Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 Mart 1937 CUMHURtYET ve ikamet harç kanunu Devlet kanunlarına tâbi olmıyan iki köy Beykozda Beldiyenin haberi olmadan vücud bulan iki köy halkı bütün vergi kayıdları haricinde!... Yeni kanunda ecnebiler için mühim kayidlar var Çekoslovak mehafili, italya ile Yugoslavyanm Dahiliye Vekâletince hazırlanmış o yakınlaşmasını memnuniyetle karşıladı lan yeni pasaport ve ikamet harcı kanunu tetkik edilmek üzere diğer Vekâlet lere gönderilmiştir. Kanun lâyihasınm son şeklinin ne olacağı bu tetkikler ve almacak mütalea lar neticesinde anlaşılacaktır. Pasaport ücretlerinin indirileceği ve Balkanlar için ayn bir şekil tatbik edileceği ve pasaportlarm altı aylık ve bir senelik olmak üzere ikiye tefrik edilerek almmakta olan harcın da buna göre taksim edileceği tahmin edilmektedir. Memleketimize gelen ecnebilere ve rilmekte olan ikamet tezkeresi harcı için ahnmakta olan para da bu yeni lâyiha ile tamamile ayn bir şekle konulmakta dır. Ecnebiler, ellerindeki pasaportla Türkiyede azamî bir hafta veya on beş gün kalabileceklerdir. Bunun haricinde 6 ay kalacaklar altı lira ve 12 ay kala caklar da 12 lira vereceklerdir. Bu müddetler nihayet buldukça ecnebiler, alâ kadarlara müracaatle kayıdlarını tecdid ve mezkur rüsumu ödemeğe mecbur tutulacaklardır. IBaştarafı 1 inci sahtfese] etmiş ve Yugoslav hükumeti tarafından emrine tahsis edilen hususî trenle Bel grada hareket etmiştir. Kont Ciano yarın sabah buraya muvasalat edecektir. 1ta!ya Hariciye Nazınna bir de heyet refakat etmektedir. Kont Ciano Yugoslav Başvekilile siyasî ve iktısadî meseleler etrafında görüşecek ve biri siyasî, diğeri iktısadî olmak üzere iki anlaşma imzalıyacaktır. Kont Ciano Belgradda temaslara başladı Eli öpülecek doktor! Mantar koyunden M manzara Bu hususta bir müddettenberi iki devlet arasında cereyan etmekte olan mü zakereler muvaffakiyetle neticelenmiş tir. Jmzalanacak olan anlaşmalar der İtalya Arnavudlukla olan muahehal mevkii mer'iyete konacaktır. ç beş arkadaş toplanmıştık; öteden beriden, dereden tepeden çünkü Pragın Roma ile çok arzu etti konuşuyorduk. İçimizden bir ği teşriki mesaiye bazan imkân hasıl oldoktor münasebet düşürdü.. maması, italya ile Yugoslavya arasında Pariste, dedi, konferansçılığın yaki münasebatm uzun müddet pek az nına fıkracılık ta konulmuştur. Halk, hememnuniyeti mucib bir şekilde olmasın dan ve Çekoslovakyanın da bunu hesa le kapah yerlerde, fıkra söyliyenlere daba katmak mecburiyetinde bulunmasın ha çok rağbet gösteriyor, çünkü güle güle tenevvür ediyor. Ben orada tahsile devam dan ileri gelmiştir. ederken üç beş kere fıkracı hatibleri dinCeskeslovo gazetesi bu husustaki ya zısında, orta Avrupadaki vaziyetin halen lemek fırsatını elde ettim. Hatta şark noktai nazar yaklaşmasına, Şuşnig ve hikâyelerinin garba nasıl maledildiğini Daranyi'nin ihtiyatlı siyasetleri sayesin de ilkin gene bu fıkracılardan öğrendim. Hepimiz, mevzua alâka gösterdik, de, her zamankinden daha müsaid oldusevimli doktoru dinlemeğe hazırlandık. ğunu bildirmektedir. O da tath tatlı anlattı: Belediye nin haberi olmadan Beykoz civannda, mantar biter gibi birbiri ardısıra meydana çıkan köylerden bahsetmiştik. Dün bu köyleri gezen muharnnıciz görüp işittiklerini şöyle anlatıyor: Biri Beykozun sağında biri de solun daki iki yeşil yamacda kurulmuş ve gündengüne büyüyen bu köylerin ne plân Jarı, ne kanalizasyonları, ne muntazam yolları, ne sokak isimleri, ne ev numaraları, ne elektriği, ne telefonu, hiçbir şe>leri yoktur. Sakinlerinin «Yenimahalle» dedikleri, Akbabaya giden yolun sağındaki köy 200, Paşabahçe ile Beykoz arasındaki «Mantar» yahud «Sultaniye» köyü 6*1 evlidir. Bir yandan da yenileri yapılıyor. Fakat bu evler Belediyeden izin alınmadan yapılmakta, bizzat sahibleri tarafından bilhassa geceieri çalışılarak kaçamak bir şekilde ikmal edılmektedirler. Heı biri bahçe içinde, birer kath ve ahşab olan bu evlerin etraflarındaki çitlerle çevril miş yollar herkesin keyfine göre açılnv.ş olduğundan iğribüğrü, daracık ve kar makanşıktır. Ekserisi Paşabahçedeki şişe ve miiskirat fabrikalarile, Beykozdaki tabak hanede çalışan işçilerin kurdukları bu meskenler alelâcele yapıldıkları, usta e linden çıkmadıklan ve çok ucuza mal edilmek istenildıkleri için hemen hepsi derme çatma, ve çoğu temelsizdir. Son defa orada, sofası, mutfağı ile iki odalı bir evi 250 liraya satın aian kahveci Halil şöyle anlatıyor: « Bizim Tapu kayıdlarımız olmadığı için buradaki usule tevfıkan ben de satandan (fılân yerdeki ev enkazımı Halile iki yüz elli liraya sattım» diye bir kâğıd aldım. Böylece alışveriş te tamam oldu. Eve enkaz diyoruz. Çünkü arsanm kime aid olduğu belli değil. Yarın sahib' çıkarsa elbette onun da hakkını öderiz.» Söylendiğine göre «Yenimahalle» arazisi Evkafa, «Sultaniye» arazisi de hü kumetle bazı eşhasa aiddir. Fakat henüz kimse çıkıp ta bu ev sahiblerinden arsa bedeli istememiştir. Bilhassa Evkafın, bu araziyi bir plâna göre ifraz edip, muntazam yollar açarak satışa çıkarmağı düşünürken, orada hakikaten mantar biter gibi evlerin yükseldiğini görerek garib bir sürpriz karşısmda kaldığı muhakkaktır. Balıkesirde kongreler Balıkesir 24 (Hususî muhabirimiz den) Bugün Balıkesir Kızılay ve ÇoBurada en büyük evler nıhayet cuk Esirgeme Kurumlarınm kongreleri çe bir bahçe içinde dört odahdır ve en yapıldı. Eski idare heyetlerinin zengin famuteberi, en pahalısı 500 Iiradan fazla aliyet raporlan okundu. ya değildir. Neticede her iki Kurumun eski idare Peki sokak adlarınız, ev numaraheyetleri ittifakla yeniden intihab olunlarınız olmadığına göre size yollanan du. mektubları nasıl alıyorsunuz? Yugoslav Bulgar ticarî Beykozda Yenimahallede filân diye yazarlar. Posta müvezzii de geîir bin nüfus içinde o (filân) ı bulur verir. Evleriniz için vergi de vermiyorsunuz değil mi? Burası kuruldu kurulalı, yani beş senedir kimsenin metelik verdiği yok. Belediye hududu dahilinde olduğumuz halde evlerimizi resmen tanımıyorlar ki, vergi istesinler. Amma günün birinde elbette işler düzelecek, bizi de Tapu defterlerine geçirecekler, o zaman .vergile rimizi de vereceğiz. Biri de şöyle diyor: « Biz şimdi haneberduşlara benzi yoruz. Öz malımız olduğu halde resmen meskensiz, yersiz yurdsuz insaalarız. Şu evlerimiz devlet nazarında (yok) tur. O kadar yoktur ki gidip te Belediyeden, kaymakamlıktan Yenimahalle, yahud Sultaniye köyü diye sorarsanız, biz böyle bir yer bilmiyoruz, tanımıyoruz, der ler.» Bir diğeri de ilâve ediyor: « Bizim mahalle mümessıhmız fılân da yoktur. Sadece bir kahvemizle, bir bakkalımız var. Çocuklanmız da civardaki mekteblere devam ederler amma kışın ortalığı çamur basınca birçok giin ler yol bulup bu mekteblere de gidemı yorlar. Şimdi bir de cami yaptırıyoruz. Onu da şuracığa yaptırmak istemiştik. Biri çıktı; Ben iki sene evvel ağaç dik tim, orası benimdir, diyerek bırakmadı. Yani burada asıl mal sahibi belli değil dir amma, bir köşeye iki fidan diken yahud bir temel atan kendini mal sahibi sayar.» Nihayet Belediye encümeninin bu izinsiz inşaattan dolayı evleri yıktırma ve sahiblerinden para cezası alma kararına karşı da şu fikirdeler: « îcab eden makamata müracaat ettik. Her halde evlerimizi yıkmıyacak münasebatı Sofya 21 Yugoslavya Bulgaristan dostluk muahedesınin imzasmdan sonra iki memleket arasındaki ticarî ve iktısadî münasebetlerin inkişafına her iki taraftan da büyük gayretler sarfedilmektedir. Belgrad ve Sofya hükumetleri bu hususta ciddî teşebbüslere geçmişler ve iki memleketin başhca şehirlerinde muhtelif ticaret odaları kurmağa karar vermişlerdir. Bundan başka bir de Yugoslavya Bulgar bankası tesisi plânı müzakere edlimektedır. Sofyada dün bir toplantı yapan Bulgar tüccarları muhtelit ticaret odasınm teşkilinı kabul ederek hemen faaliyete geçmişlerdir. Salâhiyetar mehafilde temin edildiğine Paris 24 (A.A.) Kont Ciano'nun göre, anlaşmalann ana hatları şunlardan Belgrad seyahatini ayrıca m«vzuu bahseibarettir: den Pertinax mütalealanna şu suretle de1 Italyadaki Ustaşiler ile bu teş vam etmektedir: kilâta müşabih tethişçi teskilâtlara men «Öyle zannolunuyor ki, her ne pahasub adamların vaziyeti (îtalya hükumeti sına olursa olsun dostluklar temin ederek bir müddettenberi bu gibi tethişçileri sıkı «Fransız sistemi» ni bozguna uğratmak bir tecessüs altmda bulundurmaktadır.) arzusu, M. Ciano'yu Yugoslavya lehine 2 Italyan tebaalannın Dalmaçya olarak, evvelce Arnavudlukla akdetmiş daki emval ve emlâki meselesi, olduğu iki Avlonya muahedesinde tadi3 Italyadaki Yugoslav tebaalan lât yapmak manasına gelen yeni bir muahedeyi M. Stoyadinoviç'e teklife sevkenın mal ve mülkleri meselesi, decektir. 4 Arnavudluk meseleleri. O muahedeler ki Arnavudluk üzerinArnavudluğun tamamiyeti mülkiyeside Italyan himayesini tesis etmiştir.Acaba le Arnavudluktaki Italyan tesir ve nüfuzu meseleleri Kont Ciano ile Stoyadino bu hal italya tarafından Akdenizde alınviç arasında Belgardda müstakillen gö mış olan vaziyetin etrafında beynelmilel bir buhranın başlangıcı mıdır? rüşülecektir. Bugünkü hâdiseleri iyice takdir edebilPravda gazetesi Kont Ciano ile Yugoslavya Başvekilinin mülâkatına Küçük mek için şurasını da gözden uzak tutmaItilâf tarafından evvelce muvafakat edil mak lâzımdır ki Reich hükumeti Almanyanm bugünkü vaziyette uzun bir ihtilâdiğini kaydetmektedir. fa girismeğe iktidan olmadığı kanaatinKont Ciano Belgradda iki gün kala dedir. Işte bu hal Italyan siyasetinin zacaktır. yıf noktasıdır.» desini tadil edecekmiş Çekoslovakya memnun görünüyor Prag 24 (A.A.) Ciano'nun Bel grada yapacağı ziyaret Pragda hayretle karşılanmamıştır. Zira Yugoslavya, ce reyan eden müzakereler hakkmda Çekoslovakyaya muntazam malumat vermiştir. Burada beyan edildiğine göre, Çekoslovakya, italyaYugoslavya münasebetinin aldığı şekilden ancak memnun olabilir, Peştede memnuniyet Budapeşte 24 (A.A.) Burada, İtalya Hariciye Nazın Ciano'nun Belgrad seyahatinden mühim neticeler ve italya ile Yugoslavyanın Akdenizdeki vaziyetlerinin kuvvetlenmesi bekleniyor. «Pesterlloyd» muhtemel bir Yugos lav Italyan anlaşmasından büyük bir memnuniyet göstermektedir. Fıkracılar, gayet tabiî konuşurlar. Seslerinin ahenginı değiştirmezler. Bu hal, bilhassa ruh üzerinde müessir oluyor, toplantıda bulunanlara bir aile meclisinde bırlunmak zehabı veriyor. Ben bile ayni zanna kapılmıştım, fıkracıyı yadırgamadan dinliyordum. O, birkaç fıkra söyledikten sonra, eski psikologlar bugünkülerden daha yamandı, mukaddemesile şu fıkrayı bize dinletti: «Doku zuncu Şarl'm Kral bulunduğu devirde herifin biri melancolie'ye tutulur. Herif, başınm üzerinde bir küp bulunduğunu sanıyordu, alçak tavanlı yerlere girdikçe küp bir yere çarpacakmış gibi ürküntü gösteriyordu. Küpün muvazenesi bozu lur, birinin başına düşer kuruntusile de sokakta ihtiyatlı yürüyordu, kimsenin kendisine yaklaşmasına meydan vermiyordu. Doktorların hiçbir çare bulamadıkları bu derdin tedavisini bir psikolog üzerine aldı, hastayı evine davet etti ve onun geleceği gün iki adam hazırlıyarak kendilerine talimat verdi. Bunlardan biri hasta odaya girer girmez elinde bulunduracağı sopa ile mevhum küpe vuruyormuş gibi davranacak, öbürü de rafa yerleştirilmiş olan bir küpü elçabukluğile düşürüup kıracaktı. Psikolog, melânkolik adamı güleryüzle karşıladı, «bu küpü başında niçin taşıyıp duruyorsun? Sana yazık değil mi?» diye takıldı, ayni zamanda sopalı uşağa «küpü kır!» emrini verdi ve sopa, hastanm başına kalkınca berideki küp devrildi, oda kırık parçalarla doldu!.. Hasta ilkin şaşırmış ve sonra mahirlerden mahir, haziklerden hazik hekimin eline yapışıp ağlıya ağlıya teşekküre koyulmuştu. Türk köylerine Bulgarlar yerleştiriliyor Sofya (Hususî) Bulgar hükumeti, yeni kabul ettiği bir kanuna nazaran Balkan mmtakalarında yaşıyan fakir Bulgar köylüsünü Türklerin hicret ettiğı ova köylerine yerleştirmeğe başlamıştır. İlk parti olarak Köstendil köylerinden 400 kişilik bir kafile Şumnu civarında bir köye yerleştirilmiştir. lar ve bu çetrefil işi bir başka türlü yola koyacaklardır.» Netice şudur ki; ortada kurulmuş üç yüze yakın evle bir emrivâki var. Vakıâ bugünkü vaziyette bu köyleri hükumet te, Belediye de tanımıyor ve tanımadığı için de bunlardan vergi bile istemiyor. Fakat Boğazın en güzel bir yerinde hiçbir kanuna, nizama, hatta en basit hıfzıssıhha kaidelerine bile uymadan hâ lâ evler yapılıyor, böylece derd büyü yor. Bu sebeble, devamı, her iki taraf için de zararlı olan bu işe biran evvel bir çare bulunmasını istemek zamanı çoktan gelmiştir kanaatindeyiz. Merdivenleri de sendeliyerek indi. Alt kat sofada, bomboş ve kapısı açık duran bir odanın, camı kırık penceresinden gelen soğuk rüzgâr onu koşturdu. Ancak sokak kapısınm rezesini kaldırmağa çalıştığı zaman, kuvvetten nekadar düştüğünü anlamıştı. Öteki elinin de yardımı olmadan kapıyı açamadı. Sokaktan gelecek rüzgârla yere yıkılarak bir daha kalkamamaktan korkuyordu. Fakat, kapah bir evin içinde, kimsenin haberi olmadan donmaktansa kendini sokağa atmağı tercih ediyor, bir geçicinin yardımını umuyordu. Kapının kanadı açılınca, evin içindekinden daha kuru, hatta, belki daha sıcak bir hava yüzüne vurdu. Yahud vücudü soğuğa karşı hassasiyetini kaybetmeğe başladığı için ona öyle geliyordu. Eşikte yığılı karları ayağile dağıttı ve evin kapısını kapamadan yola doğru koştu. Hızlı yürüyemiyeceğini anlamıştı. Yüreği çarpıyordu. İki üç adımda bir durarak sokağmı geçti. Ceketini fanilâsmın üstüne giydiği için, çıplakmış gibi derisinin üstünde soğuğun hrnaklarını hissediyordu. Birkaç kere yere çökecek oldu. Sokağmı geçtikten sonra karşısına yokuş çıkmıştı. Durdu ve bir anda bütün mukavemeti bozguna uğradı. Yokuş, ona bir duvar kadar dik görünmüştü ve Kubilây abidesinde yapılan ihtifal Doktor sustu, biz sorduk: Fıkracı bu kadarla mı bıraktı? Hayır, o, bir nükte savurdu, «eski psikologlar melânkohkleri böyle tedavi edıyorlardı. Ne yazık ki bugün Parisi kasıp kavuran megalomani hastalığını kökünden kesip atacak ve eli öpülecek bir doktor yok!» dedi. Fakat ben bu nükteye ilgi göstermedim. Çünkü fıkracının anlattığı hikâye, şark hekimlerinden Evhadeddin'e atfolunarak çok daha evvel türkçe kitablarına geçmişn". Bu hakiIhtıfalden muhtelif intıbalar kati düşünüp fikir âlemindeki elçabukgenclığinin sesini dinledı. onuma bera luklarına gülüyordum. ber yemin etti. Nutuklar birbiri ardınM. TURHAN TAN Izmir (Hususî) Bu yıl Kubilây ıhti ca, bu heyecanlı manzarayı bir kat dafali, çok parlak, çok heyecanlı geçmiş ha zenginleştiriyordu. Açık muhabere Bunu müteakib şehir haricindeki Kutir. Merasime on binlerce kişi iştirak et7 Merhum doktor profesör Asaf bilây abidesine gıdildi. Abidej e yığınmişti. larla çelenk bırakıldı. Büyük şehidin a Dervişin refikası Bayan Vediaya: Merasim, tarihî facianın vuku bulduğu nası ve hemşiresi de orada idi. Gazetemiz vasıtasile size verilmek üyerde yapıldı. Binlerce kişi, buradan bir Vilâyet Umumî Meclisi, abidenin et zere idarehanemize bir mektub gelmişdağ gürültüsü heybetile tarihe ses ve rafını baştan başa ağaclandıracaktır, ka tir. İdare Mudiriyetimize müracaat ederen ve inkılâb uğrunda and içen Türk rarı da çıkmıştır. rek bu mektubu aldırmanızı rica ederiz. ta karşıdan şiddetli bir tipi esiyordu. Yürümek değil, durmak bile mümkün olmadığına hükmetti. Nefes alamıyordu. Ancak rüzgâra arkasını dönebildi ve hemen yere çöktü. Karlann içinde şuurunu derin bir uykuya iten tatlı bir sıcaklığın rehavetini duyuyordu. Bu uykunun ölüm olacağını hissetti. Bağırmak istiyordu. Kendini birkaç defa kaybetti ve son defasında ayağa kalkmak için bir hamle yaptı. Vücudündeki o garib kar sıcaklığı devam ediyordu. Kalkmak için sarfettiği gayrette birkaç defa ayağı kaymış ve bir dizi şiddetle yere çarpmıştı. Bu sademe onu diriltir gibi oldu. Yeniden bir hamle yaparak ayağa kalkabilmişti. Yokuşu çıkabilse caddeye kadar yürüyebileceğini umuyordu ve bir kahveye girdikten sonra tehlikeden kurtulacağını ümid etti. Hep sağa sola inhiraflar yaparak, zikzak bir yürüyüşle yokuşu tırmanıyordu. Artık caddeye kadar nasıl gittiğini âdeta hiç bilmiyor, kahvenin önüne vardığı zaman kahveci kepenkleri yeni açıyordu. Orhanı gördü, tanıdı ve şaşırdı. Soracak şey bulamıyarak yalnız onun halıne bakıyordu. Cevab veremiyecek vaziyette olduğunu da anlamıştı, koluna girerek onu dükkâna soktu, bir peykenin üstüne oturttu. Orhan «donuyorum» diyebilmişti. Kahveci sokağa koştu, bir kucak kar aldı, yoldan geçen birine seslendi ve dükkâna döndü. Orhan sonrasını bilmiyor. Gözlerini açtığı zaman karşısında kahvecile beraber iki kişi daha gördü. Birisi bacaklarını oğuyordu. Üstüne bir yorgan ve ağır bir kaput atılmıştı. Başının altmda bir ceket vardı ve dükkânın sobası büyük bir gürültü çıkararak yanıyordu. Çay, çay! dedi bir ses, İsmail Efendi, bir çay getir! Gözlerini açtı! Onu kollannm altından kaldmp oturtmuşlardı. Aradan ancak bir saniye geçmiş gibi göründüğü halde masanm üstünde çay hazırdı. Orhan elini uzattı, fakat parmakları bardağı tutabilmek için kımıldıyamryordu. Parmaklannı oynatamıyor! dediler. Haydi, ellerine de biraz kar sürelim. Orhanm ellerini karla ovaladılar; sonra kahvecinin sobada ısıttığı bir fanilâ parçası içinde bir müddet kapah tuttular. O zamana kadar soğuyan çaymı da yeniden koymuşlardı. İlk yudum boğazından kızgın bir yağ damlası ağırlığile geçti. Dilinde hiçbir lezzet ihsası yoktu. Çok sevdiği halde bu kadar yabancılaşan çayın bardağma, bir dostun vefasızhğma uğramış gibi hayret ve sitemle bakıyordu. Ona danlmış gibi iki elini de çekti. Çok mu sıcak? diye soruyorlardı. Cevab vermedi ve hep ayni hayret içinde bardağa bakmağa devam etti. Bir bacağını uzatmak istemişti. Vücudünde hâlâ bir kerpiç katılığı vardı. Kemikleri mi, damarları mı, bir yerleri çekiliyor ve sızlıyordu. Bardağa bir daha uzandı ve bir yudum çay daha aldı. Bu sefer dilinin üstünde haiif bir mâna peyda olmuştu. Ağzındaki ıslaklığın bir ıslakhk olduğunu idrak etti. Fakat çayın kokusunu ve tadını hâlâ duymuyordu. Yutkundu ve dilinin ucile damağını yaladı. Üç kişi de karşısında, ayakta duruyor ve gözlerini ondan ayırmıyorlardı. Orhanm gözleri de çay bardağının camı üstündeki çiçeklerin yaldızh bir noktasına takılıp kaldı. Zihni bir göl suyu gibi durgundu ve üstünde gayet silik bir takım ıttılalar ve idrakler saman çöpleri gibi yüzüyordu. Birdenbire geğirdi ve ağzına bir çay kokusu geldi. Dilinin üstünde lezzetler uyanıyordu. Bir daha yutkunurken hafif bir şeker tadı da hissetmişti. Bardağa tekrar uzandı ve bu sefer birkaç yudum birden içti; sonra bir hamlede çayı bitirdi. Bir çay daha yap İsmail Efendü diyorlardı. İArkası var) Cumhuriyetin edebî tefrikası: 28 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa liyordu ki bu uyku ölümdür. Gece kaç saat uyuduğunu düşünmek istedi, fakat en basıt bir hatırlama ameliyesinin bile zihni için büyük bir zahmet haline geldiğini anladı. Yüksek sesle: «Bu halde nereye gidebilirim? Sokağa çıkamam» demeğe tesebbüs etmişti. Ilk cümleyi tamamhyamadı. Bir felce uğramış gibi dilınde ağırlık vardı. Sokak? Gömlek? Yürümek? Fırtına? Karların içine düşmek? Pencereyi açıp bağırmak? Komşular? Bütün bu kelimelerin medlulleri objeler ve hareketler, birinin peşisıra gözlerinin önünden geç tikten sonra birbirine karışarak, uyuşukluk halinde beynini tıkayan yumruk gibi şişkin bir tereddüdün içini doldurdular. Ceketini çıkarmak için bir hareket yapmıştı. Yarıda kaldı. Gömleğini giymek istiyordu. Kollannı ceketten kurtaramadı. Gittikçe donan şuurunun sıcak kalan son müdafaa noktasile oda kapısına doğru sallanarak yürüdü. Kapıya ve yukarı katın trabzanına tutunarak dar sofayı geçti. Başmı çevirdi. Gözleri dışanda yağan kara iliştikten sonra karsıki evlerin damlanndaki beyazlığa dalmıştı. Titremesi arttı ve bütün vücudünde yere uzanmak istidadile beraber derin bir uyuşukluk peyda oldu. Tekrar aynaya koştu ve yüzünü daha san gördü. Bu sefer kollarını açıp kapamak istediği halde bir elinı göğsüne kadar getirebilmek için büyük bir gayret sarfetmeğe mecbur olduğunu anlayınca şaşırdı ve telâşa düştü. Gözleri de etrafını iyice göremiyordu. Gündüz ilerlediği halde eşya daha uçuk renklere batmıştı. Oda kapısına doğru birkaç adim attı. Biraz evvel yalnız dızkapaklarında olan uyuşukluk şimdi bacaklarınm bütün adalelerini kaplamıştı. Ayaklarınm yere bastığını hissetmiyor gibi birşeydi. Içine birdenbire şu korku doğdu: «Galiba donuyorum.» Bu felâketin insana uyku halinde bastırdığını Harbi Umumide Erzuruma giden bir ihtiyat zabiti arkadaşın dan duvmuştu. Onun da şimdi uykusu geliyordu. Eğer donmıya başladıysa, bi