Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
27 Eylül 2017 Çarşamba Akademi 3 Özgürleşmek, hakikati görebilmektir. Karl Marx (18181883) >> cümlenin ahlaki, siyasi sonucunu da ilan ettiği açık: Neyin doğru olduğu değil, bir şeye inanılıp inanılmadığı önemlidir. Artık dürüstlük, doğruluk ölçütüne uygun davranma değil; dürüst olunduğu konusunda bir inanç oluşturup oluşturamamaya bağlıdır. Neyin iyi olduğunu belirleyen şey, iyiye dair ortak bir ilke değil; bir şeyin iyi olduğuna dair bir inanç oluşturup oluşturamadığınızdır. l Yalanın dünyası Bu durumda yalan, hakikatin yerine geçebilir; çünkü insanları uygun araçlarla bir yalana inandırabilirsiniz. Hatta, ahlaken kötü olduğu düşünülen bir şeyin verili bir bağlamda iyi olduğuna da inandırabilirsiniz. Örneğin “Çalmayacaksın!” buyruğuna karşı bir eylem gerçekleştirdiğinizde, insanları o bağlamda o hırsızlığın faydalı olduğuna ve yapılan fiilin aslında çalmak olmadığına bile inandırabilirsiniz ya da hatta “çalıyor ama iş yapıyor” inancını pekiştirip çalmanın değil, çalıp da dağıtmamanın günah olduğuna dair bir inanç tesis edebilirsiniz. Neyin iyi neyin kötü, neyin haklı neyin haksız, neyin doğru neyin yanlış, neyin güzel neyin çirkin olduğuna dair bu türden bir inanılırlık zemini oluşturduğunuzda yaratılan dünya aslında bir görelilik dünyası değildir. Bu dünya, hakikatin yerine yalanın geçtiği bir dünyadır. Çünkü gerçek olmayan ama gerçekmiş gibi sunulan her şey yalandır. Hakikati, doğruluğu kendi eyleminin kılavuzu olmaktan çıkarıp eyleminin kılavuzluğunu o eyleme ilişkin “istenen algıyı” oluşturmaya terk eden kişi, dünyayı ortaklaşabilirlik, paylaşılabilirlik üzerinden değil; kendi ilgisi ya da çıkarına katabildikleri üzerinden kuracağı için, aslında bu durumda ortadan kalkacak olan şey insanlığın or tak bağıntısı olarak dünyanın kendisidir. Çünkü artık hakikatler çokluğuna bile değil, inanılmış yalanlar çokluğu lna bölünmüş bir alandır yaşanılan yer. Yalanın yararına inanma/Yalanı gerçek olarak kabul etme Burada iki sorun olabilir: Yalanın ya lan olduğunu bilerek ama yararlı olduğuna inanarak ona katılma ya da daha kötüsü yalanı gerçek olarak kabul etme. İlk durumda, ahlaken amaçaraç kategorisi, hayırlı amaçlar için kötü araçlar kullanılabileceği şeklindeki bir düşünme tarzı iş görüyordu ki, burada hâlâ bir hakikat kavramı geçerliliğini sürdürüyordur. Çünkü neyin iyi neyin kötü olduğuna dair inançtan bağımsız bir bilgi iş görüyordur. Ancak ikinci durumda, yalanın gerçek olarak inanıldığında artık hakikat yoktur. Herkesi, dünyayı paylaştığı, birlikte yaşadığı tüm diğerlerini, dolayısıyla paylaşılabilir bir ortak geçerliliği referansı dışına çıkaran, iknayı değil, inandırmayı merkeze alan hakikatsonrası bir çağda, aslında akılsal olan da devre dışı bırakılmıştır. Çünkü diğerini muhatap almayı, onunla karşılıklı bir kanaat değişimini temel alan iknadan farklı olarak inanma, akılsal gerekçelerle değil, hazır inanç kalıplarına uygunlukla sağlanır. Böylece esas olan ne olduğu değil ne olduğunu düşündürdüğünüzdür. Gördüğümüz şey madem Kant’ın dediği gibi görebildiğim şeydir, o halde görmeyi belirleyen şeyi, kelimeleri, hatıraları biçimlendirdiğinizde, uygun algıyı yaratır ve olan biteni olduğu haliyle değil, onu nasıl tanımladıysanız öyle görülmesini sağlarsınız. Artık hakikat, önünüzde duran şeyde değil, zihninizde biçimlenmiş olandadır. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırma kapasitesi, yargı, düşünme kapasitesi, biçimlenmiş inanç kalıplarıyla belirlendiğinde, söz konusu olan şey artık bir yargı, fikir, kanaat değil, tam tersine düşünülmemiş ama inanılmış bir katılmadır. Böylece, hakikat kaybolur ve yalan gerçek haline gelir. Bu nedenle, kelimeleri kim üretiyor ve öğretiyorsa, onun istediği biçimde görüyorsunuz demektir. Hakikat, inanılırlıksa artık, kelime öğretme gücüne sahip olanın da ellerindedir. Hakikatsonrası bir çağda olduğumuzun ilanı, artık hakikatin olmadığının ilanı, hakikat arayışı yerine taraftarlık arayışının geçtiğinin ilanıdır. Taraftarlık, eyleminizi, taraf olduğunuzun eylemini yargılamaksızın onun emrine ya da ona uygunluğa tabi kılmanız demektir. Onu sevmeniz, kendi temsilinizi onda görmeniz, aidiyet bağı demektir. Ahlaklılığı ve haklılığı taraftarlığa bağladığınızda, kendi temsilinize uygunluk iyi ve haklı olacaktır. Bu durumda bu iyiye katılmayanla ilişkiniz, dışlama, nefret, aşağılama, düşmanlık olacaktır. Yalanın hakikat yerine geçtiği dünya, artık hiçbir ortaklığın aranamayacağı kadar yarılmıştır. lSiyasal alanın kapatılması Ortaklığın tesisini imkânsızlaştır mak, bir tür herkesin ahlakı kendisine olan bir dünya tanımlamaktır ve aslında siyasal alanı tümüyle kapatmaktır. Siyaset, ortak yaşam kurma sanatıdır ve bu sanat “zevkler ve renkler” hiyerarşisine teslim edildiğinde, siyaset artık imkânsızdır. Çünkü siyaset, konuşmayı, iknayı, ortaklaşabilme iddiasını, paylaşma arzusunu talep eder. Konuşmak, paylaşmak için kelimelerin ortaklaşması gerekir. Kelimeleriniz farklı olduğunda, önünüzdeki gerçeğe dair ta nımlarınız farklılaştığında konuşamazsınız. Sözün tümüyle devre dışı bırakıldığı, sayısal ya fiziki gücün kontrolü altına girileceği bir siyasal alan aslında artık siyasal alan değil, daha iyi olanın kazanacağı bir rekabet alanı değil, daha güçlü olanın kontrol edeceği bir tahakküm alanıdır. lYaşadığımız dünya hali Sanki yaşadığımız dünya halinin ta nımlanması gibi değil mi hakikatsonrası çağ ilanı? Eğer yaşadığımız hali insanca bir yaşam hali olarak tanımlamıyorsak, hâlâ hakikat peşinde koşuyoruz demektir. Çünkü yalanın gerçek olduğu bir dünyada, mevcut olan mevcut olabilme gücü nedeniyle doğallaştırılmıştır da. Eğer bu hali doğal görmüyorsanız, zihninizde önünüzde duranı kendi yargınızla görme gücüne sahip olmamızı sağlayan kendi kelimeleriniz var demektir. Öyleyse, aslında kendi olabilmek için, hakikati kaybeden yalangerçek örüntüsünü, perdesini kaldırmak gerek. Hakikati aramak, görüneni gerçek olmayan olarak ilan etmek değildir. Görüneni görülmesi istenen biçimde görmenizi sağlayan kalıplardan kurtulmak ve belki de sadece şu basit soruyu sormaktır: “Aslında ne oldu?” Bunun için de kelimeleri çoğaltmak, yeni kelimeler öğrenmek gerek. Başka türlüsü, adaleti, iyiyi, doğruyu, güçlünün eline bırakan bir dünyaya teslim olmaktır. n 1 Daniel J. Boorstin’den aktaran Ralph Keyes, The PostTruth Era: Dishonesty and Deception in Contemporary Life (New York: St. Martin’s Press, 2004), 9. 2004’te Ralph Keyes’in kitabıyla birlikte dolaşıma giren “hakikatsonrası” kavramı 2016’da Oxford Sözlükleri tarafından yılın kelimesi seçildikten sonra yeni bir popülerlik kazandı. Keyes’in kitabının Türkçesi HakikatSonrası Çağ: Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma başlığıyla Delidolu Yayınları tarafından yayımlanacak.