28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 Evlul 1938 CUMHITRİYET TÜRK İNKILABINÂ BAKIŞLAR 39 iktısadî hareketler Çorab standardizasyonu Kadın çorablarının sağlam olmayışı, bizde daimî şıkâyet mevzuudur. Geçen sene bu vazıyeti gözönüne alan Iktısad Vekâleti, hiç değilse, ipekli'kadın çorablarını istandardize edebilmek için bir nizamname hazırladı. Sanayi erbabı da tabiatile bu nizamnamenin hükümlerini harfi harfine takib ettiler. Fakat gene müsbet bir netice almamadığını eksilmeyip artan şikâyetlerden anhyoruz. Bunun böyle olunşundaki kabahati ne Iktısad Vekâleti teşkilâtmın, ne de çorab fabrikatörlerinin sırtına yükliyemeyiz. Bu sanat şubesinin birtakım hususiyetleri ve icabları kadın çorablarını standardize edilmiş olmasma rağmen alanı ve giyeni memnun etmiyecek bir durumda kalmaktan kurtaramamıştır. B^unun böyle oluşu, yalnız çorab sanayii için millî sanayi aleyhine de bir vaziyet teşkil etmekte idi. İşte bu sırada Millî Sanayi Birliğinin delâletile çorab fabrikatörleri cidden takdire şayan bir uyanıklık gösterdiler; memleketimizde ilk defa olarak bir metaın kemiyet ve keyfiyet bakımından düzelmesini temin içın âmillerinin de kendiliklerinden harekete geçebileceklerinin güzel bir misalini verdiler. Çorab sanayii erbabı, aralarında bir kooperatif kuracaklardır. Kooperatif kurulması fikri kadar, apre ve örgü mütehassısları getirmek de çok yerinde bir hareket olacaktır. Şikâyet mevzuu örgü olduğuna göre, örgü mütehassısından büyük istifadeler temin olunacağı muhakkaktır. Standardizasyondan tam müsbet netice alınmasına mâni olan sebeblerin biri ve belki de birincisi de iplik meselesidir. Haricden gelen ve üzerinde (birinci kalite) damgasını taşıyan bir ipliğin hiçbir vakit birinci kalite olmadığı anlaşılmış bir hakikattir. Halbuki standard malda o iplik birinci kalite addedilmektedir. Kurulacak lâboratuar bu uygunsuz hali ortadan kaldıracaktır. Çorabcıların verdiği kararın en mühimi, ince çorab imalâtına nihayet verilmesidir. En ince kadın çorablan ithal memleketlerinin birincisi Romanya, ikincisi Tiirkiyedir. v Bu mühm meselenin bu sekilde halledilmesinden nekadar sevinsek yeridir. PAZAPDAN PAZADA Harbin himayesine sığman sulh Ne pratik mahluklar Pazarlıkla mücadele Havalar Taş değil, yağmur ya^ıyor ama.» Harbin himayesine sığman sulh Pazarlıkla mücadele Teşrinievvelden itibaren pazarlık kalkıyor. Dükkânlarda şöy !e konusmalar duyu lacak: Kaça? Üstünde yazılı bavım. 1 Üç yüz seksen nr" Evet.' Sekseni fazla. D°2İİ bayım. Hayır... Yanımsla üç yüzden faz1 la v" : da... Ust tarafını sonra versen olmaz mı? Teklif yok bavım. Müşteri üç yüzü verir, malı alır, çıkar. Gerisini borcludur amma vereceği şüphelidir. Pazarlığın bu hıleli nevılerıne karsı da tedbirler almalı. Satıcıle alıcının pazarhğı bir kredı muamelesi şekhne dökmelerine karşı en iyi çare ilk zamanİarda dükkânlara sivil memurlar göndermek ve bunun için de gizli bir «pazarlıkla mücadele» teşkilâtı vücude getirmektir. PENCERESİNDEN Güfte vebeste iirin sükut ettiği, yahud sükutun ;iir sayıldığı bir devirde yaşıyo•uz. Yalnız İstanbul radyosu susan şiirin sesini bize tattırmağa çalışıyor ve arasıra güzel güfteler dinletıyor. Güfeyi şiir olarak gösterişimi garıb görenler belki bulunacaktır. Çünkü bizde şarkı, sözden ziyade ses olarak kıymet bulan bir şeydir ve bundan dolayı şarkıyı yazanlar değil, besteliyenler şöhret bulur, tanılır. Bu, üzümü yiyip bağı aramamağı, suyu beğenip kaynağını mühimsememeği andıran garib bir telâkkidir. Güfte olmayınca tabiatile beste olmaz. Şu halde dineyici besteyi alkışlarken güftenin de hakkının unutmaması lâzımgelir. Fakat bizde, dediğim gibi, telâkki başkadır ve birçok güzel sözler, onları halkeden şairden ılınıp besjekârlara maledilmiştir. Bununla beraber güzel söz, güzel beseyi de, güzel sesi de yenmekte ve kendinin hakkı olan alâkayı kazanmakta ekseriya güçlük çekmiyor. Meselâ Cenab Şahabeddinin bestelenmiş şarkılan dinlenirken kulak, sesten ziyade söze açılıyor ve bediî heyecan besteden değil, güfte den alınıyor. îşte bir kısım bestekârların şiir sayılacak kıymette güfteleri ihmal ederek kelimeleri yavan, cümleleri dardağan, sarfı ve nahvi perişan şarkılan piyasaya sürmeleri de bu yüzdendir, besteyi güfteden üstün bulundurarak kendilerini bejçendirmek kaygusundandır. Fakat bu kaygu, bazan çok gülünc sözler dinlemekliğimiz neticesini doğuruyor ve bizi haklı olarak bestekârlardan şikâyete sevkediyor. «Süleyman olsam da...» sözlerini ihtiva eden bir şarkı, bu mevzuda kendini hemen hatırlatan ör neklerden biri olduğu için bestekârlarımızın ne çeşid şeyleri hem de sık sık musiki piyasasına çıkardıklarını anlatmış olmak için ben de o örneği tahlil edeceğim: İstanbul radyosunun haftada üç dört defa ya gece, ya gündüz bize dinlettiği bu şarkının güftesinden bir âşığın «Süeyman olsa bile cananını terketmiyece » »i» gibi bir mâna anlaşılıyor. Peki amma, bu Süleyman kimdir?.. Şarkıyı dinliyen eğer manav, kasab, kahveci gibi esnaftan bir zat ise şu Süleymanı mutlaka kendi seviyedasları arasında arıyacak ve sözü mânsız bulacaktır. Yok, dinleyici kendi halinde okur yazar kimselerdense hermeşhur bir Süleymanı hafızasında kolaylıkla bulamıyarak şarkıyı gene mânasız görecektir. Mekteb görmüş ve tarih okumuş okuyucuların bu şarkıyı dinerken kahkaha koparmaktan geri kalmamaları ise pek tabiidir. Zira güfte sahibinin ileri sürdüğü Süleyman, o ayarda okuyucular için ya Davudun, ya Yavuzun oğlu olabilir. Halbuki bu iki Süleymandan evvelkisi sarayına bin kadın doldurmuş ve bunların hepsile aşk hayatı yaşamıştı. Bu kadar bol seven ve ayni zamanda sevilen bir aşk üstadmın sevda islerinde nümune tutulmasına imkân var mıdır?.. İkinci Süleyman, malum olduğu üzere, âşık bir adamdır. Hatta sevgilisini memnun etmek için şuurundan, ve hayatından fedakârlıklar yaparak oğullarına, torunlarına kıymıştır. Fakat hiçbir zaman nahvetini, gururunu aşka feda etmemiştir. Onun tutumu, ayaklanna kapanan güzel başları okşamak için eğilmekten ibaretti. Sözün kısası şudur: İyi şarkılanmız az, kötü şarkılanmız çoktur. Kendi sesini kendi kulağına bile güç duyuran İstanbul radyosu da ekseriya kötü şarkılarî seçip bize dinletiyordu. Şimdi hür Türkiyenin hür sesi gibi dünyanın her yanmda sadası dalgalanacak br yeni radyo istasyonuna kavuştuk. Bu istasyondan «Türk musikisi» adı verilerek yayılacak şarkılann büyük ve titiz bir itina ile seçilmesini istiyoruz: «Süleyman olsam da» gibi yaveler yeni neşriyat programmda yer almamalıdır. Sesler ve besteler kadar sözlerin de güzelliâine dikkat ediürse Türk musiki^inin serefi korunmus olur. Halk Partisi ve Türk inkılâbmı sırf idealist veya sırf materyalist görüşle izahın kifayetsizliği, türk milliyetçiliğini yalmz psikolojik ve yalnız ekonomik sebeblerin dar kadrosu içinde tahlil etmeği de elverişsiz bir hale sokar. Kemalizmin tekbaşına hukukî ve siyasî yahud da tekbaşına tarihî maddeci izahlarında isabet olmadığını ileride göreceğiz. Türk milliyetçiliği de avrupa nasyonalizmi gibi büyük millî felâketlerın sosyal ruhî kompleksinden doğmuş olmakla beraber hukukî ve iktısadî bünyesinde hususî bir tekâmül geçirir: Demokratik çer çeve içinde kalır ve orta sınıfm bir yan dan büyük sermaye tazyikına, bir yandın da işçi ihtilâl hareketine mukavemetinden doğan bugünkü avrupa nasyonalizminin ekonomik esaslarından da ayrılır. Bunun için türk inkılâbı milliyetçidir, faşist değildir. Gene ayni sebeble, kapitalizmin tekâmülünden ve işçile sermaye arasmdaki tezaddan doğmıyan türk inkılâbı, devletçidir, fakat sosyalist değildir. Hukukan bu devletçilik, teşkilâtı esasiye kanununun hükümlerile inkılâbm demokratik bünyesine sıkı sıkıya bağlı olduğu için faşizmin ve komünizmin devlet telâkkilerinden ayrıldığı gibi, iktısaden de şahsî teşebbüse yalnız kifayetsiz kaldığı noktalarda müdahale etmeği kendisine şiar edindiği için ferdiyetçi karakterini muhafaza eder. Bu devletçilik sosyalist olmadığı gibi tamamile antidemokratik ve tamamile antiliberal de değildir. Bütün tezahürlerinde o, devletin ferd arasındaki münasebetlerin bize mahsus ihtiyaclara göre tanzim edilmesinden doğmuş hususî bir kombinezon şeklinde görünür. altı prensipi layıcı vasfıdır. Nitekim «lâiklik» de k!erikalizmi tasfiye ederek idareyi tamamile halka vermek bakımmdan cumhuriyetçi liğin diğer bir tamamlayıcı vasfıdır. Din ve devlet otoritelerini birbirinden ayıan lâiklik, onları birbirine karşı düşman değil, sadece nötralize eden bir harekettir. Devlet, dinin millet üstünde yalnız derunî plânda kalan ruhanî prestijine müdahale etmedıği gibi, dm de devletin sosyal ve siyasî işine burnunu sokamaz. İlk bahislerde inkılâba aid vesikaları tetkik ederken de görüldüğü gibi Türk inkılâbı antiklerikaldir, fakat antirölijyö (din düşmanı) değildir. Bu altı esasile Halk Partisi mücerred bir sistem ve akide değil, realist bir program takib eder. Bu program, avrupadaki partilerin tâbi oldukları ideolojilerin ve fikir sistemlerinin hiçbirile eş değildr. Avrupadaki partileri parti yapan şey, onların karşısında birer antitez ifade eden muhtelif teşekküllerin bulunmasıdır. Memle ketlerınde tek kalan faşist veya komünist fırkalarınm bile öteki memleketlerde hem eşleri, hem de karşılık partileri vardır. Bunun için bir «cuzü'lük» ifade ederler. Fakat Halk Partisinin ne memleket içinde, ne de memleket dışında eşi veya muhalifi olan bir teşekkül yoktur. Bu pati bir «parça» değil, «bütün» ifade ettiği için, partiden ziyade, içine bütün milleti alan bir vatan cemiyetidir. Bu partinin azalarile dışarıda kalan Kemalistler arasındaki fark şudur: Parti azalan Kema lizmin siyasî faaliyetine iştirak ehikleri halde parti dışında kalanlar, hususî veya halkevlerindeki aksiyonlarile yalnız kültür sahasını benimsemiş olanlardır. «Ankara» muharriri Bischoff Halk Par'isini avrupa partilerile mukayese ederken (sahife 300) şöyle diyor: «Rusyada, İtalya ve Almanyada olduğu gibi, devlet, parti ideolojisinin bir mahsulü değil, parti, kurulan yeni devletin yeni ideolojisini millet ölçüsünde yaymak üzere Mus'afa Kemal tarafından demokratça kurulmuş bir müessesedir. Bir yardım müessesesi ki, türk milletini, türk devletinin esa?ını teşkil eden altı prensipe göre, parti üyesi olarak değil, devletin vatandaşı olarak terbiye edecek ve yetiştirecektir.» Nürenberg kongresi kapanırken Cenevre asamblesi açıhyordu. Fakat birı kapandığı halde bütün dünyayı kendisile âlâ meşgul ediyor; öteki açıldığı halde kimsenin umurunda değil. Zira, herkes biliyor ki Nürenberg'den harb tehlıkesı ıkabılir, fakat Cenevreden sulh ümidinı ırtıracak bir teşebbüs doğmak ihtimali r oktur. Başvekiller sulh aramak için asar işin ezelî diyarı olan İsviçreye değil, harbin ve kahramanlığın ezelî yatağı olan Almanyaya koşuyorlar. Bundan da anlaşılıyor ki sulh, ancak harb yapmağa muktedir olan memleketlerden doğabılir. Hiçbir kuvvet ve kudreti olmıyan Milletîer Cemiyeti, sevgili Negüs'ünü bağrına basarak Leman gölünün kenarında uyuklıya dursun, Milletlerin nasibi, Cenevre ; J kadrosu dısındaki imkânlar ~'~ ' aranıyor. Havalar.... Türk inkılâbının «halkçılık» vasfı da sosyalist görüşile mütalea edilemez. Kemalizmde hiçbir hususî ve muayyen sınıfı temsil etmiyen halk, içine bütün sosyal tabakaları alan geniş topluluktur ve bu manada milletin iç bünyeden görünüşü" dür; bu bakımdan halkın hakimiyetile millî hakimiyet arasında bir kelime farkından başka birşey yoktur. Bunun için Kemalizmin bütün edebiyatında (nutuklarda, vesikalarda ve yazılarda) bu iki tabirin müteradif kullanıldığı görülür. Halkçıhkla milliyetçilik arasındaki fark, Atatürk Balıkesir halkınm kendisine nihayet kitle ile enerji arasındaki münasesorduğu suallere verdiği cevabda Halk bete irca edilebilir. Partisinin rolünü şöyle çiziyordu: Türk inkılâbının «inkılâbcılık» vasfı «Bu milletin siyasî fırkalardan çok caise bugünkü rejimin bir merhale olduğunu nı yanmıştır. Şunu arzedeyim ki başka ve yarın değişebileceğini asla ifade etmez. memleketlerde fırkalar behemehal iktısaO, ne tam demokrasiden tam devletçiliğe, dî maksadlar üzerine ieessüs elmiş ve etve kollektivizmin herhangi bir şekline, ne mektedir. Çünkü o memlekeilerde muhde, bilâkis devletçilikten tam demokrasiye telif stmflar vardır. Bir sınıfın menfaalini doğru bir tekâmüldür. O, herşeyden ev muhafaza etmek için teşekkül eden siyasî vel, Atatürkün bütün nutuklannda gö fırkaya mukabil diğer sınıfm menfaatini rüldüğü gibi bir tarih, kültür ve medeni muhafaza maksadile başka bir fırka teyet hamlesi ifade eder. Sadece hukukî şekkül eder. Bu pek labiidir. Guya bizim veya sadece iktısadî değil, toplu bir tekâ memleketimizde de ayrı ayn sınıflar var müldür. Samsunda verdiği konferansta mış gibi teessüs eden fırkalar yüzünden Atatürk Halk Fırkasının esas rolünü izah şahid olduğumuz neticeler malumdur. ederken şöyle anlatmıştı: «Maksada isal Halbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman eden yol birdir ve netice muayyendir. ,O bunun içine bir kısım değil, bütün millet da, cumhuriyeti takviye ve tarsin ile bera dahildir.»; «Halk Fırkası halkımıza siber fikrî ve içtimaî inkılâbda, medeniyet yasî terbiye vermek için bir mekteb olave teceddüd yolunda milletin azimkâra caklır.» ne ve muvaffakiyetle yürümesini temine Samsunda verdiği konferansta da şu delâlettir.» formülü buluyoruz: „ «Bugün milleli idare mes'uliyetini taşr Türk inkılâbının «cumhuriyetçil'k» vasfı halkçılık vasfınm hukukî ve siyasî yan heyet, bence, mefkure ve maksad şeklini tayin eder. Bundan da anlaşılır ki itibarile bütün millete şamil, unvanı Halk halkçılık, sarayın elinden hakimiyeti ala Fırkası olan cemiyet fırkasıdır.» PEYAMt SAFA rak halka veren cumhuriyetçiliğin tamam F.G. Beynelmilel Ticaret Odası heyeti Eylul rüzgârlı ve yağmurlu geçiyor. Ağaclardan birer ihbarname g Si dökülen san yapraklar bize ihtar ediyor: «Sayfiyelerden evinize dönünüz; odununuzu, kömürünü zü alınız; kışa hazır olunuz!» Bu ihtar kısa sürer. Arkasından, çok defa, pastırma yazı denilen boğucu sıcaklar gelir. Buna niçin pastırma yazı dendiğini bilmiyorum; acaba insanı hararetin ifratından pasjtırmaya çevirdiği için mi? Fakat şunu biliyorum ki, yazdan kalma itiyadlarla sokağa ihtiyatsız çıkanları da «Hazır ol cenge eğer ister isen sulhü bugünlerin yağmurları sucuğa çeviriyor. alâh»; fakat bugün cenge hiç hazır ol Demek ki bu sucuk yazının arkasından madıkları halde sulh istiyen memleket pastırma yazı gelecek. ler de var ki diplomatik çarelere başvur Tas değil, yağmur yağıyor amma.. maktan başka bir şey yapamıyorlar. O Bizim memlekette yağmur hem saadet, zaman sulh, cenge hazır olan milletlerin hem felâkettir. Yağsa ev bark yıkılır, tariradesinden doğar, fakat istedikleri yapıl lara harab olur, insanlar ölür; yağmasa dıktan sonra. Böylece sulh gene harbin orta Anadoluda kuraklık başlar, mahsul himayesine sığınmış ve onun müsaadesile alınmaz, kıtlık çıkar, Son yağmurlar genefes almış oluyor. ne birçok felâketlere sebeb olmuş: Bir Ne pratik mahluklar... Oda reisi Vatson Umumî kâtib Pierre Vasseur Memleketimize gelmiş bulunan beynelmilel ticaret odası reisi ve umum kâtibi ile beraberîerindeki Amerikalı mütehassıslar, dün odanın Türkiye Millî komitesi aza larile birlikte müzeleri ve şehrin diğer görülecek yerlerinı gezmişlerdir. Heyet, bu akşam Ankaraya hareket edecek ve perşembe günü şehrimize dönecektir. f Kent Dükası ve eşi Yugoslavyadan ayrıldı j MÜTEFERRtK Çiftehavuzlar yolu yaptırılmıştır Bir gazete, Çiftehavuzlar yolunun asfalt olarak Nafıa Vekâleti tarafından yaptırılacağmı yazmıştır. Yaptığımız tahkikata göre, Çiftehavuzlar yolu as falt olarak Belediye tarafından yaptı rılmış ve hâlen inşaatı ikmal edilmiştir. Çiftehavuzları Bağdad caddesine vasleden caddeye gelince bu cadde de Be lediye tarafından asfalt olarak inşa edilmek üzeredır. İki sene evvel Pariste görmüştüm, moda idi, bu sene îsanbula da gelmiş: Renkli, şeffaf, ince kadın muşambaları. (Bunlar muşamba değil amma empermeabl dememek için böyle diyorum.) O tadar ince ki, katandığı zaman bir erkek mendili kadar küçülüyor ve kadın çantalanna sığıyor. Bir küçük çantanın çinden bir büyük manto çıkması, profesör Zati Sungunın marifetlerini andıran güzel bir sürpriz. Belki bunun için kadınlar arasında rağbet buluyor. Çantalanndan rujjlannı çıkarıp sokakta yüzlerini boyıyan kadınlar şimdi de çantalarından muşambalarını çıkarıp giyiyorlar. Tuvalet masalan gibi gardıroblarını da bjr çantanın içine doldurmağa başladılar. Ne Dratik mahluklar! sürü tahribattan başka on bir vatandaşı da öldürmüş. Allahın rahmeti, her defasında bize birkaç vatandaş için Allah rahmet eylesin mi dedirecek? Her sene yağmur yağar ve her sene buna benzer felâketler olur. Demek ki ortada beklenmedik, umulmadık bir vaziyet yoktur. Acaba buna karşı tedbirler ahnamaz mı? Havadan gelecek belâlarm en yumuşağı, en temizi, en kıvrağı sudur' Yağan yağmurdur, taş değildir. Elbet bunun bir çaresi olacak. Ekinleri yaşatan yağmurların insanlan öldürmesine müsaade etmiyelim. SERVER BED1 Bursa (Hususî) Alacahırka mahallesmde 45 yaşlannda Şevkiye adında bir kadının yatağına girerek geceyarısı orada eli yüzü siyaha boyanmıs bir halde bulunduğunu bildirdiğim Şevkiye nin komşusu îbrahimin eski bekçiler den olduğu anlaşılmış ve bu eve ne maksadla girdiği anlaşılamamış olmakla beraber aslıye cezada görülen muhakemesi sonunda altı ay hapse mahkum edilmiştir. Altı aya mahkum oldu Amerikanın «muharebe sinekleri M. TURHAN TAN Koton komisyonu Çorab sanayiinde kat'î standardı mümkün kılmak için sanayiciler tarafından seçilen koton komisyonu, yarm ilk toplantısını yapacaktır. Komisyon bilhassa çorabcılar kooperatıfinin teş kili üzerinde görüşecektir. Basın Birliği fevkalâde kongresi İstanbul Basın kurumundan: İstanbul Basın kurumu fevkalâde kongresi 20 eylul 1938 salı günü saat 13,30 da tekrar toplanarak hazırlan tJYugoslavya Ingiliz Kralının küçük kardeşi Kent Dükasile karısı Yugos makta olan Basın Birliği kanunu ni lâvyada, Düşesin aılesi yanında bir müddet istirahatten sonra ayrılmışlardır. zamname projesinin müzak^resine deResım, Dükle karısını, Düşesin annesi Prenses Nikolâ, ablası Prenses Olga vam edılecektir. Muhterem azanın teşrıfleri rica olunur. ve çocuklarile bir arada göstermektedir. Nazilli (Hususî) Kazamızın cenu bunda, Karmcalı dağınm eteğinde Pirlebey isimli bir köy vardır. İki üç senedenberi, Menderes nehrinin kenarında bulunmasından, kendini pamukçuluğa veren ve bir hayli refaha kavuşan bu köy, son defa susuzluk ve doîayıs îe pamuk mahsulünün yanması tehlikesini geçirmiştir. Köyün ihtiyar heyetinden arığm iş letme hakkını iki sene müddetle üzer lerine alanlar lâzım olan bendi kurmağa muvaffak olamamışlardır. Bunun üzerine Kaymakam İhsan Kâhyaoğlu, köye gitmiş, sulamayı deruhde edenlerin bu işle alâkalan kesilerek köylüle rin elele verdirilmesi sayesmde bend bir haftada inşa edilmiş, bu suretle dört bin dekarhk arazideki pamuk mahsulü yanmaktan kurtarılmıştır Bend saye Amerika Hava ordusunun bu yeni tek motörlü avcı tayyarelerine <muha sınde civardaki Dualar ve Mesçidli köyrebe sinekleri> denilmektedir. Küçük, çok seri olan tayyarelerin 18 erlik filo lerinin arazisini de sularnak imkân dahalinde uçmalarından kendilerine bu isim verümiştir. hiline girmi^tir. Bir köyün pamuk mahsulü kurtarıldı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle