22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Denc e r e Okuyucu mektupları Ankara'dan mektnp yazan oknyucumuz Bay Yavuz Çaldıran der ki : ömriinü Sina, Bağdat, Sarıkamış, Çanakkale savaşlannaa tüketmiş şehit ve gazilerimizin yetim kııları bugün çok müşkül şartlarla karşı karşıyadırlar. Yaşları itibariyle çalışma çağlannı geçmiş bu yetimlerin miktarı bugün 4000'e düşmüş bulunmaktadır. Misal olarak bir kıdemli yarbayın kızını alalım. Bugün eline 241 lira 88 kuruş geçer. Tetkili merciler, son Emekli Kanunnna göre emekliye aynlanların yetimlerine bağlanan maaşlarla bu yetimlerin durumunu mukayese ederlerse görecekleri adaletsizliğe çare arayacaklardır. • Sümerbank Denizli Fabrikasından Bay Hakkı Tinel'in ayağı, bizim çilekeş memurlar için yıllardan beri çıkarılan bir sürü mânasız ve karmakanşık kanunlar yumağına dolanmış. Bir türlü baklartnı elde edemiyor. Bu okoyucumun derdini ne olduğu gibi bu sütunlara aktarabilirim, ne de aktarsam bir faydası olur. Meranrların hayatını düzenliyen kanunlar keşmekeşi, artık yalnız mizahi hikâye konulan içine girecek duruma gelmiştir. Bu türlü arapsaçınn içine dalmış olan okuyuculanmız biraz daha sabretsinler. Ismet Paşanın şartlan kabul edilirse, koalisyon teşkil edilebilirse, af konusunda anlaşmaya varabilirsek, hükumet çalısmaya başlayabilirse... Bilraem anlatabiliyor muyum?... • Antalya'da bakkal Yusuf Erdem okuyncumuzun derdi bir başka. Kızını tmam Hatip Okuluna yollamak istemiş : Bu bususta emir var. Kız talebe almıyoruz... demişler. Yusuf Erdem : Böyle bir durum, akla ve mantığa ne kadar yakındır? Kızım okuln bitirince imamlık yapsın demiyornm. Sadece gerek olumlu bilimlerde, gerek din bilgisinde yetişmesini istiyorum... diye yazıyor. tlgililere snnulnr. * • Adresinin açıklanmasnı istemiyen bir banım okuyucumuz da şöyle yazıyor : 24.5.1962 Perşembe çecesi birden bire hastalanarak taksî Ue yarı baygın « A > hastahanesine ( ismi bizde saklı ) kaldırıldım. tlgisizlik yüzünden o gece lavabo ile yatak arasında bir «üre kendi kendime gidip geldfkten sonra yine kendi kendime çocugumu düşürdüm. Sabahieyin biç moayene etmeden Aastahaneden çıkardılar. Fakat ertesi gün tekrar fenalaşarak bu sefer «B» hastahanesine başvurdum. « B » hastahanesindekiler : Git «A » hastahanesinde yattığına dalr bir belge getir... dediler. Ayakta duracak halim yok. 1 A 1 hastahanesine gidip durumu anlattım. Araa her nedense orada bnlanan bir dektorun gazabına ve hakaretine uğradım. Hattâ iki saat yemek paydosunda zorla hastahanede alıkondum. Neden sonra salverdiler... ' Şimdi «B» hastabanesinde şüpheli hastalar arasında özel bir itina ile tedavi görmekteyim ». Hanım okuyucumuz, bnndan sonra Tannnın yardımı ile, bttnyesinin kuvvetli olması yüzünden kurtuldağunn yazıyor. Biz bu mektuba inandık. Çünkü bastahanelerimizin halini çok iyi biliyoruz. Doktorlar ve hemsireler bütün gayretlerine rağmen takatlerinin üstünde basta hücumu ile başa çıkamıyorlar. Ama berşeyin de bir ölçüsü vardır. Şimdi hastahanede yatmakta olan bu hanım okuyucumuzun mektubunu bu işleri kontrol ile vazifeli makama vermiye hazınz. Var mı bu koca sehirde vatandas hayatını ilgilendiren meselelere el atacak bir vazifeli?... • Diyarbakır sağlık menaurlanndan Bay Sıddık Güney ise mektubuna şöyle başlıyor : « Uzun zamandır derdimi dinleteeek bir merci aradım, en nihayet sizi intihap ettim » . Çok güzel... Okuyucumun derdi şuduı : Elime aylık olarak geçen 335 lira ile üçü öğrenci olmak üzere on kişiyi geçindirmek ve ev kirası vermek zorundayım. Hayatımın, sonuna kadar sıkıntılarla geçecegini düşünüyor, hiçbir teselli bulamıyornm » . Sayın Sıddık Güney, imkânsızlığını iki cümlede özetleyivermiş. Bu imkânsızlık yalnız kendi meselesi değil, Türkiye'nin meselesidir. Bir »yrı yazıda bu konuyu yeniden ve daba uzun ele almak istiyoruı. tKl CDMHUBtTET ıııı=ıııııııııııııııııııııiHiııııuııııııııuııııııııııııııııııııııııiHimmıiifliıımiHiııiHiııtıiHmıımıtfiSfm I Hıann 1962 CİLAS'IN YENİDEN 1PSİNE SEBEP OLAN KİTAP • | GÜNCN KONULARI I ıııı|ııııııııııi!iiHiııuııııııuııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııuıııııınıııııııııııııııııııııtmmıııııifiıı Beyazıt meydanı bir an önce îstanbul Belediye Başkam Pro fesö'r Kâmuran Görgün. dün bah, Teknik îsler Reis Muavin Enver Cinkıhç ve daire müdürleri ile müşterek bir toplanti yaparak şehrin imar ve işleri konusunda izahat almış ve yapılması gereken işler hakkında direktif vermiştir Bu arada Görgün, Beyazıt meyda nı birinci kısrnı inşaatımn bir an evvel bitirilmesini ve bölgenin tahta perdeler içinde kalmaktan kurtarılarak ortaya çıkanlmasın istemiştir. Bu cümleden olarak t mar Müdürlüğü, Beyazıt meyda nının bir an evvel bitirilmesi için faaliyetlerini buraya teksif edecek tir. Ayrıca bozuk yolların onanlma sı da Fen Müdürlüğünce ehemmi yetle ele alınacak ve yaz aylarından istifade edilerek tamire ba?lanacaktır. Kalkınma ve Isflhsâl Ikinci buluşma Yaxan: Dr. İsmet Ciritli «Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle, yükselişi ile, alçalışı ile alâkalı olan, münasebeti olan milletin iktisadiyatı d!r. Tarihin ve tecrübelerin bu ha,kikati bizim m<l li tarihimizde ve milli hayatımızda da tsmamen belirir. Gerçkten Türk tarihi tetkik olunursa, bü tün yükseliş ve alçalış se beplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.» ÂTATL'KK I Yüz yılların ihmal, üuiistimal ve hayatlarına uğramış bulunan az gelişmiş ülkelerde, çağımızda kendini göstermeğe başlayan chakh» ve «sabırsız» kalkınma ve reform talep ve tazyikleri esnasında, çok defa, herkesin istihsalden alacağı payların toplamının, istihsalin ken disinden fazla olamıyacağı gerçeği unutulmaktadır. Hayatında bir parça olsun iktisatla iştigal eden her kişinin bileceği ve teslim edeceği üzere: Müli gelirden pay alacakların hisselerinin büyüklüğünü tâyin eden en önemli faktölr; bizfeat millî geirin az veya çok olmasıdır. Klâsik bir misalden faydalanarak, Mil li Geliri yani bir memlekette bir yıl zarfında istihsal edilmiş olan mal ve hizmetleri bir tepsi börek olarak tasavvur edersek, diyebiliriz ki bu tepsiden alınacak börek parçalarınm büyüklüğü her seyden evvel tepsinin büyüklüğüne bağlıdır. Ancak, bu demek değildir ki Millî gelirdeki her artıştan herkes muhakkak surette aynı derecede faydalanacak, yani tepsi büyüdük çe herkesin payı da büyüyecektir. Zira, Milli Gelir srttıijı halde bu artış, bilhassa az gelişmiş üîkelerde rastlanan kötü ve adaletsiz dağıtım yüzünden, mahdut veya muayyen ellerde kalmış olabilir. öyle ise bir toplum içinde istihsalden pay alanların hisselerinin üyüklüğü istihsale iştirak edener arasında paylaşılınası ve dağı ılması problemi yanında, bilhassa istihsalin kendisini artırmanın ölemi de küçümsenmemelidir. Tatbikat şunu göstermiştir ki, az gelişmiş ekonomilerde esasen çck düşük seviyede bulunan millî geliri artırma yoluna gitmeden, kiteler parlak ve sürükleyici «Sosral Adalet» sloganları ile sadoo.e u gelirin paylaşılması kavgasına kışkırtıldığı takdirde, bu gibi hareketler netice itibariyle açlar ve çıplaklar kervanına toplumun eskiden zengin olan mahdut bir zümresini katmaktan başka hiç bir sonuç doğuramamaktadır. Nitekim, bunun en tipik ve yeni misalini Küba'da görmek mümkündür. Esas olan ve faka* hükümeîin ehliyetli, raahir ve büratli icraatına ve vatandaşlann ise anlayış ve sabrına ihtiyaç gösteren şey; sermaye birikimini, yatırımlan ve istihsali artıracak yollara gitraek kısaca her şeyden evvel tepsinin büyüklüğünü artırmaktadır. Nitekim, bu anlamda oimak üzere Millî Geliri çok yüksek olan A. B.D. nin Cumhurbaşkanı bile; zam istiyen iş adamlarına ve işçilere bu artışa müstahak olmak için istih sali yani «Ekonomik Böreği» büyütmenin gerektiğini geçenlerde hatırlatmıştır. Bugünün gelişmiş memleketleri geç<?n yüz yıllarda evvelâ sermaye birikimi ile istihsalin arttınlması, daha sonra ise servetin âdil bir şekilde dağıtılması yoluna gittikleri halde, büyük sosyal tazyik. ler altmda yaşıyan bugünkü az gelişmiş memleketler bir taraftan istihsali arttırmağa gayret ederken, diğer taraftan vakit kaybetmeden ssrvetin âdil dağıtımını gerçekleştirmçk zorundadırlar Bu iki meselenin ayni zamanda baş kaldırması az gelişmiş ülkelerin «Kalkınma Tezatları. ndan birini teşkil emektedir. (1) Diğer taraftan gelişmls ekonomllerin bugünkü yaşama seviyeleri az gelişmiş memleketler halklarırının i.ştahasını kab^rtıp onları sabırsızlandırmakta, bu durum ise «Dengeli Kalkmma^ teorisi taraf. tarlarından Nurksenin deyüni ile (2) bu çevrelerde fedakârlık jrapmadan ekonomik refah meyva lannı elde temek arzularını kam filamakta ve çok defa enflâsyonİ3t bir gidişe sebep olmaktadır. Bu anİE.mda oimsk UKie bir müeüii çağmiizdaki az gell}aaî memlekotlerin gaiişme isUkazae>: lerinin «istihsali değil de istihlâk arttırma istikametinde olduğunu söylemektedir. (3) Bununla beraber son yılların tat. bikatı, gerekli plânlama tekniklerine ve icaplarına uyulduğu takdirde, az gelişmiş ülk'îlerdeki Millî Gelir, Yatırım ve îstihsal artışı oranlarmm, gelişmiş memleketlerinkine nazaran hiçbir zaman daha düşük nlmadığını göstermekte ve bu suretle az gelişmiş memleketlerin bir «fasit daire» içnide bulun. duklannı iddia edenlerin bu kötümserliklerinin yersizliğini ortaya koymaktadır. (4) Memleketimizin yılhk nüfus artışının % 3 oranında olduğu ve bunun önümüzdeki 10 yıl zarfında % 30 luk bir artış jfade edeceği hatırlanırsa, bu süre içinde istihsali « • • < ' > 50 ofranında arttırmayı tav siye eden milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası raporundaki görüşün isabeti teslim edilir. (1) U. N. Economic development, Pllning and International cooperation. p. 12. (2) Ragner Nurkse, Problems of Capita! Formation in underdeveloped Countries Oxford 1953. Ch. 1. (3) H. C. Wallich,Notes toward a theory of Deriv»d Development. (4) H. W. Singer, Trends in Economic Thought on Underdevelop. ment, Social Research, 1961 No 4 p. 396. * ' ' Bizimii daha hafiftir, dedi. Bu ilk karşılaşma asağı yukarj bir s*at sürmüştü. Ikinci bulnsma Stalin'le, birincisinden daha mânalı ve ilgi çeken ikinci bir konuşmamız daha olacaktı. Bu buluçmanıa tarihini tam olarak he tırîıyorum. Normandi're çıiı? ha rcketinin ariîesinde idi. Bu defa, ilk seferde olduğu gibi bana önceden haber verilmedi. Sadece Kremlinde beklendiğimi söy lediler. Akşam dokuz sularında beni oraya götürmek üzere bir araba geldi. Yugoslav heyetinden hiç kimse buluşulacak yerin neresi olduğunu bilmiyordu. Beni, Stalin tarafından ilk kabul edildiğimiz binaya götürdüler. Ta kat bu sefer daha başka odalar dan geçtim. Tam ben içeri gireceğim zaman Molotof gitmeğe hazırlanıyordu. Paltosunu ve «apkasını giyerken, yemeği Stalin'le birlikte yiyeceğimizi haber verdi. Molotof fazla konuşkan bir insan değildir. Stalin'in yanında v« keyfi yerinde iken, herkes de onun gibi düşünüyorsa kendisiyle doğrudan doğruya kolayca temas ediliyor. Başka zamanlar, Molotof, hattâ başbaşa konuşmalarda bile soğuk ve durgundur. Bununla beraber dönüşte arabaya bineceğlmiz sırada. Rusçadan başka hangi yabaneı dilleri konuştuğumu sorflu. Fransızca bildiğimi söyledim. Sonra söz, Yugoslav Komünist Partisinin kuvvetine ve organizasyonuna geldi. Harb patladığı zaman Yugoslav Komünist Partisinin gayri meşru sayıldığım ve üyesi on bin kadar, yani nisbeten az olduğunu, fakat mükemmel teşkilâtlanmış bulunduğu cevabını verdim. îlk dünya harbi başladığı zamanki bolşevik partisi gibi. dedim. Molotof şu cevabı verdi: Bu kat'iyen doğru değil, ilk dünya harbi başladığı zaman bizim parti son derece zayıftı, teşkilâtı karma kanşıktı, dağınıktı, mensuplannın sayısı da çok azdı. Harbin basında, Petrograd'dan Moskovaya sahte bir hüviyetle nasıl gittiğimi hatırlıyorum. Parti tarafından memur edilerek gönderilmiştim. Geceyi geçirebilecek bir rerim bile yoktu. Lenin'in kız kardesinin evinde saklanmak tehlikesini göze almağa mecbur oldum. Eğer yanılmıyorsam, adı Maria tlinişka idi. Stalin'le Konuşmalor ] künden daha kua föründü. Halinde de daha fazla bir rahatlık görünüyordu. Şaşılacak kadar boş bir çalısma odasına girdik. Görünürde ne bir kitap vardı, ne bir resim. Etrafımız bo? duvarlardan ibaretti. Bir küçük masanın atrafına oturduk. ClalİE, derhal, Yugoslav goccl tarsrgiluada olup bitca oîaylara dair sualler «ortnağa baeladı. Çok heyecanlanıyor, Yugoslav Başkumandanlığmın ve mensuplannın akibeti ne olacağına dair enditelerini belirtiyordu. Sonunda: Açhktan ölecekler! dedi. Bunun imkânsız olduğunu kendisine anlatmak irtedim. O devam etti: Niçin olmaHnT Açlığın mağlup ettiği aıkerler nice defalar görülmüştür. Açlık, herhangi bir ordunun en müthiş düşmanıdır. îzah ettim: Araıi öyledir H, her zaman yiyecek bir |ey bulunur, dedim. Bundan önce çok, daha kötü sartlarla karfilastık. Ama açhktan ölmedik. Stalin'i teskin etmeğe muvaffak oldum. Sonra, Sovyetlerin bize ne şekilde yardım edebilecekleri meselesini ele aldı. Kızılordu cephesi henüz uzaktaydı. Avcılann, nak liye uçaklarına refakat etmeleri mümkün değildi. Bir aralık Stalin birdenbire öfkelendi, pilotları suçlu bulmağa başladı: Korkaklar! diyordu. Güpe gündüz uçmağa korkuyorlar! Vallahi korkak herifler. Ingiliıleri Irkütaeınell Meselenin aslını bilen Molotof pilotları lavundu: Hayır, korkak değiller, dedi. Ne münasebet. Yalnız av uçaklarının yeteri kadar uçuş kabiliyetleri yok, nakliye uçakları daha hedefe varmadan düşürülür Üs. telik istiap hadleri de pek EZ. DÖnüş için lüzumlu olan bütün akar yakıtını gidiş seferindc beraber gütürmeleri lâzım. Onun için gece uçuşları yapmak ve çok az yük yüklemek gerektir. Ben Molotof'u destekledim. Sovyet pilotlarının, avcı himayesinde bulunmaksızın gece uçuşları yapmak, Yugoslavya'daki silâh arka. daşlarına yardımda bulunmek istediklerini biliyordumStalin, Tito'Hun daha devamlı mahiyeti olan bir genel karargâhta yerleşmesi lüzumunda ısrar ediyordu. Onun da firkini tamamiyle paylaşıyordum. Stalin'in bu görüşünü Yugoslavya'daki Sovyet askeri hej^tine de bildirmiş olduğuna süphe yoktur. Çünki Tito, tam bu tarihtedir ki, bu heyetin ısrarı üzerine Italya'ra geçmeğe, oradan Vis adasına gidip Kızılordu Yugosaryaya gelinciye kadar orada kal mağa razı otmuıtu. Stalin, bu gidişe dair, tabiî, tek kelime toylemetü, fabat. bu fikrin zihninde yer elmekt» o;dugu muhEkkak. n Ticaret ve Sanayi Odaları ile Ticaret Borsasının müşterek yönetim kurullan toplantısı, hafta sonunda yapılacaktır. Toplantıda, ithalâtm ayarlanması ve ihracatın gelişmesi mevzuları uraumi olarak ele alınacak ve Bakanhklararası Komiteye intîkal ettirilmek üzere müşterek örüşü belirten etraflı bir rapor hazırlanacaktır. İthalâtm ayarlarunası ve ihra. catın gelişmesi için rapor hazırlanacak Sıcaklar yüzünden yaş sebze ve meyva fiyatlan arttı Devam etmekte olan şiddetli sı:aklar, yaş sebze ve meyva fiyatarında ânzi bir fiyat yükselmeiine sebebiyet vermektedir. Yükelişin sıcakları fırsat bilen toptancılann harekete geçmiş bulunmalanndan ileri geldiği söylenmektedir. Filhakika. son günlerde aş meyva ve sebze fiyatlannda umumî olarak yüzde 10 15 arasında bir yükselme göze çarpmakadır. Evvelki gece saat 20 sıralarında Ayhan Tekel ismindeki bir şahıs hüviyeti tesbit edilemiyen bir kimse tarafından atılan kurşunla acağından yaralanmıştır. Muradiyede Yedinci Sevım sokağında oturan 26 vaşlanndaki Ay han Tekel, Kmltoprak Ga'i Muhtarpaşa durağından evine gitmek•e iken, karşısına oir şahıs çıkmış ve hiç sebep yokken tabanca ile bir el ateş etmiştir. Sağ ayağmdan yaralanan Avhan, tedavi altma alınmıştır. Polis. Ayhanm teşhis edebileceği meçhul şahsın hfiviyetini tesbite çalışmaktadır. ACI BİR ÖLÜM Dul Bayan Jules Sprjnger, Bay ve Bayan Wolfgang Meyer. Avukat Neslm Sages ve eşi, Bay ve Bayan Klno AlfandariSevlk. Bay ve Bayan Maurtce AlfandariSevik'ln sevgill babalan ve kayınpederlert, Viktor Alfandart'nln ağabeysl Emekli Belediye Doktoru g İ SUMER ÖZGELEN ile ^ SERVET TARHAN Ç5 Evlendiler % İstanbul 4.6.1962 Cumhuriyet 6958 Dr. B Ü N Y A M t N ALFANDARİSEVtK vefat etmiştir. Cenazesl 5 tnayıs 1962 salı günü «aat 13 te Büytlk Hendek «Neve Şalom» Slnagogundan kaldınlacagı teessürle blldlrillr. l!4ncılık: 4451 6974 Meçhul bir şahıs tarafından sebep yokken yaralandı CUMHURIYET Basan ve Vayan Cumhartyet Matbaacıhk •• Gasetecilik Türk Anontm gickctl Cataloglu Balkevi Soksk No. 3S41 Sahlbl Taıı Islcnnı fltlen ldare ectcu Mesul Müdür Nüshası 25 Kura* TEŞEKKÜR Kıymetli varhğım NAZİME NADİ Sekreter Aranıyor Yabaneı sermayeli bir ilâç fabrikasırun ticarî işler müdürü • için türkçe, fransızca lisanlaruıa bihakkın vâkıf, iyi daktilo kullanmasını bilen bayan sekreter aranmaktadır. Yazılı mufassal müracaatlerin lutfen ( P X . 172 GALATA İSTANBUL) adresine yapılması rica olunur. Beklâmcılık 24596384 MEHMET ALI ATEŞ'IN Gcrek hastalığında; gerekse son vazifesinde gösterdikieri candan alâkadan dolayı; aile dostlarımıza; meclek arkadajlarına; bankalar erkânına ayn ayrı teşekküre büyük acım mâni olduğundan; minnet ve şükranlarımı arza muhterem eazetenizin tavassutunu rica ederim. Refikası: Müzeyyen ATEŞ Cumhuriyet 6972 VECDİ KIZILDEM1R GaBetemlze rönaerUen yavKr ko nulsun, komıimum Uoe « t t ' m * tlaclardaa me&u!ıvet fcaotU »îâaaıaz Abon* T* t l n ıjleıl 1şia, OstUne cAbone* vey» ctlfta Serrteiı kaydmın konması lânjntJır. * BV GAZETB BASCM AHJAK T3A3AS1NA UYMAYI TAAHBOT M.S.B. 3 No. lu Sat. Kom. Baskanlığından ANKARA Kapalı zarfla 3000 kilo Yangın A ve B Eczası satrn alınacaktır. Muhammen bedeli 21000 lira muvakkat teminatı 1575 liradır. İhaîesi 13/6''1962 çarşamba günü saat 11.00 de Komisyonda yapüacaktır. İsteklilerin teklif mektuplanm ihale saatinden bir saat evvel Komisyona vermeleri lâzımdır. Postada gecikmeler kabul edilmez. Evsaf ve şatnamesi Komisyonda ve İstanbul Lv, Â. liği ilân kısmında görülür. (489Basın 7897/6954) Bebekte Cevdetpaşa caddesindeki otobüs liurağında Mehmet Ataker ismindeki şahsın arka cebinde bulunan 240 lira parası ile 20 dolan ve çek fiefteri meçhul bir yankesici tarafından çalınmışrır. Atakertn şikâyeti üzerine yan kesicinin hüviyetinin tesbitine çalısılmaktadır. 240 lira ile 20 dolannı çarptılar 4 İ L  N Şirketimizde tahsildar sıfatiyle çalışmakta olan MUSTAFA CANERLİ 1 haziran 1962 tarüıinden itibaren vazifesine nihayet verilmi? olduğundan Şirketimizle hiç bir ilişiği kalmadığını görülen Hizura üzerine ilân olunur. İLÂNCILIK KOLLEKTİF ŞİRKETt Üancılık /«973 Şehrimiz Belediye zabıtası son bir hafta içinde 12,280 müesseseyi kontrol etmiştir. Kontrollarda 4519 müessese normal görülmüş, 4799 una ihtarda bulunulmuş, 1150 sine ceza zaptı kesilmiş, 1737 si hakkında da zabıt tutulmuştur. Bir haftada 12,280 müessese kontrol edildi ARÇELİK DAİMA EN İYİSİNİ İMAL EDER EV ALETLERİ BÜRO EŞYASI METAL DOĞRAMA Faal 3476/6961 Nisantaşında mutena bir semtinde lüks bir apartımanın, iki odalı, banyo, mutfak, çok modern, telefonlu, «evkle döşenmis sana yaklaşıp zorlamasaydım.^ diye. Neden istedi? Çelimsiz, neşesiz, hattâ huysuz bir kızdım. tftihar levhasına geçmeye devam ediyordu Belki de onu bana çeken, adımın çokça iftihar lev. hasında görünüşüydü. Ögretmenlerden birinin, matematik çinin biai tamstırdıgı, yakınlaştırmaya çabaladığını hatırlıyorum. Galiba akrabasıydı Han. danın. «Göreyim seni bu avare kızı adam et, şuna çalışma zevkini aşılaynlım» diye uzun uzun sırtımı okşamıştı. O zaman bile süslü püslü bir kızdı Handan. Babası Bankalardan birinde yüksek bir memurılu. Da ha sonraları Ankarada bulnştn gumuz zaman onlar çoktan şehire yerleşmişlerdi. Güzel bir apartmanlan vardı. Babası işten çekilmişti. Handan fakülteye biraz da eğlenmek, koca aramak için girdi sanıyorum. Başına felâket gelmese, evli barklı, kendi sinden yirmi yaş büyük bir adama âşıK olmaya kalkmasa çoktan evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış bulacaktım onu ben. Sevgilisi babası gibi bankacıy dı. Zaten babası yüzünden tanımıştı onu. Her cuma karısıy la Süreyyaya dansa giden, pazarlarını çiftlikte geçiren giyimine, yemeğine düşkün, örneği ni o siralarda çok gördüğümüz kendini beğenmiş Anksır!\lı bey lerden biriydi. GUzel adam ol dugunu kabullenmek gerek onun «gözleri kadife gibidir diye, anlatırdı Handan, hele elle rinin bir dokunuşu vardır!» (Arkası VST IIIII )(İtM HAZİRAN 5 MUHARREM 2 C trt •1 •5 a a V. E. o c a | ] 4.28J12.12! 16.12|19.37|21.37| 2.09 1 8.52! 4.36| 8.36Ü200! 2.01] 6.33 =< • CUMHURİYET» in Edebî Tefrikası: 3 Yazan: PERİDE CELÂL Ama biraz sonra Petunia'lann en süsleyici çiçek olduğunu söy leyip, pyramidal'Ian, eğlantierleri saymaya başlar, bizdeki ağaçların hiç bir bahçede bulun. madıçını savunurdu. Bir zaman sonra ben ağaçlan, çiçekleri gözüme göründükleri gibi renkleri, biçimleri ile tanımıya, adlarına pek önem vermemeye başlamıştım. Ahmet Ağaya hiç bir zaman Türkçe adlarını söyletemiyecefime göre başka çarem de yoktu. Tuberosa'lara ^elince onları ben de pek bizim dille adlandıramıyordnm tnce beyaz boynnları üzerinde, uc. Iarında katmerli, küçük salkımcıklariyle bütün bir çiçek serini baştan başa dolduruyorlardı. Kokuları agır, bayıltıcı, mev simden mevsime dalgalanıp duruyordu. Evin içinde. Serranın dedifine göre, Nermin Hanımın kullandığı koknnun tuberosa'Ia. rın özel tertibi ile yapıldıfı dedikodudan ibaretti. Nermin Hanım Parisin meşhur bir kokucusunun Guerdanya lâvantasuu kullanırdı. tki koku birbirini tamamlıyordu evin içinde, «ve insan boğulur tabiî!» diye basardı kahkahayı Serra. Kadıköydeki evin bahçesinde otlann arasma saklanmıs küçük bir kuyu, adlarını herkesin bil. digi taflanlar, bir de ince bir leylik ağacı vardı. Kuyunnn ta. şına bsşınu koyop, otlann »rasına saklanır, gökyüzünü seyrederdim. Sevda ne demektir, tuberosa neye derier, eski güzel ağaçların gölge verdiği serlerin de bulunmaz çiçekler yetişen varlıklı evlerin bahçelerine açı. lan kapılar nerdedir, nasıi girilir o kapılardan, bilmiyordum daha.. Otlann açık bıraktıfı çamnrlu, kırmızı toprağın fizerinde yuvalannı yapan kanncaları seyrediyordum. Bulutlan bieim den biçime sokup gözlerimle resimler çiziyordum gökyüzüne. En büyük eğlencem yapraklar. dan toparladığım sümüklüböceklere toprakta ev yapıp taşlan fizerlerine yıgarak onları küçük deliklere hapsetmekti. Sa bahlan hangisinin kaçıp hangisinin kaldığım anlamaya koşar, okula gitmeden evvel kaçanlan toparlayıp tekrar taşlann arasına, taze yapraklann üzerine saklardım Tintin'den sonra bir zaman sümüklü böceklerle oya. landım durdnm. Annem, «ellerini yıka, iğreniyorum senden» diye, bağırırdı arkamdan. Odamda bulduklan nı toparlayıp atardı. «Koeaman kız sümüklü böceklerle oynuyor!» diye, babauı öfkeli kömılr sözlerle bakardı yüzüme. Ama artık korku'acak gibi degildi Zayıflamış, iyice çökmüştü. Yalnız göz ve bıyıktı soluk vüzfi. tki kelime fazla söylediği zaman ağzını balıklar gibi havaya açıp tıkanır kalırdı. O tombul, beyaz kadının sevdasından öldüğünü düşünmek gülünç belki ama, ben yine de babamın bir küçük akrep gibi o ynmuşak beyaz göv deye tırmanıp düşerek, onu yetneye çabalarken kendisini tüketip öldüğünü sanıyorum. Park yavaş yavaş tenhalaşmaya, akşam inmeye başlıyor şehre Ağaçlar kızıl yesil salkım salkım gökyüzüne doğru eümbüş içinde. Eve dönmekten ür. küyorum biraz. Açık havada kö. tülükler uzaklaşır gibi oluyor, korkum azalıyor, ölümü unutuyorum. Çekilen güneşin tatlı yu muşak ısıkları akıyer üzerîme. Gökyüzü masmavi. a'aclann dallan arasında küçük umut yıldızı parlamaya başladı. «Şim di hiç bir sey düsünmiyeceJim diyorum, şimdi kendimi bomboş bırakacağım. Sonra sonra!» diyorum. Olmuyor, eski günlere dalıp gidiyorum farkına varm^dan. Kızıltopraktaki küçük ev, yeşil bahee, sümüMfl böcekler ne. reden giriyor aklıma böyle! ÇocukluÇumdan bu yana bir çnk şeyleri sevmeden vsnmıs olmam da garip. SevmediSim seylerrten biri de okuldu. Yine de iftihar levhasına geçer, sınıflan birinellikle atlardım Dalgın bir çocnktura, unutkandım. Geceleri masanın önünde kulaklanra an nemle babamın içerden gelen gülüşlerinde, anlamıyan gözlerle açık sayfalan seyreder, ha. yaller kurar, kendi kendime olnuyacak maceralar yaşardım. Kendimi beğenmişliğimden çaIısırdım galiba. Erkek evlSt hasreti çekmiş olan babama bssanmı göstermek, ormn küçültücü, ilgisiz bakışlanndan kurtulmak için elimden geleni yapıyordum. Birbirinden bakım sız çocuklarla dolu, tebeşir, toz, agır nefes kokularının dalgalandıgı dershaneler, öğretmen. lerin yorgun, sinirli yüzleri, bir türlü yetiştiremedigim kitap, defter paralan, okul deyince bunları hatırlıyorum simdi. Ar kadaşım da yoktu. «Papncunu eskitme, paranı şekere, sakıza harcama!» diye, bağıran annemin sesi, «Senin yasında bir kız!» diye, nefes nefese söylenmeye başlayan babamın hasta Sfkesi, işte ilk gençliğimden, okuldan, evden aklımda kalanlar. Sınıftaki öbür temiz, tertipli öğrenciler, bn çirkin, somurtkan, kendini beğenmiş kıza sokulmaktan çokça hoşlanmazlardı Tine de arkadaşlarım oldn aralarında. Han dan bunlar. dan biridir. Erenköy Lisesinde başlar arkadaşlı*ımız onunla. Tine de tam bir dostluk diyemiyeceğim buna ben. Hüsnü Beyle olduğu gibi yakınlığın, anlayışın, şefkatin,, sıcak dalgalsn hiç bir »aman geçmedi yüre! Uimiz arasmdan. Zaman zaman gitem etmekten kendini alamaz Handan: * EiJer ben istemeseydint. KOMPLE MÖBLE kaloriferli, müstakil katı sahibi eli ile pazarhksız (100) bi» liraya gatıhktır. Derhal teslim olunur. 48 15 19 a gündüz leri müracaat. ıCumhuriyet Molotori» nrkh »r»b»da Araba oldukça hızlı, saattc ta)s riben 110 kilometre süratle gidiyordu. Yolda hiç bir seyle karşılajmıyordu. Yol boyunea Sovyef polisinin, bir yerindeki özel işaret ten, arabayı tanıdığı ve yolu bosalttığı belliydi. MoBkovadan çılctıktan sonra l:atTan döşeü bir yolt'sn iia^lemsğe ba^Iadık. Sonradsn bgrecdim, bu yolun adı «iıükümtt yölu» imiş. Harbden çok sonralara kadar bile, bu yoldan yalnız resçjî srebalsr geçebiliyoTdu. Bu;iin hâlâ böyle midir, bilmiyorum. Biraz eonra bir nöbetçi ile karsıla»tık. Soförün yanında oturan subay bir büçük isaret gösterdi, g«çtik. Arabanm sağ penceresi açjktı. Molotof benim cereyandan rahateız oldugumu söyllyerek camı kaldırdı. Bu camın son derece katın olduğunu o zaman farfcettâa ve bir zaıkh ortmnobilde bulon gumozu anladım. Galiba bir Packard'dı. Çünkü 1945 senesind* Sovyet hükiH»«ti, bu arabantn hemen hemen trpktsını Tito'ya vermitti. O tarihten on gön kadar evvel, Alm*nlar, Drvar'daki Yugoslav kurtulus orduau genel kar»rgfihısa bir ba»kın yapmıslardı. Tito üe askerl misyomlar dağlara kaemsk zovunda kalmışlardı. Erzak ve TBÜhimmat yardımı meseİMİ ştmdi daha âcil bir hal almıştı. Yolda giderken, Molotof, bu olann »eb«p oViuğu durum hakkıni* «nütslâamı »ordu. Son derece Igi götteriyordu. Heyecanlsnmamakla beraber, durumumuzu olduğu gttri öfrenmek istiyordu. Böyle kcmuşa konuşa otuz kilometre kadar yol aldı, sonra sola saptık, bir ağaçlık yere geldik? bir cenber nöbetçisinin yanmdan daha geçtik, yüz metre ileride rî»mir parmakhklı bir kapı önüne vardık. Çam ağaçlan arasında bir küçük villâya gelmiştik. Methale henüz girmiştik ki, Stalin'le karşılastık. Bu sefer, sırtında boyda^a boya ilikli, gayet sad« bir caket, ayağında düz iskarpioler vardı. Boyu bana, ilk gün Litittcfitler, Y.gosiav uökerleıi. yardım için îtalya'da bir Sovyet hava üasü kurulnvasma muvafakct ctmişlsrdi. Stalin, üssü cuvvetlsndiırmek irin oraja «cele cakdiye oşakları da gönd^rilmesi ürumunu 1leri sördü. StaKn, Tho'ya karfi yapılan Alman tıarruznnua «onucu hakkın daki iyiotMer 6oni»ıajnde« kuvvet almıs olacak ki müttefikler, hele 'ngilizlerle olan müoasebetlerimi* söıü setirdi. önce, eaas iUbaıiTİ» «tngilizlerl Srkütmememiı» gtrsktiği fikrini ileri «ürdü. Bundan maksadı, tngilil«ri tel&slandırabilecek, Yugoslavyada bir ihtilâl yahut komünist koBtroluna zarar verecek bir ma* nevra oldugu lannmı uyandıracak her türlü har«ketten sakmılmfsmı tavsiye etmekti. Sonr«, *»tıh ma««flklerle müMebetimm baçfca bir a$ıdan miitelea etti: Belki d« tngilizlerin müttefiki olduğumuz için onların kim olduklarını ve Churchill'in kim olduğunu unutuyoruz zannediyorsunuz. în gilizler için, müttefiklerini aldRtmaktan daha zevkli bir şey yoktur. Birinci Cihan Harbinin bütün devamında, Ruslarla Fransızları aldattılar. Churchill mi? Söyliyeyim, Churchill, ayağmızı denk almaz«anız, cebinizden bir meteligi bile aşıracak tipte bir adamcur. Evet, cebinizden bir metelik aş'.rabilir. Ya Roosevelt? Roosevelt öyle değildir. Elini cebinize daldınr, ama o, büyük paralar alır. Stalin, defalarca, Entellicen? S'eristen ve t^ilizlerin iki y'iz'tilüğAden, bilhassa Tito'nun hayatı bakımmdan, sakınmamız gereUtiğini söyledi. <Tarın: SOFRADA SOHBET) !!!!!S!Hin!H!»!»5H!!H!HHS!!»!«!l!!IHM!!»!î!|HH!!l!!!!!!!M!İLH!J!»!!!U!!!!!!S!!!î!!!:iS!!!!î!M!!!l!5!i!!!lIS! (Basın 8311697/)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle