02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 Şubat 1936 CUMHURİYET ( TERBiYE BAHiSLERİ ) İzmirdeki facia Babasını öldüren genc müşahede altma alındı îzmir (Husu î) KahramanIar mahallesinde Sabri isminde bir gencin babasını öldürdüğünü ve kızkardeşile iki kişi de yaraladığını telgrafla bildir miştim. Hâdisede hem bıçak kullanılmıştır, hem gra tüfeği, hem de ta Yayahanh Sabri banca. Maktul Ahmed Hilmi namında bir tahsildardır. Oğlu, evin alt kısmında ve içinde küçük bir atölyeye maliktir. Ba ba çarşıdan gelmiş, mutfakta kansı, kızı ve oğlu ile biraz oturduktan sonra tıraş olmak için odasına çıkmıştır. Fakat Sabri babasından daha evvel kendi odasına doğru ayrılmış, biraz sonra; Sabri oğlum, yapma!.. Babana nasıl kıyıyorsun? t Sesleri gelmiş ve zavalh adam, can acısı ile odanın ortasma kadar gelerek devrilmiştir. Bunu gören maktulün zevcesi Kıymet kapıyı açarak istimdada başla mış, kızı Fitnat ta haykırarak babasına doğru koşmuştur. Katil gözleri dönmüş bir vaziyette, bu defa, kızkardeşine saldırmış ve kamasını, Fitnatın kasıklarına saplamıştır. 35 yaşında olan Fitnat kanlar içinde yuvarlanmıştır. Feryadları işiten yakm polis nokta memuru ile karakol komiser muavini koşarak gelmişler, kapıyı açmışlardır. Sabri bu defa evdeki tabancasını alarak onlara ateş açmıştır. Kurşunlar polisin paltosunu delerek sokakta duran Yaşar oğlu Yusufla fırıncı Mustafayı da yaralamış, onlar da yere düşmüşlerdir. Bunun üzerine polisler geri çekilmişler, merkezi haberdar etmişler, polis, jandarma kuvvetleri, evi muhasara etmiş, adliye erkânı da yetişmiştir. Dîl üzerinde çalışmalar Sporcu doktorlar Spor yüzünden ölen bir genc katledilmiştir ve memlekete karşı bir cinayet işlenmiştir. Bunun önüne yalnız sporcu hekimler geçebilir Yazan: Sellm Sırrı Tarcan Yaşadığımız Yirminci asnn göze çarpan değişikliklerinden biri de bütün medenî milletlerin spora verdikleri ehem miyettir. Futbol, tenis oynıyan, koşan, gülle kaldıran, boks ve eskrim yapan, kürek çeken, bisiklet veya at yarışına giren genclerin adedi günden güne bizJe de artıyor. Gazeteler büyük maçlara ilk sahifelerinde yer veriyor, stadyomların inşası için milyonlar sarfediliyor. Bu asnn modası, bu spor iptilâsı kışlaları, mektebleri, aileleri sardı. Bir baba es kiden oğlum her derste birinci! derken, şimdi oğlum tenis veya boks şampiyonu oldu! demekle gururlanıyor. Yalnız her iki şekilde babaların göğsünü iftiharla kabartan bu muvaffakiyetlerde çok na zik bir nokta vardır ki ekseriya gözden kaçar: Yorgunluk! Her derste birinci çıkan oğlunun fazla dimağını yorması yüzünden günün birinde verem olduğunu görmeyi istiyecek ana baba yoktur. îşte spor da böyle, daima yarışlarda birinci gelen evlâdının genc yaşında kalbinden veya ciğerlerinden rahatsız olduğunu görmek bir baba İçin felâketlerin en büyüğüdür. Bilhassa «porun en mühim gayelerinden biri u zun ömürdür. Spor sıhhate, sıhhat tulıi hayata yardım etmelidir. Yoksa insanlan kırk yaşında tekaüde sevkeden, vak tınden evvel kocatan bir sporun içkiden, kumardan farkı yoktur. îşte bu endişe hekimin müdahalesme lüzum gösterir. Her ana babaya teret tüb eden birinci vazife oğlunda spora karşı fazla bir meyil, fazla bir düşkün ]ük görünce onu daima bir hekimin kontrolünde bulundurmah. Hatta dahas; var, oğlunun bilfarz futbola veya boksa heves ettiğini gören bir baba, aile dostu bir tabibe gidip danışmalı. Çocuğunun bünyesi, yaşı, mizacı bu spora elverişli olup olmadığını öğrenmeli ve sonra hiç olmazsa üç ayda bir sporcu gencin ci ğerlerini, kalbini, idrarını ciddî bir muayeneden geçirmeli. Herkes bilir ki çocukların en tehlilceli yaşı büluğ çağıdır. Bu çağda çocukların fikrinde, ruhunda, bedeninde büyük değişiklikler olur ve ekseri çocuklar için bu yaşta hernevi ifratlar büyük zararlar husule getirebilir. Böyle pek tehlikeli olan bir devirde çocuk görenek saikasile kendıni zorlu sporlara verirse kalbi gayritabiî bir şekilde inkişaf bulur, şişer ve sakatlanır. Biz bu sebebledir ki 18 yaşından küçük çocukların spor kulüblerine devamlannın ve mekteblerde futbol oy namalannın, boks yapmalannın, sürat ve mukavemet yanşlanna girmelerinin şid detle aleyhindeyiz. Bizim arzumuz hi lâfına büluğ çağında zorlu sporlara kendini kaptıran çocuklann kalblerinin, ciğerlerinin radyografileri alınsa mekteb tabibleri pek acı bir hakikatle karşılaşmış olacaklardır. Belki denebilir ki «cidal sporlarının tabiî tehlikesi vardır. Bir savaşta burun kanaması, kol sıynlması, ayak burkul ması tabiî görülmelidir. Bunu göze al mıyan kimseler hayat mücadelesinde de muvaffak olamazlar (!) Erkek sporla nnın hepsinde azçok insanın canı yanar, göz pekliği merdlik alâmetidir!» îşte asıl yanlışlık burada başlıyor. Evet mücadele sporlannın hepsi de kuvvetli brr irade ve dayanıklı bir vücud ister, ancak vücud önceden fiziyolojik bir terbiye ile hazırlanmamış ve uzviyet iyice teşekkül etmemişse savaş sporlanndan sakatlanması yüzde yüz muhakkaktır. Bin lerce gencin karakterini terbiye eden, onlan atılgan, başancı yapan bir spor yüzünden varsın üç beş kişi de feda ol sun (!) denirse buna karşı vereceğimız cevab da şudur: îlmin, pedagojinin gösterdiği yoldan gidilirse hiçbir genci malul etmeden bu gayenin elde edilmesi mümkündür. Beşeriyette tortu yoktur. Nüfusumuz fedakârlık yapacak kadar çoğalmamıştır. Biz istikbalin ümidi o'an gencleri değil, sakatlan, çürükleri, ma lulleri, dilsizleri, körleri bile kendilerin den istifade edilir bir hale getirmekle mükellefiz. Herhangi bir spor yüzünden ölen bir genc katledilmiştir ve memlekete karşı bir cinayet işlenilmiştir. îşte bu gizli kalan cinayetlerin önüne yalnız sporcu hekimler geçebilir. Spor, kitablardan nazariyatla öğrenilmez, onun fayda ve zararlarını bilfiil tecrübe etmiş ve anlamış olmak lâzımdır. îtalyada, Almanyada, Fransada, în gilterede ve Amerikada sporcu hekimler var. Bunlar her spordan salâhiyetle bahsettikleri gibi hangi mizac ve hangi bünyenin ne gibi sporlara elverişli olduğunu da bilirler. Sporcuların tabib olması şart değildir, fakat spordan salâhiyetle bahsedebilmek ve genclere rehberlik edebilmek için bir doktorun sporcu olması çok faydalıdır. îçinde yaşadığımız asır, bedenen, fikren, ahlâkan kuvvetli, dayanıklı, müte vazin insanlar istiyor. Bundan beş ay evvel Brükselde bu lunduğum sırada bir spor kulübünü zıyaret ettim. Kulübde futbol, tenis, hokey, basketbol ve atletizm yapan, yaşları 18 le 30 arasında bulunan 1700 genc aza var. Kulübün reisi Dr. Svvarten broecks adında güzel, biçimli, canlı bir sporcu tabib! Doktorla uzun müddet görüştüm. Kendisini sahada cirid ve disk atarken gördüm. Birlikte odasmda çay içerken bana: «Kulübümüze müracaat eden gencleri mükemmel bir muayeneden geçirdikten, radyografilerini aldıktan sonra kendisinin yapabileceği sporları söyleriz. Eğer onları yapmağa da sıhhî vaziyeti müsaid değilse bir müddet kulübün cimnastik salonunda bir muallimın nezaretinde yalnız cimnastik 'yaptınnz. Muhtelif sporlarda idman yapan gencleri daimî bir kontrol altında tutanz. Yaya yanşlarında, futbol, basketbol ve hokey şubelerinde maçlardan ve müsabakalardan önce, müsabakalann sonunda ve maçlardan iki, bazan üç saat sonra sporcuların kalblerini muayene ederiz» dedi. Spor sahasında gördüğüm genclerin hepsi de birbirinden güzel ve mütenasib insanlardı. Bizim yeni yetişen genc doktorları mızın muhtelif spor tekniğine, fiziyolojik tesirlerine, pedagojik şekillerine ne derece vâkıf olduklannı ve bilfiil bir ilmî metod dahilinde nasıl cimnastik ve spor yaptıklannı bilmiyorum. Fakat Cumhuriyet Türkiyesinde yeni yetişen tabibleri sporun birer alemdarı gibi görmek istiyorum. Sporun bütün bir millet hesabma faydalı semeTeler vermesi için ona ancak münevver zümrenin iltifat etmesi lâzımdır. Türkçede işaret sözleri GüneşDil teorısine göre bir tahlil İŞARET SÖZLERİ Bir süje veya objeye belli bir ad vermeksizin onu anlatmağa yarıyan gösterici sözlere, gramer terimi olarak, «işaret sıfatlan» ve «işaret zamirleri» derler. Arab gramerinde ve ona göre yapılan eski Osmanlı gramerlerinde hem sıfat, hem zamir rolü oynıyabilen bu sözlere «işaret ismi» adı verilirdi. Sonradan, yaptıkları role göre, «bu adam, şu ev, o bina...» gibi bir başka adı göstermeğe yararlarsa «işaret sıfatı», «bu, benim düşüncemdır; o, senın dostundur...» gibi bir adın yerini tutmuş bulunurlarsa «işaret zamiri» demek âdet olmuştur. Her şeye ayrı ayrı ad takmak, yahud o yolda takılmış adları bellemek güçlüğünü ortadan kaldıran bu gösterici sözlerin dil analizlerinde büyük bir önemi vardır. Hatta dilin ilk kuruluşunda her şeye ayrı ayrı ad vermezden önce insanların böyle toptan işarete yarar sesleri yarattıklan yolunda bir teorl bile ileriye sürülmüştür [ 1 ] . Türk dilinde bu yolda kullanılan işaret sözleri, aslında «bu, şu, o» dan ibarettir. Bunlar, birden çok süje veya objeyi göstermekte kullanılırsa «bunlar, şunlar, onlar» olur. hangi bir süje veya objeyi anlatmak üzere kullanılan sözdür. Not: 1. Türk lehçelerinin hemen hepsinde «bu» sözü, ayni şekil ve manada olarak işaret yerinde kullanılmaktadır. Eldeki en eski Türk yazıtlan olan «Orhon» ve «Yenisey» kitabelerinde «bunğar, bunı, bunda, bunça» şekillerinde kullanılmıştır. Kırgız lehçelerinde «b» yerine «m» getirilerek «mınmğ» (bunun), mını (bunu), mında (bunda)» kelimeleri vardır. Kazan lehçesinde başına (uş) getirilerek «uşbu» şekli yapılmıştır. Kırgız lehçesinde ise (ol) ile birleştirilerek «bul» kıhğını almıştır. Uygur, Teleüt, Altay Lebed, 5°r, Koybal, Kaç, Küerik ve Baraba lehçelerinde «b» yerine «p» konularak «pu» ve «po» şekillerine girmiştir [2]. Yakutçada doğrudan doğruya «bu» ise de cem'i «balar» şeklindedir [3]. Türk lehçelerinin ço ğunda «bu» nun cem'i «bular» dır. Türkiyenin mütekâmil söyleyişi bu cem'i «bunlar» şekline koymuştur. Cengizin torunu Cengiz, yedi yüz yıl önce öldü, oğullarından Çagatayın ve evlâdının kurduklan Türkeli imparatorluğu, Kubilâyla başhyan Çin imparatorluğu, Cuci çocuklan idaresindeki Kıpçak imparatorluğu, Hulâgu ailesi elindeki İlhanlılar imparatorluğu da gene Ortçağ içinde batıp gitti. Sarıdenizden Karpatlara kadar uzayan o muhteşem saltanatın yerinde bugün yeller esiyor. Fakat bir Moğol, adı Çinliyi andıran bir adam, bugün Pamir yaylasınm bir köşesinden başını uzatıyor, Cengizin torunu olduğunu söylüyor ve kanını taşıdığını iddia ettiği cihangirin yağma edilmiş saltanatından bir parça istiyor. SELtM SIRRI TARCAN Norveç talebe birliğinin bir karan Oslo 16 (A.A.) Geçenlerde Po polo di Roma gazetesi, bütün Avrupa talebe birliklerine hitaben bir beyanna^ me neşretmişti. Norveç talebe birliği buna ceyajben, îtalyanm doğu Afrika daki harekâtım takbih eden bir karan ittifakla kabul etmiştir. Not: 1. Türk dili bu işaret sözlerinde çok zengindir. îndo Öropeen ve Semitik dillerde «bu, şu, o» sözlerinin nüanslannı gösterir tek sözle görülemiyor. O dillerde sadece bir işaret sözü, yakına veya uzağa delâletine göre, bir başka söz parçasile birleşmektedir. Farsçadan yakın veya uzağa işaret bir (v.jn) unsurile söylenir: Yakın için (i), uzak için (a) vokali kullanırlar. Arabcada (hüve) ve (hiye), hâzâ), (zâlıke) işaret sözleri, yalnız süje veya objeye işaret bakımından ayrılırlar. Fransızcada Katil, bu son vaziyette gra tüfeğini (ce), (celui) işaret sözleri, (ceci: celâ), kapmış ve müdafaaya kalkışmıştır. Di (celuici: celuilâ) kılıklannda yakın ve ğer taraftan da evi ateşe vermek teşebbü uzak göstermekle kalır. süne girmiştir. Sabrinin maksadı anlaşılHalbuki Türk dilinde (bu) oldukça mış, bir taraftan itfaiyeye haber veril yakını, (şu) daha az yakını, (o) gözmiş, diğer taraftan gözyaşı akıtan silâh den ırak kalmış uzağı göstermekle beralar getirilmiştir. Fakat bunların kullanıl ber, her üçü hem süje, hem obje anlamımasına lüzum kalmadan bazı memurlar, nı da iraeye yaradığından, dilimizde işaevin muhtelif cephelerinden anî ve şid ret sözleri, başka dillerden çok daha gedetli bir surette içeriye hücum edince, niş bir varlık sahibi görünüyor. katil silâhlarını bırakarak teslim olmuş, Not: 2. (Bu, şu, o) sözleri, sıfat fakat; gibi, başka bir adı göstermek işini görür Beni neye tutuyorsunuz, ben ne lerse cemilenmezler. Fakat, zamir gibi, yaptım? Babam dört sene evvel bana te bir adın yerini tutarlar ve o adı taşıyan cavüz etti, demiş. Bundan sonraki ifade süje veya obje de birden çok olursa, o lerinde de guya hemşiresile babasının zaman «bunlar, şunlar, onlar» şekillemünasebetlerinden şüphelendiğini, ken rini alırlar. * disine evde çok fena muamele edildiğini, Not:3. Bu üç işaret sözünden başmütemadiyen hakaret gördüğünü iddia ka dilimizde «işte, işbu» sözleri de işaetmiştir. Katil muayene edilmiş, böyle ret yerinde kullanılır. bir tecavüz olmadığı gibi gerek babanın, Şimdi bu işaret sözlerini «Güneş gerekse katilin ve aile efradının iyi in Dil» teorisi esaslarına göre analiz edesanlar olduğu, muhitlerinde sevildikleri lim: de anlaşılmıştır. I. BU Katil bundan iki sene evvel de babasıKelimenin etimolojik şekli şudur: na hakaret etmiş ve ölen kardeşi Tevfik (0 (2) (3) tarafından yaralanmıştır. Tevfik, yaptı(Uğ + ub + uğ) ğı işten müteessiren biraz sonra ölmüştür. (1) Uğ: Ana köktür. Burada «gü Katilde delilik bulunduğu, hatta müneş» ten çıkan mefhumlardan «esas, saşahede altına' bile alındığı söyleniyor. Bu son hâdise de ayni şüpheyi uyandırdığın hib, Allah, efendi» anlamlarına gelir. (2) U b : Ana kökün anlamını tecesdan tekrar müşahede altına alınması kasüm ve temessül ettiren süje veya objeyi rarlaştırılmıştır. Yaralılar ağır vaziyettedir. Hâdiseye hakikî hiçbir sebeb bulu gösterir afikstir. (Uğ ) ub = uğub = ub) : «Esas, namamaktadır. Katilin, anî bir buhran neticesinde bu işi yapmış olmasına ıhti sahib, efendi, Allah» anlamlarım ken mal verilmektedir. Kendisi iyi san'atkâr dinde tecessüm ve tecelli ettiren bir süje dır. Hatta tabancasında kullandığı kur veya obje anlamına gelir. (3) Uğ: Yukanki anlamı tayin ve ifaşunlan da bizzat hazırlamıs olduğu ande eden, ona ad veren (. 1 ğ) ekidir. laşılmıştır. (Uğ + ub + uğ = Uğubuğ) : Ana kök, kendisini temsil eden radikal afiksle Alkaponenin arkadaşı kaynaşarak ve baştaki vokal ile en sondaöldürüldü ki okunmaz (ğ) de düşerek, son fonelik Şikago 16 (A.A.) Alkopanenin ve morfolojik şeklini almıştır: BU. BU: «Esas,' sahib, efendi, Allah» sağ eli mesabesinde bulunan meşhur hayanlamlarım kendinde tecelli ettiren herdud Makgurn rövolverle itlâf edilmiştir. Çagatay oğullan Moğol diyanna u zak mıntakalarda yaşadılar, müslüman Türk olarak öldüler. Cucinin torunlan Moğolistana uzaktan dahi selâm vermedier, kendi karışık tarihleri içinde sönüp s»ittiler. İlhanlıların yurdu îran, Azer baycan ve Iraktı. Moğolistanı belki tanımıyorlardı. Yalnız Kubilây ve çocuklan Moğolistana da hâkim olmak kaygusunNot: 2. Kelimenin ana kökü ile ilk dan vazgeçmemişlerdi. Fakat onlar da afiksinin birleşmesinden çıkan (uğ + Pekinde oturuyorlardı. ub = uğub = ub) sözünün Türk lehçeO halde Cengizin torunuyum diyen bu lerinde şu variyantlannı buluyoruz: adam kimdir?.. Buna gazetelerin verdiği I. Um = alâmet, işaret, remiz. cevab pek acıklıdır. Vaziyeti kökünden II. Obay = orada, burada. inceliyen muhabirler, büyük cihangirin III. Umaç = emel, gaye, hedef. varisi olduğunu söyliyen bu Çinlinin bir IV. Buğan = alâmet, işaret. Japon uşağı olduğunu, Tokyodan aylık V. Budun = ahali ,halk, kavim, aldığını söylüyorlar. millet, ümmet. *** Seyyah Markopolo, Pekinde saltanat Bütün bu sözlerın baş tarafındakı «um, ob, b» kökleri hep «bu» sözünün süren Cengizzade Kubilâyın Çin denizinkök anlamile birleşmektedir. deki adaları da ele geçirdiğini yazıyor. Not: 3. «Bu» sözünde ana kökün Bu hakan, kuvvetli bir rivayete göre Ja«esas, sahib, Allah, efendi» anlamlannın ponyayı da istilâ etmek istemiş, fakat tecellisi, insanlığm en ilkel inanışlartle gönderdiği donanmaları tayfunlar karşıilgilidir. Bilindiği gibi, ilkel devirlerde layıp tahrib ettiğinden emeline muvaffak insanlar, hatta kendi nefislerini bile ay olamamıştır. Les races et l'histoire adlı eserin sahibi n bir varlık olarak düşünememişlerdır. O zamanlann anlayışmda bütün varlık Pittard. Kubilây Kaanm 1280 de Ja«güneş» te tecelli eden bir tek ve ana ponyayı istilâya teşebbüs ettiğini, kazaya varlıktan ibarettir. Güneş sayesinde gö uğnyan donanmasınm Cenubî Amerika rülebilen her objeye güneşi anlatmak i kıyılarına düştüğünü ve gemilerdeki askeçin çıkardığı sesi ad diye kullanan bu il rin orada karaya çıkip Peruda hükumet kel devir insanlan, herhangi bir süje ve kurduklarını bir taaccüb işareti ilâvesileya objeyi de gene güneş anlamile söy yazar. lerler ve işaret ederlerdi. îşte bunun için*** dir ki herhangi bir şahıs veya şeyi işaret Cucinin, Çagatayın, Hulâgunun değil, etmek üzere kullandıklan sözlerde de belki Kubilâyın soyundan geldiğini iddia hep güneş ve ondan çıkan «esas, sahib, eden şu çinlileşmiş Moğol, Cengiz Han Allah, efendi, Totem» anlamları vardır. mirasından bir hisse almadan büyük deNot: 4. (Bu) sözü ile işaret edi desinin lânetini kazanmış oluyor. Çünkü len bir insan ise, «uğ + ub = ub» un Kubilây Japonyanın hâkimi olmak iste suruna süje, anlamı verilir. îşaret edilen mişti. Bu adam, Japonyanın mahkumu bir nesne ise «ub» elemanı bir obje an olmaktan şeref duyuyor. latır. Kelimenin manasında süje veya obAyak öptürmeğe alışkın bir babadan jenin aynlmaması, «bu» sözü ile her tür ayak öpmekten zevk alan bir oğul, kolay lü abstre veya konkre şahıs veya şeylerin kolay çıkamıyacağına göre Cengizin toanlatılabileceğinden dolayıdır. runuyum diyen adamın yalancı olduğuna. /. N. DİLMEN hükmetmekte tereddüd edilemez. Ne yazık ki empervalizm, böyle ya[1] Paul Regnaud: Principes generaux lancılara da para ve söhret verivor! de linguistique indo europeenne. [2] Radloff. Türk lehçeler lugati deneM. TURHAN TAN mesi, İV. [3] Pekarski, Yakut Dili Lugati. I. Dedekorkut Kitabı; Radlof, İ. «Teleîngiltere yeni bir kruvazör üt ye Şor lehçeleri». yaptırıyor İİ. Radlof, İV. «Çağatay lehçesi». Iİİ. Süheyl ve Nevbahar; Elidrak . İİ Londra 16 (A.A.) Hükumet,] lisan . il etrak; Kelile ve Dimne; Türk 1935 senesi deniz programmı tamamla Dili Lugati; Büyük Türk Lugati «Osmanlı mak için çifte kuleli bir kruvazör siparij lehçesis. İV. Radlof, İV. «Çağatay lehçesi»; Oguz etmiştir. destanı. V. Radlof, İV. «Orhon ve Uygur lehçeleri»; Büyük Türk Lugati. «Uygur Lehçesi»; İstanbuldaki Uygurca Kur'an tercüme.5:!; Divanü LugatitTürk; Uygur endeksi. Beyaz taş Üzerinde M. Sarraut, Efgan Hariciye Vekilini kabul etti Paris 16 (A.A.) Efgan Dış îşleri Bakanı Feyz Mohammed Han, yanında Efganistanın Paris işgüderi bulunduğu hajde Başbakan M. Sarraut tarafından kabul edilmiştir. Ali Tunc, Solmaza cevab veremedi, donmuş kalmıştı. Solmaz, ilk defa, kendiliğinden, bir gezinti teklif ediyordu. Ali Tunc, riiyada gezen hastalar gi bi, şuursuz bir gerileyişle döndü; manevra yaparak köşebaşına doğru yürüyen otomobile elile işaret etti: . Dur, gitmeVe kapının önünde Solmazı bekledi. Genc kız, çok sade bir tayyör giymişti; Ali Tuncun yanına gelir gelmez, elini uzattı: Bonjur Ali Tunc... Ali Tunc, Solmazın elini sıkarken yüzüne bakıyordu; genc kızın matbaaya telefon ettikten sonra gelip aradığmı dü şündü ve şimdiki sakin halıne bir mana veremedi; aradaki ölçüsüzlüğe şaşmak tan kendini alamadı: Bonjur, yavrum! Otomobil, tekrar kapının önüne gel miş, durmuştu. Genc kız, Ali Tuncun koluna girdi: Gidelim. Otomobile bindikleri zaman, Ali Tunc, soğukkanhlığını takınmıştı. Sol Anatol France'ın saheserlerinden Çeviren: Servet Yesarioğlu Çarşambaya başlıyor mazın acılacağını bildiği halde, kendisi söze başlamak istedi: Matbaaya telefon etmişsin, sonra da kendin gelmişsin. Merak ettim. Genc kız, çok sakin, çok ciddiydi: Affedersin, seni rahatsız ettim. Meraka düşürdüm... Fakat mecbur oldum da onun için... Ali Tunc, gözlerini kısarak baktı; Solmazın, uysallığını, utangaclığını bir pısınklık gibi görüyordu. Fakat şimdi, onun, kapalı kutu olduğunu anlıyordu. Solmazı; Onsekizinci asırdan kalma! b'r kız, yerine koyuyordu. Lâkin o, Yirminci asnn kızlarından da daha olgundu. Affedersin, seni rahatsız ettim. MeTaka düşürdüm... Fakat mecbur o!dum da onun için... Ali Tunc, o anda, dimağ makinesin'iı süratle işlemekte, bütün rökorlan kıra bileceğine inanmıştı: Solmaz, verdiği cevabda, bütün karakterini gösterivermişti. Onun yerinde başka bir genc, bir genc kadın, bir nişanlı, bir sevgili, böyle cev 1 vermezdi. şı döndüğünü, eve gidip yatacağmı söyka türlü olmasına imkân yok... Fakat böyle düşünmekle, bu karan ledi. Sıkmtıdan bunalarak düşünmekten Açk ve macera romanı vermekle de, içine düştüğü karanlıklar rengi ve yüzü öyle değişmiş, bozulmuştu ki biraz evvel, hastalığının «siyasî» ligile dan sıynlıp çıkamamıştı: alay eden sekreter, sesini çıkarmadı. Niçin anyor? Onun böyle ısrarla Ali Tunc, sokakta biraz ferahlamıştı. aramasında muhakkak bir sebeb vardır. Nişanlısımn evine gidecek, soracak an Rüyasına girdi, yahud bir yerden kulalıyacaktı; fakat yolda giderken adımlan ğma birşey bitlediler, desem, gene bo«! titriyordu, bir otomobil çevirip bindü Solmaz, saçma sebeblerle işkillenmez! Daima, her zaman kendinden emin oAli Tuncun düşünceleri tekrar kanş lan Ali Tunc, nişanlısını sormağa giderYazan: MAHMUD YESARİ mıştı: ken, suçlarını açığa vurmaktan korkan bir 19 Nilüferi takib ettiğimi sezinlemiş suçlu gibi titriyordu. Solmaz, Ali Tuncun garib zevklerini hangi bir lüzum üzerine aramışlardı; Sol olamaz! Zülfü Şahinin evinden, kuma 5 ik hoş görüyor gibi davranıyordu. Par maz da bir tesadüfün önüne katılarak rmdan değil, onun dünyadaki mevcudi İmzasız mektub lak bir elektrik mühendisinin, gazeteciliğe buna alet, vasıta olmuş bulunabilirdi! yetinden haberi yoktur... Nilüferi be nimle beraber görmüş olmasmın da im girmesini tenkid etmiyordu; ailesinden ay Ali Tunc, bütün bu ihtimalleri hesab eAli Tunc, otomobilden indi; Solma rı yaşamasına, intızamsız bir hayat geçiri diyordu. Fakat Solmazın matbaaya, hem kânı yok... Ben, Nilüferin yüzünü de zın oturduğu apartımanın bahçe kapısını de üstüste gelişini, bir türlü aklına haya ğil, izini bile goremiyorum! Hastalığımı açıyordu; yukarıdan bir ses duydu: şine fena gözle bakmryordu. merak ettiyse, tekrar telefonla arardı! Ali Tunc, dur geliyorum... Solmaz, matbaanm yolunu değil, tele line sığdıramıyordu. Ali Tunc, oturduğu yerde doğruldu, AK Tunc, başını kaldırarak baktı; Ali Tunc, bir noktaya geldi, düşün fonunu bile bilmiyordu; Ali Tunc, buna, karannı vermişti; hızla ayağa kalktı: Solmaz, birinci katın balkonundan sarkmekten bunaldı; karışık çizgilerle karartkendini inandırmıştı. Bunda bir iş var! Anlamalıyım... mış, tatlı bir gülümseyişle başını sallıyorPeki, şimdi bu değişiklik, nedendi? tığı kâğıdlann üstünden başını kaldırdı, Ne pahaya olursa olsun anlamalıyım... du: kendi kendine söylendi: Solmazın huyu mu değişmişti? Şapkamı giyip geliyorum, otomo Solmazın içine mi doğdu acaba? Anlamazsam çıldınnm! Belki, AK Tuncun evinden herhangi Tekrar sekreterin odasına girdi ve ba bili savma! bir sebeble raerak etmişler; yahud her Bu işte, bir telepati var! diyeceğim. Ba; ahut (Arkan var
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle