17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 Ööneikânun 1936 CUMHUBİYET M Ü S A B A K A M I Z Tarihte TUrkler için Bîz bize Piyango Dil üzerinde çalışmalar Söylenen büyülc sözler Napoleonun fikirleri «Türkler öldürülebilirler, lâkin mağlub edilemezler» «tnsanları yükselten iki bü • yük meziyet vardvr: Erkeğin cesur, kadtnın iffetli olması. Bu iki meziyetin yanıbaşında her iki cinsi, kadınla erkeği şereflen diren tek bir fazilet vardvr: Va tana • icabında herşeyi tered düdsüz feda edecek kadar bağlt olmak. Bu meziyetler ve bu /azilet en bîiyük kahramanlığt; hayatın elemine, kederine karst füturtuz kalmayı ve ağır hâdise~ lerin acılıklarına göğüs germeği doğurur. Işte Türkler bu çeşid kahramanlardandır ve ondan dolayt Türkler öldürülebilirler, lâkin mağlub edilemezler.'» 3 Napoleon Bonapart çıkışlan ayn ayn birer tarihtir. Güzel bir dul kadın olan Josephinele evlenişi, sonra ondan bıkıp Avusturya Imparatorunun kızı Marie Louise'i alışr, Romaya beşikteki oğlunu, Ispanya ve Holandaya birer kardeşini, îsveçe bir jeneralini kral yapışı, bu zincirleme tarih içinde birer tarihtir. Biz bütün bu tarihleri de bir yana bırakarak Napoleonun birer vecize sayılan sözleri üzerinde duracağız. Bu büyük cihangir, harbetmeği bildiği kadar söz söylemeği de bilirdi. Kılıcı ve kalemi esitsiz bir kudretle kullanırdı. Onun heyecanlı nutuklan, milletlerin ruhunu inceliyen sözleri ve yazılan vardır. M. Jules Bertaut, otuz yıl kadar önce nutuklann ve yazılann içinden en canh olanlannı seçti, bir kitab halinde bastırdı. Bertautnun eserinde çok canh vecizeler sıralanmış olup içinde: «Müsavat, ancak güzel bir düşüncedir. Onun hakikat olabilmesine imkân yokrur» gibi sosyalizmi baltalıyan hükümler, «Hükumet adamınm kalbi başında olmak gerektir» gibi devletçilik bakımmdan değerli mülâhazalar, «ttalyanlar, Avusturyadan dayak yemek için yaratılmışlardır. Onlara harb zevkini ve kabiliyetini verebilecek bir kanuncunun dünyaya gelmesini asırlarca beklemek lâzımdır» gibi siyasî şakalar vardır. Napoleon. Mısırdan Suriyeye jraptığı akmda Türklerin ruhî kudretlerini tanımak hrsatmı elde ettiği için milletimiz hakkında çok iyi kanaatler hasıl etmişti. Hatta 1806 da Muhib Efendi nin reisliği altında îstanbuldan Parise gelen Türk elçi heyetini kabul ettiği zaman: «Türklere gelecek hayrü şer, onlar kadar Fransızlan da sevindirir veya üzer.» diyerek büyük bir sempati göstermişti. Yukanya koyduğumuz sözler de Onun Türkler hakkındaki düşüncelerini belli eden vecizelerdendir. Af. T. T. Napoleon Bonapart Napoleon kimdir? Napoleon kimdir, demek, tarih nedir, demeğe benzer. Çünkü o, tarih kadar belli birşeydir ve hatta bizzat tarihtir. Tarihi tarif etmek nasıl bo§ bir zahmetse Napoleonun hal tercümesini yazmak ta öyledir. Hele okur yazar adam tarihin ne olduğumı ve Napoleonun da ne demek bulunduğunu bilir. Onun için biz bu büyük şahsiyetin hal tercümesi üzerinde fazla durmak istemiyoruz. O, Korsika adasmm Ajaccio şehrinde ve 1769 yılı agustosunun on beşinde doğdu. Babasının adı Charles Bonaparte, anasınınki Laettita Ramolina idi. Dokuz yaşında Fransaya geldi. Oton ve Briyen mekteblerinde orta tahsilini bitirerek harbiyeye geçti, 1785 te ikinci mülâzim olarak diploma aldı. Henüz on alh yaşında idi ve uf aktefek bir zabitti. Onu Fransaya tanıtan, topçu yüzbaşısı »ıfatile, Toulon şehrini Ingilizlerden kurtarmak için yaptığı hamledir. Tanılmış jenerallerin elden çıkardıklan bu büyük jehri, o geri aldı (1793). Artık N a poleon adı dillerde geziyordu. Genc asker bu adı tarihe de geçirmek için 1794 te îtalya seferini açtırdı ve o günden öldüğü güne kadar harb içinde yaşadı. Montenotte zaferinden başhyarak îtal yada, Mısırda, Avusturyada, Alamanyada, Rusyada, Ispanyada, Holandada, Belçikada Millesimo, Mondovi, Lodi, Rivoîi, Arcol, Cize, Austerlitz, Iena, Eylau, Priedland, Eckmühl, Wagrom harblerini kazandı, Viyanaya diz çöktürdü, Berline girdi, Romayı ele geçirdi, Madridi hükmü altına aldı, Moskovaya kadar yüriidü, Avrupanın altını üstüne getirdi, bir aralık yenilerek Elbe adasına sürüldü, fakat on ay sonra oradan kaçarak gene Fransaya geldi, bütün Avrupanın müsellâh himayesile tahta çıkan on sekizinci Luiyi kaçırdı, yeni baştan imparator oldu ve bütün Avrupaya meydan okudu. O, yüzbaşılığında, jeneralliğinde, konsüllüğünde ve imparatorluğunda Avrupayı yenmeğe alışmıştı, bu sefer de belki galib gelecekti. Fakat beklediği yardımı vaktinde alamadığı için Vaterlooda yenildi, Sainte Helene adasına sürüldü ve orada bütün dünyaya geniş nefes aldıran günü idrak etti, öldü (1821). Napoleonun hal tercümesi kısaca budur. Fakat onun îtalyaya, Mısıra, Avusturyaya, Alamanyaya, Rusyaya girip Yılbaşı gecesi, en çok göze çarpan şeylerden biri de Tayyare piyangosu biletleri satan dükkânlann onündeki ka labahktı. Denebilir ki bütün Istanbul halkı bu işle meşguldü. Piyangonun çekileceği sinema binası vaktinden çok evvel dol muş; kapının önünde polisler vaziyeti güç idare ediyorlardı. Orada ve dük MER kânlann önünde toplanmıyanlar da, evFransızca «deniz» manasma gelen lerinde radyolannın başındaydılar. «Mer» kelimesinin orijini lâtince «Mâ Neticede ne oldu? re» olarak gösterilir. Halbuki lâtince lu Beş on kişi para kazandı, yüz binler gatte [ 1 ] bu kelimenin hizasmda (mo ce kişi de boşuboşuna vakit kaybetmiş Celtique) denmektedir. Bu keltçe keli oldu. menin. «Güneş Dil teorisine göre eti Amma diyeceksiniz ki bu piyango molojik şekli şudur: alelâde bir piyango değildir, gayesi va (1) (2) (3) (4) (5) tana hizmettir. (ağ+amjağ+ar+eg) Ben piyango usulile vatana hizmet et(3) ve (5) numarah (ğ) li ekler, lâmeyi anlamıyorum ve bunu tenkid edi tince şeklinde (a) ve (e) üzerindeki uyorum: zatma işaretleriyle gösterihniştir. 1 Bir menfaat karşıhğı olarak (1) Ağ: ana köktür. Burada (su) devlete yapılan yardım, tam yardım de anlamınadır. ğildir. Bunun manevî bir kıymeti ola (2) Am: birinci derecede radika maz. köklerdendir. Burada, ana kökün «su» Maddı kıymeti olmadığım da aşağı mefhumunu, kendinde temsil eder. da göstereceğim. (3) Ağ: ( . + ğ ) .ektir. «Su» mefhu2 Talih oyunlan, umumî ahlâk ü munu tamamlar ve isimlendirir. zerinde fena tesirler yaparlar. (Ağfam+ağ=ağamağ): ana kök, 3 Halkı bu gibi oyunlara teşvik radikal kÖkün vokaliyle birleşerek dü etmek, onun müspet sahadaki faaliyetim şer, kelime (mağ) olur; (ğ) nin (y) ye gevşetir. tebeddülü ile (may) şekli de vardır. Her 4 Bilhassa bizim gibi, müspet sa ikisi «su» demektir. (Bu kelimelere aynı halarda çalışmıya çok ihtiyacı olan ce manada Arap dilinde de tesadüf olu miyetlerde, bu gevşeklik ferdlerin kâfi nur.) derecede kazanmasına engel olur. (4) Ar: (.|r); kendisinden evvel5 Neticede vergiler verilemez ve ki kelime mefhumunun muayyen ve müsya sıkmtı ile verilir. Devlet ziyan eder. pet bir sahada kat'î olarak varhğma i «Vatana hizmet» herhangi bir men şaret eder ektir. faat karşılığı olarak yapılmaz. O, bir (5) Eğ: Burada köktür ve «genişlik mecburiyettir. anlamınadır. Kendinden evvelki (ar) Tayyare için nekadar para lâzımsa, ekinin, suyun takarrür ettiğine işaret etmünasib bir vergi konarak temin edil tiği sahanın «geniş» olduğunu ifade e melidir. der. Bilmem siz ne deısiniz? (Mağarey=mare) : «geniş su» yani N. «deniz» demektir. Türkçemizle Indo IBUGUN DEBLU Otomobili kurtarmak Oropeen ve semitik lâzım! dillerin münasebeti Bulgaristandan ana yurda gelmek istiyenler Bulgaristandan bildirildiğine göre, ana vatana göçmek istiyenlerin pasa portlarma vize verilmediği için hazır lıklarını bitirmiş olan soydaşlarımızın pek çoğu ilk yazı sabırsızlıkla bekle mektedirler. Emlâk fiatları tamamile düşmüş, Ziraat Bankası da bu emlâki satm almak teşebbüsüne henüz geçmemiştir. Müessif vak'aların arkası kesilmiş değildir. Rusçuğa 23 kilometro mesafede Ye nice köyünde muallimlik eden Vidinli Osman Hidayetle yumurta toplamak üzere oraya gitmiş olan Kadıköylü Mümini kÖyün muhtan Dimitri Gnomenof muhtarfık dairesine çağırtarak fena hal de dövmüştür. Yedikleri dayaktan ölme derecesine gelmiş olan bu iki Türkten Osman, Rusçuk hastanesine gitmiş ve mütecavize de hiçbir şey yapümamıştır. Başmüftülük tarafmdan Türk koylerine saldartılan yobazlar alabildiklerine hezeyanlar savurarak biçare halkı irticaa sürüklemekte ve ana vatana karşı bağlılık besliyenleri tehdid etmekte dirler. MÎRA Sanskrit dilinde «deniz» demek olan bu kelimenin etimolojik şekli şudur: (1) (2) (3) (4) (5) (ığ+ım+ığ+ır+ag) (1) Iğ: Ana köktür. Burada türkçe manası «su» dur. (2) Im: Birinci derecede radikal köklerdendir. Burada ana kökün «su» mefhumunu kendinde temsil eder. (3) Iğ: ( . + ğ ) . ektir. «su» mefhu rnunu tamamlar ve isimlerrdirir. (4) Ir: ( . + r ) , kendisinden evvelki mefhumun, muayyen ve müspet bir sa hada kat'î olarak varhğma ijaret eder ektir. (5) Ağ: Burada köktür ve «geniş ik» anlamınadır. Kendinden evvelki (ar) ekinin, suyun tekarrür ettiğine işa ret ettiği sahanın «geniş» olduğunu ifdde eder. (Iğımığırağ = mîrağ = mîra): «geniş su» yani «deniz» demektir. Not: 1. Fransızca (mer), lâtince ve keltçe (mâre), sanskritçe (mîra) sözlerinin orijinalinin, türkçe olduğu görü lüyor. Türkçenin Yakut dialektinde, kelimenin Mürü şekli, Yakutski mıntakasınm Borogon ulusunda bulunan büyük gölün adıdır [2]. Mâr aynı lehçede, «yosunlu bataklık, çalılarla kapanmış rutubetli yer» [ 3 ] ; Mara, «yosun şeklinde göl kenarında biten ot»; [4]. (Moran), uygurcada, «nehir» demektir. Türkçede (Mürejn) sözü de «nehin> demektir [5]. «Yağmur, çamur, hamur» sözlerindeki mur da «su» demektir. Türkçede Miere = Biere, [ b = r a l , sözü, «su» demektir [6]. «Biere banda (manda)»: bir göl adıdır. «M» nin, (b) değişimi ile «su» si ve tehlikeliydi. Ve bir gün, her vakitkinden erken eve dönen Baron, avluya ayak ataratmaz, hayretle durakladı. Mutfaktan doğru, kulağına ,boğuk güîüşmeler aksediyordu. O anda, Leoporella aralık duran kapıdan, ellerini önlüğüne silerek çıktı ve yan sıkılgan, yan cüretkâr bir tavırla: Affedersiniz mösyö.. dedi. Içeride, şekercinin kızı var da.. güzel bir kızcağız.. sizi o kadar tanımak istiyor kü. Baron bu lâübaliliğe karşı kızmak mı, yoksa tellâl ruhlu karınm lutufkârlığın dan hoşlanmak mı lâzım geldiğini kestiremiyerek, mütehayyir yüzüne baktı. 'Nihayet, erkeklik merakı galebe etti: Getir bakayım!. dedi. Leoporellanm gururunu okşıyacak sözleri e usul usul kendine celbetmiş olduğu, on altı yaşlarındaki, sarışuı ve cazibeli kızcağız, kızarmış yanakları ve sıkılgan bir tebessümle mutfaktan çıkıp, hizmetçi tarafmdan itile, katıla geldi; çocukça bir hayranlıkla, karşıki şekerci dükkânının camından, fılhakika birkaç defa gözetlemiş olduğu zarif mösyönün önünde durdu. Baron kendisini beğendi ve bir arada yatak odasına çıkıp çay ıçmelerini teklif etti. Ne cevab vereceğini bilemiyen kızm nazarlan Crescencei a oförlerle, otomobil sahibleri sızlanıyorlarmış: «tş göremiyor, para kazanamryoruz. Benzm pahah, vergilerimiz ağır; halk eskisi gibi manasmda başka türedileri vardır: bol harcamıyor; nöbet yerlerinde bazan Baray: Yakut dilinde bir göl adı tek müşteri bindirmeden günler geçirdidir [7]. Bere (Mere): Göle bitişik diğer kü ğimiz oluyor. Bize Belediye izin versin çük bir göl [8]. Aynı kelime Vilyuysk de, on kuruşa adam taşıyahm!» ulusunda göl adıdır [9]. Geçimlerini bu yüzden temin eden bu (Baralağan) : «şİddetli su akın yurddaşlanmın dileklerini ben de haklı tısı» demektir [10]. .bulurum. Kendilerine, bu kadar basit ve (Boru + lâh): Adiç nehrinin sol ko meşru bir kazancı Belediye çok görmelunun adı [11]. melidir. Hele akşamlan, izdiham saatleBüör, Biar: «su» manasınadır [12]. rinde, yüz otomobilin bindireceği min «Büör kölüye = bir gölün adı». Ay haysilmecmu beş yüz müşteriden tramvay nı kelime, biribirine yakm iki gölden kü kumpanyasınm edeceği zarar hiç merteçüğünün adıdır. besindedir. Esasen bu beşyüz kişiden. hiç Kelimenin Biğir sözü «büör» sözün olmazsa yarısı, tramvay bekliye bekliye den başka birşey değildir. «Pman> de usanıp ta yürümeyi tercih eden takımdır. mektir. Bu söze, Arap dilinde de tesa Tramvay arabalan şehrin münakalâtmı düf ediyoruz. temine mademki yetmiyor, varsın birkaç (Barafn=Baran) sözü de aynı o şoför de bu yüzden ekmek yesin. Hem rijindendir. «Yağmur »demektir. Bu sö şamdan temizlensin, hem de pilâv yağlanze de farsçada tesadüf ediyoruz. sm. Bizler de, yağmurda, karda, durak SEE yerlerinde pineklemekten kurtulalım. Almanca «deniz» anlamına gelen bu Şoförlerin hali gerçekten acmacak gisözün etimolojik şekli şudur: bidir. Ve kendilerini düşünüp dururken (O (2) (3) hatıramı bundan birkaç yıl evveline irca (eğ+es=eğ) ettim; ve gözlerimin önüne o vaktin kupa (1) eğ: «su» demektir. denilen kapah ve payton adını taşıyan a(2) es: «oldukça geniş bir saha» i çık arabalan geldi. fade eder ve suyun o saha ile münaseŞehrin kenar semtlerinde hâlâ bunlarbetini gösterir. dan tektük, rasladığım oluyor. Bu başka (3) eğ: Kelimeyi tamamlar, isimlenbir devrin nakil vasıtalarına binenler var dirir. mı? Varsa, acaba kimlerdir? Pek merak ( e ğ + e s + e g = e g e s e ğ = seğ= see) : ediyorum. «geniş su», yani «deniz» demektir. Vakıâ, bu arabalann da zevki yok deTürkçe Sa, «nehir» demektir [13]. Sadece «su» manasına kullandığımız ğildi. Bazı yaz akşamlan, hayvanlan eş Su, SUT, Sun sözleri de aynı manada ol ve tuvana, döşemesi yeni, arabacısı fiyakalı bir paytona binip te, şöyle Kâğıdhamak üzere malumdur. ne tepesine doğru uzanmak keyifli bir TENGİR şeydi. O zamanlar, hayat bu kadar haraMacarca «deniz manasma gelen bu retli, vaktimiz bu derece dar değüdL kelimenin etimolojik şekli şudur: Bir yerden öbür yere gitmek için kaybe(1) (2) (3) (4) (5) deceğimiz yarım saate acımazdık. On ku(eğfet+en=eg+ir) ruş verdiğimiz gibi, meşin, yahud ki pö(1) eğ: «su» dur. lüş döşemelerin üzerine kurulur, ayaklan(2) et: ( . + t ) , burada ektir. «Ya pıcılık, yaptmcılık ve yapılmış olmak mızı karşrya uzahr, adam çiğnemek, gelık» mefhumlannı ifade eder. Yaptığı çid yerlerinde sıkışıp kahnak, pan yapıp iş, suyu bir kara parçasının ittisalinde bir noktada dakikalarca mıhlanmak koruzatmaktır. Kara parçasını gösteren ke kusu olmadan, etrafı seytede ede giderime unsuru, (4) numarah (eg) dir. Bu dik. Araba, atlı tramvayın yanmda bir sürat katan idi. Onun içindir ki acele işi olanlar arabayı tercih ederlerdi. Bazan atlar yürümez, biribirlerine omuz verir, yokuşlarda direnir, kalırlardı. O vakit arabacı sandalyesinden iner, terbiyeleri eline alır, çalardı kırbacı!. Ve tuhaf değil mi? Ekseriya bu vaziyette sabırsızlanmaz, paytonun içinde mütevekkilâne beklerdik. Besbelli israf edecek vaktimiz ve dayanıklı sinirlerimiz vardı. Yahud ki bazı günler, kilometrolarla yol katedip takatten düşen zavallı hayvancıklara acırdık. Otomobil arabayı öldürdü. Anlaşılan öldürürken ahını almış olacak ki, bugün de sıra ona geldi.. O da can çekişiyor. Şoförlerin dileklerini yerine getirelira de, bari onu kurtarahm! ıa yapışık olarak uzayan sahayı gös teren (3) numarah (en) dir. (5) inci ek olan (ir), suyun kara ittisalinde te karrürüne işaret eder. O halde: (eğe enegir = tengir): «bir sahilden bakıldığı zaman uzayıp gittiği görülen «su»dur. Bugünkü türkçemizde ufak bir farkla ;elime aynıdır. TENG1Z (Deniz, Deniz) Bu kelimenin etimolojik şekli şudur: (1) (2) (3) (4) (5) (eğ+et+enieg+iz) Burada bütün unsurlar, macarca ke limenin unsurlarmm aynıdır. Rolleri de birdir; yalnız (5) inci ekler farkhdır: (iriz). (îz), bilindiği gibi, «oldukça ;eniş ve uzun bir sahayı gösterir. O halde Deniz sözünün manası, «geniş sahiîleri kaplıyan su» demektir. Not: 1. Bu son kelimeye kadar yukandanberi etimolojik analizlerini yapbğımız kelimelerin hiçbiri tam manasiyle «deniz» mefhumunu kavnyamamakta olduklan görülür. Asıl mefhumun en ge niş» manasını ifade eden .yalnız Deniz kelimesidir .Farsçanın Derya kelimesinin de orijin manası, âdeta «büyücek bir dere» ifade eder. Bu iki kelimenin etimolorayacak oldu. Fakat o, manidar bir isticalle çoktan mutfağma dönmüştü. Artık, bu maceraya düşürülmüş bulunan kıza, bu tehlikeli daveti kabul etmekten başka yapacak birşey kalmıyordu. Şu var ki .tabiat isticalle iş görmez. Gerçi karanlık ve müphem bir ihtirasın tesiri altında, Crescencein zekâsında azçok bir hareket vaki olmuşsa da, bu zekâ, onun, rabıtasını el'an muhafaza eylediği hayvanlann sevkitabiilerinden ö teye gitmiyordu. Sevdiği efendisine bir köle gibi hizmet etmek emelinin büsbütün esiri olan hizmetçi karı, uzaktaki hanımmı tamamile unutmuştu. Onun içindir ki, intibah bir kat daha feci oldu: Bir sabah, Baron elinde bir mektub ve asık bir çehre ile gelip te, ertesi gün için ka nsmın avdet edeceğini bildirdiği ve evde temizlik yapılmasını tembih ettiği anda, Crescence beklenmedik bir musibet karşısında kalmış gibi afalladı. Bu ha ber, bir hançer gibi yüreğine işlemişti. Yüzünün rengi uçmuş, korkudan ağzı açık, kımıldamaksızm, ve anlamamış gibi dimdik önüne bakarak, mıhlandı, kaldı. Çehresinin çizgileri öyle tagayyür etmişti ki ,Baron kendisini teskin. etmek ihtiyacmı duydu. (Arhan var) Fransada büyük bir toprak çöküntüsü Grenoble «Fransada» 2 (A.A.) Rosans ve Eyguisans köyleri arasmda çok geniş bir toprak kayması vukubulmuştur. 250,000 murabba metroluk bir saha üzerinde 4 milyon mikâb metrodan faz a toprak kaymaktadır. Şose yolunun 500 metro uzunluğundaki bir kısmı tı•anmıştır. Bu bölge nüfus itibarile pek îesif olmamakla beraber önemli zayiat vardır. Bir değirmen harab olmuş, bir köprü yıkılmış, bir ırmağın yatağı yüz metro kadar yerini değişmiş. birçok köyler muvasalasız kalmıştır. Yeni çökünttilerden korkulmaktadır. Tayfası isyan eden İtalyan gemisi Venedik 2 (A.A.) Liman reisi. Kös tenceden gelmekte olan Korona Ferea adlı sarnıç vapurunun tayfası hakkm da, seyahat esnasında isyankâr hare ketlerde bulunduklanndan dolayı tahkikat açılmasım emretmiştir. Romanyalı, Rus ve Yumanlılardan mürekkeb bulunan mürettebat, fırtı nayı bahane ederek, vazifesini ifadan imtina etmiş ve gemiyi, Venediğe ka dar kaptanla başçarkçı kendi başlarma getirmeğe mecbur olmuşlardır. ki bir banknotu veriyor ve onun için değersiz olan bu şeyleri, Crescence dinda rane bir itina ile çekmecesinde saklıyordu. Zamanla, onun önünde herşeyi söy lemeğe ve hatta ona bir takren güç işler havale etmeğe alıştu Ve kendisine karşı itimadını izhar ettikçe, Crescence de o derece buna lâyık olmağa çalışıyordu. Yavaş yavaş onda garib bir sevkitabiî başgösterdi: Kokhyan, arıyan ve efen disinin arzulannı sezen bir köpek sevki tabiisi. Baronun gördüğünü görüyor, i şittiklerini işitiyor gibiydi. Onun bütün hazlanndan, bütün aşıkane muvaffaki yetlerinden marazî denecek bir heyecanla, ayni derecede mahzuz oluyordu. E vin kapısmdan içeriye yeni bir kadın girdikçe yüzü nurlanıyor, Baron şayed bir akşam yalnız dönecek olursa sukutu hayale uğruyor ve hatta boşuna beklemiş olmaktan iğbirar duyuyordu. Evvelce o kadar uyuşuk zihni, o ana kadar yalnız ellerine vergi olan çılgıncasına bir faaliyet sarfına başlamıştı. Gözlerinde ise yeni, müteyakkız bir ışık parlamaktaydı. Tabütevanı kesilmiş o eski yük hayva nmdan beşerî bir mahluk doğmuştu; bir mahluk ki inadcı, kurnaz, ekini belli etmez, kuşkulu, muhakemeli .çahşkan, sin Ercümend Ekrem TALU jik şekillerini altalta yazalım: Dere: Derya: (1) (2) (3) (4) (5) (eğ+ed+er+eğ+. ) (eğ+ed+er+ey+eğ) ( 0 Eğ: Sudur. (2) Ed: Radikal köktür. Suyu tem Yaran t Stefan Zweig LEOPORELLA KUçuk roman : 5 Çeviren : E. Ekrem Talu Kapı aralıklanndan dinliyor. anah tar deliklerinden gözetliyor, odalarm ve yataklann içini araştınyor ve yeni bir şey sezdi miydi merdivenlerde koşuyordu. Öyle ki, nihayet bu kütükten bir nevi beserî mahluk hasıl oldu. Konukomsunun mütehayyir nazarları önünde Crescence birdenbire sokulgan oldu; başka hizmetçilerle konuşuyor, postacı ile kaba kaba şakalaşıyor, satıcılarla çene yanşünyordu; hatta bir defasında, avluda bütün ışıklar söndükten sonra, karşıki dairenin hizmetçileri, onun daima sesiz duran penceresinden doğru acayib mmltılar işitmîşlerdi: Crescence cırlak ve acemi sesile, Alp dağlanndaki sığırtmaç kadmlarm yavan türkülerinden bir taneîini tutturmuş, okuyordu. Alışma nnş dudaklanndan, şeklini kaybeden nağme zahmetle fırlıyordu. Bununla beraber garib ve dokunaklıydı. Çocuklu ğundanberi ilk defa olarak, Crescence türkü söyleraeyi deniyor ve maziye gö mülmüş yıllann karanlık derinliklerbden bin güçlükle aydınlığa çıkan bu sarsak nağmeleri dinlemekle müteheyyiç oluyordu. Bu fevkalâde değişikliğin istemiyerek müsebbibi bulunan Baron bunun farkındaydı. Zira arkasma dönüp te gölgesine bakan, acaba kim vardır? bu gölgenin, sadakatle fakat sessiz sizi takib etti ğini, yahud ki henüz tebellür etmemiş bir arzu gibi önünüze geçtiğini hisseder, lâkin onun gülünc şekline dikkat edip, o karikatürde kendinizi tanımazsınız! Baron da yalnız Crescencein kendisine hizmet etmeğe daima amade bulunduğunu, tamamile ketum bulunduğunu ve ondan hertürlü fedakârlığı bekliyebileceğini bilmekle iktifa ediyordu. Ve bilhassa, hoşuna giden birşey varsa, o da en nazik vaziyetlerde muhafaza etmesini bildiği sükutilikle saygıydi. Bazan» bir köpek okşar gibi, ona birkaç tatlı söz söylüyor, onunla şakalaşıyor, kulağını çekiyordu; bazan da, yeleğinin cebinden şöylece çekip çıkardığı bir tiyatro biletini ve yahud sil eder. (3) Er: Suyu toplar, (4) Eğ, ey: Sahasında. Buraya kadar kelime Dere'dir. Derya kelimesinin sonundaki (5) Ağ: «Saha» mefhumunun «bü yüklüğünü» ifade eder. Derya: «büyük sahada toplanmış su» olur. OKİYANOS Kelimenin etimolojik şekli şudur (0(2) (3) (4) (okf i y + a n + o s ) t (1) Ok: Su. (2) îy: Radikal köktür. «Hareket uzaklaşmak» anlamınadır. (3) An: Evvelâ kendi muhitine sora. (4) Os: Yani daha geniş sahala «hareket ve uzaklaşmayı ifade eder». Okiynaos: «Kendi muhitinden daha uzaklara yürüyen, taşan, yayılan umumî anlamlı «büyük deniz» demektİD>. (1) Quicherat Daverluy et Chatelai Dictionnaire Latin Français. (2), (3), (4) Pekarski: Yakut Dili Lugati. (5) Oğuz Destanı. (6), (7), (8) Pekarski: Yakut Lugati. (9), (10), (11), (12) Pekarski: Yaü Dili Lugati. (13) Radlotf I , «Şor lrtıçeBİ>.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle