23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

LE MONDE diplomatique Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. 4 MAYIS 2020 Sayı: 4 COVID19 SALGINI UYGARLIĞIMIZIN NE KADAR DA DAYANIKSIZ OLDUĞUNU ORTAYA ÇIKARDI İklimsel krizin küçük modeli P D HILIPPE ESCAMPS THIERRY LEBEL* K oronavirüsün (Covid19) birçok ülkeyi içine sürüklediği yıkım, oysa ne olduğu tam olarak bilinen bir tehlike karşısında gösterilen ihmalin insani maliyetini ortaya koyuyor. Kaderden bahsetmek gerçekliğin üstünü örtemez: Önlem almak tedavi etmekten yeğdir. İklimsel ısınmayı azaltmak için sürdürülen mücadeledeki ertelemeler ileride çok daha dramatik olaylara neden olabilir. 2020 Mart ayındaki sağlık krizi, iklim değişikliği konusunu gündemin arka sıralarına itti. Oysaki bu ay, art arda onuncu kez görülen normallerin üstündeki ortalama hava sıcaklığıyla tarihe geçti. 1900 yılına dek geriye giden verilere sahip Météo France’a göre, “Ülke çapında böylesine arka arkaya yaşanan on sıcak ay silsilesi daha önce eşi benzeri görülmemiş bir durum.” Geçen kış mevsimi, aralık ve ocak aylarında +2°C ve şubat ayında +3°C olan normallerin üstündeki hava sıcaklıklarıyla tüm rekorları kırdı. Bizler ise içimizi ferah tutmak için dikkatimizi atmosfer saydamlığındaki olağanüstü iyileşmeye vermeyi tercih ettik. Hindistan’ın kuzey kentlerinin ufuklarında Himalaya, Lyon ovalarından ise Mont Blanc dağlarının yeniden görünür hale gelmesi birer umut pırıltısı oldu. Üretimin önemli bir bölümünün durması nedeniyle, bu yıl sera etkili gaz salınımlarında benzeri görülmemiş bir azalmanın yaşanacağından kimsenin şüphesi yok (1). Ama tarihi bir düşüşün başlayacağına gerçekten inanabilir miyiz? Covid19, uygarlığımızın ne kadar da dayanıksız olduğunu ortaya çıkardı. Aşırı uzmanlaşma ve insanların, malların, sermayenin sürekli hareket halinde olması nedeniyle ya şanan küresel ekonomik büyüme modeline bağlı kırılganlıkları açığa çıkaran Covid19 iyileştirici bir elektroşoka neden olabilir mi? 2008’de yaşanan ekonomik ve mali kriz de gaz salınımlarında belli bir düşüşe yol açmıştı, ancak daha sonra salınım oranları yeni rekorlar kırarak hızla yükselmişti… Uluslararası işbirliği gerek Olası daha ciddi yıkımların habercisi olan halihazırda yaşanan sağlık alanındaki çöküş, yaklaşmakta olan iklimsel kaosun hem küçük ölçekli bir modeli hem de hızlandırılmış bir tecrübesi gibi görülebilir. Patojen virüslerin çoğalması, bir sağlık konusu olmaktan önce ekolojik bir soruna dikkat çekiyor: İnsan faaliyetlerinin doğa üstündeki büyük etkisi (2). Yeni toprakların sınırsızca işlenmesi vahşi dünyanın dengesini sarsarken yetiştiricilikte hayvanların bir yerde toplanmaları salgınların yayılmasını kolaylaştırıyor. Virüsün öncelikle en fazla gelişmiş ülkeleri et kilemesinin nedeni, yayılma hızının deniz ve özellikle havayolu ticaret ağlarıyla sıkı sıkıya bağlantılı olması. Bu ağların gelişimi ayrıca sera etkili gaz salınımlarını artıran vektörler arasında yer alıyor. Kısa dönemli, tam zamanında ve önlemlerin silikleştiği bir üretim mantığı bu iki alanda şunu gösteriyor: Bireysel kazanç, üstünlük avantajı ve rekabete verilen öncelik insanların öz yıkımına neden olabilir. Bazı halklar veya bölgeler diğerlerine göre daha kırılgan görünseler de salgın yavaş yavaş tüm gezegeni etkisi altına alıyor; aynı, küresel ısınmanın en fazla CO2 salınımı olan ülkelerle sınırlı kalmaması gibi. Böylece uluslararası işbirliği temel bir önem kazanmakta: Virüsü veya sera gazı etkili salınımları yerelde önlemek, eğer komşu ülkeler de aynı şeyi yapmıyorsa, nafiledir. Devamı 2. sayfada Borçları kim ödeyecek? Tüm ayaklanmalar ve devrimlerde olduğu gibi Sudan’da gerçekleşen “Aralık Devrimi” de gençliği harekete geçirdi. Bu bağlamda basının 2011’den beri kullandığı “gençlerin devrimi” lafı malumun ilamı oluyor. Aslında “Arap Baharı”yla başlayıp, şu an dünyadaki tüm önemli hareketlerde gördüğümüz yenilik, şimdiki zamanın iletişim teknolojilerinin kendi kendine örgütlenmeye büyük olanak sağlaması. Eylemlerde kadınlar ön sıralarda yer aldı. ÖMER EL BEŞIR’IN DEVRILMESINDEN BIR YIL SONRA... Sudan’daki ‘Aralık Devrimi’ GILBERT ACHCAR H artum, aynı potada eritilmiş fark lı renklerin peş peşe sıralandığı bir şehir: Kuzey Afrika ile Sahra Altı Afrika, siyah kültürü ile melez Arap kültürü, şehirlilik ile taşralılık, göreceli bir refah ile büyük bir sefalet. Tüm bu zıtlıklar, nüfusun yaşadığı üç bölge olan Hartum, Bahri (Kuzey Hartum) ve Omdurman’ın katmanlı ve uçsuz bucaksız alanlarında gözden yitiyor. Hatta bu öylesine yayvan bir alan ki biraz yüksek binaları görmek bir mucize (1). Muammer Kaddafi Libyası tarafından inşa edilmiş Otel Corinthia’nın, gemi yelkeni şeklindeki on sekiz katlı kulesi için Sudan’ın başkentinin Eyfel Kulesi denebilir. Sembolik değere sahip bu kuleden başka Britanya sömürgeciliği döneminden kalma binalar ve Ömer el Beşir’in resmi ortağı sayılan Çin’in son yıllarda inşa ettiği devlet binaları dikkat çekiyor. Bu resmi binalar arasında zevksiz mimarisiyle ön plana çıkanlar ise genelkurmay başkanlığının çevresindeki geniş alana yerleştirilmiş Sudan silahlı kuvvetlerinin farklı komutanlık binaları. Kendisi de asker bir diktatör olan ve on altı yıl iktidarda kaldıktan sonra 1985’te düşürülen Cafer Muhammed en Numeyri’nin devrilişinin yıldönümü için 6 Nisan 2019’da dev kalabalıklar tam da bu alanın önünde toplandı (2). Ertesi gün başlatılan genel grev ülkeyi durma noktasına getirdi. Dört gün sonra 11 Nisan’da ise devrilme sırası korkunç bir bilançoya sahip otuz yıllık başkanlığının ardından Beşir’e geldi. Ekmek zammı tetikledi Sudan halkının ayaklanması 19 Aralık 2018’de ekmek fiyatına yapılan zam ile başladı. Hükümet kamu harcamalarının yükü nü yoksulların sırtına bindiren neoliberal kuralları uygulamakta kararlıydı. Protestolar, 6 Nisan’daki aşamaya gelene kadar günden güne büyüyüp güçlendi. Genelkurmay başkanlığının önünde aralıksız şekilde toplanan kalabalığın amacı orduyu başkomutanından kurtulmaya teşvik etmekti. Görmüş geçirmiş Sudanlılar 1985’te Nimeiry’yi deviren askerlerin, iktidarı, yalnızca bir senenin sonunda seçilmiş sivillerden oluşan hükümete teslim ettiğini hatırlıyordu. Bir yandan da hepsinin belleğinde 2011’de Kahire’deki Tahrir Meydanı’nı dolduran kalabalıkların görüntüleri vardı. 11 Şubat günü, ayaklanmanın merkezi haline gelen meydandaki bu kalabalık, Mısırlı askerleri, otuz yıldır süren iktidarın ardından esasen kendilerinden olan Hüsnü Mübarek’ten desteklerini çekmeye zorladı. Devamı 7. sayfada L C AURENT ORDONNIER Yaşadığımız bu kriz sağlık krizi değil, ekonomik bir kriz. Hiç kuşkusuz Wuhan pazarında başlayan bu kelebek etkisi, küresel ve liberal kapitalizmin kırılgan hattını takip ederek ilerledi. Zaten bu küresel kapitalizm de kırk yıldır “kendi değer zincirlerini” düşük kâr vaat edip uğruna ölüp bitilen tapon mallara göre yeniden düzenliyordu; Pazara hâkim olma, ücret maliyetleriyle “bozulmamış ve serbest rekabet”, tam zamanında üretim, yalın üretim, doğal kaynakların yağmalanması, programlanmış bir değer yitirme, hastanelerde maske ve yatak sayılarının azaltılması, kemer sıkma önlemleri... Geri dönüş sorusu Krizin başlarında olsak dahi, iktisatçılar şimdiden “borçları kim nasıl ödeyecek?” sorularını sormaya başladı. Ekmeği kabartan maya gibi, maliyetler söz konusu olduğunda hareketlenen bu meslekte de sorular ekmek mayası gibi kabarıp ortalığı hareketlendiriyor. İktisatçıların bu soruyu sormak için böyle bir fırsatı kaçırması beklenmezdi. Bu seferlik haksız da değiller doğrusu. “Normale dönüş” bakış açısı ile ilgili ortaya çıkacak soru işaretlerinin belki de en önemlisi: “Geri dönüş nedir?”, ufku yeniden tıkamayacak yeni “bakış açıları” var mıdır? Ekonomik olan bu kriz, kapitalizm tarihinde bugüne kadar tanık olunan, bilinen hiçbir şeye benzemiyor. Ne klasik ne Keynesçi olan bu kriz, kurumsal ve teknolojik engeller ya da üretim etkenlerinin (sermaye, iş, doğal kaynak) yetersiz olmasından kaynaklanan bir arz şoku neticesinde olmadığı gibi, her ne kadar kırk yıldır yapısal olarak talep oluşturma rejimi çöküşte olsa da talebin ani biçimde çökmesinden de kaynaklanmıyor. Bu kriz, en çok üretim araçlarının büyük kısmının aniden durmasına neden olan iktidar kararlarından (ve az da olsa bireysel olarak alınan koruma tedbirlerinden) kaynaklanıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tahminlerine göre, dünya genelinde, işgücünün yüzde 38’ini temsil eden 1.25 milyar işçi bugünkü koşullarda ciddi bir üretim düşüşü ve işten çıkarma yüksek riski ile karşı karşıya olan sektörlerde istihdam ediliyor. Kilit sektörler arasında perakende ticareti, otelcilik, restoran ve imalat yer alıyor.” (1) ILO’ya göre, dünyada çalışma saatleri 2020 ikinci altı ayında yüzde 6.7 oranında azalma yaşayacak ve bu da tam zamanlı 195 milyon iş kaybına eşdeğer. BM tarafından yapılan bir çalışmaya göre, bu krizin getirdiği faaliyet azaltılması ve iş kaybı nedeniyle 500 milyon kişi fakirlik seviyesine düşecek (2). “Borçları kim ödeyecek?” sorusuna cevabın bir kısmı aslında şimdiden gözlerimizin önünde duruyor ve cümleyi kurmak için gelecek zaman kipi kullanmamıza gerek yok. Krizin ilk etkileri, zararının giderilmesi çok zor olacak mal ve hizmet üretiminde (faydalı ya da faydasız, zehirli ya da değil) yaşanan ani kayıplarda gözlemlenebilir. Bu kayıpların etkisini gerçekleştirilmeyen ya da satılamayan üretim sonucunda geliri azalan ya da uçup giden işçi kategorisi yaşıyor. Ancak ödenecek bedel ve buna karşı yapılacaklar konusu genellikle bu bakış ile ele alınmıyor. Devamı 6. sayfada HEPİMİZ BİRER ÇOCUĞUZ... S H ERGE ALIMI 3. sayfada
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear