24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 Mart 1936 CUMHURİYET Ayazağa cinayetinin muhakemesi başladı Maznun Abdullah, Hüseyin Hüsnüyü tehdid etmek isterken tabancasımn kazaen patladığını ve veznedarın bu suretle öldüğünü söylüyor Bundan bir müddet evvel Ayazağa da Galata postane si veznedan Hüse yin Hüsnüyü tabanca ile öldürmekle suçlu Abdullah ile arkadaşı Yunus ve bu suçta alâkası bulunan ahçı Meh medin metresi Mü kâfat haklanndaki muhakemeye dün Ağırceza mahkemesinde başlanmıştır. Bu davayı büyük bir merakla takib etMaznun Abdullah ve Yunus Ağırceza mek istiyen kesif bir kalabalık daha sa mahkemesi huzurunda bah erkenden koridorlan doldurduğu için için yüz otuz kuruşa bir otomobil kira zabıta tertibat almış ve mahkeme salonu hyarak oraya gittik. Üzerimize köpekler na ancak salonun istiab edebileceği kadar hücum ettiğinden köye giremedik. Yolda adam alınmıştır. Oğleden sonra ise ka Hüseyin Hüsnüye kızı Hüsniyeyi niçin labalık daha ziyadeleşmiş ve mahkeme bana vermediğini sordum. Rızaya söz reisinin verdiği emir üzerine mahkeme sa verdiğini söyledi. Başka kızlanm da var. lonuna ekserisi kadm olmak üzere pek Senin de işini hallederiz. Şimdi neden mahdud kimse girebilmiş ve bundan son bunlardan bahsediyorsun, dedi. Kızına ra kapılar kapanarak avukat ve gazete muhabbetim olduğunu söyledim. Kendiciler de dahil olduğu halde hiç kimse içe sini tehdid için yanımdaki tabancayı çı kardım. Şarjörü içinden almıştım. Tamari alınmamıştır. mile boş zannediyordum. Halbuki namluTahkikat evrakı okunuyOr llk celse açılır açılmaz evvelâ suçlula da bir kurşun varmış. Hüseyin Hüsnüye nn sorgulan yapılmış ve bundan sonra çevirdiğim sırada tabanca patladı. Çıkan tahkikat evrakı okunmağa başlamıştır. kurşun boynuna isabet etti. Yunus bu sıSorgu sırasında suçlulardan Abdullah rada ileriden gidiyordu. Yanına gittiğim 332 doğumlu olduğunu söylediği halde zaman Hüseyin Hüsnünün ne olduğunu Urgüb nüfus memurluğundan gclen bir bana sordu. Başıma gelen kazayı anlattelgrafta Abdullahm 331 doğumlu ol tım. Beraber eve döndük. Gece Hüseyin duğu tesbjt edilmiştir. Bu arada Abdul Hüsnünün kardeşi Zeki geldi. Hüseyin lahın rehin olarak bıraktığı nüfus tezke Hüsnüyü sordu. Saat sekizde kendisinden resini oradan alan Hüseyin Hüsnü vere ayrıldığımızı söyledim. Zeki ile beraber sesi vekili Osman Fevzi de tezkereyi Hüseyin Hüsnünün evine gittik. Evde mahkemeye vermiş ve suçlunun nüfus kendilerini teselli ettim. Ertesi gün saat tezkeresindeki kaydinin de 331 olduğu sekiz buçuğa kadar Zekile beraberdik. Sonra ben Haydarpaşaya geçerek Yu anlaşılmıştır. nusu selâmetledim. Ayrılırken Hüseyin Tahkikat evrakmda; suçlulardan AbHüsnünün saatile kasa anahtarlarını da 'dullahın bir sene evvel mülâzim Şükrü Yunusa verdim. Evvelki ifadelerimde vasıtasile veznedar Hüseyin Hüsnü ile kendimi kurtarmak için evvelâ inkâr ettanışarak ahbablığı ileri götürdüğü, ya tim. İtirafa ağzım varmadı. Poliste de nına gidip oturduğu zamanlar kasada işkence yaptılar. Sonradan merkez me külliyetli para bulunduğunu gördüğü; nimuru Kadri tbrahim beni odasına çekti. hayet bir gece mülâzim Şükriye aid bir Senin suçun olmadığı anlaşıhyor, doğruköpeği satmak bahanesile teyzesinin oğsunu söyle seni kurtanrım, dedi. Ben de; lu Yunusla beraber veznedan ahçı MehHüseyin Hüsnüyü Yunusun öldürdüğü medin Pangaltıdaki evinden alıp şoför tarzmda cürmü itiraf ederek bütün kaMustafanın otomobilile Ayazağaya gö bahati ona yükledim. Veznedarın kızı, türdüğü, Mükâfattan aldığı tabanca ile Hüsniyeyi çoktanberi severim. Bir aile birdenbire ateş ederek öldürdüğü ve bun yuvası kurmak istiyordum. Kızın da madan sonra da cesedin üzerini çalılarla ör lumatı vardı. Teklifimi kabul ediyordu. terek veznedarın cebindeki saatile kasa Fakat babası; akrabalanndan Rızaya anahtarlarını aldığı ve buradan dönüşte vermek istiyordu.» Yunusla beraber ahçı Mehmedin evine gelerek bir şişe rakı ictikleri ifade ediliBu sırada reis; suçluya şunu sordu: yor ve diğer safahat ta anlatıldıktan sonReis Tabancayı kimden aldın? ra suçlulardan Abdullahla Yunusun c? Yunusa satmak üzere Mükâfattan za kanununun 450 inci ve Mükâfatın da aldım. 296 ncı maddeye göre mahkemeye sev Reis Neden o gece tabanca üstünkedildikleri bildiriliyordu. Doktor rapo deydi, Yunusa ertesi günü veremez miyru da tabancanın üç ile on metro arasın din? dan atılmış olduğunu gösteriyordu. Oda boştu. Bırakmak istemedim, Maznunun anlattıkları üzerime almakta da bir mahzur görme dim Reis bu işin nasıl olduğunu anlatmasım Yunusun ifadesi Abdullahtan istedi. Abdullah ta şunlan söyledi: Müteakıben Yunus ta sorulan suallere « Ben bu işi postane kasasmı soy şu cevabı verdi: mak maksadile yapmadım. Hüseyin Hüs« Benim birşeyden haberim yok. nü ile samimî idik. Kendisini ağabey te O gece hep beraber Mehmedin evinden lâkki ederdim. Esasen o gece ben yalnız çıktık. Ben buranın yabancısıyım. Ab kendisini davet etmemiştim. Kardeşi Ze dullah bir otomobil kiraladı. Köy yolunkiyi de beraber çağırmıştım. Lâkin o, da indik. Köpekler üzerimize hücum e misafiri olduğu için tünelden avnlarak bi dince geri döndük. Ben yola çıkarak bir zimle beraber gelmedi. Yemekten sonra otomobil veya otobiis durdurtacaktım. mülâzim Şükrünün köpeğini de beraber İleriye doğru giderken arkadan bir silâh alarak gezmeğe çıktık. Bu köpeği Ayaz sesi işittim. Abdullaha bağırdım. «Geli ağada birisi elli liraya satın almak istediği yorum» dedi. Geldiği zaman yalnızdı. Biz bize Dizimizi dövmiyelim! lkide bir gazetelerde çıkan «bizde edebiyat yoktur, şair yetişmiyor, halimiz neye varacak?» gibi yazılan mubalâğah bularak dün burada bu meseleden bahsetmiş, edebiyat buhranının yalnız bize mahsus birşey olmadığına işaret ehniş tim. Yazımda, dün gelen Völkischer Be obachter gazetesinin kültür sahifesinden aldığım bir misal de vardı. Bunlan okuyan «VâNu» benim, halimize hamdüsene ettiğimi sanmış «on larda fena yazan var amma, şaheser yazanlar da var» diyor. Bir defa dünyada bir edebiyat buh ram olduğunu iddia eden ben değilim. Son seneler zarfında tatmin edici, istikbal için ümid verici istidadlar yetişmediğini ecnebi matbuatının kendi ağzından işitiyoruz. Fransada her sene tertib edilen yığın yığm konkurlarda, teşvik olsun diye bol keseden dağıtılan mükâfatlardan kaçı bir şaheser sahibinin eline geçmiştir? Almanyada üç senedenberi yakılan kitablann sayısı belki basılanlardan daha çoktur. Ruslar, henüz göğüslerini kabartacak bir ihtilâl şairi yetiştiremediklerini ken dileri söylüyorlar. Bize gelince, şüphesiz ki daha emekleme devrindeyiz. Sesimizi duyurmak için uzun seneler çalışmıya muhtac olduğu muz muhakkak. Fakat «eyvah yapamadık.. Olmadı..» diye ümidsizliğe düşmekte ne mana var? Halimize acıyıp dizimizi döveceğimiz yerde bu geri kalışımızın sebeblerini a rayalım, ona bir çare bulalım ve çalışan genclere ümid bağlıyalım; daha iyi ederız. Siyaset âlemînin «çorba ya döndüğü şu sırada symbolique bir nakil! Milletler Cemiyeti yeni binasına taşındı. Gübizmin şaheseri olan bu saray, 10,000,000 Türk lirasına maloldu, 550,000 kilo tutan ve 110 kamyonla taşınan evrak dağı! Cenevre, 20 mart Cemiyeti Ak vam, ne zamandır bitirilmesine çahş'lan, yeni binasına nihayet taşınmağa başladı. Hatta kâtibıumumılik ve diger bir çok bürolarla dosyalar taşmdı bile. İşin en mühimmi de bu dosyalardı galiba. Zıra Milletler Cemiyetinin dosyalan sayısı akıllara hayret everecek kadar çoktur. Düşünün bir kere: Yalnız şu son hafta zarfında Cemıyet eskı bınasından yeni binasına naklolunan evrak 2500 büyük kasaya güçbelâ sığdırılmıştır ve en mütevazı tahminlere göre 550 bin kiloluktur. Beş yüz elli bin kilo... Yani tıkabasa doldurulmuş 1 10 dan fazla kamyon yükü kâğıd. Bereket versın bu muazzam kâğıd yığını dağı demek daha doğru oiacakhakikaten usta ellerle ve mükemmel bir usulle tasnif edıldı. O kadar ki Cemiyet kıtabetı nakıl esnasında faalıyetıne hemen hemen hiç sekte vermedi ve şimdı yeni binada çalışıyor. CENEVRE MEKTUBLARI Ben de soruyorum: Ne lüzumu var? Bir zamanlar ilkmekteblerin çocuk kafalarını aşure kazanına çeviren derslerinden biri de emsile, binâ, avamil gibi kitablardan okutulan arabca idi. Sonra!an bunlar kaldırıldı, yerlerine elmüşezzeb, elmürteeb gibi kitablar konuldu. 1908 de yapılan rejim değişikliğine rağmen arabca dersleri devam etti. Fa kat diller, şöyle böyle, hürriyet zevki aldığmdan şikâyetler de başladı. O sızlanmalardan birini ben kulağımla dinlemış tim. Şikâyetçi bir çocuk babasıydı ve şu biçimde derd yanıyordu: Sekiz yaşında bir kızım var. Sultanahmeddeki taş mektebe gider. Dün gece yavrucak yanıma sokuldu, sıkıla sıkıla «cahdi mutlak ne demektir, baba» dedi. Birden şaşaladım, hatta kızardım. Çünkü ben de cahdi mutlağın ne demek olduğunu bilmiyordum ve bu bilgisizlikten ço cuğuma karşı utanıyordum. Lâkin biraz sonra utancım geçti, yerine bir kızgınlık geldi. Kızın elinden kitabı aldım, Maarif Müdürlüğüne gidip sormağa karar ver dim. Lâkin oraya gitmeden önce size de soruyorum: Cahdi mutlağın, cahdi müs tağrakın sekiz yaşında bir Türk çocuğuna ne lüzumu var? * * * Dün bir dostumu ziyarete gettim. Konuşurken söz, mekteblerde okutulan ki tablara intikal etti. Dostum, derdli derdli içini çekti: Bizim oğlana, dedi, bir arabca hocası tutacağım. Eline verilen ders kitablanndan bir kısmını başka türlü anlıyamıyacak!.. Ve sonra iddiasını haklı göstermek için «Eşya dersleri» adını taşıyan bir kitab getirdi. Gelişigüzel sahifeleri çevirdim. 3u tabirleri gördüm: bitte'sir elektriklenme, şerare, savt, sulann tasfiyesi, mesa matlı kap, humzu sanii manganez!.. Şimdi ben de soruyorum: Türkçenın alabildiğine sadeleştiği bir sırada ilkmekteb çocuklanna bu kelimeleri kekeletmenin ne lüzumu var? Mıiteıt.er barayımn, Lah Leman ve Lozanın tayyareden bir görünüşü zara olan bu vaziyetın devamına ve koskoca bir Milletler Cemiyetinin bizim Boğaziçi yalılan gibi cumbalı evlerde kalmasına bittabi ımkân yoktu. Binaenaleyh bir yeni bina lüzumu kolayca akla geldi. Ve karar verilmesi akledildiği kadar kolay olmadı. Sebeb malum: Parasızlık. Zıra her müessese gibi Milletler Cemiyeti de bu derdle maluldür. Azanın, yani aza olan memlekeüe rin, büyük bir kısmı mev'ud borclarını doğru dürüst vermezler. Cemiyet heyeti umumiyesi bina yapılmağa karar verdiği gün senevi taahhüd ettıkleri yekunu da beraber vermesi gayet tabiî idi. Bundan dolayı müzakereler, «nerede yapılsın?», «nasıl yapılsın?» bahisleri de epey uzun sürdü. Nihayet 1928 içtimalarından bı rinde verilen karar üzerine inşaata baş landı; ve şimdi önümüze konulan ve harbden sonra zannederım yeryüzünde yapılan bu en büyük bina vücude geldi. Bınanın büyüklüğünü anlatabilmek için şu bir ikı rakamı da ılâve edeyım: Fransız tarıhıni sınesınde saklıyan meşhur Versay sarayınm metro mikâbı 460 bındir; Cemiyeti Akvam binasınınki oncan az bir farkla 440 bin. İşgal ettıği saha 17,900 metro murabbaıdır. Binada 21 tane asansör, ve 1700 tane kapı vardır. Tenvirat için 212 kilometro elektrık teli kullanılmıştır. Hararet için 1900 kalörifer konulmuştur ve senevî 880 ton mazut sarfolunacaktır. N. ADLÎYEDE îcra kâtibi imtihanı îcra dairelerine alınacak kâtibler için dün adliye dairesinde bir müsabaka imtihanı yapılmış ve bu imtihana altmış kişi girmiştir. Bunların içinden on beş kişi seçilecektir. Tramvay faciası tahkikatı Şişhane yokuşundaki tramvay facia sına aid tahkikat Müddeiumumilikçe bitmiş ve bu husustaki evrak yedinci isrintak hâkimliğine verilmiştir. Hüseyin Hüsnüyü sordum. Elinden bir kaza çıktığını söyledi. Beraber eve dönerek bir şişe rakı içtik. Yeni terhis edildiğim için Ankaraya gidecektim. Ertesi sabah Haydarpaşaya geçtım. Abdullah ta geldi. Babasına verilmek üzere bana bir mektubla veznedann saatini verdi. An karaya gittim. Orada Nevşehir hanı al tında bir kahvede otururken saatin üze rimde olmasını doğru bulmıyarak aptesaneye attım. Silâhı Abdullahm bana satmak istediğinden haberim yoktur. Vak'a gecesi Abdullah yanıma geldiği zaman «ırzıma tecavüz etmek istiyeni böyle yaparım» dedi. Yunusun bu sözüne karşı da Abdul lah; «istikbalimle oynıyanı böyle yapa rım» demiş olduğunu söyledi. Bu bina harbden sonra çjtaya çıkan kübizmin su götürmez bir şaheseridir. Fakat kübizmden meselâ bir Süleymanıye camısınm sevımli ıhtisaımını yahud bir Mısır ehramının heybetini beklemeyiniz. San'atın her şubesi gibi bu asırda mimarî dahi tedenniye uğramıştır. Bunun içindir ki Cemiyetin yeni binası «kübizm'in şaheseri» olmakla beraber nihayet bizim eski Düyunu Umumiyenin şimdiki İstanbul Lisesi bir on defa büyütülmüşünden daha yüksek bir seviyeye çıkamamıştır. Halbuki bu bina için tam beş senedir çalışıldı ve 25 milyon İsviçre frangı (10 milyon Türk lirası) sarfedıldi! Milletler Cemiyetinin bu yeni binaya geçmesine, siyaset âleminin tabir caizse pek «çorbaya» döndüğü şu sırada, daha zıyade symbolıque bir mana verılebılir. Zaten başta Kâtıbiumumî M. J. Avenol olduğu halde hemen herkes bu cıhete dikkat ediyor. 1920 senesinde Cemiyet içtima merkezi olarak Cenevre şehrini intihab edip ilk top'lantılara başladığı zaman «muvakkat» kaydile göl kenarında ve ismi sonradan «Wılson rıhtımı» olan caddedeki «Hotel National» binasım satın almıştı. Şımdı duvarlanna «satıhktın» levhası asılan bu bina Cemiyetin gittikçe büyüyen, genişliyen vücudüne daha ilk senelerde dar gelmeğe başlamıştı. Şöyle ki Cemiyet civarda üç bina daha tedarik etmeğe mecbur kaldı ve bunlara da guya hep bir bina imiş süsünü verebilCemiyeti Akvam kurulduğundanben mek icin bir takım köprülerle filân az buhran geçirmedi. Bılhassa bu sene merkeze raptetti. Haylı komık bir man Vıâlâ "kıntılar icinde sürünüvor. Bida M. TURHAN TAN Türkiye Tıb Encümeni bugün Etıbba Odasmda toplanacaktır. 1 Profesör Neşet Ömer İrdelp, Arsenobenzol tesemmümünden hâsıl olan bir enemi ablastik vak'ası. 2 Dr. Osman Şerefeddin, iki me nenjit vak'ası. 3 Doçent Besim Turhan, teşrihi marazî piyesleri. 4 Profesör Lipmann, Miyom ve hamil üzerınde söyliyecektir. Gülhane kliniğmin senelik 10 uncu tıbbî müsameresi bu ayın 27 nci cuma günü saat 16,30 dan 18,30 a kadar de vam edecektir. Arzu eden meslektaşlarm teşrifleri rica olunur. yette Cemiyet haricinde yalnız Amerika vardı ve Cemiyet paktına bir takım maddeler ilâve ederek (ezcümle 21 inci madde) onu da içeri almağa çahşıyordu. O Cemiyete dahil olmadıktan başka üste lik Almanya, Japonya gibi bazı büyük kuvvetler Cemiyetle alâkalannı kestiler. Bu arada sulha yaptığı kıymetli yardımlan unutmamakla beraber Cemiyet «mütecaviz» olduklarına karar verip Almanya ile İtalya aleyhine ittıhaz ettiği tecziye vaziyetlerinin maalesef büyük bir fayda vermediğini gözönünde tutalım. Böylece ilerisini oldukça müphem, hatta ka ranlık görürüz. Bunun içindir ki Cemiyetin yeni binaya geçmesi biraz symboliquetir. Hakkında hayırlı olmasını temenniden başka ne denir? SAĞLIK ÎŞLERt Türkiye Tıb Encümeni bugün toplanacak Gülhane müsamereleri Mükâfatın sözleri Bundan sonra Mükâfat ta sorulan suallere şu cevablan verdi: « Tabancayı odada dolabın üze rine bırakmışlardı, sakladım. Sonra da korkarak aptesaneye attım. Tabanca ölen kocammdı. Satmak üzere üç gün evVel de Abdullaha vermiştim. Abdullah; gün düzleri Mehmedin dükkânında yardım eder ve buna mukabil akşamlan bizim evde yatardı.» Sorgular bitince birinci celseye nihayet verilmiş ve öğleden sonra açılan ikinci celsede Hüseyin Hüsnünün kızı Hüsniye; kardeşi Zeki; şoför Mustafa ve ilk tahkikatı yapan zabıta memurlan şahid sıfatile dinlenmişlerdir. Gelmiyen diğer şahidlerin celbi için dava 28 nisana bırakılmış tır. ki korunmak, sığınmak ihtiyacını duyuyordu? Fakat... Bu noktaya gelince, Ali Tuncun düşüncelerindeki ekler, parçalanıveriyordu: Fakat o, akıllı, yakışıklı ve centilmen bir arkadaş istiyordu? Neden? Böyle meziyetleri olan kuvvetli bir arkadaşla engeller aşacaktı?.. Hangi ve nasıl engeller!.. Alay edeceği müşküller, ne idi? Ne olabilirdi?.. Sinirlendiği müşküller, engeller, nelerdi? Tunc gibi bir vücudün, hem eli kolu tutan bir sporcunun arkadaşlığını neden istiyordu? Bir maça mı hazırlanıyordu? Bu, nasıl bir maçtı? Sonra, lisan bilmenin, dans bilmenin, muaşeret adabı bilmenin; giyinmesini, konuşmasını bilmenin bu arkadaşlıktaki mevkileri, kıymetleri, ehemmiyetleri ne idi? Gazeteciliğe de kıymet veriyordu! Neden? Sonra, doğruluk ta istiyordu!.. Zenginlik te istiyordu!.. Ali Tunc, bu, biribirini tutmıyan, biribirine aykırı duran şeyleri, biribirlerine bağlayıp ekliyemiyeceğini anlamıştı. Sarayın yakından bir manzarası, 1 Kütüphane, 2 Asabmie içtima salonu, 3 Konsey içtima salonu, 4 Umumî kâtiblik dairesi Yakut yüzüğü, parmaklannın arasmda eviriyor, çeviriyor; başını sallıya salhya bakıyordu. Düşünmekten vazgeçince, yüzüğe dikkatli baktı: Taş, ince plâtin halka ile tutturulmuştu. Taş, lekesiz ve iyi tıraş edilmişti. Yüzük, parmağa geçirilince, bir ateş damlası gibi duruyordu. Halkanın içinde, gözle ancak seçilir bir çizgi vardı. Ali Tunc, bu çizgiyi de okudu: Gayet ustalıkla işlenmiş, küçük bir yılandı! Harfe, şifreye benzemiyordu. Belki bu yılan, bir şifre idi. Lâkin Ali Tunc için, bu şifrenin manası yoktu; sadece, bir yılandı. Ali Tunc, yüzüğü sol elinin serçe parmağına geçirdi; uzun uzun baktı. Birden, genc kadınm sesini, bir fısıltı gibi kulaklarının içinde duydu: Ne iyi olurdu!.. Ne iyi olurdu!... Düşün bir kere... Ali Tunc, genc kadm yanında imiş gibi titredi. Düşün bir kere... Diye başlamıştı; söyliyecekti! Sonra, neden vazgeçmişti? Ali Tunc, yüzüğü, parmağından çı kardı, yeleğinin cebine koydu; kalktı, paltosunu giydi, şapkasını aldı ve kapının önünd*" salona son bir defa baktı, ve yürüdü. Aşağıda, otelin hesabını gördü; eldivenlerini giydi, paltosunun yakasını kaldırdı, şapkasını düzeltti, ağır ağır otelden çıktı. Sert poyraz, bulutlan dağıtmış; gökyüzü, açık ve yüksek görünüyordu. Birer su damlası gibi parhyan yıldızlar, solmak üzere idiler. Sabah ayazı, kaldınmların su sızıntılarını dondurmuş, Ali Tuncun ayaklan altında çıtırdıyordu. Ali Tunc, kendini yeni düşüncelere, yeni ümidlere, yeni hayallere kaptırmıştı: CEMIL FİKRET Aşk ve macera romanı ahatmmh Yazan: MAHMUD YESARt 52 Nilüfer, bunlan adeta içi yana yana söylemişti. Ali Tunc, bütün söylediklerini birbi rine ekleyip öyle mana vermek ve bir tek sona varmak istiyordu. Fakat düşünceleri bir tek noktada toplanıp bir tek sona varacağma büsbütün tersine, birbirlerinden aynlıyor, uzaklaşıyor ve bir daha toplanmamak üzere dağılıyordu: Niçin söylemiyordu?.. Niye anlatamıyordu?.. Hayatmda, itiraf edememek mecburiyetinde olduğu bir sır mı vardı?. Bu sır, ne idi? Ne olabilirdi?... Ona, nede, niçin, ve ne gibi bir arkadaş lâzımdı?... Yalnızlıktan mı şikâyet ediyordu? Yalnız yaşıyan, yalnız yaşamağa mahkum insanlardan değildi. Yaşadığı topluluk içinde mi yalnızdı?. O, topluluk içinde, kendini yalnız bulan, yalnızlık duyan, romantik ruhlu kadınlardan da değildi. Etrafından mı korkuyordu? Tutunacak bir dost eli, kendine destek olabilecek bir arkadaş mı arıyordu?.. Kuvvetli ve erkek bir arkadaş, istiyordu! Demek Genc kadm, yakut yüzüğü, aramıya cak mıydı? Elbette arıyacaktı! Acaba, oteldeki musluğun taşında unuttuğunu hatırlıyacak mıy^ı?... Hatırlasa bile, Ali Tuncun aldığım bilmiyordu ki... Her ihtimale karşı, otelden soracak h!.. Fakat, bu araştmp soruşturma, ay dınlık bir sona eremiyecekti ki... Kim, bilmiyorum, görmedim! dese, gene şüphe altında kalmaktan kendini kuîtaramıyacaktı ya. Bütün inkârlar şüphe ile karşılana caktı; hiç kimseye inanılmıyacaktı! Genc kadın, zabıtaya haber verecek midi? Ali Tunc, kendiliğinden, zabıtaya gidip, yakut yüzüğü vermeği, vak'ayı anlatmağı düşündü. Bunda, bir mahzur görüyordu. Nilüfer, Ali Tunçla otele gittiğini saklamak istiyorsa? Genc kadının çekinişleri, korkuşlan, Ali Tuncun, kendi kendine harekete geçmesine engel oluyordu. (Arham var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle