Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Le Monde diplomatique Cumhuriyet Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. 7 Eylül 2020 Sayı: 8 50 yıl önce, Ürdün iktidarı Filistin devrimci ütopyasını yok ediyordu... Çölde bir Kara Eylül anısı ALAIN GRESH* A mman, Eylül 1970. “Zafere kadar devrim!”, “Tüm iktidar direnişe!”, “Kudüs’e giden yol Amman’dan geçer!..” Ürdün başkentinin duvarlarına resmedilen bu sloganlar, 9 Ekim 1967’de Bolivya’da CIA’nın emriyle katledilen “kahraman gerilla” Ernesto “Che” Guevara’nın afişleriyle yan yana duruyor. Pikaplar, üzerlerinde namluları gökyüzüne çevrilmiş makineli tüfekler olduğu hal de, kentin labirentlerine hızla dalarken başları kefiye ile örtülü silahlı militanlar, ana kavşaklarda denetim yapıyor. Filistinli Öğrenciler Genel Birliği (FÖGB) kongresi, kimileri Yahudi olan, Ürdün’e az çok gizli bir şekilde girmiş yüzlerce yabancı solcu militanı ağırlıyor. Fidel Castro ve Mao Zedong’dan sözler aktarılıyor, Frantz Fanon ve Ho Chi Minh’in kitapları yutuluyor, Vietnam’daki Halk Savaşı konusunda Vo Nguyenan Giap’ın yazıları yorumlanıyor. Yaz sonunda yedi tepeli kentin üzerinde kimilerine 1917’deki Petrograd’ı ve “Tüm iktidar Sovyetler’e” sloganını hatırlatan bir ko ku dalgalanıyor. Filistin sol örgütlerinden birinin lideri olan Nayef Hawatmeh’e göre, Ürdün’de bir “çifte iktidar” durumu yaşanıyor ve Kral Hüseyin, Filistin direnişi karşısında, Alexander Kerensky hükümetinin Bolşeviklerin lehine olarak yaptığı gibi bir kenara çekilmeli. Devrim rüzgârı... Üçüncü dünya Havana’da, Cezayir’de veya Hanoi’de olduğu gibi Amman’da da ayaklandı; temel değiştirmiş bir dünya düşlüyordu. 1968 baharından beri başkaldırı halinde olan Batı’nın öğrenci ve işçi gençliği ken disini bu ütopyanın içinde buldu. Yönetmen JeanLuc Godard, olay yerinde “Filistin halkının zaferine kadar uzayan savaş” filmini çekti, oysaki yazar Jean Genet, Filistinli savaşçılara olan aşkını dile getiriyordu: “Asya’dan Amerika’ya, devrim rüzgârı esiyor! Yalnızca görkemli bir devrim istiyorum, işaret fişeği ise bankadan bankaya, operadan operaya, hapishaneden adliye sarayına sıçrayan bir yangın (1).” Büyükanne ve büyükbabası Hitler kamplarında öldürülen yazar Ania Francos şöyle diyordu: “Yabancı bir ülkede ölmeye değer ve Aures yerle bir edilirken kendimi nasıl Cezayirli hissediyor idiysem, bugün de kendimi Filistinli hissediyorum (2). “ Bu kasırga, Haziran 1967’de İsrail’e karşı aldığı ezici yenilgiden dolayı travma geçiren bir Arap dünyasını vurdu. Bu, mevcut iktidarlara karşı gizli bir halk öfkesi başlatan bir balyoz darbesiydi. Cemal Abdülnasır’ın Mısır’ı ve onun Suriyeli Baasçı müttefiki ki bunlar Arap antiemperyalist devrimci milliyetçiliğinin öncüleriydi auralarının bir kısmını kaybettiler. Devamı 3. sayfada Arnavutluk’ta özellikle İtalyan şirketlerin açtığı tekstil, ayakkabı fabrikaları ve gelişen çağrı merkezi sektörü işsizlik rakamını aşağı çeken unsurlardan. Arnavutluk, Otuz yıldır süren ‘neoliberal geçiş’ten harap olmuş bir ülke Yoldan çıkan ‘iyi öğrenci’ JEANARNAULT DERENS LAURENT GESLIN * 1997’deki ayaklanmalardan sonra “if las etmiş devlet” diye nitelendirilen Arnavutluk, günümüzde Balkanlar’daki istikrarın önemli ayaklarından biri olarak gösteriliyor. Ancak bu “geçişin” cilasını biraz kazıyınca, otoriter neoliberalizmin ülkeyi tahrip ettiği ve dinamik kuvvetlerin giderek zayıfladığı fark ediliyor. Dıraç’ın güneyinde uzanan Adriyatik sahil şeridi, Arnavutluk’un yakın ta rihinin kısa bir özeti gibi. Ülkenin diktatoryal ulusal komünizmle yönetildiği 19451991 yılları arasında yirmi kilometre uzunluğundaki ince kumlu sahil şeridine paralel uzanan çam ormanları vardı. O dönem burada sadece birkaç devlet konukevi ve yöneticilere ayrılmış semt “Bllok”un villaları bulunuyordu. Doğu Avrupa’nın bu en kapalı rejimi devrilince ağaçların yerini yeni binalar almaya başladı. İnşaatlarına hız verilen oteller ve binalar denize geçişi tamamen kapadı. Ta ki 26 Kasım 2019’daki deprem bu duvarda oyuklar açana kadar... İnşaat mühendisi Profesör Luljeta Bozo’ya göre, “az derinlikli temeller ile kumun ya da bataklık alanların üzerine inşa edilen birçok binanın ilk sarsıntıda yok olması kaçınılmazdı.” Burada kimse şehircilik planlarını ciddiye almıyor, özellikle de iktidar ve sermaye sahipleri. “Çoğu para aklamak için yapılmış bu binalarda kimsenin oturmaması büyük bir şans. Diğer türlü insani kayıp çok daha büyük olurdu” diye ekliyor Bozo. Resmi sayılara göre, 51 kişi hayatını kaybetti. Arnavutluk, yüksek deprem riskli bir bölgede bulunuyor ancak bu yalnızca “doğal” bir felaket değil. Mafyavari neoliberal kuralsızlık depremin bilançosunu ağırlaştırdı. Devamı 4. sayfada Washington eski haline mi dönüyor? Serge HalImI 2 008’de Barack Obama, Demokrat Parti’nin en kıdemli isimlerinden Joseph Biden’ı başkan yardımcısı adayı olarak gösterdiğinde temkinli bir seçim olarak yorumlanmıştı. Nedeni ise Demokratlar George W. Bush’un yerine, Irak savaşına karşı ilerici siyahi birini seçerek eski düzene son verme arzularını zaten ifade etmişlerdi. Önümüzdeki kasım ayında Demokrat Parti’nin renklerini Biden taşıyacak. Açıkçası kendisi çok büyük bir coşku uyandırmıyor. Bu nedenle iyi bir kadro kurmak için başkan yardımcısı adayı heyecan verici bir sembol olmalıydı. Bu sembol politik radikalizmi değil, “sosyal içerme” kavramını temsil etmeliydi. Dolayısıyla göçmen bir aileden gelen, babası Jamaikalı, annesi Hintli ve bir Yahudi ile evli olan Kamala Harris, başkan yardımcısı adayı olarak seçildi. Wall Street kurları yükseldi... Cesurluk sadece bundan ibaret. Geri kalanı için, Kaliforniyalı senatör Harris milyarderlerden para toplama konusunda mükemmel bir yeteneğe sahip, hırslı, geleneksel ve oportünist bir politikacı olarak biliniyor (1). Geçen mart ayında Biden’ın, Bernie Sanders’i yendiğinde yükselen Wall Street kurları, Harris’in başkan yardımcısı adayı olarak seçilmesiyle yeniden yükseldi. Geçen yılın sonunda Harris, Demokratların önseçim kampanyasında büyük bir başarısızlık elde ederek ilk oylamadan önce çekilmek zorunda kaldı. Başkan Yardımcısı adayı olarak gösterilmesiyle beraber Harris, artık her şeyi, onu seçen ve hatta bir gün yerini alabileceği Biden’a borçlu olduğunu biliyor. Aslında her ikisi de ülkeleri hakkında kısaca özetlenen bu görüşe sahipler: Amerika büyük, Amerika güzel, birkaç reform ile daha da muazzam hale gelebilir; Amerika değerleri dünyaya ilham veriyor ve askeri ittifakları liberal demokrasiyi despotlara karşı koruyor. Biden ve Harris, Obama’nın iki dönem boyunca yaptıklarından çok daha fazlasını başaracaklarını vaat etmiyor, ki zaten Obama’nın bu süreçte yap tıkları pek de fazla sayılmaz. En azından, Obama’nın seçim gecesi sergilediği pervasız açıklamalara yer vermeyecekler: “Bugünü hafızalarımıza kazıyalım ve çocuklarımıza okyanusların yükselişinin yavaşlamaya ve gezegenin iyileşmeye başladığı gün olarak anlatalım.” Oysa sekiz yıl sonra Obama, Donald Trump’a görevini devrettiğinde, çocuklar okyanusların yükselişinin yavaşlamasına şahit olmadan büyümüşlerdi. Bilinen nutuk atmalar... Fakat başlangıçta sınırlı olsa bile, BidenHarris ikilisinin yol haritasının en azından heyecan verici bir hedefi var: Mevcut Başkanı Beyaz Saray’dan atmak ve böylece başkanlık kurumunu tekrar eski konumuna getirmek. Demokratlar bu kurumun bir serseri tarafından saygısızlığa uğradığını her fırsatta dile getiriyorlar. Demokrat Parti liderlerinden biri geçtiğimiz günlerde Trump’ı Benito Mussolini ile karşılaştırırken Putin’i ise “Hitler” (2) olarak tanımladı. Böylesine nefret edilen bir hedefin 3 Kasım’da Demokrat seçmenlerine karşı harekete geçmesi bekleniyor. Çoğu Avrupa başkentleri, Washington’ın “normal” bir başkanlığa geri dönmesini umuyor. Eğitimsiz, bağırıp çağıran bir lider tarafından uygulandığında bile Amerikan liderliğinden çıkmaktan kararlı bir şekilde aciz olan Avrupa, herhalde Demokrat yönetimin kendilerine acıyıp daha iyi davranacağını düşünüyor. Ve tabii ki bu yönetim demokrasi, “özgür dünya” ve Batı’nın değerleri gibi bilinen nutuk atmaları daha inandırıcı hale getirecek. Diğer alternatif kıyamet renklerine büründüğü için böyle bir geri dönüşe sevinmeli miyiz? Çeviri: Elvan Akansu Kara (1) Michela Tindera, “Milyarderler Kamala Harris’i Sevdi” Forbes, New York, 12 Ağustos 2020. (2) Temsilciler Meclisi Demokrat çoğunluğun liderlerinden biri olan Jim Clayburn’un 2 Ağustos tarihinde CNN’de yapmış olduğu açıklamalara göre.