23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 Mart 1936 CUMHURtYET f TERBİYE B A H İ S L E R İ j Biz bize Uç ağac Ilkbahar bizim bahçeye de geldi. Küçük badem ağacı çiçekler içinde. Toprağın aşıladığı bahar şarabı, taze dalların üzerinde pembe renkli neşe damlaları halinde birikmiş; yerden fışkıran yabani otlara bile tatlı bir sarhoşluk veriyor. Nefes alan her yaprak kendinden eçmiş gibi. Yalnız, duvarm dibindeki hasta erik ağacı bizim bahçivanı düşündürüyor. Bu sabah: Bundan hayır gelmez artık; kesip atalım. Dedi. Manzarayı bozmaktan başka bir i$e yaradığı yok! Sahi, kurumaya yüz tutmuş, sıska dallarile bu erik ağacınm ne zevksiz bir duruşu var! Bahar toprağının bir mirasyedi cömerdliğile dağıttığı taze sarabdan tadamamak onu kıskanc yapmış; renksiz yaprakları, kin ve hased dolu gözler gibi etrafı süzüyorlar. Komşunun ihtiyar çınarı bir senedenberi onu teselliye çalışıyor; bahçe duvannı aşan dallarıle ona doğru iğilerek rüzgârla beraber kulağına fısıldıyor: Biraz filosof ol arkadaş! Bunda üzülecek ne var sankı? Badem ağacını bir gelin gibi süsliyen, bana bu gördüğün boyu bosu veren, seni o biçimsiz kıyafete sokan altımızdaki toprak değil mi? Bu işte bizim kendi hissemiz yok ki... Fakat nafile! Hasta erik ağacı çınarın felsefesini dinlemiyor. Hergün daha kinci, hergün daha kıskanc oluyor. Kendi kendini yiyor. Zavallı erik ağacı! Pembe çiçekli badem ağacile, haline şükreden ihtiyar çınarın arasında sen, kin ve hasedin büsbütün kuruttuğu kollarınla ölümün kucağında çırpınırken hayata onlardan nekadar daha yakınsın! Sporun ahlâk ve karekter üzerine tesiri Yazan: Selim Sırrı Tarcan Sporculuğun en büyük vasfı mahcub ve mütevazi olmak tır. Sahife 15 Biitün terbiye sistemleri egoizmi azaltmağı ve başkalarımn menfaatlerine hürmet etmeği istihdaf eder. Beden terbiyesi ve sporun bu işi görebileceğini zanneden lere tesadüf ediyoruz. Birçok yazılar sporun bu terbiye işini görebileceğini haydediyorlar. Halbuki bu çok yanhştır (!) Beden terbiyesi ve spor hiçbir zaman ahlâkt ve karakteri terbiye etmez (!) 2 inci kânun 916 Hıca mecmuası sahife 16 Profesör Dr. Nüzhet Dirisu Beden terbiyesinin ve sporun güttüğü gayelerden biri de ahlâk ve karakterin yükselmesidir. Beden terbiyesinin ede biyatı sayılan sporda gencler için başkalarını geçmek veya yenmek en tabiî bir arzudur. Bu zafer onların benliklerini tatmin eder. Bu oldukça zor bir iştir. Yalnız ondan daha zoru vardır. Kendi ken dini yenmek yani fena temayülleri, za rarlı istekleri, kötü hırslan susturabil rr.ek, iyi olan şeyleri yapmakta azimkâr olmak, tehlike karşısmda sinirlerine hâ kim olmak, iradesini yerinde kullanmak, bilhassa mahçub, pısınk, sıkılgan olmamak. îşte hakikî bir sporcudan bekledi ğimiz maddî ve manevî vasıflar bunlar dır. Bu bir karakter ve ahlâk işidir. Ya zılanmm birinde genclerle hasbıhal ederken spor iki yüzü keskin bir silâhtır, kullanmasını bilmiyenlerin parmaklannı doğrar demiştim. Bu silâhı ancak vücüdle rini ta küçük yaştanberi oyunlarla, jim nasiklerle terbiye etmiş olanlar kullana bilir. Çocukların ellerine verilirse par maklannı doğrar. Hodbin, serkeş, ge çimsiz, kıskanc, haris gördüğünüz spor cular hep çocukken nasıl kullanacaklannı bilmedikleri bu silâhla yaralanmışlardır. Gene yazılarımdan birinde çekirdekten sporcu yetişmez, çekirdekten adam yeti şir ve adamdan sporcu olur demiştim. Vucudünü hergün muntazam ve usull tahtmda işleten, hergün yıkanan, uzviyetini tedricen zora alıştıran, koşmasını, atlamasını, tırmanmasını öğrenen, adale lerine hâkim olan, ciğerlerini temiz hava ile beslemesini bilen, çalışkan ve nizamperver bir genc ıçın sporların hepsi de bır külrür mektebidir. Maddî ve manevî kuvvetlerinin inkişafına yardım eder, çünkıt teşekkül devrinde vucudünü terbiye et miştir. Şimdi artık korkmadan tekâmüı devrine girebilir. Bedenî ve ahlâkî vasıflan sağlamlaşır, mükemmelleşir. Doğrudan doğruya merak sardırdık lan bazı sporlar sayesinde genclerin vücudlerinin kuvvet ve çevikliğinin arttığım inkâr etmiyoruz. Fakat iş bu kadarla bitmez. Bugün medeniyet makine devrini yaşıyor. Kuvvet ve meharete aid işleri makineler kuvvetten ve zamandan ta sarruf etmek şartile mükemmel yapıyor. Memleketi selâmete ulaştırmak, hem kendine, hem vatanına faydalı olmak istiyen genclerde maddî kuvvetlerden başka manevî vasıflar lâzımdır ki bunlann başlı cası ahlâk ve karakterdir. Alelumum vücud idmanlarının ahlâk ve karakterin düzelmesınde yeri nedir? Oyun, jimnastik ve sporlar pedagoji prensiplerinin çizdiği bir metod dahilin de yapılırsa genclerin ahlâk ve karakte rini yükseltir. tntizamla iş görmeyi, her işi doğru yapmayı, vaktinde hareket et meyi, başkasmın hakkına hürmet etmeyi, tedricen artan zorlukları vüsü' ve takatlerinin derecesi nisbetinde yenmeyi öğrenirler. Sporlar ister ferdî, ister cem'î mahi yette olsun gözü pekleştirir. Cesareti tenmiye ede, irade kudretini yükseltir. Insana vücudünden ne istedığinı, ne istıyebileceğini öğretir. Feragate, fedakârlığa aLştınr. Sporun bu yüksek randımanını elde edenler onu bilerek, anlıyarak ya panlardır. Bu gibiler, yann içine atıldık lan hayat mücadelesinde de ayni cesa reti, ayni kahramanlığı, ayni fedakârlığı gösterirler. Futbol, krikt veya rugby maçlannda gaye oyunu kazanmaktan ibaret değildir. Güzel oynamak, rakiblerine centilmenre muamele etmek, nefsine hâkim olmak, galebeden gururlanmamak, mağlubiyet ten müteessir olmamak, zora dayanmak, acıya, eleme karşı can pekliği göstermek. bacakları ve kollan gıbi zekâ ve ahlâkı nm kudretini ortaya koymak lâzımdır. Onun içindir ki ahlâkın ve karakterin yükselmesine yalnız dershanelerde alınan talim ve terbiye yetişmez, gazete, konfe rans, nasihat kâfi gelmez, onu oyun ve spor meydanları tamamlar. Bilhassa mücadele sporlannın karak ter terbiyesinde büyük rolü vardır. Es krim, boks, yüzme, güreş, polo, rugby, futbol ve saire. İster tabiatle, ister hay vanla, ister msanla mücadele iradeyı, enerjiyi, göz pekliğini terbiye eder. Ufak bir sandalla Okyanusu aşan, uçakla göklerin en yüksek katlanna çıkan, Alp dağlannda yalçın kayalara tırma nan, otomobille saatte yüz kilometro gi den, kayakla elli metroluk yardan aşağı uçan kimselerin bu muvaffakiyetleri hep irade terbiyesinin bir netıcesıdir. Biz hakikî sporcuyu şöyle tarif edi yoruz: Vücudü gibi ahlâk ve karakteri sağ lam bir insan! Bunu bıraz izah edelım. Vücudü sağlam yani bütün uzviyeti ahenkli bir su rette teşekkül etmiş âsabı, adaleleri, kalbi, ciğerleri, midesi tabiî vazifelerini mükemmel yapıyor. İradenin taalluk ettiği bir işi uzviyet kolaylıkla büyük yorgun luk duymadan yapıyor, demektir. Yoksa tas gibi sert iri pazular veya demir gıbi baldırlar hiçbir şey ifade etmez. Ahlâkı sağlam, yani doğruya tapan, yalandan nefret eden, hakkı teslim eden, verdiği sözde duran, âcize el kaldırmı yan, kuvvetini yerinde kullanan, fena lıktan nefsini koruyan, saadet ve selâ metini kendi sâyinden bekliyen demektir. Karakter, bir gencin şahsiyeti demektir. Bunlar bir takım ruhî sıfatlarla te barüz eder. Yumuşak huylu veya dik başlı, atılgan veya pısınk, iradeli enerjık veya gevşek, miskin neş'eli veya gamkin optimist veya pesimist! Işte doğuşunda bu hususiyetleri ecda dından tevarüs suretile getiren her ço cuğun üzerinde beden terbiyesi ve onun mütemmimı olan spor yolile yapılırsa yükseltir, ıslah eder, düzeltir. Yanlış ve fena şekilde tatbik edilirse düşürür, aşağılatır. Her ne pahasına olursa olsun yalnız birinci çıkmak, rakiblerini yenmek gayesinden başka birşey düşünmiyen ve bunu fena şartlar dahilinde yapan kim selerin bu yüzden görecekleri zararlar yalnız kendilerinde kalmaz, ahlâk ve karakterlerinin bozulması yüzünden mem leket te onlardan zarar görür. Beden terbiyesi yapan, sporla uğraşan gencler her gün kendılerine şu suali sormalıdırlar: Düne nisbetle bugün daha iyi olabildim mi? Yani kendi kendimi ruhan ve cis men geçebildim mi? SELİM SIRRI TARCAN Yumurta nizamnamesine yapılan itirazlar Türkofis cevab veriyor Türkofis yeni yumurta nizamnamesi nin bazı noktalanna yapılan itirazlara şöyle cevab vermektedir: «Türkiyede yumurta ihracatı son senelere kadar mühim bir gelir kaynağı teşkil etmiştir. Dört beş sene evvel bu madde ihracatından yurdumuza yılda on, on bır mılyon lıra girmekteydi. Dünya iktısadî buhranı her tarafta kendini şiddetle hissettirmeğe başlaması üzerine, bütün ıstıhlâk piyasalannda çok çetin bir rekabetle karşılaşılmıştır. Her memleket kendi mahsulâtını her bakımdan günden güne artan bir tekâmül içinde vasıf ve şekillerini, görünüşlerini dü zeltici tedbirler almağa germi vermişler ve bu tedbirleri daima ulusal menfaatlan herşeyin üstünde tutarak büyük bir dikkat ve itina ile tatbik etmekte bulunmuşlardır. Bir taraftan bu şiddetli rekabetin te sırlerı, dığer taraftan yurdumuzun mahsullerini haiz olduklan yüksek vasıfları bozulmadan ve alıcılann isteklerine göre şekillerini tanzım ve ambalajlarını ona göre tertib noktasına riayet etmeden sevketmekte kayidsiz bir tarzda devam edişimizin neticesi olarak ve buna müstehlık memleketlerde yumurta yetistirilmesinin artınlmasına matuf tedbirler de inzımam ederek yumurta ihracatımız geriliye ge riliye geçen yıl miktarca dört beş sene evvelkinden 19 bin ton azalmış, kıymetçe de bir buçuk milyon lirayı bile dolduramıyacak bir seviyeye inmiştir. Bu vaziyetin tahaddüsüne İspanya gibi büyük bir yumurta müşterimiz olan memleketle son zamanda ticaret anlaş masmın yapılmasında zarurî esbab al tında husule gelen teahhurun da tesin olmakla beraber yukanda söylediğimiz gibi yumurta ihracatımızın gerilemesinin başlıca amili bu ticaretle, müstahsilden ihracatçıya vanncıya kadar uğrasanlara zamanın icab ettirdiği metod, bilgi ve itina ile çalışmamalarıdır. Su hakıkati yumurta ticaretile uğra şanlann iyıce bılmesi lâzımdır ki Tür kiye yumurtacılığının atisini tehdid et mekte olan en büyük tehlike kalite meselesidir. Bu mütalea karşısında dört beş sene evvel yumurta ihracatımızın müreffeh zamanlannda bu kalite meselesinin niçin mevzuu bahsolmadığını iddia edenler bulunabilir. Bu fikirde olanlara ve rilecek cevab şudur: Dört beş sene ev vel arsıulusal piyasalarda bugünkü ka dar çetin bir rekabet mevcud değildi. Buna misal olarak şunu zikredebiliriz ki en büyük yumurta alıcımız olan İspanyada birinci dereceyi ihraz etmiş olan mevkiimizin Belçika, Polonya ve Bulgaristan gibi memleketler lehine olarak gerilemesinde yumurta ihracatımızın kalite kusurunun ve itinasız çalışmanın pek büyük tesiri olmuştur. Almanya iki senedenberi yurdumuz dan mühim miktarda yumurta mubayaatı yapmaktadır. İyi çalışılmak şartile ve bilhassa taze ve temiz yumurta gönder mek suretile bu pazarın Türkiye için İs panyadan büyük bir kıymet ifade ettiğine asla şüphe etmemek lâzımdır. Orta Av rupa memleketleri ve bilhassa Çekoslo vakya için de vaziyet aynidir. îşte yeni yumurta nizamnamesi yapı lırken alıcı piyasalarm arzu ve istekleri ve zamanın ıstılzam ettiği mübadele şartlarının hususiyetleri gözönüne alınarak yurdumuzun genel menfaatleri düşünül müş, nizamname ona göre tanzim edil miştir. Gören göz Bakar körün ne demek olduğunu her gün yeni bir görüşle öğrenip duruyordum amma keskin gözün mükemmel ve hatta ekmel bir nümunesine henüz tesadüf et tim. «Gören gözler» için bir müsabaka yapılsa hayli yüksek numara alacağına hiç şüphe etmediğim bu tipik gözün kısa bir lâhza içinde neler görüp neler sezdiğıni anlatmadan önce kendisindeki değerin ölçülebilmesine bir miyar vermiş olmak için bakar körleri okuyuculajjma hatır latmak isterim: Bakar kör, gözlerine perde inmiş, görme kudretini kaybetmiş talisizlerin adı ve o kudreti taşıdıkları halde burnunun ucunu göremiyenlerin sıfatıdır. Birinci takım acındırır, ikinci takım iğrendirir. Gözleri görürken bakar kör yaşıyanlar kime rasgelirlerse çarparlar, sağa sola bakmadan yürürler, sıkışık yerlerde ayak çığnerler. Bir de içten bakar kör olanlar vardır. O gibiler için dün yoktur, yann yoktur. Bun dan dolayı çukurdan çukura düşerler ve ne yazık ki bazan başkalannı da düşürürler. Şimdi bana hayretler asılıyan «gören göz» ü anlatayım: Bu gözü taşıyan bayla Köprüde birleştik. Eminönüne doğru yürümeğe koyulduk. Henüz üç beş adım yürümüştük ki bir ayak satıcısını gösterdi: Bakınız, dedi, sağ elinin dört parmağı yaralı. O elle çocuklara kurabiye satıyor. Doğru söylüyordu, herifin dört parmağı cılk yaraydı. Biraz sonra kovalanıyor gibi koşan genc bir kadını parmağile işaret etti: Lâf atıyorlar, dedi, atan da şu züppe olacak. Gene haklıydı. Kadında köpek harharası duyan bir keklik telâşı, berikinde tasmasız bir tazı neşesi vardı. Bahçekapısım gecip te İş Bankası önüne gelince susuz sebilin önünde durdu, elini havaya kal N. Afyon Inhisarında U. Müdürlüğe Hamza Osman tayin edildi Afyon ve uyushr rucu maddeler in hisarında yapılmak ta olan tahkıkatın bıttığını ve yakında bazı değışıklikler olacağını evvelce yazmıştık. Bu değişiklik de dün yapılmış ve umumî müdür, A!i Sami Türk Yugoslav afyon birliği komisyonu Türk dele Yeni Afyon İvhigeliğine tayin edil San müdürü miştir. Ali Samiden Hamza Osman ınhılâl eden Afyon Ir.hisarı müdürlüğüne de İş Bankası ikinci direktörü Hamza Osman tayin olun muştur. Hamza Osman yeni vazifesine dün sabahtan ıtıbaren başlamış ve devir ve tesellüm muamelelerile uğraşmıştır. Eski müdür Ali Sami kendisine bu hususta etraflı izahat vermiştir. Afyon Inhisar idare meclisi reisi Habıb zade Ziya ve azadan Hüsnü istifa etmişlerdir. Bunlann yerine idare meclisi reisliğine İş Bankası İstanbul şubesi müdürü Yusuf Ziya ve azalığa da İstanbul Ziraat Bankası müdür vekili Hâmid seçilmişlerdir. Eski nizamnamede Türkiyeden ihrac edilecek yumurtalann 10 milimetrelik hava tabakasını aşmaması mecburî idi. Konserve yumurtalann da bu kayid al tında ve sanayıe mahsus ıskarta yumurtalann da sandıklar üzerine sanayie mahsus bozuk yumurta damgası altında ihracına mesağ verilmişti. Tahkikatta bazı yerlerde devletin resmî kontrolünden geçmiş yumurta sandıklarının üzerine konan sanayie mahsus bozuk yumurta damgasınm mallar vapurlara tahmil edildikten sonra sandıklann üzerleri rendelen mek suretile cıkarılması ve bu kabil yumurtalann ekle salih yumurtalar mahi yetinde alıcı piyasalara arzedildiği gö rülmüştür. Bu kabil çirkin hareketler yüzünden alıcı memleketler matbuatında Türk yu murtaları aleyhine şiddetli neşriyat ya pılmasma sebebiyet verilmistir. (Arhası yarın) dırdı: 4 Fransanın bize verdiği I munzam kontenjanlar Ankara 26 (A.A.) Türkofisten bildirilmiştir: Fransa hükumeti 1936 senesinin ilk üç ayına mahsus olmak üzere Türkiyeye a şağıdaki munzam kontenjanlarr vermiş tir. 1 Kabuklu ceviz 87 kental. 2 Kabuksuz ceviz 22 kental. 3 Yumurta 250 kental. Bu da bir rökor! Şu kurşunlan, dedi, görüyor musunuz, yakında düşecek ve birkaç ömrü belki hastaneye, belki mezara düşürecektir. Başımı sebilin sakfine doğru kaldırdım ve tıtredım. Gören göz, doğru söylüyor du. Kalın kurşun tabakaları sakfın kenarına ağmışlardı, ürkünc bir biçim almış lardı. ', İste gören göz, böyle hassas oluyor. Fakat o gözü taşıvanlarla yoldaşlıkta zevk yok. Çünkü adımbaşında bir sırra aşina olmak, kalbin alıstığı gafleti incitiyor. Bircok seyleri, bircok kişiler gibi, görmemek galiba daha iyi!... M TURHAN TA*> İki balonun yaptığı uçuş Friedrichshafen 26 (A.A.) «Graf Zeppelın» balonıle «Hındenburg» ıs mini alan L. Z . 129 balonu bu sabah saat 6 da Almanya üzerinde yapacakları büyük uçuşa baslamışlardır. Bu uçuş, Kayseri (Hususi) Vıiâyetimizin pazar akşamına kadar sürecektir. üçü kadın olan dört kişilik daimî encü meni, haftanın muayyen günlerinde murr tazaman toplanmakta ve mahallî idareye aid işleri müzakere etmektedir. Gön derdiğim fotograf encümenin yeni üye lerini gösteriyor. Mahallî idarenin işleriM. Turhan Tanın Cem Sultan ni tedvir eden bu encümenlerden, vilâ lardan, Akından Akınalardan çok yetimizden başka üç azası kadın olan üstün olarak yazdığı bu yeni ro hiçbir vilâyet encümeni yoktur. Kayseri man, tarihi edebiyat ve edebiyatı bu rökoru muhafaza edecektir. tarih yapan nefis bır eserdir. İki yüz elli üç yıl önce Viyanaya gi den Türk ordusunun oradan çeki Adliye ayırma komisyonları lişini düşünmek ve bu hâdiseyi, Çalışamağa başladı bütün inceliklerile, M. Turhanın tasvir ettiğini düşünmek tefrika Ankara 26 (Telefonla) Biri hâ mızın kıymetini, anlamıya kâfi kimlerin ve diğeri müddeiumumilerin tergelir. fi listelerini hazırlıyacak olan l ve 2 nuOkuyucularımızm biraz bekle maralı A.dliye ayırma komisyonlan ça melerini tavsiye edeceğiz. lışmalarına başladı. Polonyada devlet adamları kongresi Yeni larihî tefrikamız Varşova 26 (A.A.) Öğrenildiğine göre, devlet başkanı, Mareşal Pilsuds kinin idaresi zamanında, yani 1926 danberi Başbakanlıkta bulunmuş devlet adamlannı nisan bidayetlerinde bir konCenubî Amerikada 7000 met ferans halmde toplıyacaktır. Sanıldığına göre, bu konferansta, memleketin roya çıkan Alman dahilî siyasası vaziyeti inceden inceye BuenosAires 26 (A.A.) Alman tetkik olunacaktır. Alpinisti Link pazar günü, Amerikanın Hauptman gene bir istida en yüksek tepesi olan Akonkaguaya çıkverdi! mıya muvaffak olmuştur. Link, 7 bin küsur metro irtifada bulunan bu dağın teTrenton 26 (A.A.) Hauptman, vakpesine bir Alman bayrağı, bir Arjantin tile 11 kânunusanide verdiği ilk istidabayrağı ve bir de Olimpiyad bayrağı sını reddetmiş olan af divanına yeni bir istida ile müracaat eylemiştir. dikmiştir. cı hava vardır. Şimdi, kendisinin bir apartımanı, bir evi olacak... Kendi eşyalannın arasında, kendi, öz havasmın içinde yaşıyacak... Bu, onun evi, yuvası olacak Ben, bunda fenalık değil, iyilik görüyorum... Böylelikle ev hayatma a hşacak... Kendini, ev hayatına alıştır mak istemesinde mi fenalık görüyorsu nuz?.. Hiç, bize haber vermeden, tanı madığımız, bilmediğimiz ve pekâlâ da hiç tanımıyacağımız, bilmiyeceğimiz genc, yahud ihtiyar bir kadın hizmetçi bulur, alabilırdı. Arzıniyaz dadımı apartıma nma çağırmasından da, onun niyetinin iyiliğini anlamalıyız! Ali Tunc, içini çekti. Balo gecesinden sonra, Solmazı, kınlmış, gücenmiş bula cağını sanmıştı. Halbuki nişanlısını, umduğu gibi değil, büsbütün başka bir hava içinde görmüştü. Genc kız, Ali Tunca daha bağlı duruyordu. Fakat Ali Tunc, bu bağlılığı hatırlar ken içi sızlıyordu. O, bu apartımanı, ne niyetler, ne ümidler, ne istekler ve ne hayallerle tutmuş, döşetmiş, donatmıştı? Fazla düşünmekten, kendi kendine bile utandı; başına bir ateş çıkmıştı; kulakları, alev alev yanıyordu. Yatak odasından çıktı; salonu, yazı odasını da gündüz gözile gördükten sonra, kahvaltı edip giyinecekti. Koridorda Arzmiyaz kalfa ile karşılaşmıştı; ihtiyar kalfa, sol elini karnına bastırarak sağ elile temenni etti: Sabahı şerifler hayır olsun, beyciğim! Ali Tunc da gülerek, elile selâm ver di: Eyvallah kalfacığım... Nasılsın? İyi uyudun mu? Apartımanın havası nasıl?.. Yerini, çokça yadırgadın mı? Yaşlı kadın, eski alışkanlıklardan kendini kurtaramadığı için, ellerini kavuş lurmuş. önüne bakarak konusuyordu: Var ol, sağ ol, beyciğim... Bu evin havası, hiç te ağır değil... Sabahle yin kuş gibi hafif kalktım. Ali Tunc, ellerini uğuşturuyordu: Işte bu mükemmel! Demek ki keyfin yerinde, kalfacığım... Öyle ise, bana, Viyana Dönüşü Aşk ve macera romam 'akutVîizük Yazan: MAHMUD YESARt 5 4 Ali Tunc, o kadar dil döktüğü halde, ihtiyar kadını razı edememişti. Fa kat iki gün sonra, Ali Tunc büsbü tün ümidini kesmişken, ondan haber gelmişti. Ali Tunc, ihtiyar kalfanın razı oluşunda, Solmazm tesiri var, sanıyordu. Çünkü Ali Tuncun, yeni apartıman tutup yeni eşyalarla döşemesini, bütün aile, şüpheli görmüş, gizli dedikodular bile başlamışh. Kuşkulanmıyan, dedikodulara karışmıyan, bir tek kişi çıkmıştı: Solmaz! Genc kız, fikrini açıkça söylemişti: Mademki Ali Tunc, yalnız başına yaşamak istiyor; istediği gibi, istediği şekilde yaşamak, hakkıdır. Daha evlen medi... Belki de hiç evlenmez, evlenmekten vazgeçer. Buna da kimse kanşamaz. Bekâr yaşıyacak, yahud evlenecek te olsa, onun, başlıbaşına bir apartıman tutup döşemesinde, hiçbir fenalık yok... Her iki yandan da onun için iyi... İl evlerinde, yabancı kokulu pansiyonlarda yaşaması, daha mı iyi? İl insanlan, ona, nekadar bakabilirler?.. En kibar, en lüks pansi yonlarda da, gene yabancı koku, yaban şöyle demli bir çay yaparsm, değil mi? İhtiyar kalfa, bunun hatırlatılmasını bile fazla, lüzumsuz görüyormuş gibi kaşlannı çatmıştı: Kahvaltınız hazır, beyciğim... Sizin kalkmanızı bekliyordum... Yalnız çayı demliyeceğim, o kadar... Ali Tunc, keyfinden yaşlı k»^'"'" omzunu tuttu, okşadı: Yaşa, kalfacığım... Ali Tuncun ağır eli, kuvvetiı parmakları, kalfanm kemiği çıkık omzunu acıtmışa benziyordu, ihtiyar kadın, yüzünü buruşturdu: Sağ ol, beyciğim... Ali Tunc, gülüyordu: Ne o? Okşarken canını mı acıttım? Arzıniyaz kalfa da gülümsedi: Maşallah pek kuvvetlisiniz, bey ciğim! Ali Tunc, salonun kapısına doğru yürümüştü, kalfa, sordu: Kahvaltınızı oraya mı getireyim? Hayır, kalfacığım... Yatak oda ma bırak... Ben, hem giyinir, hem kah valtı ederim. Arzıniyaz kalfa; peki! Der gibi başını iğdi, döndü, mutfağa girdi; Ali Tunc, salonun kapısını açtı ve eşikte durarak baktı. Y^muşak kırmızı maroken koltuklar, yerdeki pembe çiçekli halı, pencerelerdeki etamin perdeler, bir şafak kızıl lığı gibi, Ali Tuncun yüzüne gülüyordu. Ali Tunc, odaya girdi; ve Ali Tun cun yüzü değil, içi gülüyordu. Kendi kendine: İyi ettim, dedi. Serserilikten kur tuldum. Benim de bir evim var. Ve koltuklardan birine oturdu, dalgra dalgın bakınıyordu: ^ Serserilik bitti... Kendini bu sevinc ve keyif havasına kaptırıp belki uzun, çok uzun düşüne cekti. Fakat birdenbire, kafasının içinde; ateşten, bir sorgu işareti çizilivermişti. Ali Tunc, gözlerini kırptı; hangi gö rünmez el, hangi gizli düğmeyi çevırmişti de, kafasının içinde bu sorgu ışaretnv yakmıştı? (Arkan var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle