05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 Ağustos 1937 CüMHURİYET Bilinmesi lâzım hakikat Antakya sancağının adı Hataydır! ; bu kelimeyi tarihin derinliklerinden yeryüzüne arttık ve onu asıl sahibi ülkeye armağan ettik. Bu bir hakikat ve tarih işidir Yazan : Hikmet Turhan Dağlıoğlu tı beş gün önce Antakyada bir dos gönderdiğim mektubu posta müvezıin bana tekrar geri getirdi. Mektu üzerine Antakya postanesi fransızca k: Region Hatay n'existe pas en ani (Suriyede Hatay mıntakası ud değildir) meşruhatını vererek gele etmek işgüzarlığmda bulunmuş . Cenevrede Sancak için kabul edi >ir statü olmasına rağmen oradaki :Iere reva görülen zulmün ve yapılan ıklann bilânçosunu burada yapacak im. alnız şu ciheti tebarüz ettirmek lâ ır ki bir taraftan Suriyeliler bir ta n da bazı Fransız muharrir ve mebı Antakya İskenderun ve havalisi"\rablığını, Suriyenin aynlmaz bir ası olduğunu ispat etmek için bir sisdahilinde ve bir fikri mahsusla yazıbroşürler, kitablar çıkartmaktadır. ıkya tarihini Arab, Bizans ve Roma ine bağlıyan ve Türklerin Balkani, Suriyede, Irakta, Mısırda olduğu burada da bir kaç asır hüküm sürdüyazan bu yaman yazıcılar, alimler, daki tarihî kıdemin Türklere ve deri natalan Hititlere aid olduğunu ez değillerdir. oma ve Bizans medeniyeti Ana da hazır ve parlak bir medeniı esaslan üzerine kurulduğu ve bu eniyetin şarktan, Orta Asyadan ge jluslar tarafrndan getirildiği de ma an olsa gerektir. ugün Maraş dediğimiz güzel yurdun tler devrinde adının Markasi olduğu» e sonra Gurgum, Romalılar devrinde ımagen olduğunu Haçhlar devrinde ase ve nihayet sonralan her Türk ıleketinin adının dinî tesirleri altında blaştırılmak modasınm rcvacda oldu.amanlarda buranın Mar'aş yapıldı akikati meydandadır. litit medeniyetinin Haleb ve îsken n çevresindeki zengin tarihî varlığı eb ve İstanbul müzesini dolduran Hiserlerinin çokluğu ve nihayet tarihî katler bize bugün Hatay dediğimiz ıkya • İskenderun Sancağının Arabve asıl Suriye dediğimiz yer adile ılâkası olmadığım göstermeğe kâfidir. en Fransız müverrihlerini işhad edediyeceğim ki Suriye dediğimiz kıt'a zaman istiklâle kavuşmadı ve Suriududu da hiçbir zaman muayyen ve coğrafî bir sarahate mazhar olamalistorie de l'Art dans l'antiquite diye ser yazan tanmmış Fransız arkeologın G. Perrot eserinin dördüncü cildi323 üncü sahifesinde der ki: lititlerin İskenderun civannda ve vede işgal ettikleri arazi beşeriyet tade mühim bir rol oynuyordu. İskenn cvarında üç millet yolu birleşiyori bunlar tabiatin çizdiği yollardı. Bu ırdan biri küçük Asyadan îstanbu liğeri Suriyeye, Filistin ve Aarabis , üçiincüsü de Oront Asi nehri ve Fın geçerek Mezopotamyaya gidiyormedeniyeti) adlı eserinde de: «Haleb şehri ve Oront kıyılan daha Milâddan evvcl Yirminci asrın sonlanna doğru Hititler tarafından elde edilmişti. Buralarda Hitit nüfuz ve hakimiyetinin teessüsü Mezoportamyalılan çok ciddî endişelere uğratmıştı.. Hititlerin Ramses II ile yaptıklan meşhur Kadeş muharebesinin aslî sebebleri arasında asıl Suriyeye hakimiyet davası büyük bir rol oynamıştı. Meşhur Fransız müverrihlerinden Maspero da Akdeniz, Lübnan ve Fırat arasındaki mmtakanın muhtelif Hitit prensliklerile dolu olduğunu ve buradaki Hitit medeniyetinin kuvvetli ve esaslı olduğunu (Akvamı Kadimei Şarkiye) tarihmde zikre diyor ve Suriyenin müstakil olmaktan ziyade mahkumiyet altında yaşadığını ilâve ediyor. (Bakmız cild 3. S. 32). Ve Akdeniz mmtakasındaki küçük devletlerin en şanlı ve tehhkelisi ve idare merkezi Kargamis olan ve kendisine Hati veya Hata denilen bir devlet oldu ğunu da ilâve ediyor. Ve gene Masperoya göre Gurgum Hititlerin garbı şimalî hududu idi. Prensleri Maraş Markasıda hüküm sürüyordu. Ve Hititlerin idaresi altında ve Saeur nehrinin cenubunda bulunan Bit Adini bugünkü Haleb ve havalisi) Oront önünde bir kilid gibi uzanıyordu. Hititler dörtbir tarafa giden yollara hâkim bulunuyorlar ve gelip geçen kervanlardan vergi alıyorlardı. Hititleri süpüren dalga, deniz milletIerinin hücumu muhakkak ki bir çok varlıklan yıktı.. Fakat şurası hakikattir ki asırlarca Oront kıyılarında hakimiyetle ri yaşıyan Hititler buraya adları olan Hata adını tarihî bir abide olarak yadi gâr bıraktılar. Hititlere dair eser yazan Fransız alimlerinden De Laporte ve Le Probleme Hitite diye çok yeni bir eser yazmış bulunan Cavaignac'iB eserleri de hakkile mütalea edilecek olursa ayni hakikate vanlacağına şüphe yoktur. Bir hakikatin asırlarca toprak altmda gömülü kalması, onun ne kıymetini, ne de tarihî ehemmiyetini eksiltmeğe sebeb teşkil etmez. Orta Asyadaki Hatay ve Oront kıyılarındaki eski Hata ve bugünkü H a tay arasındaki münasebetleri dünyanın dört bir çevresine medeniyet saçan atalanmızın, kahramanlıklarile, tarihî hakikatlerle ve nihayet bugün yaşıyan coğrafî varlıklarla izah ediyoruz. O halde bugün Hatay ülkesi Suriye değildir. Fakat Hatay, dört bin yıllık bir varlığrn ve hakikatin bizzat ve asil bir ifadesidir. Türkiye Cumhuriyeti alimleri bu tarihî hakikati vesikalara, dünya alimlerinin eserlerine, müzelerdeki Hitit ve diğer milletlerin abide ve yazılarına müracaat etmek suretile de bütün düyaya ilân ede ceklerdir. tktısadî hareketler Nazilli fabrikası büyük bir ihtiyacı karşılıyor Beş yıllık endüstri programımızın her biri ayn birer abidesi ve zaferi olan Bursa Merinos ve Gemlik sun'i ipek fabri kasile beraber, Nazilli basma fabrikası nın küşad resmi, önümüzdeki günler içinde, Başvekilimiz İsmet İnönünün uğurlu elile yapılacak. Bursadaki Merinos fab rikasının da, Gemlikteki sun'î ipek fab rikasının da sınaî ve iktısadî varlığımızda ayn ayn ehemmiyetleri buhınmakla beraber, Nazilli basma fabrikasında daha büyük bir hususıyet toplanmaştır. Beş senelik endüstri programının do kuma kısmından dördüncüsü olan bu fabrika, çalışacağı şube Aıbarile şayanı dikkattir. Basma, bugün memlekette kadınlı ve erkekli her sınıf halkın en geniş mikyasta kullandığı bir metadır. Köylümüzün kadın kısmının elbisesini daima ve daima basma teşkil eder. Erkek köylü müzün de ayağının pantalonu dokuma bezi ve mintam hemen ve ekseriyetle basmadır. Bu bakımdan basma, Türk köylüsü için ekmek kadar ehemmiyetli bir ihtiyac maddesidir. Nazillinin ilk basma nümunelerini piyasaya geldiği zaman görmüştük. Sonra daha çeşidlilerini ve daha geniş modellerini bu ayın 12 sinde kapanan 9 uncu Yerli Mallar sergisinde gördük. Bizimle beraber bunlan sergide gören herkes güzelliklerinde ittifak ediyordu. Sergiyi gezen bayanları en ziyade alâkadar eden şey Nazillinin nümunehk basmalan ol muştu. Onlarm bilhassa desenlerinde, renklerinde bizim olan bir yerlilik ve cana yakınlık göze çarpıyordu. Sümer Bank erkânı da, o zaman, Nazilli bas malannın, boyalarınm hiçbir zaman at mıyacağına teminat vermişler ve bunu kumaş parçalarmı ıslatarak tecrübe ile göstermişlerdi. Bunun için Nazilli fabrikasmın en mühim bir ihtiyaca cevab vereceğini tekrar etmek isriyoruz. F. G. Selçuk Türklerinin doğuşuna kadar ge çen yırmi asırlık zaman Suriye ve Hatay üzerinde derin tesirler yapmıştır. Binlerce tarih vak'ası Suriyede dil, din, mezheb, an'ane, âdet izleri bırakmıştır. Eğer Antakya ve havalisinde kahir bir Türklük yanında biraz Arab ve biraz da şu veya bu millet bulunuyorsa bunun sebebini tarihî zaruretlerde ve biraz da Osmanh Türklerinin toleransında ve idare sinde yaşıyan milletlere gösterdiği insanî muamelelerinde aramalıdır. Antakya îskenderunun hakikî adı olan (Hatay) kelimesini tarihin derinliklerinden yeryüzüne çıkarttık. Ve bu kelimenin asıl sahibi olan ülkeye armağan ettik. Yaptığımız iş bir ilim, bir hakikat ve tarih işidir. Unutulmasın ki Türkiye Cumhuriye tinin adına düne gelinciye kadar (Devleti Osmaniye) deniyordu. Hâlâ bugün bile hakikate gözlerini kapamış olan bazı garazkârlar, ilim adamları bu memlekete Türkiye yerine (Osmanlı împaratorluğu!) demek gaflet ve zavallılığmda bulunmaktadırlar.. Fakat bundan ne çıkar.. Antakya ve İskenderunun adı Hataydır.. Bunu bütün Türklük âlemi böyle biliyor, bunu bu memleketi yaratan Ata türk böyle biliyor ve bunu bütün mede niyet âlemi böyle tanımağa başlamıştır. Varsm bunu Antakyadaki Suriyeli posta memuru bilmesin!.. Bundan ne çıkar?... Çünkü onlar orada son günlerinı yasıyor ve son borulannı öttürüyorlar.. Fakat haydi bir daha tekrar edelim: Antakya nın adı Hataydır.. 30 ağustos Bu büyük zafer, irade ve iman kuvvetimizin tam bir sembolüdür Yazan : Abidin Daver 30 ağustos zaferinin büyüklüğünü ve güzeüiğini, on beş yıldır, dilimiz dön düğü kadar anlatmağa çalışıyoruz. Fa kat her sene yeni büyiiklüklerini ve güzelliklerini görüyoruz. Onun bir büyük ve güzel tarafı da, Türkün azim, irade ve iman kuvveti bakımından yetişilemiyecek mertebede yüksekliğini isbat eden bir şaheser olmasıdır. Filvaki, bu zaferi, yalnız, 26 ağustos sabahı başlıyan ve 30 ağustos akşamı biten mükemmel bir irrtha muharebesinin şanlı neticesinden ibaret görmek doğru değildir. 30 ağustos zaferi yalnız 98,670 piyade, 5.286 süvari ve 328 toptan mürekkeb bir ordunun 130,000 piyade, 1.300 süvari ve 348 toptan müteşek kil (1) bir orduyu beş gün içinde mağ îub, esir ve perişan etmesinden ibaret bir harb san'ati ve kahramanlık harikasın dan ibaret sanmak da doğru değildir. 30 ağustosun manası çok daha büyük, ve çok daha derındır. 30 ağustos 1922 güniî kazanılan zafer, 15 mayıs 1919 da İzmir işgalinden itİbaren başlıyarak yıllar süren çetin biı mücadelenin nihaî zaferidir. Bu çetin mücadele, yalnız Türkün irade ve imanile bütün bir husumet dünyası arasın da cereyan etmiştir. 30 ağustos akşamı Dumlupınarda muzaffer olan Türk süngülerini İzmirin işgalinden 3 yıl 5 ay sonra galibiyete u laştıran asıl kuvvet, Türkün irade ve imanı olmuştur. Bu iman ve irade kuv vetidir ki 191 1 denberi devam eden kanlı harblerden yorgun düşen Türkü tekrar şalandırmtş; bu kuvvettir ki İzmirden Sakaryaya kadar çekilmek mecburiye tinde kalan adedce zayıf Türk ordusuna asla mağlubiyeti kabul ettirmemiş; bu kuyvettir ki înönünde süngüsüz, kılıçsız, mızraksız, cepanesiz muharebe eden bir a.vuc Turkten bir ordu vücude getirmiş; bu kuvvettir ki Sakaryada, müstevli orduyu yüzgeri etmek mecburiyetinde bı rakan galib mukavemeti yaratmış; bu kuvvettir ki yalnız istilâ ordusu değil, Padışah ve Halifenin topladığı asker leri ve yer yer ayaklandırdığı isyanlan yenmiş; bu kuvvettir ki galib devletlerin mağrur ve cebbar tahakkümlerine karşı koymuş; bu kuvvettir ki parasızlık yü zünden Büyük Harbe giren ' Osmanlı devletinin kuruttuğu kaynaklardan para bulrmış; bu kuvvettir ki her şeyi yoktan var ederek muazzam bir taarruz ordusu yaratmış; bu kuvvettir ki 15 mayıs 1919 dan 30 ağustos 1922 ye kadar geçen günler, haftalar, aylar ve yıllar içinde müteaddid cepheli mütemadi bir mücadele yaparak önüne dikilen diğer bütün iradeleri yenmiş, kat'î ve nihaî zaferi kazanmışhr. Türkün, en bariz ve en kuvvetli şeklile Atatürkte tecelli eden bu yenilmez azim ve irade kuvveti, iç ve dış düşmanlan, gizli ve açık bütün boğuşmalarda, mağlub etmeğe muvaffak olmuştur. Harb, umumiyetle «iki milletin maddi ve manevî bütün kuvvetlerinin ve iradelerınin çarpışması» diye tarif olunur. Halbuki Atatürk Türkiyesinin muzaf yükselerek göründüğü zaman, bütün doğu mahmurluğunu kaybetmişti. Ovanm ta ze pembeliği de uçmağa başladı; ağacların, yol kenarındaki telgraf direkierinin gölgeleri uzadı. Bakmaktan gözleri yorulan Melike, odaya girince, üşümüş olduğunu anladı; vücudü, karıncalanır gibi ürperiyordu. Sırtından mantosunu attı, yatağına uzandı, titriye titriye yorganı çekti. Uyumıyacaktı, biraz yatacak, ısındıktan sonra kalkacaktı. Fakat gözleri kendılığınden kapanıyordu. Hemşire Seniha, derece almağa gel diği zaman, Melike, güçlükle gözlerini açmıştı, nabzını uzattı, dereceyi ağzıııa aldı. Hemşirenin sesini duyarak derccey: çıkanp uzattı. Çok geçmemişti, kahvaltıyı getirdi'er. Melike, yarı uykuda: Bırakınız, dedi. Uykusuz geçmiş gecenin sabahında, bu yan baygın dalış, gene kadının sinirlerini öyle uyuşturmuştu ki bu tatlı uykudan uyanmak istemiyordu. Alnmda tatlı bir sıcaklık duyarak gıcıklandı, gerindi. Gözlerini yan açtı; kocası soluklan değecek kadar egilmiş, gülerek ona bakıyordu: Bu ne uykusu sevgilim? Melike, kollarını yorgandan çıkardı, Şekibin omuzlarını tuttu, kendine doğru fer çıktığı İstiklâl Harbi, bu tarifin içine sığmıyan başka bir çeşid harb olmuştor. Çünkü Türk, yalnız bir milletle değil, karşısında adeta bir haçhlar ittifakı teşkil etmiş olan haricî bir husumet dünyası ve ayni zamanda, memleketin resmen ba şında bulunan padişahla ona uyan ve aldananlardan mürekkeb dahilî bir düş • man cephesile çarpışmıştır. İstiklâl Harbi, İzmirin işgalile başlarken Türkün azim ve iradesinden, ima nından başka maddî kuvveti yok gibiydi. Dağılan maddî kuvvetleri toplayıp teş kilâtlandıran, pek az bulunan veya hiç mevcud olmıyan maddî vasıtaları yara tan kuvvet, sadece, bu irade ve iman kudreti olmuştur. O irade ve iman kuvveti olmasaydı, ne çifte înönü, ne Sa karya, ne Dumlupınar, hiç biri olmazdı. O irade ve iman kuvveti olmasaydı, 26 ağustos sabahı başlıyan taarruzda, dağlardan vadilere inen coşkun bir sel şid det ve heybetile fakat aksine olarak ovalardan dağlara fırlıyan Türk ordusu, demiryolile 420 kilometro tutan bir mesafedeki dağları, dereleri, tepeleri, harb ede ede, 14 günde aşarak atlarını Ege denizinin mavi sulannda yıkıyamazdı. O irade ve iman kuvveti olmasaydı, Türk sirvarisinin sabahleyin girdiği îz mire, Türk piyadesi de hemen arkasm dan giremezdi. 30 ağustos zaferi, elbette, Türkün dahiyane sevk ve idare san'atımn, hârika derecesini bulan kahramanlığının müs tesna bir eseridir; fakat bu san'atın ve o kahramanlığın zaferini, daha evvel, Türkün iradesi ve imanı hazırlamıştır. Kendisi bir irade ve iman timsali olan Atatürk milletin göze görünmiyen bu yüksek kudretini gayet iyi görmüş, 19 mayıs 1919 günü Samsuna ayak bastığı günden itibaren bir kılıç biler gibi, bu irade ve ünan kuvvetini mütemadiyen bilemiş, keskinleştirmiş ve işte 30 ağus tos günü, bu kılağılı kılıcın bir vuruşile zaferi biçmiştir. 30 ağustosun asıl büyük manası bu dur: Türkün irade ve iman kuvvetinin karşısına çıkan bütün mâniaları, bütün yoksullukları, bütün düşmanları devir miş olması Bu itibarla bugün kutluladığımız za fer, irade ve iman kuvvetimizin tam bir zaferi ve mükemmel bir sembolüdür. Tarih bakımından bugün n beş sene evvel bu gün tarih, yaman bir hâdiseye şahid oldu ve herkesin gözünü kamaştır&n güneşin gene o gün bizzat kendi gözü kamaştı: Türk ordusu, Dâhi Başkumandanının idaresi ve iradesi altında o gün akıllara sığmıyan bir zafer hazırlıyordu, yeni bir devrin temelini kuruyordu. Bugün de her duygulu göz, o günün medenî dünyada yarattığı hayretin izl.rini tarihin yüzünde seyredebilir. Çünkü 30: Ağustos: 1922 de Türk ordusu Başkumandanmın tarihe temaşa ettirdiği zafer, bütün eski devirlerde eşi görülmiyen ve her manasile dahiyane olan bir eserdi. Tarih, Anibal'in Tessin'de, Trebie'de, Trasimene'de, Cannes'da yaptığı meydan muharebelerinin hayranıdır. Fakat bu harblerin sonunu «sıfır» olarak kaydeder. Anibal, kaybetmek için kazanan bir kumandandı. Gene tarih İskender'in Granikos meydan muharebcsinı kazanarak Anadoluyu, Ipsos harbinde muzaffer olarak Suriyeyi, Erbil'de Darius ordusunu imha ederek Iran ülkesini ele geçirdiğini bilir. Lâkia bu zaferlerin «hiç» ten ibaret kalan sonunu da bilir. İskender, fâni kalacak bir im* paratorluk kurmak için ordular yerKn bir kumandandı. Napolyon Wagram'da bir Avustur» ya ordusunu, Austerlitz'de iki imparator kuvvetlerini, İena'da ve Oerstadt'da Prusya leşkerini, Oylan'da Rus fırkala* rını tarumar ederck Viyanaya diz çöktürdü, Prusyayı hallac pamuğuna çevirdi, Rusyayı amana düşürdü, Avrupanıö adeta hâkimi, efendisi oldu, lâkin tarih bu zaferleri hikâye ederken manalı ma» nalı çüler ve Vaterlo'yu hatırlatır. Korsika'lı Cihangir orada İngilizlere mağlub olmak icin muhtelif zaferler kazanmış olan bir kumandandı. Tarih Türklerin de sayısız zaferlerini hafızasında taşır. Meselâ Mete'nin Han sülâlesi hükümdarlanndan birine karşı kazandığı büyük zaferi hayretle anlatıp durur. Lâkin Mete yalnız yendi ve... yurduna döndü. Cengizin açtığı bayrak altında toplanan Türklerin yaptığı harbler de tarihin imrenerek ve başka milletlere örnek diye göstererek hafızasında yaşattığı büyük hâdiselerdir. Meselâ Sübütay'ın otuz iki millet ordularını yenmek suretile kazondığı 65 meydan muharebesinin her biri b;r şaheserdir. O büyük asker Kora'dan kalkıp Macaristanın garb sınırlarına kadar gelmiş, bir yandan da Oder nehrini aşıp Breslav önlerinde Avrupah ordular imha eylemisti. Lâkin o da gününün kahramanı oldu, istikbalc yaşıyan bir eser vennedi. \ ABIDÎN DAVER Biz bu yazımızda yalnız Fransız alimlerinin eserlerine dayanarak hakikati aydınlatmağa çalıştık. Alman ve îngiliz arkeologlarile alim lerinin daha derin ve daha etraflı müta leaları elbette haklı davamızı aydınlat mak bakımından bizim için daha önemli ve enteresandır. . G. Contenau da (Hitit ve Milanni Hititlerin tarih sahasından çekilerek Hikmet Turhan Dağhoğîu Gökyüzünün açık maviliği, yavaş yavaş pembeleşiyordu. Aydos dağmın ar kasında doğan güneşin yükseldiği, gökyüzünün maviliklerini kaplıyan pembeliklerin koyulaşmasından anlaşılıyordu. Gökyüzünün pembeliği, geniş ovaya bir gölge gibi düşüyordu. Uzaktan, bir vapur düdüğü aksetmişti. Melike, heyecanla ürperdi. O, bu sesi, tanıyordu; ta çocukluğundanberi. Bu, vapur düdüğü de değildi; bir çatana, bir motör, bir romörkör düdüğü olmalıydı. Melike, bu düdüğü çalan çatanayı, motörü, romörkörü hiç görmemişti; şek lini bilmiyordu; fakat onu, sesinden ta nıyordu. Bu küçük vapur, neredeydi? Melike, bunu da bilmiyordu, yalnız sabahlan, hep ayni saatte ötüyordu. Melike, İstanbulun, Beyoğlunun muhtelif semtlerinde, Boğaz'çinde, Kadıköy taraflarında senelerce, haftalarca otur muştu ve her tarafta, sabahın bu saatinde, bu sesi duymuştu. Bu, hep, ayni motör, ayni çatana, ayni romörkör müydü? Yoksa, bu ses mi kulağı aldatıyordu? Melike, bu sesi duyarken, hastalıkîa, ıstırabla geçmiş, uyunmamış gecelerin; sevincile erken kalkılmış sabahlann ha tıralannı da duyuyordu. Güneş, dağm arkasından agîr agır • Edebi tefrlka : 56 ARLA Yazan : Mahmud Yesari enc kadın, kendisile şaka edilmedi bilmekle beraber, gene inamamıştı: Hiç mi mikrobum yok? .sistan, gayet ciddî idi: Bir tek bile mikrobunuz... Olüsü yok... Zaten, mikrobunuz, pek azdı. iki haftadır, büsbütün azalmıştı; bir ahada, ancak iki üç vardı, onlar da idiler. Fakat artık, hiç kalmadı. Teendi, bitti. Ielike, cevab veremiyordu; bu, öyle nüjdeydi ki, ne dese, içinin sevincini, tılığını tamamile anlatamaz, anlatmış ıazdı. kSİstan, böyle müjdelerle sevinmiş ve lamış, nice hastaları görmüş olacaktı Vlelikenin şaşalayışmı da gayet iabiî ıuşa benziyordu; müsaade alarak çeek istiyen bir tavırla: Tebrik ederim, dedi. ıenc kadın, şaşkınhktan kurtulamı • lu: Teşekkür ederim. sistan çekildikten sonra, Mehkenin başına gelmişti, kendi kendine kızı lu: Ona, kısaca teşekkür ettim... O nun nezaketine karşı, çok kabaca, neza ketsizce oldu. Ona, küçük bir hediye vermeliydim. Uzun düşüncelerden sonra biraz sa kinleşti. Asistana, ne hediye verebilirdi? Bir erkeğe hediye olarak verilecek birşey, yanında yoktu ki... Mehke, kocasile konuşurdu, münasib bir hediye aldırtırdı. Bu sona vannca, rahatladı. Fakat o akşam ne kahvaltı, ne de yemek yiyemedi. Istırab gibi, sevinc de insanm iştihasmı tıkıyordu. Gece, yatağa her zamandan erken girdi. Ne kadar erken yatar uyursa, sabahın o kadar çabuk olacağını sanıyordu. Sabahleyin, hastanede daha herkes uykudayken uyandı.Kalktı, fakat gürültü etmeğe korktu; sessizce yüzünü yıkadı, tuvaletini yaptı. Sonbahar sabahlan, çok serin oluyordu; mantosunu giyerek balkona çıktı. Derin sessîzliğin arasından, vakit vakit hastalann kunı, dolgun, pürüzlü, kesik, boğuk öksürükleri duyuluyordu. (1) Bu rakamlar mekteblerde okunan Timurlengin Altınordu ile yaptığı Tarihten almmıştır ve cephedeki kuvvetharb gibi Taşköprüde, Ankarada idare etleri göstermektedir. tiği meydan muharebeleri de askerlik baMemnu mmtakada balık kımından birer deha nümunesidir. Fakat o parlak zaferler birer tarih sahifesi haavlarlarken İzmir (Hususî) İtalyan tebaasm linde kaldı, kendilerinden ebedî şu'leler dan Alyoti, Recyo, Artikoğlu Edvard, doğmadı. Korpi, Solari, Jorj, Françesko ve Türk Osmanlı Türklerinin Kosovada, Ni * tabiiyetinde Nureddin, Urla civannda yeboluda, Varnada, Mohaçta, Çaldıranikinci memnu mmtakada balık avlar da yapükları meydan muharebeleri, hayken yakalanmış, Adliyeye verilmişlerretle tetkik olunacak birer muhteşem şe« dir. Hâkimhk, haklarında gavrimevkuf rnmet, celâdet ve besalet mevzuudur.Faolarak takibat yapılmasım kararlaştır mıştır. Suçlular, Urla jandarma kuman kat tarih, pervasız bir ısrarla, 30: Ağusdanındsn müsaade aldıklarım sövle tos: 1922 meydan muharebesinin bütün bu mektedirler. Üstlerinde tabanca, fotoğ sayılan zaferlerden ve benzerlerinden üsraf makmesi gibi şeyler de bulunma tün bir kıymet taşıdığını haykırıp durmakmıştır. tadır. Çünkü o savaşı dahiyane bir şaheser halinde tarihe tanıtan Büyük Adam, çekti, dudaklarını uzattı, ve uzun aylann yalnız muzaffer olmakla kalmadı bir acı ayrılığile dolu göğsünün bütün iç ya zaferden bin zafer çıkarmağa muvaffak nıklığını bir solukta boşalttı: oldu, yeni bir millet yarattı, yepyeni Dudaklarımdan öpebilirsin! bir devlet kurdu, zaferini ebediyete taKocası, dudaklarını kansımn hasretle nıttı. uzanan dudaklanna değdirmişti. Meli O günün aziz hatırası önünde hürke, onun dudaklarının dokunusunda ummetle eğiliriz. duğu, beklediği; ummağa, beklemeğe M. TURHAN TAN kendisinde hak gördüğü ateşi değil, ıliklığı bile bulamamıştı. Başı yastığa düş tü, hiçbir şey söylemedi. îzmirde tetkikat yapan 3ekıb, doğrulmuştu: Çinli profesör Daha yatacak mısın, Melikc? İzmir (Hususî) Dört haftadanberi Sesinin kırıklığını belli etmemek için memleketimizde sıhhî müesseseler üzeesnedi: rinde tetkikler yapan Çinli profesör Kalkıyorum. doktor C. Pean refakatinde bulunan Yorgam üstünden atıp da kalkmca, Sıhhat Vekâleti mütehassıslarından Dr. onu giyinik gören kocası şaşırdı: • Remzi ile şehrimize gelmiş, buradaki Sen, galiba, erken kalktın; sonra, muhtelif sağlık tesekküllerini, çalışma tekrar yattın? tarzlarını etüd etmiş, zivaretler yap Melike, kocasına ilk defa yalan söy mış ve Manisaya kadar da giderek yeni ledi; gülüyordu: hastaneyi görmüştür. Doğrusunu istersen kocacığım, dün Kendisi avni zamanda Çinin Millet gece, sinema gelmişti. Her zamankinden ler Cemiyeti mümessilidir. Her bahisyarım saat geç yattım. Öyle uykum var te, Türkiyeye karşı hayranlık göster dı ki soyunmağa üşendim, böylece yatı mekte ve Türkivenin, her itibarla, Çinverdim. Gece, bir iki kere uyandım, kal den iki asır ileride bulunduğunu, mu kayrm, değişeyim, dedim. Üşürüm, diye azzam eserler ve inkılâblar başardığı de korktum; işte sabaha kadar uyuyup mızı söylemektedir. Profesör, Çinde kaldım. müliyet cereyanlarının son zamanlar Şekib, onu, kahvaltı duran masaya da büyük bir hızla inkişafa başladığını doğru götürmek istedi: (Arkast var) da kavdetmektedir. İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle