05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 Temmuz 1937 CUMHURIYET Suriye gencliği Türk düşmanı yetiştiriliyor Aleyhimize zefıirleoen yeni neslin anlatfıkları IBaştaraft 1 inct sahıtede] Evet, Suriye gencliği Türk düşmanı olarak yetiştiriliyor. Ve acı, çok acı olmakla beraber, itiraf etmck lâzımdır ki, bugünkü nesil böyle yetişmiştir. Geçen gün, Türk olmıyan bir eski aşinanın delâletile münevver Arab genclerinin küçük bir toplantısında bulundum. Maksadım onlarla açıkça konuşmak, duygularını, düşüncelerin' öğrenmekti. Söz, döndü dolaştı, istediğim mevzua dayandı. Niçin Türkler sevmezsiniz? Çünkü... Yüzüme karş düşmanlıklannı söyle mekten çekinir gibi sustular. Nihayet ısrarım üzerine anlatmağa başladılar: Çünkü, başımıza gelen bütün felâketlerin sebebi Türklerdir. Gene sustular. Açık konuşmakta fayda var, de dim. Hiç çekinmeder kalbinizi bana açınız. Emin olun ki size zerre kadar günahkâr olmadığmızı bildiğim için asla gücenecek değilim. Ve yıllardır, yüreklerine katre katre verilmiş Türk düşmanhğını, bana cümle cümle sunmağa başladılar: Osmanlı İmparatorluğunda hâkim olan unsur Türklerdi. Onlar, yüz yıllar]a istilâlan altınd* bulundurdukları bütün Arab memleketleri gibi Suriyede de bizi kesden cehalet içinde yaşattılar. Benliğimizi kaybedelim, diye ellerinden geleni yaptılar. Bu hallere itiraz etmek cür'etini gösteren büyüklerimizi sürdüler, astılar ve kestiler. Bizi o kadar âciz, o kadar uyuşuk, o kadar perişan bir hale getirdiler ki, kendiler buradan çekilip gittikleri zaman, biz, başka bir esarete kucak açtık. Binaenaleyh Suriyenin hâlâ yabancı istilâsı altında kalışı gene Türksöyleyin, sizi böylece zehirliyen kimler dir? Zehiıliyen mi?. Hayır, bütün bunlar cerhi imkânsız koskoca bir hakikatin küçüeük hulâsasıdır. °eki, fakat siz, bütün bu hakikatleri (!) nereden öğrendiniz? Küçükttnberi, mektebler, kulübler, gzeteler, konferanslar, nutuklar... Bu eks isi üniversite mezunu Suriyeli genclerle, o gün dört saatten fazla münakaşa ettik. Onlara, nasıl aldatıldıklannı *zunu/adıja anlatmak istedim. Fakat, dört saat, zannetmiyorum ki, bu gencle rin kalblerine o dokuz senedir biriktirilmiş gayz \e kini silmeğe kifayet edebilmiş olsrn. Dün, bir başka grupla görüşüyordum. Yirmi y.di, yirmi sekiz yaşlarında yüksek tahsilini Pariste yapmış bir gene, lîf rasmda, şöyle anlatıyordu: Daha bu sabah benden dört yaş küçük kız kardeşim yumruklarım sıka rak, ağabey diyordu. Suriyeye Italyanlar kelecekmiş... Felâket. Fakat elimizden le gel*bilir ki? Ancak bırak ıtalyanlar, Japonlar, Çinliler, Yahudiler, hatta Çingenele. gelsin, tek Türkler gelmesin de.. Görüştüğüm ba^ yaşlı başh hanımlar, Suriyeü bilhassa okumuş gene kızlann hemen hemen hepsinin ayni duygulan taşıdıklannı söylemislerdi. Yaşlı başlı hanımlar derken, erkekleri de mutmamalıyım. Suriyede yaşı otuzdan yukan olanlar bu düşmanlık hislerinden uzaktırlar. Onlar bilâkis bize derin dostluk duygulaile ba^lıdırlar. Cünkü Türkü tanımış, Türklerle elele çalışmış, bütün bir ömür beraber yaşamış, beraber gülmüş ve ağlamış bir nesildirler. Ve inanmız ki, onlar da, bugünkü akıbet karşısında bizim kadar müteessir, bizim kadar müteellim görünüyorlar. Şimdi, yazımı bitirirken, bu nokta üzerindî, bir lâhza durmam lâzımdır. Acaba Suriye hükumeti, hududlan dahilindeki bu Türk düşmanlığı pro Dagndasından hatU ekseriya propaganda hududunu aşan yaman tahrikâttan ıaberdar değil midir? Yazık ki, çok yazık ki, buna da hayır diyebilnek mümkün değildir. Size, şuracıkta, küçüeük, iki delil vereyim: Hariciye ve îktısad Vekillerimiz Bağdadc giderlerken Halebden geçmek mecburiyetinde idiler. Suriye toprakla rındaki bu tevakkufu, biz, pek kısa da olsa, Türkiye Suriye dostluğuna yanyabilecek bir temas vesilesi sayarat memnun olmuştuk. Ancak bu memnuniyetimizi zehirliyen noktayı da unutmamalıyız: Vekillerimizi Suriye toprağında, Halebde, protokol icabı Suriye hükumeti namına istikbal etmesi lâzım gelen vali, Türk Vekillerin ellerini sıkmağa bir türlü razı olmak istememiştir. Bu sırada Şamdaki Başvekille vali arasında, uzunuzadıya telefon mu haberatı olmuş, nihayet Şamın şiddetli ısrarı üzerine ''ali, trenin muvasalatından bir hayli zaman sonra asık bir yüzle Vekillerimizi selâmlamağa mecbur olmuş tur. Bu hâdisevî duvmıvan, bilmiven kal Nâzımın olum yıldonumu Merhum bundan 16 sene evvel dün Kütahya cephesinde şehid düşmüştü Dün Dördüncü Fırka kumandanı miralay Nazımın şehadetinin 16 ncı yıldönümüydü. Bundan 16 sene evvel 15 temmuz 1337 de Kütahya cephesinde istilâ or dusunun tehlikeli bir akınını durdurmak için fırkasının başında ilk ateş hatlarında harbeden merhum bir düşman kurşunile ebediyen yere serilmişti. Bu suretle bi rinci, ikinci înönü ve Aslıhanlar harblerinde gene ilk ateş hatlarında harbeden bu büyük askere işlemiyen düşman kurşunları onu nihayet dördüncü muharebede vurmuştu. Aslen Kayserili olan Nazım (Top hane) 1325 senesinde Harbiyeyi vt ve 1326 da Erkânıharbiye mektebini bitirmişti. O zamandan itibaren memleketi alâkadar eden dahilî, haricî bütün mü cadelelere iştirak eden merhum İstiklâl Harbi patlak verdiği zaman Beyşehir süvarı alayının kumandanı bulunuyordu. Ingilterenin teklif ettiği yeni kontrol projesi İngiliz ve Fransız mehafili tarafından müsaid bir şekilde karşılandı [Baştarafı 1 inci sahijede] Evvelâ, muharibler tarafından harb kaçağı telâkki edilen eşyanın listesi ademi müdahale komitesi tarafından tanzim edilmiş olan kaçak eşya listesinin ayni olmalıdır. Saniyen, muharibler, içlerinde müşahid bulunan gemilerle ademi müdahale ko mitesinin tayyarelerine serbest yol vere ceklerdir. Salisen, muharibler îspanyaya gitmi yen ve fakat bazı yerlerde İspanya sa hillerine yakın geçmeğe mecbur olan gemilerin serbestii hareketlerine mâni ol mıyacaklardır. Neşrolunan plân komitenin her iki muharib İspanyol partisinden bazı İspanyol tayyare meydanlarında müşahid bulun durulmasma müsaade etmeleri keyfiyetini tetkik etmekte olduğunu kaydeyle mektedir. îspanyada bulunan ecnebi gönüllüle rin geri çekilmesi meselesinde yeni plân ademi müdahale komitesine bütün ecnebi muhariblerin İspanyadan geri alınmasına dair ittifakla bir karar ittihaz edilmesini tavsiye etmektedr. masile telâfi edildiğini kaydeylemekte dir. Daily Telegraph'm mütaleasma göre, İngiliz teklifleri herhalde büyük bir dikkatle ve dostane bir fikirle derpiş olunacaktır. Zira herkes şu hususta müttefiktir ki, bu teklifler etraflıca düşünülmüş ve amelî bir düşünce ile tanzim olun muştur. Sam sokaklarmda «Kahrolsun Türkiye ve Türk büyükleri» Ievhaları... Burcu öğrenmek meselesi ri boylu, parlak gözlü gene, elem. duya duya anlatıyordu: Bazil Zaharof, sıfırdan aşağı seviyede sürünürken milyarlar kazandı. Johon Rokfeller'in yerden göke nwıl fırladığını herkes bilir. Thomas Bata ayağına giyecek papuc bulamazken milyonlarca ayağı kendi fabrikalanna bağladı, kundura krah öldü. Morgan Pierpont, Henry Ford avuclannı yalıyarak j hayata atıldılar, kazandıkları milyarlarla kürenin ağzını sulandırdılar. Bu muvaffakiyetlerin sırrı nedir? Onu dinliyenlerden yaşlıca bîr zat cevab verdi: Burcu bugünkü vaziyete göre ög« renmek meselesi? Ne burcu bu? Ingilterede, Almanyada, Amerikada bugün muteber olan burcu bilmiyorum amma Osmanhlar devrinde zelili celil, fakiri zengin, cahili mes'ud eden burcun ne demek olduğunu biraz bilirim, isterseniz hikâyesini de söyliyeyim. Ve anlattı: İki üç yüz yıl önce naiblikle diyar diyar dolaşan hocalardan biri bütün didinmelerine rağmen üç akçeyi bir yere getiremez, yaşı ilerledikçe ihtiyacı artarf Bir gün zavalhnın başına memuriyetten çıkarılmak felâketi de gelir, hali büsbütün harab olur. Parası yok ki armağan düzsün, Şeyhislâmkapısı açlarını doyur sun, iş alabilsin. îşte bu vaziyette bir gün Rumeli zaskerile karşılaşır, selâm verir. Meğer Kazasker onun medrese arkadaşı, fodla yoldaşı imiş. Bir bakışta derdimend naibi tanır, atmın başmı çekip durur ve sorar; Sen molla Mehmed değil misin? Belî sultanım. Nedir bu perişanlık? Baht işi sultanım. Kazasker gülümser: Hayır molla Mehmed, der, baht işi değil, burc işi. Sen galiba burcu öğrenmemişsin, heybeni omuzla, benim konağa gel, sana burcu öğretirim. O vakit göreceksin ki talih, malih lâftır. Naib bozuntusu hemen barındığı hana koşar, heybesini alır, kazaskerin konağına kapağı atar. Fakat gün batıp da efendinin odasmda sazlar çalınmağa, kadehler dönmeğe, köçekler dolaşmağa, naralar savrulmağa başlayınca şaşınr ve hele kendine de billur ellerle billur kadehler sunulunca, arasıra raksa kalkması teklif olununca etekleri tutuşup kaçmağa hazırIanır. Kazasker, yan gözle onu tarassud ettiğinden tam firar sırasında bağınr: Otur alık, burcu öğren, yoksa açlıktan geberirsin. O âlemden sonra naib bozuntusuna bir halayık tarafından yatacağı oda gösterilir ve sabaha kadar da başucunda ninniler söylenir. Eski naib sarhoşluktan ve gördüğü kanşık rüyaların humanndan kurtulup da Kazaskerin huzuruna çıkmca lutufkâr adam, çekmeceden bir kâğıd çıkarıp ona uzatır: Edirne kadılığının beratı, der.. Burcu öğrenmenin ilk mükâfatı budur, aldığm derse göre hareket edersen bir dahi yokluk yüzü görmezsin, haydi uğurlar olsun. İhtiyarca zat ilâve etti: Zaharoflann, filânlann tuttuk » lan burc da böyle esrarlı birşey olsa ge* rek. 5 II Gönüllülerin geri ahnmast için bir proje Londra 15 (A.A.) Hariciye Nezareti İngiliz hükumeti tarafından ademi müdahale komitesine iştirak eden dev letlere yapılan teklife mütemmim olmak üzere yeni bir vesika daha neşretmiştir. Bu vesika tâli komitenin İspanyadaki gönüllülerin geri alınmasına dair yaptığı teklifi ihtiva etmektedir. Tâli komite İspanyadan geri alınması icab eden eşhası tayin etmektedir. Bun lar 18 haziran 1936 tarihinden evvel îspanyol tabiiyetinde olmıyanlarla tabii yetsiz olup da mezkur tarihte şimdi kontrola iştirak etmekte bulunan devletler • den birinin arazisinde ikamet etmekte o lanlar ve gene ayni tarihten evvel îspanyada muharib taraflardan birinin hiz metine girmiş olduklarını ispat edemi yetlerdir. Ancak bu gibi şahıslann 1$ panyadan geri ahnabilmeleri için âşağıdaki sınıflara dahil olmalan şarttır: 1 îspanyadaki her iki tarafın kara, deniz ve hava kuvvetlerinde bilfiil mu hariblik edenler, 2 Muharib ordulann mühim hiz metlerinde çahşanlar. Bu hizmetler irtibat hatları hava meydanlarma kara hizmetleri, levazım ve sairedir. Maamafih sıhhiye ve mümasil hizmetlerdc çahşanlar bunlara dahil değildir, 3 Askerî kuvvetler nezdinde mu allimlik veya müşavirlik edenler, 4 Askerî kuvvetler nezdinde çalışan siviller. İrtibat hatlarile deniz ve sahil tesisatı mevzuubahstır. 5 DemiryoIIarı, limanlar, tersane ler gibi mahallerde çalışanlar. 6 Levazımı harbiye imali gibi hususatta her ne şekilde olursa olsun çah şan müstahdemin, ve silâh sevkiyatında iş almış olanlar, 7 Şimdiki ihtilâfın uzamasma ve ya daha ziyade vahim bir şekil almasına faaliyetleri yardım edecek olan şahıslar. Bu gibileri hususî bir tâli komite tayin edecektir. 9 Her iki tarafın elinde bulunan harb esirleri. lerin... Hiç itiraz etmeden, dişlerimi sıkarak, dinliyordum. Onlar, artık birbirlerinin cümlelerini tamamlıyarak, heyecanlı, ateşli konuşu yorlardı: Bakın, diyorlardı, Arab ittihadına itiraz ederek, canlanmamıza mâni olan gen: Türklerdir. Nihayet, Fransa ile anlaşarak istiklâle kavusurken karsımıza çıkan ve yurdumuzun bir parcasını kopanp elimizden alan gene Türklerdir. Arada bir duruyorlar, «Ne dersiniz, idoğru değil mi?» der gibi yüzüme bakıyorlar. Devam edin, diyorum, sizi dinli yorum. Evet, diyorlar, îskenderun ve Antaky... Biliyoruz, arkasından Haleb ve •oam, nihayet bütür Suriye gelecek.. Fransa, Suriyelinin istiklâle kavuşmasına razı olurken, Türkiye başımıza gene musallat olmağı düsünüyor. Düşünüyor değil, filiyata gecmis bulunuyor. Bu, o kadar muhakkak ki; herkes buna o kadar inanırm ki, kaç gündür, Osmanlı ordu lan buradan çekilirken fenalık etmiş olanl r korkularındap hicrete hazırlanı yorlar. Sonra da arada birer «Ankarada \:numî af ilâr edilecekmiş» şayiaları çıkıy^r da sükunet buluyorlar. Nihayet, sordum: Rica ederim, bana gene acıkça Derhal Kuvayi Milliye ile teşriki mesai etti. İstanbul hükumetinin Konya valisi Artin Cemale karşı hareket ederek onu kaçırmıştı. Bundan sonra bir müddet Nazilli cephesinde Demirci Efe kuvvetlerile beraber çarpıştı. Bolu isyanını bastırmağa memur edilince derhal oraya a zimetle isyanı süratle bastırmış ve gene Bu muharibler arasında silâh ve mükumandan burada teşkil edilen 4 üncü himmat fabrikalarında çalışan ve 18/7/ fırkanın başına getirilmişti. Birinci înö 1936 tarihinden evvel bu hizmete girmiş nü harbine kadar burada kalmıştı. olduklarını ispat edemiyenler de dahil Nazım, yurd için şehid düştüğü za dir. man kaymakamdı. Inkılâb büyükleri oîngiltere notası bu plânın âşağıdaki sınun naşını Ankaraya getirerek miralay rayı takib ederek tatbik edilmesi lâzım rütbesile ve büyük merasimle Hacıbay geleceğini de ilâve etmektedir: rama defnettiler. Cesareti, yiğitliğin ve Ispanyol limanlanna bir an evvel ecyurdseverliğin büyük bir timsali olan nebi zabitler ikamesi ve deniz devriye merhum ne yazık ki nihaî zaferi, ve bü kollarının geri çekilmesi, yük inkılâblan görmedi. Ecnebi gönüllülerin geri alınmalan Dün, vatan uğrunda can veren kah keyfiyetini tanzimle meşgul olacak bir ramanları anmak, bugün ve yarın ayni komisyon teşkil edilmesi, kahramanlann yetişmesini temin etmek Muharib hakkının tanınması keyfiye demek olduğu için merhum miralay Na ti, ademi müdahale komitesi ecnebi gö zımı, şehadetinin yıldönümü münasebetıle nüllülerin geri çekilmesi hakkındaki iti hatırlamağı bir vazife bildik. lâfların memnuniyeti mucib bir surette tatbik edildiği ve geri ahnma keyfiyetimadı. nin müspet bir şekilde icra olunduğunu Sebeb? '• ~* tesbit ettikten sonra filî sahaya geçecekMeğer^vali kardeşi Umumî Harb estir. nasında Âliye divanıharbinde mahkum Gazetelerde mütalealar olduğu için Türklere düşmanmış! Paris 15 (A.A.) Gazeteler, în Şimdi sorabiliriz; Haleb gibi hududugiliz plânını muhtelif surette tefsir edi muz üzerindeki mühim bir mıntakaya olyorlar. sun, Türklere karşı kalbi bu kadar köklü Echo de Paris, muharib haklannın düşmanlık duygularile dolmuş bir adamtanınmasına Fransada olduğu gibi în dan başkası bulunamaz mıydı? gilterede de itirazlar yükseleceğini muhİkinci, gene küçüeük (!) delile gele temel görüyor. yim: Matin gazetesi, ademi müdahale ko§am sokaklannda, duvarlardaki (kahmitesinin yarın yapacağı toplantınm müsrolsun Türkiye Cumhuriyeti), (kahrol sun Türkiye büyükleri) yazılarıru ben de pet hiçbir şeye varamıyacağını, çünkü delegelerin İngiliz teklifini etrafile tetkike gözlerimle gördüm. Hatta, (Birinci Fuad) bulvanndaki vakit bulamıyacaklannı yazıyor. Petit Parisien, îngiliz teklifinin Av Madelin sinemasının duvarında bu çe şid cümlelerden on tanesinin altalta itina rupa sulhunun tarsini yolunda çok mü siyasî bir teşebbüs olduğunu ve bu ile yazılmış olduğunu bu sabah tekrar him tekliflerin herhalde muvazenenin idamegordüm. Yazık ki açık renk duvarlar üzerinde sini istihdaf eylediğini kaydetmektedir. Londra 15 (A.A.) Matbuat Is ki bu beyaz yazıların tir türlü resimlerini çekmeğe muvaffak olamadık. Belki de panya işleri hakkındaki İngiliz teklifle resimleri çekilemesin, diye mahsus böyle rine uzun makaleler tahsis etmektedir. Times gazetesi, Almanya ile İtalya yazılmışlardır. nın İspanyadaki gönüllülerin geri çekil Şimdi, gene sorabiliriz: Suriye hükumeti, Şamın göbeğin mesi hakkındaki mükerrer beyanatlarına de, Türke, Türkiye Cumhuriyetine, rağmen henüz son sözlerini söylememiş Türkün gözbebeği büyüklerine karşı sal olduklarını yazdıktan sonra İngiliz tek dırmak cür'etini gösteren küstah elleri lifinde muharib haklannın denizlerde tatanımıyor mu, bunların iğrenc mahsulle nmmasına konulan tahdidatın kontrol sistemindeki bazı boşlukların doldurul rini görmüyor mu? KANDEMtR Otomobil, yer yer bozulmuş, çürümüş, çatlamış, dökülmüş, eski asfalt şosenin üzerinde, taşlık yolda gider gibi,, sarsılarak ileriliyordu. İnce toz bulutlan, koyu kül rengi yolun üzerine, ağır bir cisim gibi çöken güneşin keskin ışığını, zaman zaman soldurup karartıyordu. Şekib, yolun iki yanındaki, çoğu boş tarlalara, seyrek ağaclıklara bakıyor; so] elile, karısının parmaklannı okşuyordu. Araba ilerledikçe yol dikleşiyor, ve yol dikleştikçe rüzgâr serinleşiyordu. Şoför, yolunu ve yolculannı bilen, tanıyan insanların alışık tavrile sordu: Rüzgâr dokunuyorsa, camlan kapıyalım. Şekib, başını kansına eğdi: Üşüyor musun, sevgilim? Üşümüyorum. Sesini biraz daha nazikleştiren şoför: Yükseğe çıkıyoruz, dedi. Rüzgâr, sertleşir. Şekib, tasdik etti: Dpğru... Kapayınız. Gene kadın, titizlenerek bağırdı: Hayır, hayır... Sıcaktan boğulu ruz, patlarız. Kocası, yanında duran pardesüyü aldı: Öyle ise, omuzlannla göğsünü ört. Yerinden doğrulan Melike, hırçınlaşmıştı: Üşümüyorum... Üşünecek hava mı, rica ederim? Bana, sıcak, daha çok dokunuyor. Terlemek, gıcık yapıyor, öksürüyorum. Tertemiz hava! însana do kunur mu hiç! Şekib, uysal bir gülümseyişle, kansını, tekrar yanına çekti: Peki yavrum. Konuşmak, açılmak için bir söz başlangıcı arayan gene şoför: Sanatoryoma, ilk defa geliyorsunuz, galiba? dedi. Şekib, içini çekecekri, fakat hemen kendini toplamıştı: t Evet, ilk defa geliyoruz. Hatta, İstanbullu olduğum halde, tuhaf değil mi, Yakacığa hiç gelmedim, bu tarafları hiç bilmem. Istanbullulann çoğu sizin gibidir. Dışandan gelir, gezerler; bir memleket içi sayılan yerlere şöyle bir uzanmazlar. Evet. Hem, bir münasebet de düşmedi. Hastanız mı var? Melike, kocasının elini dürttü; bunun manasını anlıyan Şekib: Evet, dedi. Hasta bir dostumuzu yoklamağa gidiyoruz. Hangi numarada yatıyor hasta nız? Garib bir meraka tutulan gene kadın, j Pariste lspanya harbi için nümayişleParis 15 (A.A.) Dün öğleden sonra Halk cephesi tarafından tertib edilmiş olan dört nümayiş alayı Nation meydanında toplandıklan vakit orası hakikî bir insan denizi manzarası göste riyordu. Nümayişçilerin adedi birkaç yüz bini bulmuştu. Umumî şevk ve heyecan geçen senekilere müşabihti. Resmî tri bünden söylenen nutuklar oparlörlerîe her tarafa yayılıyordu. Bu tribünün üstüne muazzam ve üç Fransız renkli bir arma konulmuş ve yan taraflarına gene Fransız îspanyol renklerile kırmızı bayraklar çekilmişti. İspanyol cumhuriyet çilerine gönderilecek olan birçok seyyar harb hastanesi ahalinin şiddetli alkış larını davet ediyordu. Af. TURHAN TAN Edebî tefrika : 11 Yazan : Mahmud Yesari • Kartalda trenden indiler; demiryolunun üstündeki köprüyü geçip istasyonun arka alnındaki, köyün tek caddesi olan sokağa çıktılar; karşılıkh iki kaldırım boynınca dizilmiş otobüs ve otomobillere doğru yürüyen kalabalığa karıştılar. Melike, birdenbire geriliyerek durdu: Otomobile binelim. Şekib de onunla beraber gerilemişti: ' Peki, yavrum; nasıl istersen! Kalabahkta sıkılacağım... Olur, sevgilim. Melike kocasına sokularak yürüyor du; Şekib, sağda, Sedli kazinonun du van önünde duran bir kapalı otomobile yaklaştı. Arabanın çamurluğuna dayanarak etrafa göz gezdiren dağınık saçlı bir geı.c, onları görünce doğruldu, sede bakarak seslendi: Suad... Müşteri bekliyor. Bir dakika »onra, kazinonun sed merdivenlerinden athyarak inen süzük, na zik yüzlü, kesik ufak kara bıyıklı bir gene, koştu, otomobilin kapısmı açtı: Yakacığa mı? Şekib, cevab verdi:r> Sanatoryoma. Otomobile girdikleri zaman, Şekibin aklına gelmi^ti: Arkadaş, pazarlık etmedik. Melike, kocasının kolunu dürttü, dudaklan arasından: Taksi yok mu? dedi. Direksiyona geçen gene şoför, gülümsedi: Burada, daha taksi yoktur. Tarife ile işliyoruz. Eğer, hemen dönecekseniz, daha kolay uyuşulur. Titriyerek kocasının koluna sarılan Melike, akla gelmesine, konuşulmasına bile katlanamıyacağı bir ihtimali haya linden koğar gibi silkindi: Elbette döneceğiz... Elbette döneceğiz... Henüz kalkan bir otobüsü önleyip yola çıkmak için acele eden şoför, birşey söylemedi. Gene kadın, başmı, Şekibin omzuna dayamıştı; elile, onu sıkıyor, yavaş sesle tekrar ediyordu: Hemen döneceğiz, değil mi? Evimize döneceğiz... sessiz gülüyordu: Siz, sanatoryomdaki bütün hasta lan tanır mısınız? Gözlerini yoldan ayırmıyan şoförün güldüğü, omuzlannm hafif sarsılışından anlaşılıyordu: Eh, hemen hemen... Kendilerini tanımasak bile. ziyaretçilerden, sonra köyden, isimlerini, kimin nesi olduklannı öğreniriz. Eğer biraz iyice iseler, gez meğe, dolaşmağa, köye çıkarlar. Merakı gittikçe artan Melike, doğrulmuş, oturmuştu: Sanatoryomda, hasta çok mu? Aldığı kadar hasta var. Şimdi, yaz olduğu için, bekliyenler fazladır. Köşk bile dolu. Çok ziyaretçi geliyor mu? Yazın, kalabalık olur amma, mevsim! Kışın, pek uğrıyan olmaz.. Bu taraflarm kışı, biraz sertçedir; eh, yol da uzun olduğu için pek, uğrak bir yer sayılmaz. Sağdaki taş ocaklarile solda, tüten bacası görünen çimento fabrikası arasında işliyen havaî hattm altmdan geçmiş lerdi. Şoför, elile, solu ilerisini işaret etti: İşte sanatoryom! Çamlann, inanılmaz bol yeşilliği arasından, kırmızı damı; üstkatın, beyaz kırmızı çubuklu perdeleri çekilmiş kür balkonları görünen sanatoryom, güneşin çiy, keskin ışıklanndan yorulan gözü ve içi dinlettiriyordu. Sanatoryomu kuşatan sık çam ormanı, seyrek ağaclıklı çıplak tarlaların ortasında, soluna düşen köyün kara damlı kara tahta evlerine ve karanlık eskiliğine meydan okuyor gibiydi. Şekib, daha iyi görmek için iğilmişti; Melike, onun omzu üstünden bakıyordu. İkisi de, birşey söylemiyorlardı. Gene kadın; ne görmek istiyordu? Neyi göreceğıni ummuştu? Bunların birine, duygularile bile karar veremeden, sadece bakıyordu. Sanatoryomla onun ne ilişiği vardı? Bu kadar merak edip bakışını, lüzumsuz, manasız buldu, kendine kızdı, kaşlarını çatarak geri çekil di. Otomobilin hızı ağırlaştı ve yolun solundaki musluğu sökük, damında otlar bitmiş, dört köşe tuğla yapı çeşme eskisinin yanındaki bozuk ara yola saptı. Arabanın sarsıntısından sağa ve arkaya çarpan Melike, şikâyet etti: Çok fena yerden getirdiniz. Direksiyonu tutan ellerini sinirli oynatışlarla açıp kapıyan şoförün de içinden küfür ettiği belliydi: (Arkan var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle