29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 Mart 1937 CUMHURİYET Ceza vermekle halli mümkün değildir Başka memleketlerde tramvay ve otobüsler «kapısız» işlemekte ve umulmadık iyi neticeler ahnmaktadır Tıamvaylardan atlama meselesi Kont de Chambrun Maceraperest bir kadının suikasdine niçin uğradı? Fransanm eski Ankara elçisi Kont de Chambrun'ün, Pariste, Madam Magda Fontanges isminde bir kadın tarafından rövolverle yaralandığını telgraf haberi olarak yazmıştık. Dünkü posta ile gelen Paris gazetelerinin verdikleri tafsilâta göre, hâdise, Parisin şimal garında, saat on sekizi beş geçe vuku bulmuştur. Kont de Chambrun, Brükselde bir konferans vermek üzere, yanında refıkası bulunduğu halde Belçikaya gidecek trene binerken, birdenbire, yüzünde bir ıstırab alâmetı belirmiş ve vagona çıkmasına yardım etmek için kendisine elini uzatan tren kondüktörüne: Simsiyah bulutların üstünde bomba gibi patlıyan koca bina... 34 bin kadem yükseklikte ikinci bir infilak oldu. Cesedleri bulunamıyan çocukların infilak esnasında parçalanıp dağıldıkları anlaşılıyor Amerikadaki facianın dehşeti Edebiyatta yalan ir okuyucu soruyor: Edebiyatta yalan ne dereceye kadar doğru sayılabilir?.. İtiraf edeyim ki gülmedim, düşündüm. Çünkü yalanın edebiyatta değil, siyasiyatta bile çirkin olduğuna inananlardanım. Fıtne doğuran doğru sözün maslahata uygıfn yalana göre çok iyi olduğunu söyliyen büyük mütefekkir Sadiye de bu sözünden dolayı küçüklüğümdenberi kırgınım. Bununla beraber yalanın hayal kostümüne bürünüp edebiyata gırişini biraz zarurî görüyorum. Hakikat sert ve acıdır. Hayal ona biraz yumuşaklık ve biraz tatlıhk veriyor. Demek ki hayatta olduğu gibi edebiyatta da yalanla hakikatin kucaklaşmasına, uyuşmasına lüzum var. Hüner bu lüzumu gönül bulandırmıyacak bir had dahilinde okşamaktadır. Eğer edebî yalanda ifrata varılırsa fahiş gulüv olur, iğrencleşir. Eskiden bilhassa kasklelerde gulüvve yer verilirdi. Meselâ bir şair çıkar, mühendis olan babasını methederken şöyle bir yazı yazardı: «Babam, ustalar ustası bir hünerverdir. Basit bir dülgerden başka birşey olmıyan Nuh, onunla boy mu ölçüşebilir? Nuhun hiç bilgisi yoktu. Babam onun devrinde yaşasaydı bir köprü kurar, tufanın üstünde yaşardı!» Başka bir şair de kâsesini yaladığı, artığını yediği bir adamı şu biçimde methederdi: «Adem, vücud kapısını çamurla sıvayıp örtse bile senin için ne gam?.. Çünkü sen, yok olmıya müstaid değilsin ve yok olmıyacaksın. Hatta ebediyet te olmasa sence ne ziyan? Ebediyet seninle bakidir, sen ebediyette beka bulmaktan müstağnisin!» Bunlar, bu çeşid sözler, devrimizin incelıklerine göre tıraş edilerek, nazikleştirilerek, hatta Avrupaileştirilerek kullamlsa da gülüncdür, iğrencdir. Fakat gene eski ediblerden birinin, kendini sinirlendiren bir meslektaşına yazdığı şu satırlardakı mubalâğa, gulüv cümlesinden sayılmaz, gönül bulandırmaz, sinır bozmaz. Belki dudaklara tebessüm verir: «Kalemi kırılası, dili tutulası kâtib! Yanında Ankadan bahsedılecek olsa «o bizim evde yumurtladı, yuva tuttu, yavru bile çıkardı. Her ne zaman istesem arkasına eğer, ağzına gem vurur, üıerine biner, gezerim» diye yemin edersin. «Alçaklık, anadan doğma birşey olaydı babası sen olurdun. Senin yazılarına tahammül etmek kum tanelerini saymaktan, köpükten merdivenle göke çıkmaktan daha gücdür. «Seni hangi çirkin ve murdar şeye teşbih edeyim? Senin gibi, hatıra gelen ve gelmez olan bütün çirkinlikleri nefsinde toplamış bir adam bulmak kabil midir? Sen kiri kirleten bir şeysin, çamuru alçaltan bir maddesin. Kalemin kırılsın, dilin tutulsun inşallah!» Fakat, aziz okuyucu; yalan, edebiyatı söyle böyle süslese bile gene yalandır. Biz yüreklerimizi nekadar sert ve nekadar acı olursa olsun hakikate açmalıyız. I Kapüarı otomatık surette açılıp kapanan yeni tramvay arabaları Bu mevzua dair dünkii yazımda «atlamak yasağınm» tatbıkinde gördüklerimi anlattım. Bugün de düşündüklerimi yazmak istiyorum. Her şeyden evvel, tramvaya binen ve 1nen yolcularla, tramvayın dışarısma asılan çocukların hareketlerini birbirinden ayırmak lâzım. Asılmak keyfiyetini, neye mal olursa olsun, kökünden halletmek lâzım. Bunun için nekadar şiddetli dav ranılsa yeridir. 3p 3çC 3J5 Tramvaydan inme ve binme hareke tine gelince; şimdiye kadar, vesileler düştükçe sÖylediğim gibi tramvaydan atlama heyfiyeti, sağdan ve soldan yürü mek meselesi gibi polisle, tehdidle, ceza ile tedavi edılecek hastalıklardan değildir. Sağdan yürüme işinde Beledıye medenî şehre yakışır şekilde hareket etti: Polis memurları halka ceza değıl, nasihat verdiler. Yollar müsaid olsaydı bu na sıhat çok müessir olurdu. Tramvaya binmek ve inmek işinde de senede bir iki kere, çok garıb sekilde tatbik edilen ceza yerine mütemadî nasihat yolu tutsa, Belediye halka hakikî bir hizmet yapmış olurdu. Nasihat ve tavsiye, tramvaylarda yazılacak levhalarla kazaları gösteren canlı resimlerle ve sık sık polis memur lan vasıtasile olabilir. Yollann bugünkü şeklinde, birçok •durak yerlerinin yanlışlığı böyle durup dururken, tramvay kapıları bu halde kaldıkça halkı tramvaydan atlamaktan menetmenin imkânı yoktur. Karaköyde, Köprübaşından, ta Altıncıdaire yokuşunun dibine kadar bir tek durak yeri yoktur. Beyoğlunda, sinemaların önünden Tepebaşına kadar tram vaylar istasyon yapmaz. Dıkkat edılirse atlıyanların ^ 99 u buralardadır. Böyle olduğu halde buralarda tramvaydan atlamaktan dolayı kaza yok denecek ka dar enderdir. Çünkü bu atlama keyfiyeti çocukların tramvaya asılması gibi bir eğlence için değil, aklı başında insanların duyduklan bir ihtiyac neticesinde tramvayların yavaş yavaş yürüdüğü yerde, düşünce ve tedbirlerle yaptıkları tabiî bir Belediye tramvayların izdihamına ve kolayca açılan kapılara çare buluncıya kadar halktan ceza almakta haksız sayılacaktır. Nitekim yeni şekle konan otomatik kapalı tramvaylarda kimsenin at laması imkânı yok. Fakat bütün Istanbul tramvaylarını, bir iki günde böyle otomatik kapılı şekle koymak kabil olsaydı Sirkeci ile Taksim arasmdaki yolların tramvaylardan büs bütün tıkandığı göze çarpardı. Zira otomatik kapılar, geniş yollarda, süratle hareket eden vasıtalarda lüzumlu olduğu nisbette bizim gibi yolları dar, tramvay ları hıncahınç dolu olduğu halde hay van arabası sürati ile isliyen yerlerde mürur ve uburu yavaşlatan mühım bir en gel telâkki olunur. Kalabalık şehirlerde, kısa zamanda büyük halk kütlelerini çabuk nakletmek hususunda tutulan yol, İstanbulda tatbik edılmek istenilen yolun aksine gibi görünüyor. Bilhassa Amerikada, şehir merkezinde işlıyen tramvay ve otobüslerın kapılarını açık bırakmak veya kapıları büsbütün kaldırmak meseleleri tecrübe ediliyor ve umulmadık iyi neticeler ah nıyor. Bizim halka Amerika usullerini tatbik etmek kabil midir? diyecekler. Ameri kaya gitmeğe lüzum yok. Belediye şu yakındaki Bükreş şehrine bir mütehassıs gönderse otobüslerın kapısız işledıklerini görürdü. Elbette arada bir kaza oluyor. Fakat tramvaydan atlamasını bılmiyen bir iki gafil bulunacak diye yüz binlerce halkın çabuk gitmek ve gelmek kolaylığına müdahale edılmiyor. * * * Görülüyor ki mesele, «ceza vermekle» halledılecek işlerden değildir. Daha cid dî tetkik neticesinde başka tedbirler aramak gerektir. Çabuk şu kadını yakalayınız, ya ralandım, demıştır. Fılhakika, o sırada, birkaç metro ötede, gayet şık giyinmiş, genc bir kadın duruyor, bir elinde, henüz namlusundan dumanlar çıkan bir rövolver tutuyordu. Genc kadın, öteki elinde tuttuğu bir kürkle yüzünü gızlemeğe çalışıyordu. Silâhm patladığını hiç kımse işitmemişti. Kontun ihtan üzerine kadın tevkif e dilmış ve polis merkezinde şu ifadeyi vermıştır: « Ismim Madeleine Coraboeuf'tür. Otuz yaşındayım. Tiyatroda kullandı ğım müstear isim Magda Fontanjes'dir.» Kadın, Kont de Chambrun'e silâh attığını itiraf etmiş ve sorulan suallere an cak avukatının huzurunda cevab vereceKazanın mahiyeti hakkında ileri sürüğini söylemesi üzerine merkeze davet e len faraziyelerden birisi, binanm alt kadilen avukatının yanında şu sözleri söyle tmdaki kalörifer kazanlarından birinin miştir: patlaması ihtimalidir. Fakat, Amerika «M. de Chambrun'ü intikam almak da, kalörifer kazanlarının imali çok sıkı için öldürmeğe teşebbüs ettim. Benim na bir kontrola tâbi tutulduğu cihetle böyle zarımda herşey demek olan bir adamm bir ihtimalin varid olamıyacağında bü aşkmı bana kaybettirdi. Bu adam çok tün mütehassıslar ittifak etmektedirler. İkinci ve kuvvetli faraziye, infilâkın petrol infilâkı olduğudur. Bu faraziyeyi ileri sürenler, mekteb binasmı petrol ya rattı ve petrol imha etti diyorlar. Petrollu arazide, çabuk iştial eden ve yerlerini tesbite imkân olmıyan birçok petrol keseleri vardır ve bunlar, toprağın altında serpilmiş bir haldedır. Bu kese lerden birinin mekteb binasının tam al tına tesadüf ettiği ve bu keseden teraşşuh eden gazlerın kalörifer dairesıne girdığı farzedilirse kazanın sebebi kendiliğinden anlaşılıverir. infilâkı müteakıb, yüz kilometro mu hit dahilindeki bütün merkezlerden telefonlar, telgraflar ve radyo ile derhal imdad istenmiştir. Fakat, bu istimdad işa retleri imdad kuvvetlerinden başka o kadar çok meraklı kütlesi celbetmiştir ki, Mm. Fontanges kasabaya giden üç büyük yol on beş daıleride bir şahsiyet olduğu için ismini kıka içinde bir mahşer halini almış, itfaiye ve imdadı sıhhî arabalan, kalabalığı söylemek istemem. sökemedikleri için 1 0 1 5 kılometrodan Romada bulunduğum sırada, sevdiğim fazla süratle ilerliyememişlerdir. adamm muhıtınde bulunanların onu benEnkaz altından çıkarılan cesedlerin den uzaklaştırmağa gayret ettiklerini gördüm. Evine gidip geldiğim M. de Chambrun'e bundan bahsettim. Bana yardım edeceğini ve sırnmı faşetmiyece ğini vadetti. Halbuki hiç birşey yapmadı, ben de bir müddet sonra, meyus bir halde Romadan aynldım. Sonra dedikodu başladı. Gazeteler, aşkıma telmih yollu yazılar yazdılar. Bu yazıların M. de Chambrun tarafından yazdırıldığma kanaat hasıl ettim. O andan itibaren intikam almağa karar verdim. Y:zık ki silâhım bozuldu, onu öldüremedim.» Madeleine Coraboeuf, haddi zatında bir macera kadını olmamakla beraber, hayatı maceralar içinde geçmiştir. İlk Roma büyük mükâfatını alan meşhur bir ressamın kızıdır. 18 yaşında evlenmiş, bir müddet sonra kocasından ayrılmış, lacak bir damla kömürü olmadığı için, yataktan kalkıp ta sabaha kadar oturamazdı. Bir kahveye gidebilmek için de güneşin doğmasmı beklemeğe mecburdu. Sabaha birkaç saat daha varsa bu zamanı uyumadan nasıl geçirecekti? Hem de akşamdanberi ya hararet derecesi gitgide fazla düştüğü için, yahud da son günlerin yoksulluklan yüzünden vücudünde mukavemet azaldığı için her zamankinden fazla üşüyordu. Yorganın altında titremeğe başladı. Sırtile yer tahtası arasında şilteye benzer hiç birşey yokmuş gibi arkasmda soğuk bir sertîik duyuyordu. Omuzları hâlâ tutuktu. Biraz evvel yorganın dışından içine çektiği ayağının soğukluğu ötekine geçmişti. «Saat kaç acaba?» diye düşündü. Bu vaziyette beş dakikadan fazla yatamıyacağını anlıyordu. Kalksa ve kızışmak için vücud hareketleri yapsa, hatta eşyayı yerinden oynatsa, başka tarafa taşmsa, tekrar yerine götürüp koysa... «Evet, de di, bu evde benden başka kimse yok ama komşular rahatsız olabilir.» kendi kendine cevab veriyordu: «Olsunlar. Nihayet bir ikisinin uykusu kaçacak; fakat ben donmaktan kurtulacağım.» tiyatroya intisab etmiş, oldukça muvaf fakiyet kazanmış; fakat bundan da bı karak gazetecilik etmek istemiş, hatta bazı gazetelerde bir iki makale de neş retmiştir. Bu arada siyasete merak sardıran Magda, meb'usan meclisine, Hariciye Nezareti binasına girip çıkmağa başla mış, ismini Cenevrede bıle duyurmuştur. Geçen temmuzda, Romada, Muso lini tarafından kabul edilmiş ve kendi sile bir mülâkat yapmıştır. Fakat bu mülâkattan sonra, oturduğu palasta, «çok yüksek bir şahsiyetten artık esirgiyecek hiç birşeyi olmadığı» tarzında ileri geri bazı sözler sarfetmesi üzerine Venedik sarayının kapılarından bir daha içeri girememiştir. merdivenlerinden hızla birkaç defa inip çıksa kalb deveranını artırarak ısınamaz mıydı? Kendi kendine: Saçmalıyorsun! dedi. Sonra ilâve etti: Soğuktan saçmalıyorsun. Buhranlı yalnızlık anlarında, içinde peyda olan çift adam gene karşılaşmıştı. Bu iki adam da kendisiydi; fakat bazan kendisinin üçüncü bir adam gibi onlann münakaşasını dınledıği de olur du. Bu sefer ikisinin de sustuklarmı gördü. Sabahtanberi ağzına birşey koymamıştı. Fakat, yemekten ziyade sıcak bir şey ve bir sigara içmek istiyordu. Bir çay. Bakışları ayakucundaki odasmın 540 ı çocuk, 68 i muallim olduğuna göre, bu haile kurbanlarının, 608 kişi olduğu şimdilik tesbit edilebilmiştir. Talebeden birçoğunun kaybolduğu söyleniyor ki, bu takdirde, enkaz altında kalmış daha başka cesedler veya infilak esnasında parçalanıp dağıldıklan için bulunamıyan çocuk ölüleri mevcuddur demek olur. Texas'da, içindeki talebe ile birlikte berhava olan NewLondon ilkmektebi faciası hakkında, Avrırpa gazeteleri şu tafsilâtı veriyorlar: NewLondon kasabası, ancak altın ve petrol kuvvetile, yerden fışkınrcasına yükselebilen beldelerden biridir. Bu kasabada, mühendis ve amele çocukları için bir nümune mektebi açılması kararlaştırılmış ve bundan yirmi ay kadar evvel, şehirden bir kilometro mesa fede, yüksek bir koruluğun ortasında, genc Amerika Cumhuriyetine cidden lâyık, temiz, şirin, sıhhî bir mekteb binası kurulmuştu. Martın 19 uncu günü, saat on beşi yirmi geçe, yani talebenin son dersten çıkmasma on dakika kala, bir denbire müthiş bir infilak olmuş ve bina, heyeti umumiyesile havaya fırlamıştır. Faciaya şahid olanlardan biri verdiği ifadede infilâkı şöyle anlatıyor: « Gürültüyü işitince dönüp binaya baktım. İlk gözüme ilişen şey, binadan aynlan ve dalgalann üzerinde yüzer gibi siyah duman bulutlarınm üstünde gökyüzüne doğru havalanan dam oldu. Dama yapışık bir takım insan şekilleri de görünüyordu. Şimşek süratile gözümün önünden geçen bu manzara ile ayni za manda, binanm iri duvar taşlarmın kursaktan bir balon gibi şişip bin parçaya ayrıldığmı gördüm. Bu müthiş infilak beni de yere devirdi. ve hava tazyikinin şiddetile bayıldım. Yere düşerken, şimdi hâlâ mana veremediğim diğer bir hâdise oîdu ki buna belki de herkesi inandıra mıyacağım. Havada, benden belki üç dört bin kadem yüksekte ikinci bir infilak oldu, binanın üstünde, alevden, muaz zam bir mantar gibi bir şey açıldı ve söndü. Bunu, bina ile beraber berhava olup ancak havada iştial eden bir gaz kütle sine atfedebiliyorum.» V. BİRSON Roterdam ve Batavya fahrî konsoloslarımız M. TURHAN TAN 23 Nisan Ankara 22 (Telefonla) Roterdamharekettir. da ihdas olunan fahrî başkonsoloslu *** ğumuza Gerli von Recsemin, Cava a Buna rağmen, Beledıye, elindeki ni dasmda ve Batavya'da ihdas olunan zam ve kanuna dayanarak ceza verebilir. fahrî konsolosluğumuza da Berüyme nin tavin edildiler. Fakat bu ceza, haklı değildir. Çocuk Bayramı haftasının ilk günüdür. Yavrularmızm bayramı için hazırlanınız. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 26 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa buz kesilmişti. Onu hemen içeri çekti ve sırtı gene açıldı. Yorganı paylaşamıyan ayaklarile omuzları arasmdaki bu rekabet onu ümidsizliğe düşürüyordu. Tecriibeyi birkaç kere tekrarladı. Omzu örtündükçe ayağı, ayağı örtündükçe sırtı açıkta kalıyordu. Karyolada, ev sahibinin eski bir hahsile kaplı duvara arkasını biraz dayamak mümkün olduğu için yorganın sırtını tam kapatması şart değildi. Fakat bu küçük sofada duvar çıplaktı; fazla olarak, sıvalan dökülmüş olduğu için bağdadiyeleri de yer yer meydana çıkmıştı. Akşamdanberi yağan kar dinmışse yatağım tekrar karyolasına taşımayı düşünerek doğrulmak istiyordu. Fakat omuzları o kadar tutulmuştu ki bir dirseği üstünde kalkmak için yaptığı hareketi tamamlamağa muvaffak olamıyarak tekrar yatmağa ve yorganının içine sokulmağa mecbur oldu. Omuzları ısınmcıya kadar beklemesi lâzımdı. Örtünmeğe çalıştı. Fakat bu sefer de bir ayağı dışanda kalmıştı. Böyle gecelerde yorganile yaptığı mücadelelerden kalma bir idrakle, gayet iyi biliyordu ki vücudünün hiçbir parçasını açıkta bırakmamak için yatağınm içinde alabileceği vaziyetler sayıldı ve uyku sersemliğile, uzun boynu bu kısa yorgana sığdırabilecek en müsaid şeklin hesabını bulup çıkarmak hiç te kolay olmuyordu. Bazan ayağa kalkmak, çarpılan yorganını yeni baştan düzeltip sererek alhna girmek lâzım geliyordu. O gece bu hareketi fazla zahmetli buldu ve yapamadı. Arkaüstü yattı ve dizlerini yukan doğru kırdı. Bu sefer de bacaklarınm hizasında yorganın sol tarafmda açılan bir yerden içeriye dolan soğuk bir hava dizlerinin altındaki boşluğu dolduruyordu. Vücudünü biraz daha büzerek o açığı da kapatırken yorganının üstüne attığı ceketi duvar tarafma doğru kaydı. Titriyordu. Ayaklannı birbirine sürtArtık hiç kımıldamak istemiyordu. U tü ve dizlerini birbirine vurdu. BirdenbiHava çok soğuktu. Yorganın dışansın yumağa çalıştı ve muvaffak olamadı. re aklına gelmişti: Kızışmak için eşyayı da kalan ayağı, bir dakika geçmeden Saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Yakı kaldırıp indirmeğe lüzum yok; boş evin tütün dumanının acılığını tahayyül etmek ona nefret verdi; yalnızbaşına çayın lezzeti içinde de hiç bir teselli yoktu. Kuru ve donuk bir sesle pencere sarsıldı ve yanıbaşmdaki tırabzanlar çıtırdadı. Kar fırtması. Yüzünün üstünden soğuk bir hava tabakası geçti. Yukarı kattaki taraçada birşeyler devrıliyordu. Merdivenbaşmda yanan idare lâmbasınm fitili sallanmağa başlamıştı. Orhan ışığın sönmesinden korktu ve gözlerile ona daha muhafazalı bir yer aradı. Fakat nasıl kımıldıyacaktı? Vaziyetini hiç bozmıyarak vücudünün şilteye temas ettiği noktalarda sıcaklıklar biriktirmeğe çalışmıştı. En küçük bir hareket, bu tasarruf ettiği hararetleri bir anda harcamak olacaktı. Lâmbanm yanında bir kutu kibrit bulunkapısından penceresine kadar uzandı. durduğu için sönmesine ehemmiyet verSabahm ilk ışığını görebilse yataktan memeğe kendini alıştırdı. kalkacaktı. Kahveler açılıncıya kadar Ne ümid ediyordu? Akşamdanberi evin içinde oyalanabilirdi. Yeleğinin ce bir kere bile en müsaid ıhtimallerin yübindeki bozukluklar ona hem bir çay, züne bakmağa cesaret edememişti. Şimdi hem bir paket sigara temin edemezdi. de bütün ümıdlerinin boş görünmesınden Sıcak birşey içmek ihtiyacı, birdenbire korkuyor ve onları hiç muayene etmeden onun son tütün parasına rakib olmuştu. içinde saklamayı tercih ediyordu. Hangisini tercih edebileceğini düşündü. Fakat kendi kendine sordu: Hayalinde iki lezzet birbirine kanşryor Amcam mektubuma cevab verir du. Damağını sıcak bir çayın rayihalı ve mi? şekerli suyu ıslatmadan içine çekeceği ilk Zengin ve cimri amcası. Ona yolladı ğı mektubdan bazı satırlar: «Cidden müşkül bir vaziyette olmasaydım...», «geçmiş bir münakaşanın nahoş tesiri kendimde zerre kadar kalmadığı için, senin de bir anın müvazenesizliğini mazur görerek...» yüzünü buruşturdu. Yalnız şu cümle içinde, o günkü isyanının bütün şerefini iade etmişti. Herhangi bir zamanda bu sözü söylemeğe mecbur olduktan sonra, tarziyeyi münakaşa günü vererek, belki de babasmın ölümünü bile yakınlaştıran o büyük ihtilâfın önüne geçmek daha doğru olmıyacak mıydı? Ne kazandı? «Senin de bir anın müvazenesizliğini mazur görerek...» bir anın mü j vazenesizliği... Hele o «iade edilmek şartile, bana, posta havalesile...» diye başlıyan cümle. Orhan gözlerini yumdu. Arkaüstü yatışı, ona, hayatının bütün mücadelelerinde eski zaferlerinin ruhî ganimetlerini bile iade edecek kadar mağlub oluşunun en zelil ifadesi gibi görünüyordu. Sırtüstü yere gelmişti ve kalkabilmek için rakibine elini uzatıyordu. Amcasından ne cevab gelecek? İçin deki ses: Ben sana söyleyim! dedi, onun ifadesile söyüyeceğim. Aynen: {Arkası var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle