18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAHİFE DÖRT 16 ETîim 1968 CUMHURÎYET CAN PAZARI FIKRET OTYAM A R A QÜLER ORHAN PEKER «Genç Sendika Liderleri Semineri» nde bir konuşma yapan Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem «Türkiye'de bugün 7 milyon gizli işsiz mevcuttur» dedi. 18 Eylül 1968 (Gazeteler) Kundağımız, kefen bezimiz... Gıcır gıcır PAMUK ÇİĞNERKEN İNSAN DAHA BİR ŞİKÂYET EDİYOR SICAKTAN... Dişf Bond MODESTY BfmB. ve ç&TEsr Tıffcıtıy Jones Adana eskici pazarından, kollanmızda gazetlere sarılmış paketlerle çıkıp, Cumhuriyet Adana Bürosuna uğrayıp yeniden sokakta olduğum zaman, ilk vitrtnin önünde durdum. Vitrindeki buz dolabı, çamasır makinesi, gaz lâmbaları, sobalan, ekmek kızartma makineleri, te lefonlar, vantilâtörler, kocaman kocaman taş bebekler arasmda bir adam gördüm. Saçı sakalı uzamış, başında çileli bir kasket, güdük (eski) soluk mavi bir gömlek, kara şalvar, sağ eliyle, sırtmdaki dürülü yorganın ipine asılmış bir adam. Bir kaç gün sonra Bor'lu bir işsiz şunlan soyliyecekti: «İnsan dediğin bir cismanldir, muannide muhtaç da olur, olmaz da.. Kimim kimsem yok...» Bir an, aynen böyle düşündüm. Aynen!. Yitirmişim her bi seyimi.. İşimi, çoluk çocuğu!. Bir cismani, garip.. Muannide muntaç olmamak için düşmüşüm Çukurova'ya «ekmek parası» için. Daldım Adana sokaklanna, çarşıya.. Yanimdan, benim gibi yığınla insan geçiyor.. İyi kılıklılar, iyi olmıyan kılıklılar, paralüar, parasızlar, topraklüar. topraksızlar, banka kredililer, kredisizler, evliler, bekftrlar, dostu olanlar, olmıyanlar, açlar, tok olanlar, işt olanlar, işi olmıyanlar, aylaklar, hamallar. memurlar, askerler, şal varlı kadınlar, mini etekli kızlar Ankarada bile az görülen kısalıkta, köylüler, şehirliler, Amerikalılar... Bir de onlar!. Yürüyorum. ip elimi kesiyor, kessin!. Yürüyorum.. «Hösst» çeken faytoncular, kırbaç şaklatan.. Küfürün en hası; en yüksek mertebeden baslayıp yedi sülâleye inen küfUrler.. Yürüyorum. însanlar, faytonlann cılız atlarımn başlan çarpıyor dürülü yorganıma.. İnsanlara çarpıyorum.. «Hööössst...» Yürüyorum.. însanlar çarpıyor, arabacılann kırbaçlan şaklıyor yakınımda.. Yollar kalabalık, bir insan seli Adananın daracık çarşısında.. Küçuk saat alamndan, vurmuşum hazır elbisecilerin hizasından. Sıcak, Allahına kadar.. Yürüyorum.. Ter boşanıyor aklıkaralı sakalımdan.. Yürüyorum.. Her bi şeyimi yitirmişim!. Bunu düşünüyorum.. Aylardır banka borçlu kooperatit katını banka satmış, satsın!. Kitaplarım, yığmla fotoğraf filimlerim yok olmuş, olsun... Yürüyorum.. Gazete işime son vermiş, versiiiin... Yürüyorum. «Ayıııı! Önüne baakkkk..!» Önüme bakarak yürüyorum uyarmaya uyup!. Her bi şeye boşvermişim, yürüyorum... Sıcak daha bir basıyor yürürken, içim yanıyor... «Şak... şak.. şak » Birbirine vurulan bardaktan çıkan şakırtüar.. Bir meyan kökçü.. Buna züğürt birası da derler.. Acı, buruk.. Çarşının ortasına durmuş adam, sırtında sarı koca gügümü, bardakları beline sarmış, özel gözlerde. Ak gömleğüıin ak kolu uzanıyor burnuma doğru, adam bakıyor yüzüme, bağırıyor: «Haniya buuuuuzz.?» Buzlukla ilgisi, ilişkisi yok.. Alıyor bakır onluğumu.. Ötede bir şalgamcı.. Buzlar yüzüyor içinde.. Oldum olası severim şalgam suyunu.. Etti iki bakır onluk.. Türüyordum... Yürüyordum... Fınn sıcaği altında... rum sokaklara.. Ara kimi zaman önde, arkada kimi zaman.. Buluşuyoruz sonra. Çoban Yurt çu bir tanış ağaya götürecek işe koymak için.. Karataş yoluna vuruyoruz otomobili.. Uzayıp giden pamuk tarlaları.. Ağaçlar, pamuk balyası yüklü kamyonlar, traktörler naylonlu.. îşte sulu ekim yapüdığı, pamuğun boyundan belli olan bir tarla.. Yüzlerce insan pamuk devşiriyor iki kat olmuşlar, buna rağ men'.. Sulu pamuk büyük olur, susuz güdük.. Yüzlerce insan tâ ufka kadar.. Çeşitli komşu tarlalarda.. Yüzlerce insan, kadınlı erkekli.. Çok ötelerde iniyorum, yürüyorum yine, sonra şaranpoldan paldır küldür tarlaya.. Bir kaç kişi kafasım kaldınp bakıyor, sonra devam ediyorlar işlerine.. Katılıyorum aralarına... «Kolay gele.. İş varmı kardaş?» «İş mi? Ne işi?» «Basbaya iş, pambuk.. Hani ben de devşireyim dedim de...» Ellere bakıyorum, hepsi etten makine.. Beş parmağı ucuca geti riyorlar, çekiveriyorlar pamuğu.. On parmak, etten on makina pamuk çeken.. «Ağayla konuş, yahut adamıylan.. Sanmam ki olsun.. Hiç top ladın mı pamuk?» «Iıh.. Şölle mi oluyor?» Birleştiriyorum parmaklarınu, çekiyorura pamuğu.. Gıcır gıcır bir nesne parmaklanmın arasmda, ucunda.. «Bakayım?» Bakıyor adam.. «Yahu, yapraklarını da almışsın. Bak şöyle..» Bakıyorum öyle, yeniden uzatıyorum parmaklanmı kozaya, elmaya.. Bunlar kestane gibi, aynen, sonra çatlamış dört beş bölük olmuş, içinden pamuk fışkırmış, onlan topluyoruz. Bu sefer yapraksız, hallice.. Îşte bu, bunlar: «Kundağımız, kefen bezimiz...» gıcır, gıcır.. Daha hızlanıyorum, toplayıp toplayıp adamın belinde sanlı torbaya tıkıştınyorum, yapraksız! Temiz.. Tertemiz, anamın sütü gibi, ak.. «Kaçtan bu yıl?» «Yirmi beşten kilosu..» «Yirmi beşten mi? İyi. Yalnız mısın sen kardaş?» Eller çalışıyor, sünüyor pamuk lar, doluyor torba.. «Değilim, yeddi nüfusus şu tarlada..» «İyiii.. Şöle böle günde bi elliligi doğrultuyorsunuz?» Adam, gülüyor, elime bakıyor. «Yine yapraklı aldın, pis aldın..» Bakıyorum parmaklanmın ucuna. Doğru.. Torba doluyor, güleşe, söyleşe.. Tarlanın açılmış bir yerine getiriliyor pamuklar.. Boşaltılıyor.. Kendi «familyası».. İnsanlar eğilip kalktıkça, insanların elleri ;şledikçe, o ak ak tarla, gide gide yoksunlaşryor aktan, dallar o kar yagmışlıktan kurtuluyor, çirkinleşiyor.. Ama, o boşluktaki öbek daha bir büyüyor.. Üstüne çıkıp çiğniyoruz öbeği.. Sıcakta daha bir sıcak yapıyor adamı bu çiğnemek.. Kocaman çuvallara, harar lara basıyoruz içine girip.. İyice çigneniyor.. Oluk oluk geliyor ter. «Zor iş..» diyor.. «Zor» diyorum. Haklı «Zor iş vallahi.. Allahın bu ısıcağında..» «Ağa iş. verirm'ola?» «Sanmam.. Hem teke tek işçi alınmaz ki pamuğa.» «Biliyom a.. Hani dedim, acıyvp macıyıp?» Yine gülüyor, ak dişleri görülüyor pamuk gibi.. Terini siliyor elinin tersiyle. «Acıma mı?» YARIN «Sandon» bitkiler Tanrısı idi. Çukıuova'yı o Savan direği mi? Yok.» K°nu y e res.m: AYHAN BAŞOGLU BUDIH KOPRüSÜ İki saat önce gerçek giysimle uğradığım testiciye uğruyorum dinlenmek için.. Bakıyor yüzüme: «Ne istiyorsun?» Toparlanıyorum'.. «Savan direği var mı?» «Yok, kalmadı yeğenim..» Yürüyorum.. Yine bakıyorum bir vitrine.. Bu kadar mı değiştim? Toptancı sebze hali renk vuruşması içinde.. Al al, iri, tatlı, salçahk biberler, deste deste maydanozlar, patlıcanlar, soğanlar, ye şil biberler, patatesler, yığınlar halinde. Sebil.. Ekşi bir koku ki dayamlmaz.. Olsun.. Köylüler, se hirliler, sırtlannda ipleri nafaka gözleyen hamallar, genç, ihtiyar.. Koşuyorlar insanların ardmdan.. Soluk alıyorum, sırürru bir çu vala dayayıp.. Üç beş kişi bir yere bakıyor.. Ben de bakıyorum.. Ara Güler!. Omuzunda fotoğMİ makinesi. gözünde teleobjektifi Leica. denklanşöre basıyor.. Yahu sahi be, Ara'yı bekliyecektiml. Yavaş yürüyecektim!. Ara'dan sular akıyor!. Olsun.. O işini, ben işimi ayrı ayrı yapacağız, kavlimiz de böyleydi zaten.. DENİZ GURBETÇİLERİ 48 « Şu iki burnun ardında Göbekoğlumın tayfası olarak çalışıyordum. Sözün kısası, Göbekoğlu beni öldürmek istedi. Ben de atladım, denize kaçtım. Bir köylüden burada avlandığımzı duydum. Size yüzüp geldim,» dedi. Koca Numan: « Bu söylediklerine inanahm mı?» deyince belindeki kamayı çekti ve: « Babamdan kalma şu sünger kamasımn üzerine yemin ediyorum ki, bu söylediklerimin hepsi de gerçeğin ta kendisidir. Hem evlât, ben bu yaşıma geldim, hiç yalan söylemiş adam değilim,» dedi. Kamayı vahşi bir içtenlikle öptü. Koca Numan, içinden «Adam acaba deli mi?» dıye işküendi. Tam kamayı isteyecegi zaman, patırtıdan uyanan, Karabatak, Ateşoğlu ve Teleskop yattıkları yerden kalkıp oturdular. Karabatak. «Lâmbayı getirin» dedi. Lâmba getirilip yanmca Karabatak: « Hay Allah mustahakım vermesin be şeytan sen misin?» dedi. Ateşoğlu: « Tîoş geldin bre İdris, ne oldu yahu?» diye sordu. İdris: « Ne oltcak, Göbekoğlu'na tayfa yazıldiTn. Benden başka iki dalgıç daha vardı. Bodrum'dan Göbekoğlu kendi soysopundan dokuz kişiyi dalgıç diye yazdırmış. Ama onlar dalmıyorlardı, biz üç kişiyi günde dokuz on kez daldırıyordu. Denizden çıkanrken de vakit kaybolacak diye dinlendirmiyorları"ı. (Vurulacağız yahu) dedim Göbekoğlu'na. Benden önce dalan da (Beni hiç dinlendirmediniz) dedi. Göbekoğlu'nun tepesi attı. (Dinlendirmek mi? denizin içinde? Ulen, sen denizin dibini uyuyacak yer mi sandın? Ekmek parasını namusluca çahşarak çıkarmalı. Nankörlsr, yediğiniz ekmek boğazınızda dursun. Ben parayı, sizler beyefendilerime denulerde yidirmek için mi, millet eğlensin diye mi kazandım.) diye bangır bangır bağırdı. O soysopu kabadayılar yok mu, dinlendirilmediğinden yakınan delikanlınm üzerine uşüştüler. Şu kamayı çekip, Göbekoğ'u' nun göbeğine saplamaktan kendimi güç alakoyd'jiTi. Göbekoğlu'nun dalgıç kayığı, kayık değil yüzen bir mezar. Göbekoğlu, soysopuna beni gösteriyor ve (Ötekilere baş kaldırtan, onlara akü hocalığı eden, asıl bu ihtiyar suratsızdır. Eh, deniz yasası var. Ben ona sonra gösteririm.) diyordu. Bunu söylerken sanki iki gözünde hazır iki zehirli yılan çöreklenmişti. Gece nöbetini ben tutacaktım o gece. Kayığın direğine yaslanmış dinleniyordum. Apansızın havada bir şey vızıldadı, yüzümün yanm karış ötesine direğe bir kama saplandı, Vi i.. ii.ng diye titredi. Az kalsın gırtlağıma saplanacaktı. Biliyorsunuz ya iki tanıkla insan asarlar. Onlara baş kaldınp saldırdığımı kendilerini savunurken, denize düşüp boğulduğumu söyleyecekler. On'ar da yalancı şahit gırla. Kim arayacak fukara Cağanoz'un hakkmı. Baktım ki güme gideceğim, yavaşça kayığın baş yamna gittim ve kendimi denize salıverdim. Gemide beni aradıklarını biliyorfium. Çünkü arkamdan ateş ettiler. Çengelci sandalıyla beni aramaya çıktılar. Ama kayıktakilsr karaya doğru yüzdüğümü sandılar. Ben öyle sanacaklanm 'biliyordum. Onun için açığa doğru yüzdüm. Gece karanlığında, koca denizde gel de Cağanoz'u bul. Çengelci sandalı depozitoya döndü;cten sonra, ben karaya doğru dümen kırdım,» dadi. Karabatak: « Eh, geçmiş ola tdris, burada yabancılar arasında değilsin, hele kunı elbiseler giyin de karnmı bir do\"ur. Açsuıdır mutlaka,» dedi. Kara şeytan hem yiyor, hem de anlatıyordu: « Gün ışımaya başlarken toz tulutu içinde bir çoban, köy sığırlannı dağa sürüyordu. Ona buralarda kayık görüp görmediğini sordum. Bu yanda dalgç kayıklan olduğunu bildirdi. Kıyıva sular kararırken ulaştım. Ama çoban'ın salık verdiği kayıkların sizler olduğunu bilmiyordum,» dedi. Karabatak bir sigara yaktı ve: (Arkası var) Asüıyorum savana sanlı yorganıma.. Gide gide ağırlaşıyor.. Yürüyorum.. İp elimi iyice kesiyor.. 125 kuruş bastırıp bir kangal, kalın urgan alıyorum, bağlıyorunı dengimi daha sıkarak. Bir adam karpuz satıyor arabada.. Yeşillerin içinde, kara çekirdekli kütür kütür karpuzlar al al.. Canım çekiyor, alamıyorum. Varmıyor elim nedense.. Köşebaşmda Ara, karpuz al der gibi işaret ediyor. Gülesim geliyor, ısırıyorum dudaklanmı.. Alamıyorum. Oysa, yetmiş beş kuruşa boynuz saph bıçak bile almıştım!. Dalıy> Bir ter ki.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle