23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 tkYukâmm 1936 CUMHUFİYET M Ü S A B A K A M I Z Tarihte TUrkler için Biz bize Selim Sırrı Peyami Safa Ve Schopenhauer Bu üç muharririn kültür mefhumu hakkmdaki düşüncelerini okuyalım: Selim Sırn diyor ki: «Kültür sahibi adamlar, umumî malumatı yolunda, fenden, edebiyattan, resimden, musikiden azçok nasib almış, gözünü, kulağını, dimağını iyi terbiye etmiş olanlardır.» Peyami Safa Selim Sımnın fikrini beğenmiyor. Ona göre «Bu bilgiler lise değil, universite seviyesini de aşsa gene muhtac olduğu felsefe tefekküründen mahrum kaldıkça kültür vasfmı benimsiyemez.» Schopenhauer, şöyle der: «Filozoflann eserlerini, asıllarından okumayıp ta, nazariyelerinin izahını, yahud doğrudan doğruya bir felsefe tarihi okumak, kendi yiyeceği yemeği başkasına çiğnetmek gibidir. Senede yanm düzinesi intişar eden «Felsefe tarih» lerinden, ancak onlan yazan profesörlerin kafasına gireni alabiliriz. Bu gibi felsefe parazitleri, para kazanmak için alelâcele yazdıklan kitablarda büyük dâhilerin düşüncelerinden bize ne gösterebilirler? Izah edecekleri nazariyeyi kendileri nekadar anlamışlardır?» işte kültür mefhumu üzerinde üç ayn düşünce. Fakat birbirine benzemiyen bu üç ayn düşünceyi arkaarkaya okuduktan sonra kültür mefhumuna dair iyi bir fikir edinebiliyoruz. Kültür, ne şudur, ne budur. O nisbî bir«eydir. Insan eti yemiyen bir zenci, vahşi bir kabile reisine nazaran kültür sahibi sayılır. Felsefe tarihi yazan bir profesör, Schopeuhauer'e nazaran kâfi derecede kültürlü olmıyabilir. Bunu böylece kabul ettikten sonra, herhangi bir cemiyet içinde vasatî bir kültür seviyesi bulmak, ve bunu diğer bir cemiyetin kültür seviyesile karşılaştırmak artık bir istatistik meselesidir. Söylenen büyük sözler GüneşDil Teorisi notları IBUGUN DEBU Elski zamanlarda has isimler nasıl verilirdi? HAS İStMLER I Dil üzerînde çalışmalar Kısırlastırma kanunu Demirbaş Şarlın fikirleri «Poltavada esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri öniînde teh like daha kuvvetli olarak belir di. önümde su, ardımda düş man, tepemde cehennemler püsküren güneş!.. Su, beni boğmak; düşman, beni parçalamak; gü neş, beni eritmek istiyordu. Gene kurtuldum. Fakat bugtin esi.rim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığtm onlar yaptılar, beni esir ettiler, ayağımda zincir y6k. Zindanda da değilim. Hürüm her istediğimi yapıyorujn. Lâkin gene esi rim, Şefkatin, ülüvvü cenabın, asaDemirbaş Şarl letin, nezaketin esiriyim. Türk türlü güçlükler içinde aştı, Aksu kryılaler beni işte bu elmas bağa sar rına ulaştı, bu suyu da geçince Türk topdılar. Bu kadar şefkatli, bu ka raklarına girmiş ve kurtulmuş olacaktı. dar âlicenab, bu kadar asil ve Ruslar, sallara bineceği sırada ona yetişbu kadar nazik bir milletir ara tiler ve saldırdılar. Yaman bir savaştan sında hür bir esir olarak yaşa sonra yaralı Kral suyu aşabildi, Türklerin kucağına düştu. mak, bilsen, ne kadar tatlı!..y> Demirbaş, Poltava harbinden önce IsDemirbaş Şarl tanbula bir elçi heyeti göndermek isti 5 Demirin, ateşin ve suyun yapamadığmı onlar yaptılar, beni esir ettiler. Fakat şefkatin, ülüvvü cenabın, asaletin, nezaketin esırıyım Demirbaş Şarl kimdir? Kendi yurdunda «Isveç Aslanı», frenkler arasında gencliğlndenberi Prince belliqeux ve Türkler tarafmdan da Demirbaş diye anılan Isveç Kralı Onikinci Charles, On sekizinci asnn tanıdığı en yiiksek simalardan biridir. «1682» de doğdu, babası On Birinci Şarlın yerine 1697 de tahta çıktı ve pek genc olmasına rağmen büyük bir liyakatle memleketini idareye koyuldu. O sırada Avrupanm şimal muvazenesi aksaktı, birbirine zıd ihtiraslar çarpışıp duruyordu. Bir tarafta Rusya Çan Deli Petro. Baltık denizine tamamile yerleşmek istiyordu. Danimarka Kralı Dördüncü Fredrik, îsveç hükümdarfanna kaptırdığı yerleri geri almak. Holştayn Dükalığmı yakalamak hırsını besliyordu. Polonya Kralı ve Saksonya Prensi Ogüst te «Livland» ı elde etmek fikrini güdüyordu. Bütün bu emeller, Isveçin zararına idi Demirbaş Şarh heyecan içinde bırakıyordu. On sekizinci asnn ilk yıllannda Avrupanm şimalini altüst eden harbler işte bu yüzden çıktı. Ilkin îsveçle" Danımarka çarpıştı, Demirbaş galib geldi. Sonra Lehıstanla îsveç karşılaştı, gene Demirbaş üstün çıktı. Ogüst, hem yenilmiş, hem tahtmdan atılmıştı. Sıra Ruslarla îsveçlilerin boy ölçüşmesine gelmişti. Demirbaş, en inadcı düşman gibi görünen Deli Petronun üzerine atılmakta tereddüd etmedi, onu «Narva» da ağır bir inhizama uğrattı. Bu zafer, bütün Baltık denizini Ruslara kapamak için kâfi idi. Fakat Demirbaş, mağlub ettiği düşmanı öz kaynağında, Moskovada sarıp bitirmek hırsına kapıldı, Moskova üzerine yürüdü, Poltavaya kadar ilerledi ve... bozuldu. Umulmıyan bu bozgun, çok ağırdı. Şarlın yaralı olması felâketin çerçevesini genisletivordu. Arkası düşmanlarla kapalı olduğu için Isveç Aslanınm Rus kafesine girmesi pek muhtemeldi. Bu vaziyette Türk topraklarına sığınmaktan başka çare voktu. Demirbaş ta bu careye başvurdu, Dinyesteri ve Dinyeperi bin yordu. O emeline girmeden bu felâkete uğramışh. Türk sınınnda Babadağ muhafızı Yusuf Paşa ile karşılaşınca gülümsedi: Biz, dedi, Türkiyeye elçi gönderecektik. Meğer kendimizin gelmesi mukaddermiş! Demirbaş, beş yıl kadar Türkiyede oturdu. Karargâhı ilkin Bender kasabasıydı, oradan Rusyanın içini tarassud ediyordu. Istanbula Nöyke Baver adlı bir elçi yollamıştı. Onun ve daha sonra gönderdiği Ponya Tovveski adlı adamının çevirdikleri entrikalarla Topkapı sarayında mühim nüfuz kazandı, Üçüncü Ahmedin anası Gülnüs Sultanla dost oldu ve bu vasıta ile Deli Petro aleyhine harb açtırdı. N. Mahkemeden kol kola çıktılar İzmir (Özel) Cumaovasından Ka valalı Mehmed adında bir genc, ayni köyden 13 yaşmda bir kızı kaçırmış olmakla itham edilerek asliye ceza mahkemesine verilmiştir. Kız da mahkemeye gelmiş ve heveti.hâkimeye: Ben on üç değil, on sekiz yaşındayım. Babam bana şimdiye kadar hiçbir şey yapmadı, giydirip kuşatmadı. Mehmedi sevdim ve ona kendim kaçtım. Mehmed, benimle evlenmek istediği için, bana hiç dokunmadı. Nüfusüm küçük yazdırılmıştır. Beni bu delikanlıya verin. Demiştir. Mahkeme, kızın yaşınm filhakika fazlaca olduğunu görmüş, kendisini baba veya delikarilıyı tercihte serbest bırakılmıştır. tki genc. kol kola vererek Adliyeden çıkıp gitmişlerdir. Türkler, Demirbaş Şarlın öcünu al makta güçlük çekmediler, Rus Çannı Perut suyu kenarında sıkıştırdılar. Fakat Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa gevşek davrandı, Çann o sırada metresi bulunan Katerinanın güzelliğine kapılarak tuzağa düşen avı serbest bıraktı, kıymetsiz bir muahede imzalıyarak geri döndü. Bu hâdise, Demirbaş Şarh, Poltava inhizammdan daha ziyade müteessir etti, küplere bindirdi. Fakat ok yaydan çıkmıştı, Rus ordusu ve hükümdarı kurtulmuştu. Ne yeniden harb açılabilirdi, ne de Çan Türk şehirlerinde ve köylerinde saygı ikinci defa olarak tuzağa düşürmek müm görerek Erdel hududuna geldi, orada kıyafetini değiştirip askerlerinin arasma kakündü. nşh, selâmetle Isveçe ulaşh. Bundan sonra Demirbaş Şarlm konukBu demir iradeli ve gerçekten inadcı luğu Osmanlı devleti için dağdağalı bir genc Kral, yurduna varır varmaz gene mesele oldu. Kendisini yurduna göndermek icin yıllarca çıhşıldı. Deli Petrodan, harbe girişti, Danimarka ile çarpışmaya gene Türklerin elile, bir intikam almak is başladı ve Frederikshall kalesini muha tiyen Şarl, memleketine gitmek istemiyor sara ederken kurşunla vurulup öldü du, boyuna entrika çeviriyordu. Padişah (1718). ise sulhu muhafaza kaygusile onun uzaklaşmasmı diliyordu. Uzun münakaşalardan, mücadelelerden ve kendisini Rus hududundan uzaklaştırmak için Dimetokaya nakletmek gibi zecrî tedbirlerden sonra mesele tatlıya bağlandı ve Şarl, yanında dort yüz kişi olduğu halde bir ramazan eünü Dimetokadan çıktı, bütün Şarl, çok zeki ve çok cesur bir adamdı, her bakımdan yüksek bir şahsiyetti. Meşhur Voltaire onun hayahnı zarif bir üslubla hikâye etmiştir. Yukanya koyduğumuz sözler, Şarlm Benderde iken kızkardeşi Ulrique Eleonore'a yazdığı mektublardan alınmıştır. M. TURHAN TAN u Hitler yok mu> Beşeriyet Güneşin vasıflarmdan birine işaretti. Obaşına ne işler açtı!. Alman nunla da (Hum, nam Tar, ra) şeklinde kmın tasfiyesi için onun icad etmürekkeb isimler yapıyorlardı. Tetkiki tiği kısırlastırma usulünü şimdi de bil Yaşîyan dillerle bir ilgisi, bir anlam mize kolaylık vereceği için Charles F. Türk doktoru kalkmış, bizde tatbik et bağı yok gibi görülen sayısız has isimler Jeandan şu satırlan da naklediyorum: tirmek istiyor. vardır. Bu has isimlerin; hangi devirlerBu usulün belki sosyal, bbbı, euge «Sonralan akıl ve şuur hükmetmeğe de ve hangi uruktan insanlann ağzından çıktığını bugünkü ilim ehemmiyetile araş başlayınca has isimlerin terkibi değişti. nique bakımdan birçok faydalan vardır.j tınr. Çünkü has isimler, kültür izleri ve Çocuklanna ad verirken ona bir de fikir Belki nizam ve intizam dairesinde tatbi kazıtlann ifadesi gibi bize tarihin ardm katıyorlardı. Meselâ (Uşur, Avat Dın edilecek olursa Bakırköy timarhanesi daki ve içindeki atalann seslerini sözle gır Şamas) yani (Güneş Tannnm admı raz ferahlar, Mazhar Osman üstadımı; rini ve adlannı tekrarlıyan ölmezlikler . iyi sakla) gibi isimler yapıyorlardı. Feneryolundaki güzel bahçesile meşg Bu uzun ve mürekkeb isimleri sonra kı olmağa vakit bulur, Dariilâcezenin sahit dir. salttılar. Ve meselâ bu Uşur Avat Dın siz çocuklar paviyonu başka muhtaclar Anadolu bu eski seslerin, sözlerin ve gır Şaması) Uşur Avazu (yani; onu tahsis olunur... Belki Kızılay Cemiye adlann en çok tekrarlandığı ana yurd an) yaptılar. (Bizde Aşur ve Aşura adı beslemek zanıretinde kaldığı aç çocutj lann başında geldiği için has isimlerini ona dikkat) zamanla bugünkü biçimde lardan kurtulur.. Belki memlekette ser kurken ve ne maksadla olursa olsun on adlar türemeğe başladı. Sın Dıngmn, A riler, yankesiciler, katiller, mütereddi in* lara dokunurken, millî bir kaygu ve vadad Dıngınn ziyası, Dağan Dıngınn zi sanlar azalır, ortalık güllük, gülistanhk tanseverliğin çok uyanık ve alıngan bir yası, Nabi D. Şamas (Şamas, Tannnm olur.. endişesini içimizde ve beraberimizde buPeygamberi) gibi, Charles Fjean 25». Hekim değilim: Irkın böyle usullerle lundurmalıyız. Bu mabudlar kimlerdi? ve bu mabud mutlaka ıstıfa edip etmiyeceğine aklım Gönlü ve yüreği yurdseverliğin ilâhi ermez. Fakat herhalde, kısırlaştırmanın ateşile kavranmış, bazı gencler, ve onla adlannm kaynağı neresiydi? İlk insanlar herşeyin üstünde ve her gayriinsanî olduğu kanaatindeyim. Üsterın teşkil ettiği sosyeteler, ne demek ve lik, bu usulün sosyal faydalarile zararlane göstermek istediği açıkça anlaşılmıyan şeye hâkim olan Güneşe tapıyorlardı. nnı kendi zihnimde ölçünce, zararlannm bu düğümlü ve karanlık has isimleri kal Güneşin karşısmda insan gövdesinin fi galib olacağı neticesine varıyorum. Yeni dırıp yerine bugünkü lehçemize göre ya ziyolojik, hareketlerle alana çıkan ilk doğan bir çocuğun, ana ve babasınm ahpılmşı adlar koymak, arzusunu gösteri hayranlık sesleri ilk kelimeleri yapü. Ve lâkı üzerinde iyi tesirler yaptığı, onlan yorlar. Yerden göke kadar haklı olmakla şüphesiz ki bunlar yalnız Güneşin vasıfevlerine barklanna bağladığı, birçok kötü beraber, bu değerli yurddaşlara aceleden lannı anlatıyordu. Eşyaya ve hâdiselere huylardan vazgeçirdiği, tutumlu ve dusakınmalannı ve sabırlı davranmalarını de ayni adlan koydular. Bunlar sonralarendiş olmağa alıştırdığı ve daha böyle, tavsiye edeceğim. Çünkü anlamlannı an n birer müstakil mabud oldu. Has isim bir takım iyilikleri mucib olduğu sık gölamadığımız o isimlerden birçoklan; ger lerin kökü Mezopotamyadan ve Mezo rülmüş, işitilmiş hallerdir. çekte tam ve temiz türkçedirler. Ve çün potamya medeniyetinin sekiz dokuz bin Sonra çocuk, sosyetemizin binbir garikü hakikî bir Türk milliyetinin ilim esas yıllık, hayatından çok yukanlara dayandığı için, Charles F. Jean şu mülâhaza besinden biri olarak, yüksek tabaka için lanna dayanarak berkçe kurulduğu ve kokleştiği uğurlu ve mutlu Atatürk dev yı ileri sürmeğe mecbur olmuştur. (îlâhî yüktür de, fıkara kısmmın biricik, hazzıri Güneş ve ışık devridir. Bu devrin ge adlann çoğu tarihî belgelerden eskidir. nı, sevincini teşkil eder. Onlan bu hazceyi yırtan ve karanlığı eriten nuru kar Bu eskilik o kadar yukanlara çıkabilir dan ve bu sevincden mahrum etmeği isşısında çözülmedik hiçbir düğüm ve da ki orijinleri tarihten önceki devirlerin ka temek kalbsizlik, insafsızlık olur. Büyük Fredrikin, bu münasebetle bir ğılmadık hiçbir kuytuluk kalmıyacak ranlığı içinde kaybolur gider. S. 36). fıkrasını hatırladım: tır... Böylece anlaştlıyor ki: îlk insanlar Meşhur Prusya hükümdan bir gün, maddî, manevî; tanıdıklan her varlığa *** bir köyde gezerken, kapısmın önünde duhep Güneşin admı veriyorlardı. Hayır ve Eski kültürlerin ergin bir derecede yerşer yaratan koruyucu ve kavurucu Tan ran bir köylüye, orada düşe kalka oynı leşip genişlediği yer bölgesi yakın Asya nlar, sıcağa ve soğuğa karşı banndıran yan bir düzineye yakın çocuğu işaretle: idi. Yakın Asyanın Mezapotamyasmda, Bunlar senin mi? diye sorunca, yerler, yağmuru getiren fırtına, yıldınm, Kafkasında, Arab yanm adasında ve şimşek, topraklan besliyen seller, yaşat köylü: Suriyesinde yaşıyan eski ulusların hep Ne yapalım, haşmetmeab?. Bizim mağa yanyan ürünler, hepsi ve hepsi adsi Anadoluda yaşıyanlarla tek bir mil balolanmız, tiyatrolanmız, eğlencelerilarını o kaynaklardan alıyordu. işte ma let yapıyorlardı. Önceleri hem dinleri, budlar mabudu (Ut) işte (Ra) ve on miz yok... Uzun kış gecelerinde, vakit gehem dilleri, hem kültürleri birdi. Tarih dan türemiş tapıklar: çirmek için işte böyle çocuk yetiştiriyobize onlan Orta Asyadan garbe götüren ruz! cevabını vermiş.. Anu, Atar sara, adad kat, at, aş, Rabüyük akın yollannın üzerinde, ayni u Bence neslin, ırkın ıslahı için başka rukun kollan olarak tanıtıyor. Ve Haza bu, Raman adar (azer)... Marduk, gal, manevî yollar aramak, mektebleri artır n geçenlerin, hemen hepsi Anadoluya Malik, ve Taşup, bunlann hepsi, ya Gü mak, halkm seviyesini yükselrmek, sosyal muhakkak uğramış ve orada bir müddet neşin kendisi, ya ışığı, ya kudreti, ya yaralan tedavi etmek varken, ta bilmem yurd tutmuşlardır. Onun içindir ki yakın büyüklüğü hülâsa bir vasfı idi. Ve ki nerede, bilmem kim tatbik ediyormuş diAsyanın her tarafında ayni has isimler misi Sümerde, kimisi Elamda, Etide, ki ye, insanlığın vahşet ve bedeviyet devirlemisi Hindde muteber tutuluyordu. Fa buluyor ve öğreniyoruz. kat her eski yurd bunlann hepsini birden rini hatırlatan bir usule başvurmak bu Eski zamanlarda has isimler nasıl ve tanıyordu .Meselâ ağni hem Hint veda günün çerçevesine sığmıyan bir hareket rilirdi: lanmn hem Sanskrit dili konuşanlann olur. Ercümend Ekrem TALU • Has isimler üzerinde [Sümer et Ak hem Mezopotamyalıların ateş Tannsıykad. Contribution â l'histoire de la civilisation dans la Basse Mezopotamie] ad lı önemlice bir kitab yazmış olan Charles F. Jean, kitabın muhtelif yerlerinde (ilk insanlann has isimleri hep mabud adlan veya mabud vasıflin idi) dedik ten sonra şu mühim satırlan yazar: Vakrile mukadderatm Tann adile saptandığmı sanırlardı. Bu suretle şu isimler meydana çıkmıştı: • înim Dıngır ra yani ra Tannnm adı. İnim Dıngır sara yani sara Tannnın adı. İnim Dıngır nanna yani nanna Tannnın adı. înim Dıngır su yani su Tannnm adı. İnim Dıngır enlil yani enlil Tannnm adı. înim Dıngır nidaba yani nidaba Tannnm adı. Charles F. Jean S. 22. Buna benzer adlar pek çoktu. (Hum) Tann da bir mabud idi ve (tıngır) gibi dahi, yakasını bırakmadı. Cenaze kaldınldığmın ertesi günü Baron, şehri hemen terketti. Bütün orada kilerin yüzlerine bakamaz olmuştu; iz har eyledikleri teveccühkâr duygularla beraber, öyle müdekkik, deşici bir na zarla kendisini süzüyorlardı yahud ki ona öyle geliyordu ki bundan muazzeb oluyordu. Camid eşyaya vanncıya ka dar, kendisine acı acı hitab ediyorlar, itham ediyorlar gibi idi. Evin, ve bilhassa yatak odasınm bütün mefruşah, her ne zaman kapıyı aralıyacak olsa, kendisini dışanya itmekte idiler. Lâkin ister uyanık, ister uykuda olsun, onun için kâbuslann en yamanı, bu boş evin içinde sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerile meşgul olmakta devam eden eski sır ortağmın soğuk lâkaydisi idi. İstasyonda amcasının oğlu onun adını andığı dakikadanberi, ona rasgelmek düşüncesi bile tüylerini ürpertmeğe kâfi geliyordu. A yağının sesini duymuyor mu idi? Kendisini kaçmağa sevkeden asabî bir heyecana tutuluyordu. Artık Onun salına salına yürüyüşünü, soğukkanlılığmı, sekinetini göremez, bunlara tahammül edemez olmuştu. Yalnız onu, onun cırlak sesini, bağlı saçlannı, sinsi, merhametsiz, hay Realiteye uygunluğu ve lojikliği ba kımından şimdiye kadar ileri süriilmüş dil teorilerinin başında ve üstünde ola rak, dillerin nasıl gövdelendiğini bir kanun kesinliğile anlatan, Güneş Dil teorisi bu hakikati bize şu açık ve aydın sözlerle anlatmaktadır: («Bu teorinin temeli insan benliğini Güneşin tamtmış olması fikridir. însanın Güneşle ilk alâkası ve bütün mefhum lan ondan, onun türlü görünüşlerinden veya kayboluşundan, yürüyüşünden al ması ve düşünüşünün inkişafı ve kuvvet peyda etmesile nihayet Güneşe de, bü tün kâinata da hâkim olabilmesi... Bu elbette üzerinde durulması ve düşünül mesi çok gerekli bir meseledir. îşte biz bunu en tabiî ve en lojik bulduğumuz içindir ki yukanda işaret ettiğimiz inan cı göstermiş buluyoruz. (Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik bakımmdan Türk Dili 3 4 ) . vanî hissizliğini düşünmek bile nefreti ni tahrik ediyordu ve kendisini boğmakta olan bu bağı koparacak kadar nefsinde kuvvet bulamadığı için kendi kendine öfkeleniyordu. Onun için, tek bir kur tuluş yolu vardı: Kaçmak! Crescence'a hiçbir şey demeden, gizlice bavullannı hazırladı ve ona hitaben yazdığı kısa bir pusulada, Karintiyada bazı dostlanna misafirliğe gitmekte olduğunu bildirdi. Baron bütün yaz uzakta kaldı; kan smın terekesini tasfiye etmek üzere Vi yanaya çağınldığı zaroan, oraya gizli gitmeyi ve evinde bekliyen ölüm kuşu nu haberdar etmeksizin ötele inmeyi tercih etti. Esasen Crescence efendisinden, gitti gideli haber almamıştı. Evin idaresi ye günlük masraflann tesviyesi için, Baronun avukatile temas ediyordu. Bütün günlerini, mutfakta, iskemlesinin üze rinde mıhlı ve bir baykuş gibi muzlim oturup beklemekle geçiriyordu. Şimdi, kiliseye haftada bir yerine, iki defa gider olmuştu. Yüzü gittikçe sertleşiyor, nasır bağlıyordu. Hareketleri tekrar makineleşmişti. Böyle, aylarca, esrarengiz bir uyusukluk içerisinde yaşadı. Maamafih, sonbahar gelince, bir takım müstacel işler, Baronun hava teb Sıvasta bir cinayet oldu Sıvas (Özel) Bayramm üçüncü gecesi Kunduracılar çarşısındaki Hüseynin kahvesinde 35 yaşlarında bakkal Eminin ölümile neticelenen bir cinayetj işlenmiştir. Katil 19 yaşlarında kebabcılık veı kahve çıraklığı yapan Raif admda dir. Maktul Emin, vak'a gunü kahvey gelmiş ve köşedeki merdivenli bölmey çıkmak üzere iken Raif bıçağını çeke rek Eminin boğazına yapıştırmışhr. Emin henüz ikinci basamakta ike: düsmüş ve ölmüştür. Bunun üzerine polis ve bekçiler y tişerek katili yakalamışlardır. Tahki kata devam ediliyor. Sinobda bir cinayet Sinob 4 (Özel) Dün gece burada bir cinayet işlenmiş, Kastamonulu Mel med, motörcü Hasan kaptanla oğlı< Hüseyni tabanca ile yaralamıştır. Meh'i med yakalanmış, yaralan ağır olan Hal san kaptanla Hüseyin hastaneye kaldı| nlmışlardır. dilini daha ziyade uzatmasma mâni olmakla, evine dönmeğe mecbur oldu. Kaj pınm önünde, mütereddid, durdu. ^ mimî dostlar arasında geçen iki aylık bil müddet kendisine hayli şeyler unuttur muştu. Ancak, hayatının kâbus ve bell de kendisinin suç ortağı olan mahlui birazdan yüz yüze geleceğini düşündü. çe, ayni eski boğucu hafakanlan ve aj bulantıyı duyuyordu. Ve merdivenin, dımlannı yavaşlatarak çıktığı her basa mağında, görünmiyen bir el gırtlağıı yapışıp sıkıyordu. Uyuşmuş parmaklar nı, anahtan kilidin içerisinde döndürme ğe zorlayabilmek için bütün irade kuv vetini sarfetti. Anahtarm gıcırdıyan sesini duyar dı maz, Crescence, hayretle mutfaktan şanya fırlamıştı. Efendisini görünce, raz sararıp soldu, ve sonra, başını eğ meğe bir vesile olsun için, yerde dura bavullan yakaladı. Lâkin selâm ver yi unutmuştu. Baron da ağız açmac Crescence, sessiz, bavullan odaya gö türdü.. Baron. »essiz, onun peşi sıra rüdü. (Arhan var) Yaıan Stefan Zweig • Küçük roman : 7 Baron zangır zangır tıtnyordu. Amcazadesi, Crescence'ın şehadetini mev zuu bahsedince, ellerinin birdenbire donduğunu hissetti. Zihnini elim, korkunc, yaman bir şüphe kavramıştı. Buna rağmen, iradesiz, camid bir cisim gibi evine kadar sürüklendi. Canaze tabuta konmuştu. Salonda toplanan hısım, akraba kendisini bekli yorlardı. Hepsi de somurtgan ve küskün duruyorlardı. Taziyetleri bir hançerin demiri gibi soğuktu. Maalesef hâdiseyi örtbas edemediklerinden dolayı guya müteessir olduklarını ısrarla söylemeğe lüzum göryüorlardı; zira o sabah hiz metçi merdivenlerden aşağı koşa koşa inerken: «Madam intihar etti!» diye avaz avaz bağırmıştı. Onun içindir ki halkm bir takım dedikodularla uyan mış olan merakını artırmamak maksadileçok sade bir cenaze alayı ısmarlamışlardı. Baron, bitkin bir halde, keskin bir bıçak gibi kendisine tevcih edilen bu sözleri, dalgra dinliyordu. Bir aralık, na zarlannı gayri ihtiyarî, yatak odasımn kapısına tevcih etti. Fakat derhal tekrar yere baktı. Zihnini işgal ve tazib eden mübhem bir düşünceyi tamamlamak istediği halde bu manasız ve kinli hitablar kendisini şaşırtıyordu. Bu karalar giyinmiş insanlar, daha bir yanm saat kadar, söylenerekten, başma balta oldular, ve nihayet çekilip gittiler. O, bu boş ve loş odanın içinde tek ba şma kaldı. Dayak yemiş gibi, mafsal !arı kırık, başı ağnyordu. Derken, kapı vuruldu. Baron ürperdi.. Giriniz! diye seslendi. O anda, arkasında, mütereddid bir adım.. Çok iyi tanıdığı hem sert ve hem de kaypak bir ayak sesi duydu. Birdenbire icine bir korku girdi: Ensesi mıhlanmış gîbi idi ve ayni zamanda şakaklanndan dizlerine kadar bütün vücudünü bir titremedir almıştı. Arkasına dönmek iste di, dönemedi; adaleleri işlemiyordu. Oracıkta, odanın orta yerinde dimdik, ağız açmadan duruyordu. Bu suçlu vazi LEOPORELLA Çeviren : E. Ekrem Talu yetinin içine kanşan alçaklık ve kahbe liği tamamile müdrikti. Bu esnada, arkasuıda lâkayd bir ses duydu: Burada mı, yoksa şehirde mi ye mek yiyeceğinizi soracaktım?. Baron gittikçe daha çok titriyordu. Göğsü donuyor gibi idi. Şimdilik bir şey istemiyorum . Diyebilmek için kendini son derece zorlamağa mecbur oldu. Ayak sesi, sürünerek uzaklaştı. Ba ron hâlâ arkasına dönemiyqrdu. Derken ansızm bu katılık zail oldu: Tepeden tırnağa kadar sarsıldı.. Ya nefret, yahud ki asabî bir tekallüs aksülâmel yapmışh. Bir hamlede kapıya doğru atıldı ve o menfur ayaklann bir daha kendisini iz'aç etmeğe gelememesi için anahtan çevirdi. Sonra, bir sümüklüböcek gibi soğuk ve yapışkan, kendi içinde yükselmekten bir türlü fariğ olmıyan düşünceyi uzağa atmak için bir koltuğun içerisine kendini bırakıverdi. Lâkin bu, nazan itibare almak istemediği bu müz'iç, iğrenç ve korkunç düsünce onun bütün varhğım sa rıyordu. Bütün gece ondan aynlamadı. Hatta cenaze kaldırılırken, sessiz, sada sız tabutun yani sıra bulunduğu esnada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle