Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 Şubat 1938 CUMHURİYET San'at bahisleri Tesadüflerin yardımı Yazan: ZEYNEL AKKOÇ San'at hayatmda bilhassa güzel san'atIarda tesadüfün öyle garib cilveleri vardır ki bunlar bazan büyiik üstadlarm doğ masına sebeb olduklan gibi bazan da şöhret kazanabilecek kabiliyetlerin kararmasmı intac ederler. Hatta diyebiliriz ki bı« hususta hemen hemen ekseriya tesa düfler hâkimdir. Güzel bir grupun veya berrak bir mehtablı gecenin, yahud da derin bir aşkın kaç ressam, kaç şair yaratJığını tayin etmek mümkün müdür? Büyük bir Yunan ressamının garib hikâyesi hatırlardadır. Üstad sırtında tü feği yanında köpeği ile, bir avcı tasvir etmek istiyor. Avcıyı ve köpeği dilediği gibi yaratıyor. Yalnız av dönüşünün tam manasını verebılmek için köpeğin ağzını küpüklü yapmak istiyor. Fakat bir türlü köpüğü tecessüm ettiremiyor. Yorulmaz bir inadla senelerce köpüğü yaratmak için uğraşıyor. Fakat nafile.. Bir gün gene uğraşırken kan beynine çıkıyor, kızıyor ve fırçayı, tabloyu fırla tıp atıyor. Garip tesadüftür ki fırça serseri bir seyirle köpeğin tam ağzına isabet ediyor. Ressamm senelerce uğraşıp da bir türlü başaramadığı köpüğü harika deni lecek bir tabiilikle vücude getiriyor ve bir şaheser meydana geliyor. Bu suretle koca ressamın senelerce uğraşıp beceremediği sahne tesadüfün neticesile bir saniyede vücude geliveriyor. #** Son günlerde ölen meşhur heykeltraş Aleco Dossena'nın hakikî kıymeti de bu gibi tesadüfler neticesi meydana çıkmıştır. Hatta zavallı san'atkâr bu tesa düfler yüzünden çok defa müşkül vazi yetlere düşmüş, garib sahnelerle karşılaşmıştır. Dossena'nın mahir ve kudretli elindeki çekiç, mermerler üstünde sanki bir mum üzerinde işler gibi kolaylıkla oynamış, krymeti sonradan anlaşılan şaheserlerini vacude getirmiştir. Hatta ellerindeki bu meharetin neticesidiı; ki üç sene evvel Berlinde verilen bir san'at konferansmda o «fevkalâde elli adam» diye tavsif edilmiştir. Eserlerinde o kadar tabiilik ve can lıhk vardır ki en büyük san'at münakkidleri bile onun eserlerini Donatello, Ros salino ve diğer rönesans devrinin üstad larına benzetirler. Hakikaten onun üslubunda klâsikleri hatırlamak mümkündür. Işte 1927 senesinde, Floransalı kur naz bir antikacı eserlerdeki bu sırrı keş federek onlan «klâsiklerdendir» diye bütün dünyaya ve bilhassa Amerikaya satmağa başlıyor. Zeki antikacı işinde muvaffak olmak için, hayalinde zelzeleden toprak altında kalmış bir manastır yaratıyor, ve guya bu eserleri oradan çıkardığını ileri sürüyor. îşin içine de bir papaz sokarak manastın tekrar ihya et mek için paraya ihtiyac olduğundan bunlan satmak mecburiyetinde olduklarma herkesi inandırmağa çalışıyor. Tabiî bunların oradan, hükumetten gizli olarak getirildiğini de sözlerine ilâ ve etmeği unutmuyor. Rönesans şaheserlerini Amerikaya sevk işı o kadar büyü yor ki işe, bir İngiliz, ve bir Venedikli tellâl da karışıyor. Bir gün Venedikli tellâl bu antika sabşmdan şüpheleniyor. Romaya gelerek tetkikata başlıyor. San'atkâr Dossena'ya bir mermer kabartmanın fotografmı göstererek onu kim yaptığını soruyor. San afkâr tabiî kendisinin yaptığım söylüyor. Hakikaten Dossena bu antikacılık dalaveresinden habersizdir. Tabiî bunun iizerine rezalet meydana çıkıyor. 1928 de mahkemenin yapıldığı sırada bütün dünya matbuatı bundan bahsediyor. San'at âleminde büyük bir dedikodu başlıyor. Dossena'yı tanıyanlar hakikaten onun masum olduğunu, asla böyle bir şeye tenezzül etmiyeceğini ileri sürüyorlar. Kendısini tanımıyanlar veya çekemiyenler ise Cellmi'yi ve diğer san'atkârlan misal göstererek onun büyük bir dolandıncı ol Almanyada genc kızlara verilen iş Kıymetli hatıralardan Heykeltraş Dossena eserlerinin sahtekârlar Alman kızları, köylerde köylü ile beraber tarafından antika diye satılması sayesinde çalışıyor beklemediği bir şöhretle karşılaştı Dossena'nm Simone Martini tarafından yapılmış bir tablodan çıkardığı Meryem heykeli duğunu ileri sürüyorlar. Fakat sonunda mahkeme san'atkârın masumiyetine karar veriyor. Dossena bu suretle mahkemelerde büyük sıkmtı çek mesine ve birçok kimseler tarafından muaheze edılmesuıe mukabıl bu vak'a ve tesadüften şöhreti için kârlı çıkmış oluyor. Çünkü o zamana kadar eserlerinin hakikî kıymeti anlaşılamamıştı. Onlan mütevazı fıatlarla ve güçlükle satabılıyordu. Fakat antikacıların bir kabartmasını Londrada üç milyon lirete, Munerrio neykelini de Boston'da yirmi beş milyon lirete sattıkları meydana çıkınca onun eserlerıne alâkadarlann gözleri başka bir nazarla bakıyor. «Demek ki kıymeti varmış.» Işte Dossena da bu suretle meşhur oluyor. *** Ben kendisini tanıdım, ve çalışırken birkaç defa gördüm. Hakikaten bilgili bir san'atkârdı. Cremona şehrinde doğmuş, gencliğini orada geçirmiş. Küçüktenberi san'at meraklısı imiş. Daha çocukluğunda kiliseleri dolaşır ve oradaki eserleri tctkik ile vaktini geçirirmiş. Dossena eserlerinde daima taklidden çekinmiştir. Rönesans ülsub ve san'at ruhunu o kadar benimsemiştir ki her eserinde bu tesiri görmek mümkündür. Yaşa yışında bile bir rönesans üstadı gibi sade, çalışkan, ve kaygusuzdu. Onun içindir ki ona rönesansın mukallidi demişlerdi. Fakat hakikatte o bir mukallid değil, daha sonra gelmiş bir rönesans üstadı idi. Diğer bir hususiyeti de eserlerini yaparken iptidaî madde olarak tahta işler için eski antika tahtaları, mermer işler için de yeraltında kalmış eski mermerleri intihab etmesi idi. Bir gün gazetede Dossena'nın tahta dan bir Meryem heykeli yaptığını, fakat bunun Simone Martini'ye atfedildiğini okudum. Martini ressamdı. Omründe hiç heykel yapmamıştı. Merakımı yenemiyelek bu heykeli bir antikacı dükkânında görmeğe gittim. Tahtadan, ufacık, hafifçe boyanmış, canlı bir Meryem heykeli. Ayni Martininin bir tablosundaki gibi.. Belki san'atkâr bunu bililtizam yapmıştı. O bununla rönesans heykeltraşlarını taklid etmediğini, ancak bir ressamın tablosundan ilham alarak ve rönesans ruhu taşıdığını anlatmak istiyerek, ona mukallid diyenlere, güzel bir cevab vermek istemiştir. ZEYNEL AKKOÇ ıııııtıııiMiıiıııııııııııııiMiıınııııııııııııııııııııııııııııııııııııiııııııııınıııifiıııııııttıııııniııııııııifiıııııiMiııııiırıııııııııııııınııııııııııııııııı Nevyork Karlarm erimesi neticesinde Mohawk nehrinin suları taşmış, Nevyork eyaletinin mühim bir kısmını kaplamıştır. Berlin (Hususî muhabirimizden) Almanyada, on sene zarfında işsizlik yüzünden hâsıl olan büyük ıstırab ve muzayaka, Alman gencliğini, kendi vasıtalarile, birbirlerine yardım eylemeğe sevketmiştir. 1924 senesinde ilk «Gönüllü işçiler» cemiyeti teşekkül etmişti. İşsizlerin muhtelif içtimaî tabakalarına mensub olan erkek ve kadınlardan bazı gruplar Almanyanm şarkındaki bazı vilâyetlere taksim edilerek tarlalarda, ağır hizmetlerde çalıştırılmak suretile ekmeklerini kazanmalanna yardım edilmişti. 193031 senelerinde, işsizliğin tevlid etmiş olduğu muzayaka artınca, hükumet, programı umumun menfaatlerıne inhisar eden işler için malî yardımda bulunacağını ilân etmiştir. Yollar açan, bataklıklar kurutan delikanlılardan mürekkeb alaylar, taburlar teşkil edilmişti. Bu taburlar, çelik miğferliler, ruhban smıfı, umumî içtimaî muavenet gibi muhtelif partilerin himayeleri altına tevdi edilmişti. Bu devirde, kadınlann mecburî hizmetleri, erkeklerin mecburî hizmetlerini ikmale yardım eden muavin bir müessese gibi telâkki edilirdi. Yani kadınlar, mutfak hizmetlerinde, çamaşır işlerinde, hizmette bulunan delikanlılann söküklerini diktnek, tamir etmek hususlarında istihdam edilirlerdi. 1933 senesinde, erkeklerin «mecburî hizmetleri» kadınların «mecburî hizmeb> lerinden ayrıldı. Tamamile birbirinden farklı iki teşekkül vücude geldi. Alman kadmı hakkmda takib edilen gaye şudur: Kadmın, mümkün olduğu kadar lüks ve eğlencelerden vazgeçebilmesi, manen ve maddeten çalışması, cismen ve fikren sağlam olması, bugün, üzerine yüklenen mes'uliyetleri hakkile kavraması, güzel bir hayat yaşaması, milletin hayatını tehdid eden tehlike ve sefaletlerin, derinliklerine nüfuz etmesi ve o derinliklere vâkıf olması, kendisinden taleb edilen ve meşru olan herşeyi güler yüzle kabul etmesi, velhasıl, bir siyasî fırkayı değil, fakat bir siyaseti muhakeme edebilmesidir. Siyaseti, memleketin, diğer milletlere karşı mücadele etmesi suretinde telâkki etmemesi, ancak memleketin heyeti umumiyesinin kat'î iştirakile fedakârlığa hazır olduğunu hissetmesi ve düşünmesidir. Kadınların mecburî hizmetleri halihazırda üç şekil üzerine müessestir. Genc kızları ev işlerine aid hizmet etrafmda toplamak ve dahilî işlerin pratik kısmını onlara öğretmek, ihtiyac içinde bulunan çocuklara, çok çocuklu ailelerin takayyüdden mahrum olan çocuklarına nezaret etmek, muavenete muhtac ailelere ve köylülere muavenet etmek, buralarda, tarla işlerinin ikmaline kadar, genc kızların nezaretlerine tevdi edilen çocuk bahçeleri teşekküllerile çalışmaktır. Günde 16 saat tarlada çalışmak mecburiyetinde kalan bir kadının, ev işlerini, çoluk çocuklarmı, kocasmı ihmal edeceği pek tabiidir. Buna yardım olmak üzere gönüllü genc kızlar, günde altı saatlerini, onlarm hizmetlerine hasretmek suretile istimal ediyorlar. Tarlada, ev islerinde, bahçede, ahırda velhasıl köylünün mesgul olduğu umum sahalarda, ona bilfiil vardımda bulunarak, onlarm işlerini hafifletiyorlar. Köylülerle, ve pek muhtelif muhit ve tabakalara tâbi insanlarla olan bu irtibat, genc kızın terbiyesine en ziyade faydalı olan birşeydir. Şehirli genc kız, bir imalâthanede çalışan genc kız. o güne kadar yalnız kitablarile meşgul olan, ve kendisinden başka birşey düşünmiyen genc kız, şimdi küreiarzm canlı kuvvetlerile karşılaşmış bulunuyor. Bir günlük mesainin kıymetini, bir akşam tatilinin zevkini, mes'uliyetin canlı mefhumunu öğreniyorlar. Köyde, köylüler nezdinde, vazifelerini ifa etmemek imkânına malik değillerdir. İş, insanın karşısma dikilmiş duruyor. Onu ihmal etmek, onun intikamına hedef olmak demektir. Arpa, pancar çürüdü mü, açlık dîrakab yüzgösterir. Bundan maada, genc kızlar, bulunduklan yerlerde yalnız olarak çalışmazlar. Herbir «kamp» da aşağı yukarı kırk kadar başka genc kızlarla birlikte bulunurlar. Genc kızların bu müşterek hayatları pek sıkı bir inzibat, bir disiplin altında bulunur. Erkekler gibi sıraya dizilerek yürümezler, fakat iradeleri tamamile rr.üdirelerinin iradesine tâbidir. Ayni zamanda yataktan kalkarlar, ayni zamanda yatarlar, kayıd ve şartsız itaat ederler.Bu köy hayatı, mütevazı hizmetler ifa ederek büyük bir gaye ve menfaat için çalışıl makta olduğunu öğretir. z. ndokuzuncu asırda hayli ün alan şairlerden bır Fehim Efendi \ar. Bu zat iyi bir şair ol Yazan: ALİ RIZA SEYFİ maktan ziyade iyi bir hoca idi. Fars diEğer Onyedinci asnn ilk vakitlerinde tacirler kervanı da orduya kanşrnış gidi linde büyük behre sahibi olduğundan Londranm Sen Paul kilisesi yakininde yordu. Kervanımız elbise, ipek ve daha devrinin en güzide gencleri kendisinden Sıra sıra duran Ingılız kıtabcı dükkânlan başka kumaslar ve birçok yüksek değerli ders alıp bu dili öğrenmışlerdi. İşte bu zat meşhur Devletşah Tezkeönünden geçmemiz mümkün olsaydı, bu eşya ile yüklü olduğu halde sanki kilid resini türkçeye tercüme etmiş, Sefinetüş» dükkânlarda o sırada yeni basılmış bir altında imiş gibi emnıyette idi. Asıl ordukitab görecektik: «Şarkta gezintiler». nun içinde yolculuk ettiğimiz gibi, yanı şuara adile bastırmıştır. Kendi ifadesine Türkiyenin o zamanki iç ve askerlik mızdakı Yahudı tacirlerın cumartesi gü bakılırsa tercüme, ilâveler yapılarak ve durumu üzerine, bir yabancı gözıle de ol nü tatilı yüzünden, geç kalarak döküntü mevzu genişletılerek vücude getirilmiştir. sa, oldukça hoş, hatta faydalı bilgiler ve halinde giden başsız efrad arasında da Mütercim, esere koyduğu mukadderîie ren bu kitabı şöylece okumak bile insa kaldığımız vakitler çok oluyordu. Bunla de: «Ali Şirinevayiden, Sam Mirzdan pın değerli vakit geçirmesine yarar. Şark rın hiç biri yanımızdaki tüccar malına ve başka kitablardan da istifade ettim» ta gezileri yapan ve kitabı yazan adam veya eşyamıza dokunmad lar. Hırsız ve diyor. Halbuki Sefinetüşşuara ile Devoîdukça düşünceli ve o vakte göre çok yağmacıların cezası çok sertti. Yanında letşah Tezkeresi yanyana getirılmce bîgeniş fikirlidir. Seyahatlerini yapmasının iki yüz atlı olduğu halde bir sancak beyi rincisinin hacmi ikincisininkinden çok sebebi «dünya ahvalini öğrenmek» tir ordunun geçtiği mıntakayı durmaksızın küçük görünür.. Demek ki Fehim Efendi ve dediğine göre «dünyanm halini ise karakol ediyordu ve rasladığı adamlar o katmaktan ziyade atmış ve Devletşahm en iyi surette öğrenebilmek bizden çok rada ne için bulunduklarını izah edemez eserini küçültmüştür. başka olan milletleri görmekle olur.» lerse hemen oracıkta asılacaklarına şüpBununla beraber şu sütunda temas et« mek istediğim nokta başkadır. GencliBurada biz, Türkler için bugün heye he yoktu...» canla okunacak bazı sözleri, İngiliz cenBaşka bir İngiliz muharriri de gene bu ğimde okurken nasılsa gözümden kaçan bu nokta, Sefinetüşşüaranm dün gecc bir tilmeninin ağzından türkçeye aynile çe tarih için der ki: virmeği kendimize kutlu bir ödev biliyo«Avrupa ordularının silâhlı bir kuru daha yapraklarını çevirirken gözüme 1İİ5ruz; Türk devletinin bir takım şahsiyet kalabalık halinden kurtulmağa uğraştık • ti ve mütercimin fıkra kaydettiği sırada siz ve erkekliklerini, insanhklarını bitir lan bu devirde Türk ordusu tam bir or tarıhe bakmadığı bence sabit oldu. mış padişahların elinde iyice sarsıl ganizasyon modeli halinde idi.» Bu gibi eserlerin biraz ihtiyatla okunmasmdan ve milletin ihtiras savaşlan Gene bizim seyyah Blunt'u dinliye ması lâzım geleceğinin okuyucularımca ile ezılmesinden sonra, yanı bugün lim: da anlaşılması için mim koyduğum dikden 270, 300 yıl önce bile milletimizin «Bu kadar büyük bir insan kümesinin katsizliklerden bir iki örnek vereyim: îngilizîer ve bütün Avrupalılar gözünde hiçbir karışıklığa uğramaksızm, hiçbir dö Fehim Efendi Arab şairlerinden meşhur r.asıl bir yeri olduğunu aşağı sözde gö ğüş veya sarkıntılıkta bulunmaksızm, hiç Ferezdek'in hal tercümesini yazarken rebiliriz: yokluk çekmeksizin, hiç hastalığa uğra (Lâtife) başlığı altında bir fıkra yazı«Türkler bugün dünyada en büyük maksızm akıp gittiğini görmek insanı şa yor ve onunla pek ünlü bir Acem şairi îşieri yapan tek modern millettir. İmpara şırtacak bir haldi. Ordu 60 bin kişiydi. olan Hakaninin dostluklannı ileri sürerek torlukları cihanı zaptetmiş ve bu vakte Bazan ancak altı yedi günde bir şehre Ferezdeke Farisî şiirler söyletiyor. kadar hiçbir imparatorluğun yapamadı varabiliyorduk. Halbuki: Orduda iyi Halbuki Ferezdek 723 de, Hakant ğı şekilde sağlam temeller üzerine ku peksimet, pirinç, koyun eti o kadar bol ise 1 186 da ölmüstür. Aralarında muhit rulmuş bulunduğundan o düşüncedeyim du ki, vakit vakit çadırlarında Sipahi farkile beraber üç buçuk asırlık bir zaki: Bu devri en büyük şan, şeref ve par leri, yahud öbür askerleri seyretmek için man farkı •vardır. Sonra Ferezedek arablaklığı içinde kim görmek istiyorsa bu iş dolaşırken Türkler yerlerinden fırlayıp cadan baska dil bilmezdi, bilemezdi. için Türkiyeden iyi bir sahne bulamaz!» beni alıyorlar, zorla sofralarına oturtuFehim Efendi Muarrî lâkabile şöhret yorlar, son derece bol yedirip içıriyorlar lan filozof Arab şairi Ebül'ulâ'nm hal Adı Blunt olan bu centilmen, Dördün dı...» tercümesmde de üstadın ihtiyarlık devrec'd Murad vaktine raslıyan seyahatini, o Bundan üç yüz yıl önce yazılmış şu sinde kör olduğunu söylüyor. Halbuki zaman Venediklilerle Türkler arasında satırları okurken gururlu, tatlı bir sarhoş Ebül'ulâ henüz yedi yaşında iken çiçek kuvvetli bir barış bulunmasından dolayı, luk duymaz mısınız? Asil ve kahraman lletine tutuldu, gözlerini kaybetti. Zaten Venedik yolile yapıyor, lâkin Türkiyeye 1 ürk ırkmın misafirseverlığmi herkes bi onun debasına inkişaf veren ve ruhuna girmezden önce «Yeniçeri» dediği bir ir, ancak tanımadıkları ve dini ayrı bir kasırgalar yaratıcı bir bedbinlik aşılıyan fürk ile kendisine yemek, yatak, yata adama o taassub karanlığile kaplı vakit bu körlüktür. Fehim Efendi bu tarihî cak yer bulmak için bir pazarlık yapıyor lerde bile askerlerimizm gösterdikleri hakikatten de tegafül ederek herifi ömki: Bunda Türkiye topraklannda veya arkadaşlık, taassubsuzluk terbiye, milleti rünün sonunda kdr yapıyor! serhad boyunda korumanın dahil olduğu mizin en değerli ve derin insanlık hazineSefinetüşşuara, meşhur Halet Efendi şüphesizdir. Bu o sırada Venedikte bu lerinden, medeniyet yürüyüşündeki kud namına yazılmış ve kendisine takdim oîunan bir takım Türkler ve Yahudiler de retli örneklerinden biri değil midir? unmuştur. Efendi, devrinin mümtaz toplu olarak Türkiyeye gelmek üzere buŞu kadar var ki: Seyyah Blunt daha okur yazarlanndan ıken örneklerini kaylunduklarından Mister Blunt bu kervana o zaman, ordu başına geçen saray paşa dettiğim sakathkları düzelttirmemiş. Esekatılmıştır. Biraz onu dinliyelim: larının, Türk askerine mahsus sadelikten, re bir çok güzide adamlar ve o meyanda «O gece Lido'da yatan Venedik ka kanaatten ayrılmış, lüks bir hayat deko evdet Paşayla Tezkere sahibi Fatin dirgasına hep beraber bindik. Sabahleyin runa sarılmış bulunduğuna dikkat eyle Efendi de manzum takrizler yazmışlar, yelken yayarak yirmi dört saatte îsteria* miştir: fakat içindeki sakatlıklara temas etme nın bir Venedik şehri olan Rovinio'ya, Ordudaki paşalardan bazılan büyük mişlerdir. oradan da Dalmaçya'nm Zara şehrine bir debdebe, ihtişamla sefere gidiyorlar; Ben eserin ciddiyetine yakıştıramadıgeldik. Bu şehir vaziyeti yüzünden Adri bunların eşyasını altmış, yahud seksen de ğım bu lâübalilikleri okurken ve hele yatik denizine hâkim olmağa en elveriş ve yüz yirmi, yüz kırk araba taşıyor. Ferezdek'in Hakanî ile farsça müşaare lidir, bundan dolayı Türkler önce bura Paşa at üstünde bulunduğu vakit beş al yaptığını Fehim Efendiden dinlerken smı almağa kalkıştıklanndan şimdi sulh tı arabada üstleri sırmalı tenteler yahud engiz oğullarından Oktay Kaanın bir vakti olmakla beraber Venedikliler iyi değerli halılarla örtülü olarak zevceleri, sözünü hatırladım. Bu zat hakanlık ederce kuvvetlendirmişlerdir. Burada her va odalıkları gidiyor. Bazı paşaların yanın ken yanına bir adam gelir: kit için yaya ve atlı kıt'aları bulunduru da on, on beş kadın olduğu söyleniyor. Bu gece, der, düşümde Cengiz yorlar. Zara'dan sonra İsklavunya (Slâ Bu kadmlar arabaya bindikleri vakit de Hanı gördüm. Bana seni görmekliğimi vunya) nın Spalatro iskelesine geldik.» gözlerinden başka bir yerleri görünemi ve bütün müslümanları öldürürsen kendiBlunt'un Spalatro dediği kasabayı bi yecek surette kapalı iseler de gene ara sini ahirette hoşnud etmiş olacağını söylezim tarihlerde «İspelet iskelesi» diye gö baların iki yanında atlılar giderek tente di. Ben vazifemi işte yaptun. Sen de ba^ rürüz. Bu sahil kasabası o zaman Türki lerin açılmasına ve başkalannın arabaîa banın emrini yerine getir. yenin iktisadiyatında ve daha ziyade ra yaklaşmasına mâni olurlarOktay Kaan sordu: Venedik ticaret hayatı için çok önemli «Ordu hareket ederken paşalann ça Sen moğolca bilir misin? idi. Daha doğrusu îspelet iki memleket dırlan önünde bulunanlara çok nefis şer Hayır. arasında ticaret kapısı idi; bizım devlet betler dağıtılır, bundan sonra paşa ata Öyleyse yalan söylüyorsun. Çünkü kızmca Venedik cumhuriyetini Spalet biner ve paşa mehterhaneleri çalınmağa ve babam Cengiz Han moğolcadan başka ro iskelesini kapamakla korkutuyordu. asker yürümeğe başlar. Ordu Tuna bodil bilmezdi. Blunt diyor ki: yuna konduğu sırada Murad Paşanın oŞu fıkraya göre Oktay Kaan Sefine«Burası Venediklilerin bu yanlarda Uğına yaklaşmış bakıyordum; paşanın üşşuarayı görseydi mutlaka kızacak ve tek ticaret deposudur. Bu limanla Vene iç oğlanlarından biri beni yabancı göre Ferezdek arabcadan baska dil bilmezdi dik şehri arasında hiç durmadan iki ka rek yaklaştı ve bir bardak şerbet sundu. diyip Fehim Efendiye çıkışacaktı!.. dirga gelip gider, Venedikten Türkiye, Bunun üzerine ben de karşılık olarak, M. TURHAN TAN Türkiyeden de Venediğe giden eşyayı hususile paşanın adamlarından birini tanımış olmak için, ona Londrada West taşırlar..» Teşekkür Şurasmı söylemeliyiz ki Spalatro minster Hall semtinde beş şiline satılan Oğlum Alev'in doğumunda dikkat, (Ispellet) liman şehri Venediklilerin ol fildişi kaplamalı bir küçük ceb aynasile tina ve büyük hazakatile bize yardımmakla beraber Türkiye împaratorluğu bir de tarak verdim. Genc Türkün bu he da bulunan doğum mütehassısı doktor diye çok hoşuna gitti ve onu paşaya gösnun limanda bir beyi bulunuyor ve liman Münir Halil Erem'e ve ebe Bayan Şeritermiş olmalı ki: Beni çağırdı, büyük ilgümrüğünü Venedik değil, Türkiye devfeye karşı duyduğumuz şükran hisleritifat göstererek uzun uzun konuştuktan ni açıkça bildirmeyi bir borc sayarım. leti alıyordu. sonra, hıristiyan olduğum için, dın ve kaCumhuriyet Bursa muhabiri İngiliz dostumuz (Bosnasaray) a genun hükümlerinin Türklerle birlikte PoMusa Ataş liyor, o sırada Dördüncü Muradm Le lak'lara (yani Lehlilere) karşı muharebe histana bir sefer yapmak üzere bulunması etmeğe müsaid olup olmadığını sordu. Lâdolayısile, Belgradda toplanacak orduya kin ben harb işine karışmak istemediğim karışmıya giden Bosna paşasının beş altı den kendisine teşekkür ettim ve beni sebin kişilik ordusıı da Belgrada geliyor. yahatime devam için serbest bırakmasını Belgradda toplanan büyük ordu Sadrıayalvardım ve şu sözleri de ilâve eyledim: zam da gelince oradan Sofyaya yola çı«Yoksa dünyanm en büyük devleti ve kıyor. Blunt'un anlattıklan içinde bizi en en büyük milleti arasında askerlik etmek ziyade ilgilendirecek nokta o zamanki benım ıçın en büyük şeref olurdu...» ordumuzun Kanunî Süleyman devrin Mister Blunt Tuna boyunda ordu deki yüksek disiplinden çok uzak kalmış dan ayrılmış, İstanbula kadar gitmiştir. o'.makla beraber bir İngiliz centilmeni dimağında terbiyemiz hakkında uyandır Bu hususta dıyor ki: «İçinde bulunduğum kervan ve benim seyahatimi idare eden dığı intıbadır. Blunt şöyle anlatıyor: «Ordu kalktığı vakit paşalar hep bir Yeniçerinin harb sahasından uzaklaşmak likte yol almıyorlar. Her paşa askerile, ve kendi ticaretine bakmak arzusu yü öbür paşadan bir saat kadar sonra yola zünden yazık ki orduyu bırakmağa mecçıktığından ordu hareketinde hiç karışık bur oldum. «Yabancı gâvur» a karşı o Paris Amerikanın ilk Cumhurrelık olmuyor. Gerek bu yürüyüşte, gerek kadar centilmence ve dostça davranan si Corç Vaşington'un doğum gunü daha sonra bulunduğum yürüyüşlerinde Türk Sipahilerinden istemiye istemiye ay münasebetile Paristeki Amerikan kof bsni şaşırtan, takdirimi yüksek bir dere rıldığımı itiraf ederim...» onisi M. Vaşmgton'un heykelini me« rasimle selâmlarnıştır., cede uyandıran birşey de şu oldu: Bizim Ali Rtza Seyfi Uçyüz yıl önce Türk ordusile beraber PENCERESiNDEN Oktay Kaan görseydi 4