk yok, bozukluk senin kafanda. Tıkanm seni deliğe ha!» Dayım bunun böyla olduğunu bilmiyor mu? Ekrem Gürgen'in damadı olduğu günden bu?üne yıllardır dayısmı affedememişti. Belki ccv cuk yaşta çok büyütmüştü onu kafasında. Örnek insan bilmişti. Onunla kıvanç duymuştu. Sonra düz yolda giderken dayısının birdenbira aiıverdiği viraj. onu hayâl kmklıgına ugTatmı$tı. Kafasmdaki objektifin dış etkilere tam açık olduğu bir çağda... Arkadaşlan arasmda dayısı alay konusu olmuştu: Kondu Selim Gediz, demişlerdi. Turnayı gözünden vurdu. demişlerdi. Dlan ne açıkgös adammış senin dayın, demişlerdi. Saman altından su yürüttü, demişlerdi. (Arkan r a r ) ıınımnfiıı •••«••«a • • •• • •• •»••«••••••• • •• • • • • • • • («•«••«•«•«••••••»••• • •aaaaaaaaaaaaaaaaaaaa ••••••••••••••••••••••a ••«••••••ıııııtıııııınat ••••••••••••••••aaa«a»fiaaaaaaa«aaaaaaaaa ••••••••••••••••••••••a ipııııııııııaıtdiııaıiH •••••••••••••••••••«••a ••••••••••llltlllllltllll •••••>••••••••• ••••••••••••••t «••••••t ••••••• Tifffany Jones • •MIIMII aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaasaaaaaataaaaaaaaaaaaaaaıaBaaaaaaaaaaaaaaaı ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••***** a a a * a ** a ı * a *"* a a ı MIIIIIIIHMM IIIMII ••IMIIMMIII IM • •aaSiiiüSÎZaZSSrSiaiSiiii aaaaaaaaaaaa a a IMII»IIIII a TIFFANY JONES ANAMUR YOLUXDA aşucu küçük bir kasaba. Palmiye ağaçları ve kıyıda denize doğru uzanan güzel bir iskele dikkat çekiyor. Sabah Anamur'a gitmek üzere henüz yola çıkmıştık ki, işaret ettiğimiz bir taksi durdu. Doğrusu şans diye buna denirdi işte. Direksiyonda orta yaşlı bir adam vardı. Sonradan öğrendiğimize göre gelirken gördüğümüz «Susanoğlu Turistik Tesislerunin ortağıjTnış.. Biraz gittikten sonra kendisinin yandaki bir köyde işi olduğunu, hemen döneceğini söylijerek bizi bıraktı. Çantalarımız bagajda kalmıştı. İlerde, yol kıyısındaki bir kahvede oturduk. İçerdekiler hemen etrafım:zı abverdiler. Bizi yabancı sandıklarından işaretle anlaşmağa çalışıj'orlardı. Tu ristlere karşı nasıl davrandıklarını. onlar hakkında neler konuş tuklarmı merak ettiğimiz için Türk olduğumuzu söylemedik. Mu sa elini ağzma götürüp bir şey içi yormuş gibi yaptıktan sonra «çay.. dedi. Olmadığmı söylediler. Musa anlamamış gibi yapınca bir tanesi «Gâvur oğln gâviır, çaydan başka bir şey öğrenmemişdiye bastı kalayı. Küfürü sineye çekmek zorundaydık artık. Oradan ayrılarak biraz dolaştık. Içimi bir kurt kemirmeğe baş lamıştı. Çantaları takside bırakmıştık. Ya adam «şunlara bir oyun oynıyayım» diye başka bir yoldan çekip gittiyse ne yapardık?.. Herhalde gezimiz suya dü şerdi. Kendi kendime yolculuk boyunca bir daha hiç kimseye gü venmemeğe yeminler ediyordum. Bereket versin korktuğuma uğra madık, biraz sonra taksi geldi. Şoför Ovacık'ta bıraktı bizi. Kendisi oradan geri dönecekti. Kasaba yı herkesin meraklı bakış ları aitında yürüyerek geçtik. tlerdeki çamhkta 12 saat kadar bekledikten • sonra yoldan geçen âördüncü taşıtı durdurabildik. Bu bir kamj'onetti. Şoförün yanmda üç kişi vardı. Biz yukarıya çıktik. Yolda b'r çeşmenin başmda riurduk. Su içtikten sonra içlerinden biri yanunıza geldi: • Do you rpenk Englfsh?» • Hayu kardej, biz Türküz.» T S Ü V A ^ İ AUAVl IOJM4UC!A*i Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası A.Ş.'nden Bankamızın arttınlan sennayesinden her biri 500. lira itibarî değerde 1235 hisse, 21.10.1969 taribinde balka satılacaktır. Hisse almak isteyenler: 1 Almak istedikleri hisse miktannın tamamını Bankaya müracaat tarihinde îaahhüt edeceklerdir. 2 Almak istedikleri her bir hisse için 500 lira prim ile taahhüt ettiklen hisse miktannın % 25 ini müracaat tarihinde nakden ödeyeceklerdir. 3 Taahhüt ettiklen hisse miktannın % 75 ni engeç 15 Aralık 1969 tanhine kadar ödemiş olacaklardır. Satm almak isteyenlerin, 21/10/1969 Salı günü saat 9.00 dan itibaren. Karaköy, Necatibey Caddesi, Ko: 241247 adresindeki Bankamız Kaynak ve Menkül Kıymetler Müdürlüğune müracaatlan. Ajanstur: 32412582
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle