03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 tkincikânun 1937 CUMHURIYET Kalkınma programının ParisSoir gazeteifade ettiği yüksek mana sini dava etti Köyde bayram gecesi Hiçbir devirde bu memleket münevverliği bugünkü gibi köye bir dava mevzuu diye bakmamıştır Bütün Türklerin gözünü ve gönlünü idaima çeken Ankara, son günlerde bir kat daha gözalıcı, gönül çekici oldu. Hele köy davasile yakmdan alâkalı olanlar için... Hergün gazeteleri okurken köy işlerine aid ne gibi kararlar alınmış ve neler yapılmış olduğunu heyecanla araştırıyoruz. Hükumetin ötedenberi devam eden köy cülük hareketinin yeni bir istikamet al mak üzere olduğunu öğrenelidenberi bu heyecanımız artmaktadır. Büyük Millet Meclisinin açılış nut kunda Atatürkün, îzmir seyahatlerinden sonra îsmet înönünün, ve muhtelif vesileleHe Dahiliye, İktısad, Ziraat Vekillerinin sözleri; vilâyetlerde köy bürolan kurulması, beş yıllık köy kalkınma pro gramlan yapılması ve bu arada birçok işlere başlanmış olması; bize bu davanın yepyeni bir safhaya girdiğini gösteriyor. Devletçe bugün tatbik edilmekte olan endüstri plânı yanında bir de köy kalkınma plânı yapılacağını gösteren butün bu çalışmaları herkes gibi, her köycü gibi biz de adım adım takib ediyonız. Her sözü bizim için birer ders mahiyetinde o]an Îsmet Înönünün emrettiği gibi: «Memleket meselelerini kendi şahsî işi miz gibi candan ve yakmdan» tetkik ediyoruz. Köycülük işlerinin hızlandığı bir sıraida biz de kendi düşündüklerimizi söylemek arzusuna karşı gelemedik. Herkes anlamıştır ve anlamalıdır ki, köy davası bütün bir kalkınma davası demektir. «Köy» adı bize zâhiren uzaklıgı ve sadeliği ifade ederse de hakikatte o, bütün dırim ölüm meselelerimizi ve hayatımızın sırlarmı nefsinde toplamış bir varlıktır. Böyle bir varlık, bir memleketin temeli olunca onun nasıl büyük ve kanşık bir hayatî problem olduğunu anlamak güç değildir. Bunun içindir ki Türkiyede köy davası başlıbaşına bir inkılâb mevzuu dur. Köye böyle bir gözle bakmca, onun üzerinde teksif edeceğimiz kalkınma işlerinin de ilmî, amelî ve herhalde çok sa? lam ve devamlı metodlarla ve sistemlerle tatbik edilmesinin zaruriliği kendiliğinden anlaşılır. Köy davası adı altında karşı mıza çıkan bütün içtimaî meselelerin çok hususî bir karakteri vardır. Bu karakteri ögrenmek, ona müessir olmak, onu yeni rrayatın zaruretlerine intıbak ettirmek başlıbaşına bir rejim ve bir ilim davası dır. Bu düşünceleri bize veren dersler, bizzat memleket realiteleridir, köy realiteleridir. îlk bakışta bunlan biz ya kar.şık, yahud dağmık, basit ve kolay anlaşılır sanmz. Halbuki, köy bizzat bir uzviyettir. Her uzviyet gibi o da fizik, biyoloji, psikoloji kanunlanna tâbidir. Hele içtimaî vaziyeti ayrıca nazan dikkate alınmağa değer. Bu sebebledir ki, şimdiye kadar köycülük isleri herhangi iktısadî veya içtimaî işlerimiz gibi etraflıca tetkik edile memiş, köy davası üzerinde sistemli bir tarzda çalışılamamıştır. Filhakika. Millî Zaferden sonra, Atatürkün: «Türkiyenin hakikî sahibi, efcndisi, hakikî müstahsil olan köylüdür.» sözile başlryan kalkınma işlerimizin her safhasmı tetkik edersek, köycülük işlerinin bir takım başlangıc tedbirlerine her halde muhtac olduğunu takdir ederiz. 1 Siyasî istiklâlimizi kurmak ve konımak, Köycülük işleri Mrs. Simpson Jffüt Alm yazıları okunur mu? ransızlann Sotf» Destinec, Ciuignon, Fatalite, Mauvaise etoile gibi birçok kelimeler kullanmalanna rağmen hakkile karşılığmı bulamadıkları bir şark tabiri vardır ki başlıbaşına bir nazariye ve hatta bir tarih ifade eder: Alın yazısı!.. Kader ve kaza adı verilip te insanlann tesadüflere ze bun oluşundan başka bir şekilde izah edilemiyen gizli kuvvetin şark itikadına göre bir ifadesi de «alın yazısı» dır. Bu yazı, ömürleri, ıstırab ve hüsran içinde geçenler için «kara» dır. Büyük şairimiz Hâmid: «Ne siyah eylemiş bu nasıyeyi Saçımı bembeyaz eden bahtım» beytinde işte o kara yazıyı işaret eder. Atayî adlı bir şair de: «Kim bakar talii mevluda veli Kutlu gün çak doğuşundan belliÇini pişanı ile ebrusu Alnının ola kara yâzusu» kıt'asında ayni akideyi kaydetmektedir. Fakat bu alın yazısı, asırlar ve asırlardanberi okunmuş değildi, hatta onun okunmasına imkân dahi tasavvur olunmuyordu. Çünkü yazı, mukadderatı gösteriyordu, mukadderat ise «yarın» de mekti ve «yarm» m meçhul kalması âlemin nizamı, intizamı için zarurî idi. Bu, böyle olmasa Makedonya Kralı Pyrrhus kendini öldürecek kiremidin başma atılacağı yerden geçmezdi, Büyük İskender Diclede yıkanip soğuk almazdı. Sezar hançerleneceği gün Senaya gitmezdi, Yavuz Sultan Selim arkasındaki çıbanı tellâklara sıktırmazdı, Napolyon Vateroda acele davranmazdı, Sekizinci Edward Misters Simpson'la tanışmazdı ve bu suretle de dünyada hiçbir kaza vukua gelemezdi! Bu suretle hayatî hakkmda neşredilen yazının uydurma olduğu teeyyüd etti 2 îdarî bir mekanizmayı düzeninde işletmek, 3 Yeni devletin hukukî, malî, iktısadî temellerini sağlamlaştırmak... gibi en başta gelen hayatî tedbirler, hakikî bir reformun hazırhklarından başka birşey değildir. Her tarafı delikdeşik olmuş, kemikleri kınlmış bir vücudü alçı içine alarak, sıkı bir tedaviye tâbi tutmak zaruriliğini anlamıyan kalmamıştır. Biz, böyle bir plânın ergeç yapılacağına inanıyorduk. Bugün bu inancımızın yersiz olmadığını görmekle seviniyoruz. Hiç şüphe etmiyoruz ki, İktısad Vekâlerinin 1935 yılında basılan «rapor» unda çok güzel söylenildiği gibi, memleketin iktısadî işleri ilmin, tekniğin elinde mo dern medeniyetin istediği şekil ve istikameti alacaktır. Ve elbette köy işleri de kendine mahsus plânile ve ayni metod larla sistemleşecek, kuvvetlenecektir. Burada, rejim ve köycülüğe candan bağh bir Türk sıfatile şunu söylemek istiyoruz: Köy işleri yalnız bir ziraî kalkınma mevzuu değildir. Yalnız idarî tedbirlerle halledilemez. îktısadî cephesi bilhassa mühimdir. Nüfus, sağlık, imar, millî müdafaa meseleleri onun en mühim mütemmimleridir. Bilhassa devletin memur kadrosu, bu kadronun kemiyet ve keyfiyeti, bütçe vaziyeti, muhtelif idare şubeleri arasındaki iş münasebetleri, hulâsa, bütün bir millî kalkınmaya mevzu olan her HCVİ içtimaî, iktısadî, malî, ahlâkî davalar hem ayrı ayn, hem toptan köy davasile sıkı sıkıya bağlıdır. Coğrafî vaziyeti müstesnahk gösteren, tarihî şartlannda hususî bir karakter saklıyan, cihan medeniyeti önünde yeni bir misyonla ileri atılan Türkiye için köy davası bir medeniyet meselesidir. Top rakçı ve fabrikacı bir millî iktısad sistemi içinde Türk köyünün mevkiini ciddiyetle nazan dikkate alınca esaslı bir kalkınma hareketine başlandığı sırada bizim için bir «plân mefhumu» nun şiddeÜe lüzurou Sai*ayburnu mahzenlerinde bulunduğuna kaniiz. bir cinayet Yeni bir kalkınma plânı rejim ideolojisinin en geniş ve en derin bir surette Sarayburnunda Bizans devrinden kal realitede tahakkukunu temin edecektir. ma mahzenlerde yatıp kalkan Muzaf Bu plân millî kültürün, millî ahlâkın, fer, Mustafa ve Muharrem arasmda millî ekonominin inkişaf ve tekâmülünü henüz sebebi belli olmıyan bir meselehazırhyan içtimaî fonksiyonlann bir sen den dolayı kavga çıkmış, Muzafferle tezi ve millî müdafaamızm kaynaklanm, Mustafa elbirliği ederek Muharremi ölöz vasıtalannı kuvvetlendiren bir iş ve dürmeğe karar vermişlerdir. tki arka fikir unsuru olacaktır. Millî terakkimizin daş, evvelki gece, uyumakta olan Mu hayatî, ruhî esaslannı nefsinde toplamış harremin üstüne atılarak ellerindeki olan köyler âlemi, Türk millî felsefesinin demirlerle Muharremi ağır surette yaTürklüğe mahsus dünya görüşünün yeni ralamışlardır. bir sembolü halinde tecelli edecektir. Yaralı hastaneye kaldırılmış, suçlu Hiçbir devirde bu memleket münev ar yakalanmıştır. verliği bugünkü gibi, köye bir dava mevzuu diye bakmamıştır. Türk köylüsü de mütehassıslanndan mürekkeb salâhiyetli bugünkü kadar devleti kendisine yakın bir heyet vasıtasile tanzim edilecektir. görmemiştir. Böyle olduğu içindir ki biz, 5 Türk köyü millî varlığm temeli Türk köyünün kalkmması mevzuu görü olduğuna göre her köy ve her höydeki şülürken bu meselelerin aydınlanacağına köylü ailesi kalkmma plânmın mevzuu ve ve gerçekleşeceğine inanıyomz: edefi olacaktır. 1 Köy davasmı millî devletin eli 6 Köyün iç ve dış organizasyonu, halledecektir. iş vasıtalan, iş tekniği, iş zihniyeti, içti2 Bu davayı müstakil bir devlet maî bünyesi, iktısadî kuruluşu, harsî vateşkilâtı yürütecektir. 3 Umumî bir kalkınma plânı köy ziyeti, tarihî ve ırkî karakteri bu plânm realitelerinin sinesinden doğacak ve re anziminde ve iş programlannm tatbijim ideolojisine göre karakter kazana cında hareket noktalannı V€ hçdefleri ayinde birer unsur ve mevzu olarak caktır. :1e almacaktır. 4 Köy işleri ziraat, ekonomi, idaKoycu re, kültür, saglık, millî müdafaa, imar... Pariste intişar eden Le Journal gazetesi, Nice'ten aldığı şu haberi neşredij'or: «Mrs. Simpson, matbuata şu tebliği göndermiştir: Mrs. Wallis Simpson, amcazadesi ol duğunu iddia eden Newbold Noyes imzasile bütün dünya gazetelerinde neş redilen makaleler silsilesine karşı protestoda bulunmuş ve Paris avukatla rından Armand Gregoire'ı, hukukunun müdafaasına memur etmiştir. M. Nevvbold, Mrs. Simpson'un amca zadesi değildir; îngiltereye, onun tara fından izhar edilen arzu üzerine gel memiştir ve rnevzuubahs makalelerini, neşrinden evvel, Mrs. Simpson'a gös termemiştir. Binaanaleyh, Mrs. Simpson'un, bu makaleleri, ne telgrafla, ne de başka bir suretle tasvib etmiş ol ması ihtimali yoktur. Mrs. Simpson, M. Uoyes'le yaptığı bir mülâkattan sonra, mumaileyhi, sadece, kendi ağzmdan işittiği şekilde bir portresini neşretmeğe salâhiyettar kılmış, bu müsaadeyi de şahsı hakkmda neşredilen bir sürü yanlış malumatı düzelt mek maksadile vermiştir. Halbuki, mevzuubahs makalelerin, bu tarzda bir portre hududunu pek fazla aştığı görülmüştür. M. Noyes, Majeste SekizLnci Edouard tarafmdan yemeğe alıkonulmuşsa da mükâleme umumî mevzular etrafında cereyan etmiş ve M. Noyes'in iddia ettiği mahrem mahiyeti kat'iyyen al mamıştır. Diğer taraftan, ne Dük de Windsor, ne de Mrs. Simpson, M. Noyes'e her hangi şekilde beyanatta asla bulunmuş değillerdir.> CUMHURÎYET Bu uydurma yazı silsilesi, îstanbulda beş gazete tarafın dan yarışırcasma bir gayretle tercüme ve tefrika edilmişti. Biz daha o aaman Mrs. Simpson'un bir tekzibini neşrederek bu tefrikanın mahiyetini ortaya koymuştuk. Nitekim yukanda da okuduğunuz gibi bu tamamile uydurma yazı silsilesini neşredenleri Mrs. Simpson protesto etmiş ve mahkemeye müracaat etmiştir. Bir aralık bizim mecliste gizli bir muhabere başlamıştı, havada küçük kâğıdlar uçuşuyordu Avcılık hayatmm en mühim safhası, avcılann şafakla beraber ava başhyarak, dere, tebe, dağ, orman, kayalık gibi birçok yerler aştıktan, her avcı, tek ve tenha, baş lıbaşına kısmetini araya araya güneş batımına kadar dolaştıktan sonra akşamın alaca karanlığı içinde şu bulunduğumuz «Bayramdere» kahvesi gibi bir yerde yorgun, bitik bir halde toplanmalandır. Dünyanm hiçbir tarafında bundan eğlenceli, bundan samimî, alâkalı bir mu habbet ve sohbet meclisi olamaz. Ancak, herşeyden evvel, avdan avdeti müteakıb yorgunluğa bakmadan her avcının en mühim işi ve adeta ilk vazifesi silâhını silmek, temizlemek, fişeklerini saymak, atılanlann yerine dolulannı, yenilerini koyup fişekliğini tanzim etmektir. Bu ameliye, oldukça müz'iç ve yorucu olmakla beraber mecburidir. Bu iş bittikten sonra, avcılar bir masa etrafında toplanarak günün av menkı beleri bir gramofon plâğı gibi dönmeğe başlar. Bazısı tatlı tatlı dinlenirse de bazısı pek çızırtıh, falsolu, radyo gibi pa razitli çıkar. Trakyanın meşhur ve yegâne avcısı Hasan Pehlivan açsa, karga sesi kadar kerih ve falsolu düşecekti. Ezcümle bize bu kahvede «Selvili Hasan Pehlivan» diye Trakyanın en meşhur avcısı olarak birini tanıttılar. Fotoğrafmda gördüğünüz veçhile beşüş, saf, haluk, ciddî bir ihtiyar. Bu halinde bile her avda hepimize tefevvuk edecek, taş çıkartacak kadar mahir. Önünden fırlıyan tavşan, keklik, çil, sülün gibi avlara karşı o kadar lâkayd bir tüfek atışı var ki.... Nekadar ters, aykın kalkarsa kalksın tüfeğin kundağmı omzuna dayamasile beraber patlatması, avın da yuvarlanması bir oluyor. Hem bu yaşta bile.... Yalnız bu akşam, zavallı Hasan Pehlivan bizim Yıldızın elinden çok çekti. Yıldız, Hasan Pehlivana resmen ilânı askediyordu. Her kadehini, mutlak Hasan Pehlivanla içiyor, onu da zorlıyarak içiriyordu. Boynuna sanldı, sakahnı okşadı, öptü. Daha ne bileyim... Neler, neler yapmadı. Arada bir: Hele içme, görürsün. Bu akşam Cumhuriyet bayramı. Sen cumhuriyeti yoksa sevmiyor musun? Istağfurullah, ne demek... Canım kurban... Hah, şöyle! O halde hadi, toka... Zavallı pehlivan bütün bütün tiritleşti. En sonunda: Abe kızanım, dedi. Sen benim gencliğimde karşıma çıksaydın, tövbeler olsun Yarabbü... Yıldız, Heyecanbahş bir kahkaha ile kahveyi çmlatcı. Sami, fırsatı kaçırır mı? Cumhuriyetin içtimaî romanı: 86 Yazan: Hilmi Ziya On beş sene var ki camiye girmemişti. Hatta ihtimal nasıl ibadet edildiğini biîe tmutmuştu. Hayatî, dinle temasa girmekten çok uzak bir şekilde geçiyordu. SeneIerdir o, böyle bir mesele olduğunu bile düşünmüş değildi. Ona ne dindar, ne de dinsiz denebilirdi. Böyle bir metafizik endişeye karşı tamamile alâkasızdı. Çocukluğunu beraber geçirdiği arkadaşla nndan birisi dinî heyecanının son haddinde, şeyhinin kapısında sabahliyarak gözyaşlarile ayaklarına kapandığı ve ölüp gidinciye kadar bu cezbe içinde kaldığı ?aman, o birdenbire sempati, keder ve merak sevkile, bu yambaşında farkma vanlmadan inkişaf ederek bir hava kabarcığı gibi patlayıp sönen mistik buh • ranı tetkike çalışmıştı. Bununla beraber onda, dinî heyecana karşı alâka o kadar zayıflamıştı ki bütün merakı kendisini bir aralık eski kitablar arasmdan şark mis tiklerinin hayatına, büyük mutasavvıflara götürdüğü halde bütün bu araştırma lan kitab sahifelerini aşamamış. Günlük hayatının tecrübeleri sanki nüfuz edil mez bir duvarla aynlmış gibi ondan uzak kalmıştı. Bugün, bukadar ücra bir mahalleye niçin geldiğini büsbütün unutmuş gibi adımlan kendiliğinden yürüyor ve kala balığa kanşarak son cemaat mahallinde kunduralarını cıkarıp namaz safları arasma giriyordu. O şimdi, halkın yeknesak hareketine kendini tamamile bırakmıştı. Onlarla birlikte ellerini kavuşturuyor, onlarla birlikte tekbir alıyor ve onlarla birlikte secdeye kapanıyordu. Çok eski bir itiyadın uzun müddet bırakıldıktan sonra tekrar canlandığı zamanki zevkine ken dini vermişti. Hafif mırıltılann birikmesinden doğan derin bir uğultu içinde halkın hareketlerine kapılarak yaptığı bütün şeyler onda henüz hiçbir tesir yapmıyordu. Bir frenk seyyahı gibi kenardan bakmağa utandığı için onlara kanştığını biliyor, fakat ne zamandır düşüncelerinin ufkundan silinmiş bir metafizik için ya pılan bütün bu nümayişler ona sanki duyulmamış bir haleti ruhiyenin ifadesini görmek kadar manasız geliyordu. Bununla beraber muttasıl göz uçile bakıyordu. Boyunlan bükük, teslimiyet içinde dua ediyorlar, iğiliyorlar ve sec deye kapanıyorlardı. Bunlar debağhane amelesi, iplik fabrikasının, boya tezgâhlanmn işçileri, kafasında fırtına yapan bütün o yarınki dünyanm demir yürekli insanlan mıydı? Boyunlannı büküp teslim olmalan için yumuşak, gevşetici bir ahenkle kendilerini çağıran sese düşün meden, anlamıya çalışmadan koşan bu adamlar yannm büyük ihtilâlini yapacak demir kollan taşıyanlar mıydı? Ayakta, elleri göğsü üzerine kavuştu rulmuş sükunetle duruyordu. Sanki bir den büyük bir sarsıntıyla uykusundan uyandırılmış gibi sıçradı; ve saflann arasından, bir asker kaçağı gibi saklana'rak dışarı fırladı. Ona şimdi arkasmdan bütün bir cemaat lânet ediyormuş hissi ge liyordu. Ardma bakmadan, adeta ko şarak gidiyordu. Kahvenin önüne gelince ihtiyarsız durdu. Işçiler dağılmıya başladığı için, içerisi tenha idi. «Lüzumsuz yere niçin durdırm?» diye öfkelenerek Her avcı, o gün gezdiği, dolaştığı yerleri, rasgeldiği, kaçırdığı, vurduğu, ya ralı olarak kaybettiği avlan mutlak anlatacaktır. Ancak, atıcılıkta, mübalâğa bahislerinde her avcıya verilmiş bir nu mara derecesi vardır. Bazı avcılarm hi kâyelerini aynen kabul iktıza ettiği gibi çoğunun anlattığı bir vak'adan da yüzde seksen, doksan, hele çok defa yüzde yüz iskonto icab eder. Atıcılığın, balâpervazlığın şiddet ve Insan hayatının ve hatta hayvan hayaının teselsül edebilmesi ve hilkatin en yüksekliğine nümune olmak üzere size, mühim kanunlarından biri olan hayat bir yerde işittiğim şu hikâyeyi nakledivereyim: mücadelesinin sürüp gitmesi, için bu alın yazısınm okunmaması, okunamaması lâKış zamanının en şiddetli bir gününde ımdır. Hoş, buna imkân da yok ya. Tayerlerde yanm metroya yakın kar var biat hangi alfabeyi kullanıyor, ne biliriz ken avcı, atına binmiş, tazısını da berabiz?.. berine alarak köyden dışarı yol almağa başlamış. Pek az müddet sonra karla Hakikat böyle iken ve böyle de kalmaörtülü bir çalı altından fırlıyan tavşanm ı gayet tabiî iken Londrada Mrs. Allen arkasına tazı düşmüş. Tavşan, karlar iıdlı bir kadın çıkıyor, Phrenologie ismini çinde gömüle gömüle kaçmağa, tazı da taşıyan «yeni» bir ilmin delâletıle başlabunu kovalamağa koyulduğu sırada bu n yani alm yazılarını okuduğunu iddia da arkalanndan atını mahmuzlıyarak taedıyor. Gerçi, onun gazetecilere dinlettikibe başlamış. Fakat, bir taraftan fırtına ği hikâyeye göre Phrenologie, kafataslan ile kanşık kar tipisi, ta karşısından esmeteşekkülâtını tetkik eder ve o teşekküllerğe başlaymca bunalmış, nefes alamaz, öden istidlâl ile insanlann karakterlerindenünü göremez bir hale geldiği sırada atki zâfı, yahud kuvveti ortaya kor. la beraber bir uçurumdan aşağı yuvar Bu, istikbale aid olarak verilecek hülanmış. Altmdaki at, kayalara vurarak «Görmemek yeğdir görüp divane olmaktan ümlerin falcılığa hamlolunmaması için parçalanmış. Bu da dere içine düşüp baseni!» ileri sürülen yaldızh kelimelerdir. Çünkü yılmış. herkes kendi huyunu bilir, kendi karakteMısraını yapıştırdı. Artık bizim avcı Hikâye bu noktaya gelince arkadaş rini tanır ve nelere temayülü olup nelermeclisi, germagerem bir şekil almıştı. Bu lardan biri sordu: den hoşlanmadığını tayin eder. Kafasım sevimli, misafirperver köylüler bize o ka Peki... Sonra nasıl ayıldın? Ken dar bol, zengin bir meze sofrası ikram ölçtürerek veya avcuna baktırarak başkalarından hüküm veya teselli bekliyenler, di kendine mi? etmişlerdi ki artık akşam yemeği namma alın yazılannın bir kısmını olsun öğren Hayır... diye cevab verdi. Bereket ağzımıza bir lokma koyamazdık. meğe merak edenlerdir. versin karşı yamacda orak biçenler varBir aralık dikkat ettim. Bizim meclisGazetelerde bu haberi okurken bir mış. Beni görünce imdadıma yetiştiler. te sanki hepsinin gizli muhaberesi vardı. noktaya daha dikkat ettim: Londrah Hepimiz şaşırdık. Içimizden biri: Arasıra havada küçük kâğıd par Aman arkadaş, diye sordu. Yerde çalan uçuşuyor, içlerinden biri bunu gü madam, Phrenologienin mucidi imiş gibi bu kadar kar varken orakçılar hangi tar zel bir aportla yakalıyor, okuyor, sonra davranıyor. Halbuki bu yolu açan Gall layı biçiyordu? Bu, olmadı ki.... gülüşüp duruyorlardı. Kızdım. Çalış adlı bir Alman doktordur, maymun kaBeriki sıkıldı, alıklaştı. Nihayet kah tım. Bir türlü ele geçiremedim, birkaçmı falan üzerinde uzun yıllar çalışıp dur kahaya evvelâ kendisi başhyarak: «manke» ettim. Nihayet fermaya yatar muştu. Fakat boşuna didindiğini anlayıp Olmadığını ben de anladım amma, gibi sindikten sonra atılarak birini avla kâhinliğe revac vermekten vazgeçmişti. lâfın önünü alamadım.... Londrah madam şimdi Gall'in yapa " dım. madığını yapmış olmak iddiasındadır. Diye hepimizi saatlerce güldürdü. Bizim gazetenin yegâne mutemedi o Fakat, bu akşamki avcı meclisimiz, lan Sabri, bakınız Samiye ne yazmış. [nananlara, kendi hesabıma, gülerim. M. TURHAN TAN böyle palavralara müsaid olmamakla be Buna itimad edilir mi? Buyurunuz: raber esasen grupumuz içinde de saçma Düşme ey sayyad sevdavi nigâh döken yokru. Alelhusus masamızda Yildiza arzı muhabbet kaydine çıkb. Sabriyi bir tarafa çekerekj «Yıldız» gibi bir avcı bayan da vardı. Böyle bir ahu nigeh av avlamak Yahu, dedim. Yıldıza çaktıracakOnun şuh, şakrak kahkahalarile kanşık Benzemez dağlarda keklik saydına! smız. Yapmayın canım... bülbül nağmelerine karsı hangimiz ağzmı Şu işi görüyor musunuz? Çığnndan Sabri gülerek, çenemi okşıyarak cevab vardi: tam şehre doğru koyulmayı düşündüğü doğrusu bu hususta ameleyeye ömek Zaten akşamdanberi hepimizden sırada arkasmdan kahvecinin seslendiğini oluyor. îçlerinde ne de olsa haramzadesi işitti; bu sefer ister istemez yerinde kal çıkmıyor değil. Fakat devede kulak. Ço fazla çakıp duran o değil mi? Bunu da dı. «Hay Allah müstehakım versin, boş ğundan bütün mahalleli memnunuz. Za çakarsa ne çıkar, sanki.... Esasen elebaşı yere vakit geçirdim!» diye söyleniyor, ten efendi, onlar olmasa bu camilere ben değilim ki... Saminin bana yazdığıbununla beraber geriye dönüp bakmadan neyle bakılırdı? İmammın, kayyumunun na bak... da kendini alamıyordu. masrafını birlik olup hep onlar görürler. Diye cebinden bir kâğıd çıkardı. O • Efendi buyurmaz mısmız. Cami Şeytan kulağma kurşun bu yüzden usta kudum: dönüşü bir kahvemizi için! larla olsun, ameleyle olsun aralan gül Arkadaş! Yüksekten atma... Bak, yanında can ştkâr Bir aralık, «hele kalsm, acele işim var» gibi gidiyor. Doğrusu bizim mahallenin demeği tasarladı. Fakat hemen vazgeçti fabrikaları başka yere benzemez. Bazı Bir bakışla öldüren, kanlar döken bir avcı var! söylüyorlar da (yani diyeceğim, kulağr ve kahveye döndü. Tamam. En akılhmızı direğe bağla Kahveci neş'eli bir adamdı. Kalaba mıza çalınmışhğı var) öyle, ustasını hor hkta kayidsiz hatta aksi göründüğü halde, gören, mal sahibine bayrak kaldıranlar malı. Bu sefer de Samiye çattım. O da, zamanla açıldıkça nekadar şakacı ve olurmuş. Vallahi biz burada doğduk bü bana: Oku da, bak. Elebaşı kimmiş, anhoşmeşreb olduğu anlaşıhyordu. Uzun yüdük. Böyle şeyler işitmedik. Diyorlar k: gâvur memleketlerinde bu yüzden kan larsın. uzun buranın ahvalinden, gelen giden den bahsetti. Öyle göriinüyor ki Demirin lı bıçakh olurlarmış! Şehir içinde iki taraf Diye bir kâğıd uzattı. Bu da, Doğancamiye girip çıkması bilhassa hoşuna git olup adeta muharebe meydanında gibi dan Samiye verilmiş. birbirlerile boğazlaşırlarmış. Allah bizi mişti. Ben bu yerlerde tenezzül mü ederdim böyle belâlardan saklasm! Hiç insan ussayda? Işçilerimizin hepsi sapma kadar müslüman adamlardır. Beş vakit namaz tasma el kaldınr mı? Usta demek baba Öyle sevdazedeyim ki çıkamam emrinden! larını, oruçlannı bırakmazlar! Aralann demek.. Bize öyle gelir ki, bu sanki baOh, âlâ! Böyle kendi bindiği dalı keda rekabet var desem yeridir. Görseniz basına silâh çekmek gibi bir şeydir. îşte senlere karşı artık ben, ne der, ne söyligezdiniz, gördünüz! Allah bozmasın, yebilirdim? Kendi kendime: her zaman bu iki mesçid dolar boşalır. Mal sahibleri ne âlemde? diye bizim çocuklar müslüman evlâdıdır. Ustabaşıları da hep helâl süt emmiş adam «Vacibülidrak, müzdad eylesin iz'anını» Demir sordu. lardır. Bu çocukları namaza teşvik ederDedim ve yerime oturdum. Kahveci itiraz makammda: ler. (Arkast var) Yoo.. Bak! dedi, Allah var. Onlar Vedri Ziya AKTUNA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle