Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CÜMHURİYBT Bir güzellik ameliyatı mütehassısının itirafı Doğruyu söyleten ilâç ne dereceye kadar doğru? Bir şeyin üzerinde çok konuşuldu mu, doğruya yalan da kanşır. Doğruyu söylettiği iddia edilen ilâc bahsinde de öyle oldu. Bilenler pek fazla konuşmuyorlar, fakat bilmiyenler birin yanına bin katarak anlatıyorlar. Duyanlar da sanıyorlar ki pek moda olan tabırıle bu «hârıka» ilâc her suçluyu bülbül gibi konuşturup olup biteni başından sonuna kadar anlattınyor. Evvelâ, iddia edıleni hulâsa edelim: Diyorlar ki, doğnıyu söyleten llâcı iğne ıle damarlarına akıttığınız Ganık, kendınden geçerek uykuya dalar ve uykusunda konuşraağa başlar. Bu arada, suçu varsa, hâdıseyi butun teferruatile anlaür. Mesele anlaşıhr. Hâkim de hükmünü verir. Hakikat ise şu: «Doğruyu söyleten ilâc» yeni blr eev değıldır. Bundan vırmi yedi sene evvel, birçok icadlarda olduğu gıbi, bır yanbşlık netıcesınde kegfedılmıştır: Dr. Vissıer adında bir tıb âlimi, ilâc vasıtasıle sun'î uyku mevzuu üzerinde tecrubelere gırişmişti. Bu arada, banotu tohumlarının bır kalevi ile karıştırılırasından elde ettıği bır ilâcı yanlışükla, uyku ılâcı yerine hastalarından bırine şırınga etti. Netice, hiç beklenmedık bir şey oldu: Hasta, yan uyku haline gırerek, bir takım mahrem itıraflarda bulunmağa başladı. Doktor, tecrubesıni başka hastaları üzerinde de tekrar etti ve ekseriyete yakm bir nisbette hemen hemen aym neticeyi aidı. Fakat bu keşfinden istifadeyi düşünmedi, zira onun maksadı hastaJa. rına rahat uyku uyutacak bir ilâc bulmaktı. «Scopolamin» ise, hasta yı sayıklamalara ve hezeyanlara sürüklüyordu. Dr. 'Vissîe'nin keşfi öylece kaldı. Son harbde «pentotal» denılen baş ka bir uyku ilâcının da aynı neticeyi verdıği gorüldü ve Dr. Goddard adında bir dığer âlim bunu geliftirerek adli tıb sahasında tatbika başladı. Tatbikat yüzde yüz netice verseydi bugün «doğruyu söyleten ilâc» üzerinde münakaşa oknazdı. Halbuki netice ilmî sayılabilecek nisbette değıldir. Öyle suçlular oluyor ki iğneden sonra gayet rahat bir uyku çekiyorlar ve ağızlarından bır tek kelime almak mümkün olmuyor. Bazılan ise, hakıkatte suçlu olmadıklan halde veya suçlarından bambaşka bir mevzu üzerinde türlü itirafta bulunuyorlar. Bunu nasıl izah edebiliriz? «Doğruyu söyleten» ilâc ortaya çıktığı gündenberi üzerinde bir çok tatbikat ve tecrübe yapıldı. Bugün işm ehli olan âlimlerin, üzerinde bırleştikleri bir hakikat var ki yukandaki suale aradığımız cevabı veriyor: «Scopolamin», «pentotal» v.s. sinirleri yorarak uyku haline geçiren birer uyku ilâcıdır. Bunlar vasıtasıle elde edilen uyku veya uyuklama halınde hasta sayıklamağa başlar. Fakat sövledikleri itiraf değıl, şuuraltının dılc gelmesidır Bu sözler arasında doğnı olanlar vardır, fakat yalan veya yanlış olanlar da eksik değıîdir. Hangısının doğru, hangisinin yanlıs olduğunu bılmedikçe bunlara «itiraf» adı verilemez. Bazılarının konuşup bazılannın konusmamalarına gelınce; konusanlar şuuraltlarında (yani vicdanlannda) gızli suçlan olanlardır. Bu saklanan suç altında ezılen vicdanı, konuşmaktan meneden şuur ve muhakemedir. Uyku bilhassa anonnal uyku esnasında şuur durunca vicdan yükünü atmak ister v» konuşmağa başlar. Fakat daima böyle olmaz. Eğer suçlu, islediği hareketten dolayı vicdan azabı duymuyorsa bu onun şuur altında bir yük teşkil etmez ve uyutulduğu " " " " konupnak ıhtiyacını duymaz. Diğer taraftan, suçun yükü altında ezilen vicdan da, dile geldiği zaman, şuuruna ve muhakemesine sahib bir insan gibi konuşmaz. Şuur altının kendine göre bir dünyası vardır ve burada bir çok karışık kanunlar hüküm sürer. Rüya juuraltmın başka şekilde bir dile gelışidir. Fakat, rüyada her gördüğümüz vicdanımızın hislerini aynile mi ifade eder? Demek oluyor kl «doğruyu söyleten» ilâcın tesiri altında herkes konusmadığı gibi, konuşanın söyledıkleri de mutlaka hakikat olarak kabul ediiemez. Bunlar şuuraltmın, çetrefil lisanile ve dili dolaşarak söylediği sözlerdir. Ruh Slimleri bunlardan, şuuraltmın muhtehf kanunlarma vurarak, bir mana çıkarabilirler. Fakat onlan ancak bu mahiyetlerile ele almak ve hakikatin ifadesi geklinde kabul etmemek lâzırodır. Normal hal L'ykudan uyanı; Uyku hali Yan nykn hali Nonnal vaziyet Bir şair: «Güzellik, kadınlann hayat içinde gördükleri rüyadır,» demiş. «Yüz kasab, yüz, güzellik için» sözü de meşhurdur. Bunun bir de masah vardır. Fakat artık masala lüzum kalmadı: Güzellik için deri yüzme, yeni ve ilmi tabirile güzellik ameliyab geniş ölçüde tatbik edilen bir iş haline geldi. Bu işın merkezi de, tabiî, Ameri kada. Fakat şimdiye kadar duy duklanmız hep meselenin parlak safhalarına veya reklâııuna dair. Bir de işin içyüzü var ki, bunu bir güzellik cerrahisi mütehassısının agzından dinlemek hayli faydalı ve eğlenceli olacak. Amerikanın en taninmı? güzellik cerrahlarırıdan biri olan Dr. Robert A. Franklyn, bilhassa erkeklere hitab eden bir mecmuaya yazdığı yazile bu sahada ilk defa olarak itiraflarda bulunuyor ve bir çok mahrem noktalan aydınlafayor. Söz Dr. Franklyn'in: * * * Benim faaliyet saham Hollywood ve civandır. Bunun ne demek olduğunu herhalde takdir edersiniz çünkü bu bölgedeki kadmlar kendilerine hep sınema artıstlenni mo del olarak alırlar. Karşınıza oyleleri gelir ki kendisini şöyle doğru dürüst bir kadına benzetmek bile orken, meselâ İngrid Bergman'a benzemek ister. İsmini vermiyeceğim, eadece rRüküş» diye bahsedeceğim bir cadın vardı. Hayatının ilk yirmi bes senesini nasıl geçirdiğini bilmem. Fakat son ceyrek asnnı «güellik müstahzaratı» denilen şeylerin reklâmlanna tecrübe tahtası lduğu muhakkakb. Bundan otuz sene evvel bazı filmlerde en ufak rollere bile zor cıkmış. Fakat o gün denberi Clark Gable ile beraber ilm çevirmek hulyası içinde yaşamıştı. Gloria Swanson'un yeniden paradığı fihnin gösterildiği gecenin ertesi günü telefon çaldı: «Ben falanca .. Derhal geliyorum, doktor, beni bekleyin.» Bekledim. Rüküş Hanım geldi ve e istediğini söyledi: «Gloria Swanson'a yaptığuıız lurun ameliyatının aynını istiyorum!» Ben hayretle yüzüne bakarken devam etti: «İstediğiniz parayı veririm. Ilverir ki bpkısı olsun!» Ne dersiniz? Dünyanın parasını :erse yüzünde iyiye doğru hıç bir alâh elde edılemıyecek olan bu •lli beşlik kadına Gloria Svvanson'â jurun ameliyatı yapmadığunı, aristin bu sefer de eskıdenberi keni mah olan burnile fılm çevirdığianlatmağa çahştım. Kandıramaun. Rüküş Hanım eski müşterilerimlendi. Dört sene evvel, gene isteği e ısran üzerine, bumunu ingrid ergman'uı bumuna benzetmek üzere ameliyat etmiştim. Benzemesine benzemısti araa, bu da bizim avallı artistin bas rol almasını emin edememişti. Ondan iki yıl aonra da, ihtimal bu muvaifakıyet «Güzellik, kadmlarm hayat ieinde fördükleri cfiyadır» ğini bilmiyorum, fakat çok geçmeden kadının bu doktor aleyhine dava açtığını haber aldık: Meksikalı doktor bizim Rüküs Hanıma Gloria Swanson'un bumunun bpkıtını konduramamıj! * * * Birl daha var, gene HoDywoodnu. Onun da merakı kocayla beraber yüzünü de değiştirmek. Şimdiye kadar altı kere evlendi ve her 'evlenişindeo sonra yeni bir güzellik ameliyatına koşar. Fakat kocasını muhafaza edemeyince de kabahati doktora bulur, bu sefer başkasına gider. Yüzü böyle değise değişe ne hale girecek, bilmiyorum. Bâri ilk «Olmaz,» dedim, olmaz iait sekline girse de eskl gencliğini yeniden elde etse. im. Devamlı müşterilerim arasında Arka arkaya fiç gün daha geldi, gitti. Nihayet ortadan kayboldu da bir tüccann kana var ki ondan ben de tımarhaneyi boylamaktan bahsetmezsem ddden hak«ü1ık etkurtuldum. Sonra haber aldım: mis olurum. Bu kadının gaga burMeksikadaki bir güzellik cerrahile nu vardı. Bana geldi, ameliyat etmutabık kalmış, ameliyat obnağa tim, çekme bir burun yaptım. Mem oraya gitmi*. Ne kadar para v«rdi nun ve mesud gitti. Fakat bir müdsizlik üzerine, fikrini değiştirmis, bu sefer Elizabeth Taylor'un burnunun tıpkısını istiyerek başka bir cerraha müracaat etmişti. Beni iknaa çalışarak: «tngrid'in bumu da, Elizabeth'in burnu da bana gitmediydi ama, Gloria'nınki pekâlâ gider. Saklamayın, doktor: Kadına ne güzel bir burun oturtmuşsunuz! Telcrar •diyorum: Paradan yana merak etmeyin. Hetn Dr. Franklyn bana yeni blr burun kazandırdı» diye reklâmınızı yaparım, hem de çevireceğira filmden ve ondan sonrakilerin hepsinden alacağım paranuı yüzde yirmisini veririm.» det ionra kızgm bir tavırla geldi: ' «Geçen gün falancada bir burun gördüm, benim bumumdan çok daha güzel Halbuki ben size «en güzelini yapm» demiştim. O kadın doktora benim size verdiğimden 500 dolar fazla vennis. İsteseydiniz ben de verirdim. O kim oluyormus da benimkinden beş yüa dolar daha pahalıya bir burun sahibi olmuş!» Kadını iknaa imkfin yoktu. Altı yüz lira fazlasile yeni bir ameliyat yaptun. Fakat başkasmda daha pahalıaını görüp gene bana çatacağından korkuyorum. Kadınlann para 11» herşeyi elde edebileceklerine bunlar ne güzel misal! Yamız, kocasının hali vakti yerinde olmasına rağmen güzellik ameliyatına heves etmiyen bir kadın gördüm ki o da kanm. Acaba o da bu işi para vermeden yaptırabilecegi için mi istemiyor? Uzun Boylu Kızlar Külübü «Herket kapuını kendi boyuna göre açar» diye bir «6* vardır. Bu dunya da orta boylu insanlar için yapılmıştır. Kısa boylular ferah ferah geziyorlar. Fakat uzun boylu isenız bu dar çerçeve içinde ne fikıntı çektiğinizi bilirsiniz: Otobüste iki buklüm durmaya ,otomobillere yerlere sürünürcesıne iğılerek girmeye, masaya kapanarak yazı yazmaya mecbur ,daha doğrusu mahkumsunuzdur. Bız erkekler yumuşak başlı insanlarızdır. Bu vaziyete içimizi çekıp boyun eğiyoruz. Fakat kadınlar oyle değıl: Isyan ediyorlar ve kendilerine göre bir dünya istiyorlar. Amerikada uzun boylu kızlaı birleşmışler, bir cemiyet ve kulüb kurmuşlar. Maksadlan uzun boyluların hakkım kabul ettirmek ve hayat çerçevesinin ölçülerini değ.stırmek. Cemıyeti kuran Miss Jewel Wolkenhauer diyor ki: «Beni en sinirlendiren Jfi£ İfelefon kulübeleridir. Orada teİIfonÜ oyle bır yere asmışlar ki rahat rârat konuşmânın imkânı yok. îlle jki buklüm olarak konuşacaksınız. Bu vazıyette sesihı kısıliyor, boğUİacak gibi oluyorum. Arkama saplanan sancı, dlzlerime inen ağn da caba. Cemiyetimiz dediğini kabul ettirecek olursa telefonlar o şekilde tesbit edilecek ki biz uzun boylu kızlar istediğimlz zaman onu kendi boyumuza kadar yükselteblleceğiz.» Miss Wolkenhauer 1.80 boyunda Yüksek topuklu iskarpin giydiği zaman 1.83 ü buluyor. Inadına da yüksek topuk giyiyor. Çünkü kendini dünyaya uydurma tenezzülünde bulunmak istemiyor, bilâkis dünyayı kendine uydurmaya çalı»>Xor • üztm Boylu Kızlar Cemiyetl, büİÜ Amerikada aza yazryor. Kabul spr^j basit: 1.70 ten yukan olmak Kulübleri şjmdiki halde yalnız Çhitago'da. Fakat cemiyeün gÖrdüğü j g b t Üzerine ,başka şehirlerde de iijef açılnıak tizere. çi şakaya almayın. UztiÜ boylu kızlar dediklerini dinletmeye başadllar. Dafıa şimdiden bir çok ig •â5ia?ırı ve hazır elbise fabrikalan nlar^ göre mal yapmaya başladıar. Bir demiryoju şirketl katarlafıiıa uzun boylu kızlar için ayn bir vagon ekledi. Cemiyet azası zaman zaman muht'elif şehirlerde yapüklan toplantılara bu vagonla gidip geliyorlar Husust vagonun koltuklan uzun boylu kızlann bacaklarını rahat ra' hat uzatacaklan şekildedir. Cemiyetin bir gayesi de uzun boylu kızlann şeref ve itibannı korumak. Amerikada, halk uzun boylulara alışık olduğu halde, fazla servi endam bir kadın gene alaya tdeğilse de, şakaya maruzdur. Boyle biıini görünce: «Yukanlarda hava nasıl?» diye sorarlar. Cemiyet, azasına insanlar arasında lâyık olduğu mevkii kazandırmaya çalışükça onlan «acayib birer mahluk» halinden çıkanp «herkesten üstün» birer insan haline getireceğine kâni bulunuyor. Bu mücadele ve propagandanın tesiri görülmüş ve daha şimdiden uzun boylu kızlar büyük bir itibaı kazanmışlardır. Sözlerini geçirttikleri görülen bu levend kızlara simdi herkes hürmet etmektedir. Chicago'daki kulübün en kısa boylu azası 1.70 boyundadır; en uzttfj boylusu da 1.82. Azası en kaİabahk yerlerin başında Kalifomiya ile NewYork geliyor. Kalifomiya ve c:van uzun boylu artistlerle dolu. New'İ'örit>aİd uitin boyitı kızlann çoğunu da operet yüdızlan teşkü ediyor. Şimdiki halde cemiyetin bütün Amerikada iki bindea fazla azası vardır. Kulübün bir iyiliği daha oldu: Fazla uzun boylu erkekler kendilerine eç ararken hangi kapıyı çalacaklarını arbk biüyorlar! Kulübün çöpçatanhk isleri de meyvasını vermeye başlamışür: Cemiyetin Los Angeles tebaasından Betty Ashley isminde bir artist kendisinin 1.85 boyuna Bruce King isminde 1.95 lik bir delikanh buldu, 1.82.5 boyunda bir kız olan Hazel Rich de 1.96 boyunda Cliffard Thom adında bir gencle evlendi. Bunlan okurken insanın aklına gayriihtiyarl Büyük Frederich'in babası geliyor. On sekizinci asnn bajlannda yaşamif olan bu Pnısyâ Krah, uzun boylu askerlerden mürekkeb bir ordu kurarak dünyaya hâkim olmayı düşünmüştü. Fakat arzusunu yerine getiremeden öldü. Oğlu Büyük Frederick ise babasının bu projesini tatbik etaı«di, çünkü kendisi kısa boylu kadınlardan hoşlaniri. AKİSLER Mesele bu şekilde kaldı. FU kıtkğı başladı Hindistandan gelen fillere iyi bakmamız lâzım. Zıra, Delhi'den verılen bir habere gore, Hindistanda yapılan son bır araştırma fil neslinin gittikçe azald:ğju göstermektedir. Hindistan hükumeti fıllerin neden azaldığını da tetkik etmiş v» umumî olarak bu ışe memleketteki kıtlığın sebeb olduğunu buımuştur. Bu vaziyet karşısuıda Hmd hükumeti senede 75 filden fazia ihracatta bulunmamayı Irarariaştırmıştır. Çifte prensesler Truman'uı kızı Margaret, Londrada misafir olurk*in, Zngıuz Kralı» nın kızı Prenses Margöret de Pariste bulunuyoriu. Eskıdenberi iki Margaretler, bin Kral'.ığın, diğeri Cumhuriyetin prensesi oiarak kabul edildiğine göre, bu çıfte ziyaretler alâkayla karşıiancu. Fakat iki «Prensesin» hayraman onlan bir arada görmeye ne Parıste, ne de Londrada muvaöak oıamadılar. Bu vaziyet karşısında «Pıenseslerin» birbirlerini kıskriıdıkliiuu ileri süren teisircilere de rastlanıyor. Güzellik ameliyatından sonra bir kadm aynaya bakıyor A» v. M..»» R.»,MI Polısler meğerse Çinlileri aramıyorlarmış. Bizi tevkıfş gebnişler. Vyanor: «B^ Amerikanım» dedi. «Hayir, Rtiistin,» aedüer. Ben karıştuti. «Bız gazetfeclyiz,» (îedim. «Burada çalışmamız için hükumetten musaademiz var.» Dınlemediler. Vyanor'â: | T bâş"v anor alelİcele giyi3m la ı. Ben de Öbür odaya gidlp Valyaya haber verdinu oKalk, giyin, gidiyortiz.» «Nereye?» «Bilmiyorum. Vyanor"u götürüyorlar. Biz de beraber gideceğiz.» Kalbınin hızlı hızlı çarptığı belliydı. Sahdamannın attığını görüyordum. «Peki.» dedi. «Çınlilerın aradıklan o zarfta ne vardı bilıyor musun?» < Bilmiyorum,» dedim. «Ne ı vardı7 Sen biliyorsan söyle.» Mtın paralann çalınan kalıbı vardı ) »Deme!» diye haykırmısun. Ş A N C H A dum,» diyordu. «Mührü sökmeğe de korktum. Ne yapacağız?» j Yapılacak şey basitti; Hemen koş tum, yazıhaneye gittim. Kapıdaki mührü söktüm ve Hua ile beraber içeri girdik. Kendisine derhal bir vazife verdim: «Bir hafta, on gün evvelki çince gazeteleri bul, o gündenberi Nankıng'den buraya klmlerin geldiğini tesbit et. Sonra Meşhur Adamlar Yıllığına bak. Bunlann arasında şüpheli bulduklanzu kaydet Altın para kahbını çalan adamın burada olduğunu zannediyorum.» Hua, Çinli feylosoflara hâs bir halle cevab verdi: B . . . . «OlabUir. Fakat Ylllık burada yok.ı *tıi T,fc, O hazırlanmcıya kadar ben Amerıkan konsoloshanesine telefon ettim ve Vyanor'un başına gelenleri anlarbm. Konsolos muavinl: «Ben derhal müdahale ederim,» dedi. Telefonu kapattım. Çaldı. Açtun: Callahan: «Yeni bır haber.» diyordu. <Shotweil ıle Meyer de burada. Y M A C ER «Şhotwell'le Meyeı'in kâtıbi Çu geldi, bir şeye baktcak için Utedi.» «Ne zamîn?» «Dün geçe. Solcağa çıkma yasağı başlamadan «wel.» Durdu. «Fena mı yaptm?» diye sordu. • «Hayır,» dedim. Fakat düşünmeye bajladım. Demek bizim akhmıza gelen konsoloshanenin de aklına gelmişti. Eve dönmek üzert taksiy* bindin. Fakat »onra fikrlml degiıtirdim. Eve gidersem gene Valya'nın sırnaşık asjcile kar?ilaşacaktım. Halbuki benim, başımı dınlemeye ihtiyacım vardı. Hamilton oteline gittim. En fist katta bir oda tuttum. Vyanor'â telefon edip orada olduğumu haber verdim. Sonra yazıhaneys telefon ettim, Hua'ya: «Mühim bır fey var mı?» diye sordum. Kâtibin vazifesi, her sabah Çüı gazetelerini okuyup bizinı havadis yapabüeceğimiz bjr vaüa olup ol A SI Yazan: Ahmad Kamal «Henuz ortaya bir şey koyamıyorum.» diyordu. «Çünkü parçalar tamam değıl.» ıNeler eksık?» «Onlan bilsem bulmasmı da bilirira. Araştırmamız ilerledikçe bunlan birer birer toplayacağız.» Kızmış gibi davrandım: «Sen kendi hesabına konuş. Ben bu işde yoğum.i) Vyanor şaka söylediğimi biliyordu, ısrar etmedi. Onu tahkikatıle başbaşa bırakıp yattım. Uyandığım zaman hava kararmıştı. Telefon çalıyordu. Valya'nın sesı: «Mark?» diyordu «Be'kı.» diye müphem bir cev?H verd m °*afime baktinr Dokuz buçuktu. O'jr'e üzpri yattığ'ma göre dokuz pari"n fazla uyumuştum. ' • ' • : «Dinle, Mark1» diyordu. " »• a iu i :h>m bir $ev var. Ağabeyim söy cdi ve sana tplefon etme^'i istedi.» «Ne var'1 <• Bunun üzerine Vyanor, fazla mü balâğa ettiğini anlamış olacak ki sesini yavaşlattı: «Emin değilim. Fakat öyle tahmin ediyorum. Şimdi bize 15 düşüyor: Kaybolan zarfı aramak ve onu duşürdüğü anlaşılan Çinliyi bulmakla Bu sırada telefon çaldı. Bızım yazıhanede çalışan Çinli memur Hua. »Kapıyı muhurlü bul Kaybolan para kalıblarile meşgulüz. Hükumet beyanname dağıtb: 1 yuaniık altın paralann yşkında geçmiyeceğini bildiriyor. Halk telâşlandı. Yeni bir haber alırsam bildirirün.», Bu sırada kapınm kapandığını duydum. Koştum: Vyanor'la polisler gitmişlerdi Şimdi ne yapacaktık? Nerede arayabilirdik ki? Çaresiz, oturup beklemeğe başladık. Valya kahvaltryı gen« üç ki»ilik hazırlamıştı. Dcimiz karşı karşıya oturduk. Vyanor'un yerini bof gördükç» bogazmuzdan lokmalar geçmiyordu. Kahvaltı bu şekilde ne kadar uzadı, bilmiyorum. Herhalde çok uzamıs olacak ki daha biz sofradayken Vyanor geldi: «İkimiz için de müsaade aldım, Valya,» diyordu. «Fakat bunu elde edinciye kadar akla karayı seçtim.» Kahvalhdan aonra koltuklara ku rulup sigaralanmızı içerken olup bitenler üzerinde düşünüyorduk. Bırdenbire Vyanor yermdea doğ ruldu: «Nerede?» madığını aramaktı. «St Andrews hastaneshıe glrip bir yaralıyı zorla götürmüşler,» dedi. «Yaralıyı «izin İvanov'un evine yakın bir yerdı bulmuşlar. İki elinden varahyrms.. Yanında bir adam daha varmış. Yeni ölmüş olduğu anlaşılmış. Her ikîsı de...» «Başka?» diye sözunü kestim. «Başka, bir bar arUstı var. Epey gürültü çıkarmış...» «Adı ne?» «Mi Tayçıanğ.» Telefonu kapadıktan sonra hastaneyi aradım. Yaraiının, hastaneye geldiğinden bir saat sonra götürüldüğünü öğrendim. Vyanor'a te lefon ettim. Hâdiseden o da haberdarmış. İş ciddileşlyordu. Demek ki kaybolan para kahbını çaıanlar bizim civanmızdaydılar da bizim haberimlz yoktu! Bu vazlyette herkesten fazla bizim çalışmamız l&zım geliyordu. Bir dereceye kadar, iz üzerine ayak basmış SüyıLıdık. Benim, üzerinie fa7İa uurmadığım haber de Vyanor u alâkadar et cŞu Çinli bar artistine ne dersin?» diye sordu . «Hangi artist?» «Mi TayÇianğ.» «Bu işle alâkası mı v>'>> '•ye sordum. «Zannederim,» ded . «Ben bir şey anlıyamvv.ı t dedim. «Eğer sen butün bu paıçalan toplavıp or'iya H' « y koya «Bırıni öldı •ı«ıı » bi''vorsan bana da ani' Vyanor un sesı gene degışti: L 4 (Aıkau vax>