23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 Subat 1937 CUMHURİYET i Faşistler Nahas Paşayı devirmek istiyorlarmış! IBaştaraft 1 inct sahifedei Mısırda hükumet darbesi mi? hükumet darbesi gibi bir darbe vukuundan korkmaktadırlar. Gazeteler, Fransa ve Avrupaya müslümanlara karşı gayeî dikkatli bir siyaset takibi suretile bütün şimalî Afrikada gitgide artmakta olan Arab ittihadı tehlikesinin önüne geçme lerini ihtar etmektedir. Mısır ordusunda kullanılacak tanklar Kahire 11 (A.A.) Reuter Ajansından: Mısır ordusunda tanklar kullanılmı yacağı suretindeki yanlış haberin tevlid ettiği fena intibaı izale etmek için bilâkis tanklann Mısırın müdafaasını tensik hu susunda en emin rolü oynıyacağı söylenmektedir. Filistinde yeni karışıklıklar Kudüs 1 1 (A.A.) îngiliz tahkik komisyonunun buradan ayrılmasmdan sonra hızını artırmış olan Yahudi aleyhtarlığı Filistinin içerilerine sirayet etmektedir. Bu tahrikâtın müştereken hazırlanmış birşey olmayıp muhtelif Arab meka filinde hasıl olan sabırsızlık ve hayal in kisarı dolayısile yapılan bir takım ferdî teşebbüslerden ibaret olduğu zannolun maktadır. Bununla beraber münferid suikasdler, sık sık vukua gelmektedir. Dün Samarie mıntakasında bir takım taarruzlar yapılmış olduğu haber veril miştir. Bu mıntakada bilhassa Guivat hada mevkiindeki çiftçilere karşı bir çete tarafından müsellâh bir tecavüzde bu lunulmuştur. Çete, bu mevkie üç taraftan taarruz etmiştir. Çete efradı, süt taşımakta olan üç kamyonu tevkif etmiştir. Haydudlar Arab kasabalarını da ih mal etmemektedirler. Yirmi kadar silâhlı adam, Kudüs civarında hakikî bir yağ macılık yapmışlar ve talan yaptıkları kasabalarda halkm ellerini, kollnnı bağla dıktan sonra hayvanlarını sürüp götür müşlerdir. Merhum Said Halim Paşa hakkındaki yanlış iddialara cevab Türk radikalizminin manası şudur: «Kabil olduğu Akşam gazetelerinden birinde «İtti had ve Terakkinin son devresindeki en kadar süratle yolda durmıyarak ve zamanı dev trikalar» serlevhası ve Mustafa Ragıb adımlarile aşarak hareket etmek» imzası altmda neşredilegelen müteselsil makalderde Mısır prenslerinden Sadn azam Said Halim Paşanın hayatı hususiyesi hakkındaki yazılar, muharririn hiçbir müspet delile istinad etmiyen şahsî içtihadtından başka birşey değildir. Biz bu yoldaki mülâhazalara birer birer cevab vererek uzun bir münakaşa zemini açacak değiliz. Fakat Prens Saidin hayatı hususiye ve siyasiyesine pek yakından vâkıf olduğumuz için muharririn efkârı umumiye muvacehesinde güçültmeğe çalıştığı yüksek şahsiyet hakkında sarfettiği bazı sözlere mantık ve adalet namına mukabeleye lüzum görüyoruz. Said Halim Paşa merhum, vatanına büyük bir sevgi ile merbut bir hürriyet perverdi. 1893 senesinde biraderlerile birlikte, bir daha avdet etmemek üzere Sultan Hamidin bir iradesile memleketten çıkarılmıştı. Bu hâdiseden sonra Prens Said Paşa gerek Mısırdaki Türk milliyetçilerine ve gerekse Ahmed Rıza Beyin firanndan sonra Pariste teşekkül eden ve aza olarak intisab ettiği «İttihad ve Terakki» cemiyetine birçok fikrî ve nakdî yardımlarda bulunmuştu. Ilânı hürriyetten sonra İstanbula avdet eden Said Halim Paşanın ta bidayettenberi mühim bir rüknü bulunduğu, Talât ve Enver Paşalardan evvel amelî bir rol oynamış olduğu İttihad ve Terakkinin memleketteki ilk teşkilâtında mühim bir mevki ihraz etmesi pek tabiidi. Yoksa, muharririn iddia ettiği gibi, ilânı meşrutiyetten sonra ziyadesile paraya muhtac olan İttihadcılara ilk yardımda bulun duğu için, Yeniköy Belediye müdürlü ğüne tayin ve badehu Âyan azalığı na ve sair resmî makamata getirilmiş değildir. Odesanın bombardımanı meselesine gelince, bir emrivaki karşısında bırakılan Said Halim Paşa filvaki sadaretten istifaya karar vermişken Talât ve Enver Paşalann ısran üzerine karanndan nü kul etmişti. Fakat prensin bu rücu hareketi, muharririn iddia ettiği gibi Talât ve Enver paşalann tehdidleri karşısında şahsî servetinin zıyaı endişesinden ileri gelmiş değildır. Temiz manevıyat sahibı olarak tavsif ettiği bir şahsiyet hakkın daki bu gibi ağır ithamı muharrir müspet addettiği hangi vesaika istinad ettiriyor? Tarihi degiştirmiyelim Kamâlizm ve Ana yasamız 2 Müseîles ve murabba endeseden bahsedecek değilim. Sümbülzade Vehbi gibi: «İtibar etme sakuı hendeseye Gıraıe bir dairei vesveseye» diyecek kadar düşüncesizlik göstermesem bile o îlmin cahili olduğum için ne müsellese dil uzatınm, ne murabbaa ayak. Benim müselles dediğim bir kokudur. Murabba da o kokuya dayanarak yapılan bir nüktenin özüdür. Hoşuma gittiği için fıkrayı hikâye ediyorum. Onsekizinci asırda İstanbulun en büyük mirasyedisi olan Veliefendizade bir gün müseîles sürünüyormuş. Bu ad, hem eski likörlerden birinin, hem de bir şark pomadının adıdır. Su halinde içilir, sulp halinde sürülür. Veliefendizade aynamn karşısında müseüesle sakalını kokulan •> dınyormuş. Bu adamm bir merakı da dalkavuk taşımak. O tuvalet sırasında bu merakını tatmın etmekten gene geri kalamamıs, dalkavuğunu bir köşeye o turtmus. Koku sürünürken onunla lâf atmayı da unutmuyor. Fakat şöhretli mirasyedıyi eğlendirmek, güldürmek vazifesini üzerine almış olan kâselisin o gün neşesi kmk. Veliefendizadenin tuvale tinı uzatıp gitmesi de aynca sinirine dokunmakta. Tam bu esnada, insanlık hali bu ya, mirasyediden fiziyolojik bir suç zuhur eder ve herifceğiz ter içinde kalarak elindeki pomad kutusunu bir yana bırakır: Dostum, der, müseîles ne iyi ko ku, değil mi? Dalkavuk, yeni ve eski hınçlarmı çıkarmak fırsabm kaçırmıyarak cevabı yapıştırır: Efendimiz murabba etmeseydiniz, evet, derdim! Bitaraf müşahidler Beruta gittiler Kudüs 1 1 (A.A.) Sancağı ziya ret eden Milletler Cemiyeti müşahidleri, Beyruta gelmişlerdir. Müşahıdlerin burayı ziyaretlerinin sebebi malum değildır. Bursa Osmanlı Bankasını soyanlar IBaştarafı 1 inci fnhifede} İngilterede eski Krala karşı alınan cephe {Faştaraft 1 inci sahifede'\ Sabri, îddia makamında da Reşad Küre verebilecektir. Bu takdirde Kralın tahsisatı bu miktarda artınlacaktır. vardı. *** Evvelâ kararname okundu. Bunda, Süleymanla Ahmedin bankayı soymak Dün şehrimize gelen Dailyh Express için Cafer admda birisile mutabık kal gazetesinin siyasî muharriri yazıyor: dıklanm hatta hep birlikte bu işi nasıl İngiltere kral hanedanı azasından bayapacaklarını kararlaştırdıklannı anla zıları aralannda Dük de Windsor için tıyor, fakat sonradan Caferin korkudan üç yüz bin İngiliz liralık irad teminini bu işten vazgeçtiği ve çeteden ayrıldığı düşünmektedirler. Tamamile hususî mazikrediliyordu. hiyetteki bu iraddan Dük hayatında istiSüleymanm, İstanbulda terzi Vasi fade edeceği gibi evlendiği ve zevcesin le giderek kendisinin Kastamonu asker den evvel öldüğü takdirde iraddan zevce lik şubesi muamelât memurluğuna tayin de istifade edecektir. edilen bir zabit olduğunu anlatıp bir yüzDiğer taraftan hükumet tarafından başı elbisesi satın aldığı ve gene Mer bağlanacağı rivayet olunan senevî 25,000 canda şapkacı Ali Muzafferden de bir sterlinlik maaş meselesi şimdilik terke yüzbaşı serpuşi aldığı, Ahmedin ise B u r dümiş gibidir. Kral kardeşine hususî bir sadan bir nefer elbisesile bir kasket te irad temin edecektir. darik ettiği kaydediliyordu. Suçluların bu suretle hazırlandıktan etti. sonra bankanın yanındaki Orhan camıAhmed de ayni şekilde inkâra saptı sine giderek müezzin yerinde asker elbi ve: selerini giyip ansızın bankaya girdiklsri Parmaklanmızm arasına konulan yazılıyor ve hâdıseye aid dığer delâ;!, bu kurşun kalemleri, insana yalnız bu emare ve vesikalar uzun uzadıya anlati soygun cürmünü değil, dünyanın en feci yor ve ceza kanununun 64, 495 ve cürmünü bile ikrar ettirir, dedi. 497 nci maddeleri mucibince muhakemeBundan sonra ihzarî tahkikat evrakı ye sevkediliyordu. okundu. Suçlular bunları da reddettiler Reis maznunlara: ve: Kararı dinlediniz, ne diyorsunuz Polislerin ellerinde banka memurdedi. larının evvelce verdikleri ifadeler mev Süleyman: cuddur. Onlara göre bizi söylettiler ve Onu polisler diyorlar, biz demi tabiî altlarını da imzalamağa mecbur yoruz, dört gün bes gece müdiriyette tazkaldık. yik altında ne dediğimin farkında deği Diyen Süleyman ağlamağa başladı ve lim. Parmaklarımızın arasma altı köşe'.i istediğiniz cezayı veriniz dedi. kurşun kalemi koyup ellerimizi sıkıyor Reis: lardı. Mademki suçsuzsunuz insan hemen Reis: Polislerin size husumeti mi var? ufacık bir tazyikle böyle bir cürmü üstüne alır mı diye sordu. Maznunlar sükut Süleyman: Hayır, onlar bu işin failini arıyor ettiler. Bundan sonra Osmanlı Bankası mu lardı, kendilerini kurtarmak için, hasebecisi Ahmed Neş'en ve Madam Reis: Şimdiye kadar sizden başkasını Suzan şahid olarak dinlendiler. Şahidler maznunları tanıdılar. bulamazlar mıydı? Süleyman bu sual üzerine duraladı ve Muhakemeye yarın devam edilecek ve sonra bu işi yapmadığmı ısrarla iddia 12 sahid dinlenecektir. İnkılâb kelimesine gelince, hiç şüphe yok ki, ilk defa ortaya atıldığı zaman, bu kelime, yukarıda izah ettiğimiz gib' hep neticeye nisbetle, basbayağı ihtilâi manasını taşıyordu. Bu, Atatürk tara fından, milleti garbe doğru, garb kültürüne doğru ve garb zihniyetine doğru gö türen sosyal inkılâb lehinde verilen parola idı. Bu yolda ilerlemeğe devam edıliyor ve ebediyen devam edilecektir. Fakat noktai hareketi teşkil eden parola, başlangıçtaki manayı muhafaza etmiyecek tir. Artık deri değiştirecek, kültür ve zihniyet değiştirecek değiliz; fakat canlandırıcı ruh daima ayni ruhtur, daima ilerı doğru yürüyüşe devam edilecek ve nor mal yürüyüşle değil, dev adımlarile sıç nyarak ilerlenecektir. Yabancı bir dilde, inkılâb kelimesinm yeni manasını bir dereceye kadar ifade debilen bir formülün mutlaka bulunması icab ediyorsa, bunu belki radikalizm tabirile göstermek kabil olur. Fakat derhal ilâve edelim ki, bu kelimeyi her zaman istimal edilen siyasî bir ıstılah olarak değil, sırf etimolojik «iştikakî» manada kullanıyoruz. Etimolojik noktai nazar dan, radikalin mecazî manası «prensiplere, eşyanın esasına taalluk eden» de mektir. Filhakika, Kamâlizm, ıslahatçı hamlelerinde yarım tedbirle, idarei maslahat usulüne asla cevaz vermez, daima yıkıp devirmek suretile iş görür; nitekim, inkıâb kelimesinin etimolojik manası da bunu ifade etmektedir. Bir an'aneyi, öm rünü itmam etmiş sosyal bir müesseseyı ortadan kaldırmak istediği zaman, Kamâlizm, hatır gözetmeği, menfaati mev uu bahsolan filân veya falan unsurun, filân veya falan sınıfın güceneceğini düşünmeği aklına getirmez. Filhakika, başcalannın ancak bir asırda elde ettikleri erakkiyi bir sene içinde başararak kay bedilen zamanı telâfiye mecbur olunca baska türlü harekete imkân yoktur. Bu sebeble, Türk radikalizminin manası şudur: «Kabil olduğu kadar süratle, yolda durmıyarak, ve zamanı dev adımlarile aşarak hareket etmek.» Partinin ve hükumetin en salâhiyetli erkânmın her fırsatta izah ettikleri gibi. inkılâb, dünyamızın, başlangıcından beri alınan hız, zamanla gevşememesine nezaret etmelıdir. Motör daima fizık al~ tında bulunmalıdır. Kamâlizmin indınde, ileri hareketini durdurmak gerilemek, daha doğrusu irtica tesirlerine, hemen hemen tanhdekı her ihtilâi hareketinde olduğu gibi, ma zınin tehlıkeli hücumlarına maruz kal mak demektir. Hulâsa etmiş olmak için diyeceğiz ki, Parti programında daima görülen inkılâb remzi, fiilden ziyade, zihniyete, ruha, metoda taalluk eder. Istikbalde, belki, hakikî manasile bir inkılâb hareketine lüzum olmıyacaktır. Fakat inkılâbm ruhuna, zihniyetine ve hareket tarzına daima ihtiyac hissedile cektir.» Bundan bir sene evvel yazılmış olan bu sözlere şunu da ilâve etmek gerektir ki yalnız inkılâbcılık değil Ana Yasamıza malolan halkçılık, devletçilik, lâiklik ve milliyetçilik dahi ayni ruhun tecelliya tından ibarettir. Çünkü Kamâlizm ken disi bir ruhdan ibarettir. Kelimelerin şu veya bu medlulile ifade olunamaz. Bu ruhun yegâne ifadesi gözümüz önünde canlı bir halde bulunan lâyemut eserler, her birisi birer mucize gibi dünyayı hayrette bırakan muazzam abidelerdir. Hulâsa etmiş olmak için diyebiliriz ki Kamâlizm ruhunun Ana Yasaya malolmasile şimdiye kadar bu ruh sayesinde vücude gelmiş ve bundan sonra dahi bu ruhun tesirile vücude gelecek eserler ve abideler tabou haline, onlara dokunacak, el uzatacak kimseler kanunun biaman pençesile karşılaşacaklardır. İ * * * sattan bu derece müstağni bir adama tesadüf etmedim. Arkadaşlarının ısran üze rine sadarette kalması tashihi gayrikabıl olan bir vaziyet karşısında harbde muvaffakiyet ümidlerine sarılarak o karanlık günlerin mes'uliyetine arkadaşlarile bir Bizce, hiçbir vesikaya istinad etmiyen ikte tahammül etmenin daha muvafık ove etmesine imkân da olmıyan böyle acağını teemmül ve idrak ettiğinden ileri vâhi bir iddianın mantık cephesinde yeri gelmiştir. yoktur. İzah edelim: Almanya ile akdetmiş olduğu muarıeBir kere sabık Mısır kadısı Yahya E de ise daha ziyade mütekabil bir tesanüd fendinin vaktile Prens Saidi Prenses muahedesi idi. Bizim behemehal AlmanZeyneb Hanım vakfının mütevelliliğin arla birlikte harbe girmemiz lüzumunu den azlettirmiş olduğu varid değildir. Famutazammın değildi. Bu sebeble beklekat farzımuhal olarak Prens Said mütemek ve harbin alacağı şekle göre bir kavellilikten azledilmiş olsaydı Mısır ka rar ittihaz etmek taraftan idi. vanini şer'iyesi mucibince bütün servetini Merhum, yüksek zekâ ve basiret sa değil, ancak vakfın senevî iradmın yüzde hibiydi. Bir gün Yeniköydeki yalısmda onundan mahrum olacaktı. Bu gibi bir ziyana uğramak tehlikesi karşısında, hususî bir içtimada Çanakkaledeki vazi Prens Saidin vatanî vazifelerine karşı yet hakkında kendisinden izahat istiyengöz yumarak sadarette kalmağı tercih et lere «size bir müjdem var, memleketimiz tiğini aklıselim kabul edebilir mi? Said bir askerî dehaya maliktir» demiştir. Bu Halim Paşayı yakından tanıyanlann sözlerile o sıralarda Anafartalar cephecümlesi bilir ki o, para ve servet mefhum hinde birinci zaferlerini kaannan Mus ları karşısında büyük bir alâkasızlık gös tafa Kemal Beyi (Atatürkü) işaret editerirdi. Ben kendi hesabıma maddî ihtira yordu. İşte bu suretle o zaman, muasırkarak bağırdı: Evet!... Demir, yavaşça kolunu çekip uzaklaştı. Odanın ortasmda, çok ciddî tonla: Ortaya bir insan kalbi konuyor. Onu paylaşmak için bütün varımızı ileri sürüyoruz. Ben çiftliklerimi veriyorum. Ve siz, hepsi babanızın olan tarlalan, dükkânlan, fabrikalan ve daha bilme diğim neleri veriyorsunuz! Bunu neyle temin edersiniz? Şevki, gayzla dolu gözlerini dikerek cüzdanını çıkardı. İçinden bir tomar kâğıdı masanın ortasına fırlatıp: İşte senedler!.. diye bağırdı. Otekileri de istediğiniz zaman getirmeye hazırım. Ya sizinkiler?.. Bu sırada, kapınm aralığı ağır ağır genisliyerek, o vakte kadar eşikte onian dinliyen Hacı Toran, tamamile içeri girmisti. Hep birden döndükleri zaman, hayretle onu gördüler. Bu ağır ve ihtiyatlı adamm hiddetten gözleri dönmüş, yüzü kandan boğulacak kadar kızarmıştı. İçeridekileri unutup, Şevkinin üstüne yürüdü. (Parmağile masayı gösterir ken) boğuk, korkunc: Bunlar ne?... diye bağırdı. Burada ne arıyor bunlar?... Kırk yıl didinip kazandığımı sokaklara mı atıyorsun, soysuz?... Kimin mahnı kime veriyorsun? Şevki, isyandan ziyade ıstıraba benzer acı bir sesle: Sarfedilen yok! Al işte, hepsi senin. diye cevab verdi. Delice masrafını işitmedik mi? Ya bunlar da ne?... Bu saray takımlan... Bu ipek hjalılar.. Beni mahvettin, hain! Kırk yıl, yoksulluk çekip bir araya ge tirdiğimi bir günde savurdun. Beni so kaklarda mı süründüreceksin?... Ne diyorsun baba!.. Allah aşkma bir düşün.. . Bu koca ihtiyar, gitgide yüzüne kan çıkarak sekte gelmiş gibi koltuğa yığıîdı. Ağır ve boğuk: Yaılan mı?... dedi. Kulaklarımla işittim. Tarlalanmı, dükkânlanmı sokağa atan sen değil misin? Ve hiddetten n'triyen parmağını ma saya uzatıp: Bunlar nedir?.. Ya bunlar nedir?.. Demir, bu sırada bir pusula yazıp gizlice Nura veriyordu. Baba ile oğul ara sında geçen sahneyi sonuna kadar seyrederek, birden söze kanştı: Rica ederim telâş etmeyin! Ortada mezad malı değil, bir insan kalbi var. İsteği olmadıkça ne ben, ne oğlunuz dünyalan yıksak onu kazanamayız. Bütün mesele benim bir lâtifemden çıktı. Cid den Nur! Senin hakkın var. Daha baştan size hoş bir eğlence tertib etmiştim. Ne yazık, efendi bunu fazla ciddiye aldı. Hepinizi tanıdım!.. Sizi üzdüğüm için affedin. Allaha ısmarladıkü diyerek hiçbirinin cevabına meydan bırakmıyacak bir hızla cıkıp gitti. Ertesi gün, alaca karanlıkta dağ yo Iunda bekliyordu. Ağaclann önünde telâşla geziyor, yaprak kıpırdamasüe yerinden sıçrayıp yolu gözetliyordu. Bu sa Vapurda, süründüğü gülyağı mı, zakkum yağı mı ne olduğu belirsiz, fakat duyanlar için tahammülü güç bir kokuyu öğmeğe başlıyan bir adamcağız, sö zünü evirip çevirip eski müselleslere getirince yaşlıca bir zat, pardon, diyerek bu fıkrayı anlattı ve sonra gerçekten müteaffın görünen adamın yüzüne güle güle şu sözleri ilâve etti: Tekin Alp Siz zaten murabba kullanıyorsu iarının henüz intikal edemedikleri tarihî nuz!... bir hakikati büyük bir isabeti nazar ve Doğru söze ne dertir ki?.. samimiyeti kalble ifade etmiş bulunuyorM. TURHAN TAN H: du. İzmitte Mu. Harmankayaya: Said Halim Paşa gerek Almanya ile İltifatınıza teşekkür ederim. Bizi şevklendiren bu samimî sözler ve talcdirlerdir. yapmış olduğu muahede ve gerekse kenM. T. T. disini bir emrivaki karşısında bırakan arkadaşlarile birlikte yüklenmiş olduğu mes'uliyetlerden dolayı Büyük Harbin Romanya vapur acentalığı Romanya vapur kumpanyasının İs neticeleri itibarile muahaze edilebilir. Fakat onun, büyük bir dünya facıası karşı tanbul acentası M. Maloğlu, Bükreşte sında tahminlerinde yanılmış yegâne idarenin müfettişliğine tayin edilmiştir. devlet adamı olmadığını da ilâve etmek Yerine Köstenceden R. Onçano acenta icab eder. Simdi mevzuu bahsedilecek olarak İstanbula gelmiştir. bir keyfiyet varsa, bir zaman mukadde Bir tavzih ratım idare ettiği vatana karşı sadakati Zabıta tarafından Beyoğlunda mey meselesidir. Bu vadideki münakaşalra dana çıkarılan bir kumarhanede kumar ise, yüklendiği mes'uliyetlerin akıbetleri oynamakla maznunen yakalananlar akarşısında bazılan gibi kaçmağa yelten rasmda kumüsyoncu Ziya isminde birimiyerek Malta menfalarında mahrumi nin de bulunduğu yazılmıştı. Kumar oynamaktan maznunen yakayet içinde geçirdiği günlerde din sadakalanan kumüsyoncu Ziyanın, Âşirefendi tini, hürriyeti ve nihayet Roma sokaklacaddesinde Dilsizzade hanında 22 nu nnda hayatı pahasına ödemış olan Said marada 136 ehliyet karne numaralı İzHalim Paşa lâzım cevabı vermiştir. mirli Ziya Septekin olmadığını tavzili 1 tbrahim Ayad ederiz. adant Cumhuriyetin içtimaî romanı: 117 Zenginin borcu vatanın yardımı na koşmaktır değil mi? Borcumuzu ödiyelim. Ben, Kuvayı Milliyeye 5000 lira gönderiyorum. Siz ne buyurursunuz? Şevki toparlandı. Ellerini uğuşturdu. Alçak sesle: Bilmem ki.. İşlerimiz de pek bozuk gidiyor. Öyle, büyük fedakârlık yapacak halde değiliz. Can ve gönülden sizi alkışlanz. Allah kabul etsin. Kurbanımızı kesiyoruz, fakir fıkara doyuyor. Daha ne yapalım? Demir, kahkahayla güldü: Hakkmız var! İnsan yorganına göre ayak uzatmalı. Zaten size böyle bir şey teklif etmek te insafsızlık olur ya! Bu açık istihzadan o kadar öfkelendi ki, yüzüne kan çıktığını saklamak için bir bahaneyle dolaşmaya mecbur oldu. Bu sırada Bekir Bey, hâlâ Demirin nihayetsiz serveti karşısında duyduğu hayretten kendini alamıyordu. Demir, onların şaşkınlığı arasmda emniyetle koltuğa kuruldu ve yeniden toplanmaya mecbur eden yüksek bir sesle: Söyleyin! Benim de yaşamağa rıakkım yok mu? Şevki önünden geçer ken, kolundan tutup: Hakkım yok mu? diye tekrar etti. Sonra, cevablarını beklemeden devam ettı: Yazan: Hilmi Ziya Artık herşeyi yapabilirim! Istediğimle yaşarım. Sevdiğimin ayağına dünyalan getirebilirim! Bu sırada, Şevkiye ve Nura bakarken gözlerinden yıldırım geçti: Sevdiğim beni çağırıp, düşmanının elinden kurtarmamı isterse uğrunda bü tün servetimi vermeğe hazırım. Söyleyin bundan büyük zevk olur mu? Anlıyor musunuz? diye kolundan sarstığı zaman Şevki nefret ve korkuy la titredi. İki adam, tehlikeli bir sükut içinde iki vahşî kurt gibi birbirlerine baktılar. Demir, acı bir kahkahayla gülerek yeniden koluna girdi: Ya siz?.. Sevdiğiniz için ne verirsiniz? Şevki: Hayatımı!.. dedi. Demir, müstehzi: Bu kadar değil!.. Paradan bahsedin, paradan.". Ne yapabilirsiniz? diye tekrar etti. Neyim varsa veririm. Tarlalarınızı da mı? Evet! Dükkânlan da mı? Evet!... Fabrikalan, ve bütün bildiğim hisselerinizi?.. Şevki, gitgide yüzüne kan çı atte çobanlar ve südcü, beygirleri bile uykudaydı. Akşamki yorgunluğun, bel ki de ayazın tesirile titrediği için, kendine karşı bir nevi itimadsızlıkla dudaklarını kemiriyor. Silâhı tetikte, son haddine kadar soluğunu tutarak düşmanı bekliyordu. Kamyonun geçmesine daha yarım saat vardı. Bu yanm saatte, bütün hayahnı a/ltüst edecek bir mahşer olacaktı. O miskince uyuşukluğundan silkinecek, hıncını alacak, rüya gibi ondan kaçan saadeti kucaklıyarak kuvvetle, iradeyle külleye karışacaktı. Şüphesiz bu bir cürümdü! Fakat onu yapmak kuvvetini duyduğu için şimdi kendini bir kahraman gibi görmeğe başlamıştı. Bu değersiz adamdan, bu alçakça hayattan kurtulabilmek ümidi onu kendinden geçiriyordu. Bir çıtırdı oldu. Demir, yolun ağzında kulak kesilmişti. İşte ilkönce Nur ge liyor ve sonra arkasından.. Fakat hayır, boşuna telâş etti: Bu, sabahm ilk yolculan olan koyunlardı. Demir, kalbi duracak gibi çarparak sürünün geçmesini bekledi. Her şey gene sükut içine girdi. O sa bırsız, dolaşıyor. Bir teviye otları çiğniyerek yolu gözetliyor. Dakikalar, inadına süratle geçiyor ve kimseler görünmüyordu. Ortalık aydınlanıyor, ovadan çmgırak sesleri geliyor, sürüler birbirini takib ederek yol boyunca dağılıyor. Kamyo nun geçme zamanı gittikçe yaklaşıyor. Fakat gene şehirden kimse gelmiyordu. Demir, halecan içinde bu öldürücü beklemenin azabından değil, cesaretini kaybetmek ihtimalinden korkup silâhı parmaklarile ezecek gibi sıkmış, gözünü yolun döndüğü noktaya dikmiş duruyordu. Nihayet bir koma sesi ve harab şosenin üzerinden bir araba gürültüsü geldi. O henüz dalgınlığmdan çıkmağa vakit ol < * madan, araba tam hizasında durdu, şo för: Haydi efendi, vaktimiz yok! diye bağırıyor. Demir, hâlâ gözleri yolun dönemeç yerinde, zihni perişan ve şaşkınlıktan silâhı tetikte olduğu halde duruyordu. Şoför, aşağı inip onu kolundan tuttu: Beyim! Silâhı ağaclığa fırlat. Bi * razdan anyacaklar. Dönüşte saklanm. diye kamyona sürükledi. Demir, nihayet kendine gelmeğe başladığı zaman ona karşı mukavemet ediyor: Durunuz! Beş dakika daha.. Biraz ileride bekleyiverin. Derken gözü mütemadiyen yol başmdan çıkacak birini araştınyordu. Şoför, kulağına: Ulucami önünde bir hanım bu mektubu verdi, diye fısıldıyarak telâşla bükülmüş küçük bir pusula uzattı. Sonra yüksek sesle: Hadi beyim, vaktimiz yok. Ah bablan dönüşte görürüz! diyerek adeta zorla kamyonun içine soktu. Araba geriye basıp bir müddet sarsılarak taşların üzerinde müvazenesini bulduktan sonra dağ yolundan Anadolu yaylasına açıldı. S O N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle