24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 HAZİRAN 2008 CUMA bilim/vaziyet C Yağmur Deniz 17 Şerif Mardin ve Cumhuriyet Osman BAHADIR rof. Dr. Şerif Mardin, geçen yıl tartışmalar yaratan “mahalle baskısı” kavramının doğru anlaşılmadığını düşünerek bu kavrama daha fazla açıklık kazandırmak isterken şunları söyledi: “Cumhuriyette iyi, doğru ve güzel hakkında çok derine giden bir düşünce yok... Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız...Öğretmenin dünya görüşünde iyi, doğru ve güzel olmayınca, orada olmayan diğer elemanlar geliyor. Mahallenin kendisine baktığınız zaman, orada gerçekten iyi, doğru, güzel hakkında bir düşünce var. Nedir o düşünce? İslami düşünce tarzı.” (Radikal, 25 Mayıs 2008.) Prof. Mardin bu sözleriyle, İslami düşünce tarzının cumhuriyet öğretisinden daha iyi, doğru ve güzel bir tarz olduğunu söylemiyor elbette. Onun ileri sürdüğü şey, Cumhuriyetin iyi, doğru ve güzel hakkında İslami düşünce kadar sistematik, kapsayıcı ve derine giden bir öğretisinin bulunmadığıdır. Acaba gerçek böyle midir? Prof. Mardin’in iyi, doğru ve güzel kavramlarıyla ne kastettiğini bilmiyoruz. Belki o daha sonra, mahalle baskısı kavramı için yaptığı gibi bu kavramların da tanımlandığı yeni bir açıklama yapma gereğini duyacaktır. Ama biz burada Cumhuriyetin iyileri, doğruları ve güzelleri ve bunların derinliği hakkında bir deneme yapabiliriz. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda son durum: Önce çok “çek”tik, sonra çok “çek”tirdik! P limsel, tıbbi ve aynı zamanda sosyal zaferin, dünya bulaşıcı hastalıklarla mücadele tarihindeki yeri baş sıralardadır. Bu muazzam zaferi sağlayan Cumhuriyet öğretisi, en iyi, en doğru ve en güzel olarak nitelendirilmeyi hak etmiyor mu? ğu yönündeki düşüncesini doğrulamıyor mu? İKİ NEDEN Cumhuriyetin iyiyi, doğruyu ve güzeli yaratma hedefinin tam olarak başarıya ulaşamamış olmasının birbiriyle bağlantılı iki temel nedeni vardır. Birincisi, bilimsel düşünceyi yaymak zordur, bu hedef çok büyük kadro, inanç, kaynak, çaba ve zaman ister. Cumhuriyet öğretisini oluşturacak, yayacak ve geliştirecek güçler, tüm gayretlere rağmen gerekli kritik kütleye ulaşamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri de elbette Cumhuriyetin başlangıç noktasının çok geri bir düzeyde olmasıdır. İkincisi ise Cumhuriyetin, geri bir tarım ülkesinde bir tarım ve toprak devrimi yapmayı başaramamış olmasıdır. Bunun nedeni de hiç kuşkusuz toprak devrimine kalkışma gücünü kendisinde bulamamasıdır. Uluslar tarihinde toprak devrimleri ya burjuvazinin ya da işçi sınıfının desteğiyle yapılmıştır. 20’li ve 30’lu yıllar Türkiye’sinde neredeydi bir toprak devrimine destek verecek burjuvazi ya da işçi sınıfı? Atatürk köklü bir toprak reformu yapılmasını hep düşündü ama buna girişemedi. Orta ve büyük toprak sahiplerinin önemli bir kısmı milli kurtuluş savaşında yer almışlardı. Onları doğrudan karşısına alması, kendi iktidarını tehlikeye düşürebilirdi. İsmet İnönü de 40’lı yıllarda bir toprak reformu düşüncesinden hâlâ vazgeçmiş değildi. Ama bu girişiminde dayanacağı gücü bulmakta zorlanıyordu. 1945’te çıkarılan ve tüm yetersizliğine rağmen fakir köylüler lehine önemli yararlar sağlayabilecek olan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu bile kâğıt üzerinde kaldı. Zira büyük toprak sahiplerinin parlamentoda büyük bir gücü vardı. (Bu kanunu uygulamakla yükümlü bakan, o dönemin en büyük toprak sahiplerinden Cavit Oral’dı.) İsmet İnönü toprak reformunda dayanabileceği güç olarak Köy Enstitüleri’nin desteğini de düşündü. Köy Enstitüsü mezunlarının sayısı 200.000’e ulaştığında artık böyle bir gücün, toprak devrimi girişimine yetebileceğini düşünmüştü. Ama toprak ağaları ve onların siyasi temsilcileri, ne kapsamlı bir toprak reformuna, ne de Köy Enstitüsü mezunlarının sayısının 200.000’e ulaşmasına izin verdiler. Laiklik karşıtı gelişmelerin ve Kürt sorununun bugünkü durumlarına gelmesinde ve ekonomik yapının olumsuz bazı özelliklerinde, ülkemizde bir toprak devriminin yapılamamış olmasının belirleyici bir rolü vardır. Prof. Dr. Mardin, “Bizim Cumhuriyet öğretimizde, iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştıralım diye bir şey yok. Bizde binlerce sayfa tartışma bulamazsınız” demektedir. Bu iddia da doğru değildir. Özellikle de harf devrimine kadar olan dönemde Cumhuriyet öğretisinin iyiyi, doğruyu ve güzeli araştırmaya yönelik tartışmaları içeren on binlerce sayfalık kapsamlı bir literatür vardır. Cumhuriyetin kendi ideolojik temellerini oluşturduğu bu döneme ait literatüre, bunlar harf devriminden önce yayınlanmış oldukları için doğrudan ulaşılamıyor. Ancak bu literatürün bazı önemli bölümleri yeni harflerle yayımlanmıştır. Bunlar bile on binlerce sayfayı bulmaktadır. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinin, 2005 ve 2006 yıllarında, Cumhuriyetin ilk 10 yılının ortadaki üçte birlik bölümünde yayımlanmış olan Hayat dergisinden seçerek çevrimyazılarını yayımladığı 50 makale de, bu literatürün bir parçası ve örneğidir. Sadece bunların okunmasıyla bile, Cumhuriyet öğretisinin, iyiyi, doğruyu ve güzeli bulma konusunda ne kadar derinlere yönelmiş olduğunu görebilmek mümkündür. İKİ FARKLI ÇOCUK Osmanlı mahallesinin fakir çocuğu, hocasına verebilecek birkaç mecidiye bulabilirse mahalle medresesinde Aristoteles’ten kalma bilgiler edinebiliyor ve Arap harfleriyle okuma ve yazmayı da doğru dürüst öğrenemeden mektepten çıkıyordu. Cumhuriyetin fakir çocuğu ise parasız yatılı bölge okullarında devlet hesabına modern bilgilerle eğitim görme imkânını buldu. Devlet desteği olmasa kaybolup gitmiş ola ANADOLU basını şu sıralar ayağa kalkmış durumda. “İsyan”ı yerel bir gazeteci dostumuz anlatıyor: “AKP geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Anadolu basınını, yerel gazetelere verilen ilanları kesmekle tehdit etti. Ama bu tehdidi 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda yapılacak ilgili madde değişiklikleri ile ‘usulünce’ gündeme getiriyor. Yapılacak düzenlemeye göre ihalelere ilişkin yerel gazetelerde yayımlamakta olan ihale ilanlarının yayım zorunluluğu kaldırılıp, aynı ilanların elektronik ortamda, yani internet ortamında duyurulması öngörülüyor. AKP’nin birinci cingözlüğü ortalama 15 bin çalışanı bulunan bin 300 civarındaki yerel gazetenin elindeki bir hakkı önce gasp etmek veya gasp edecek yasal düzenlemeleri yapmak, ardından da gelen tepki, talep ve ricalar üzerine Anadolu basınına sadaka şeklinde iane dağıtmak. AKP’nin bu Anadolu basını ianeyi dağıtması için şimdi tüm Anadolu basını olarak AKP’ye yalvarmamız, bu yakarışlarımız kabul olunursa da AKP’den hayır dualarımızı esirgemememiz gerekecek! İkinci cingözlük ise, kamu ihale bültenlerinin ücretli olarak yayımlanacağı sitelere üyelik ve aboneliklerde yapılacak. Kamu kuruluşu bir gazeteye ilan verip bedel ödemek yerine, tüm işletmeler önemli bedeller ödeyip bu sitelere abone olacak, böylelikle bir yerine binlerce, yüz binlerce üye nasılsa kümeste oldukları için yolunacak. Yolanların kimler olacağını izleyip daha sonra öğrenebileceğiz. Yerel müteahhit, taşeron, kü çük işletme sahiplerinin ödeyecekleri üye aidatları bir yana ödeyemeyenler asla ihalelerden haberdar olamayacakları gibi, yerel işler, yerel hizmetler ulusal büyük firmaların kontrol ve rekabetine açılarak, küçük işletmeler ezilecek... Anadolu basını tek bir ses, tek bir yürek protesto ediyor, yazılar yazıyor, yöre milletvekillerinden yardım talep ediyor. İlişkileri iyi olanlar bu yalvarışları hükümete kadar taşıyor. AKP yarın öbür gün, geçen yıl da benzeri düzenlemelerde olduğu gibi Anadolu basınına bu haklarını tekrar vermeyi kabul edip, rıza eylerse biz de hayır dualarımızı onlardan asla esirgemeyeceğiz! Kimsenin çıkıp şunu söyleyemediği ortamda haykırmak lazım: Kavga etmediğiniz ne ordu, ne üniversite, ne yüksek yargı, ne ulusal basın kaldı. Oldu olacak Anadolu basınıyla da bu kavgayı başlatın. 15 bin küsur çalışanla biz Anadolu’da kavgaya hazırız!” Yüksek Yerilim Hattı erdincutku@yahoo.com Fethullah destekli AKP parçalanmaya engel olmaya çalışıyor: Bitpazarına Nurcu yağıyor! Kayikc¸i İstemi Sel: “Haliç kayıkçısından Kaptanı Derya yaratmaya kalkışırsanız olacağı budur: Koca gemiyi lök gibi karaya oturtur!” Tarih AKP’Lİ Müslümanlardan Rize Milletvekili Lütfi Çırakoğlu, geçenlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bir konuşmasında Kurtuluş Savaşı kahramanlarından ve ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü için “millet düşmanı” tanımı yapınca bir dostumuz Mayıs 1959’daki Uşak olayını anımsattı. Dönem, Demokrat Parti’nin “mutlak iktidar” dönemi. Muhalefet lideri CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Ege bölgesinde çıktığı bir yurt gezisinden trenle İstanbul’a geçmek üzere Uşak garına geldiğinde bir grup Demokrat Partili militan yolunu kesip yuhalamaya başlar. Güruh büyük bir taşkınlık içinde bağırırken İsmet İnönü, çevresindekilere “Ayıptır, ayıptır” diyerek Demokrat Partili militanların üstüne doğru yürümeye devam eder. Bu sırada güruhun içinden bir taş atılır ve İsmet İnönü’nün başı yarılır. İnönü, başından akan kana aldırmadan trene doğru yürüyüşünü sürdürür. İsmet İnönü’nün kanlar içinde olmasına rağmen yürüyüşünü dimdik sürdürmesi ve üstlerine doğru gelmesi İKİ FARKLI ÖZELLİK Cumhuriyet öğretisinin, Osmanlı düşünce ve yaşam tarzından temelden farklı iki özelliği vardır; birincisi, evrene ve yaşama bakışta bilimin ve bilimsel düşüncenin temel alınması, ikincisi, ulusun egemenliği ilkesi. Başka bir deyişle yaşamda dinsel bakışın yerine biBilimin ve ulusun limsel bakışın geçegemenliği ilkesi, mesi ve dışarıda yabancı güçlere ve iyi, doğru ve içeride de hanedana kulluk yerine, güzel bir ilke bağımsız ve eşit değil haklara sahip yurttaşlardan oluşmuş, midir? uluslar topluluğunun eşit bir üyesinin yaratılması. Cumhuriyetin ana öğretisi budur. Bu öğretinin ne ölçüde gerçekleştirilebildiğine cevap verebilmek için bütün Cumhuriyet döneminin kapsamlı bir analizinin yapılması gerekir. Ama şimdi burada öncelikle sormamız gereken bir soru var. Bilimin ve ulusun egemenliği ilkesi, iyi, doğru ve güzel bir ilke değil midir? Atatürk’ün sağlığında bu temel ilkenin ışığında çok önemli dönüşümler sağlandı. Öncelikle eğitim birliği gerçekleştirildi ve bilimin ışığının tüm ülkeye kısa sürede yayılması için gerekli çalışmalar yapıldı. (Mardin’in, dünya görüşlerinde iyi, doğru ve güzelin olmadığını söylediği fedakâr ve bilinçli öğretmenler bu dönemde inanılması güç bir eğitim zaferini yarattılar). Ama bu sırada çok hayati nitelikte başka sorunlarla da uğraşıldı. Yeni kurulmuş Cumhuriyetin insanları sadece eğitimsiz değildi, fakat aynı zamanda tıbbi olarak da hastaydı. 1920’ler Türkiye nüfusunun yarısından fazlası sıtma, verem, frengi, trahom gibi hastalıklardan kırılıyordu. 1920’ler Cumhuriyet Türkiye’si, doğan iki çocuktan birinin bir yıl içinde öldüğü bir ülkeydi. Cumhuriyet yönetimi, modern bilimin ve tıbbın ışığında ve aynı zamanda eşit yurttaşlardan oluşan bir ulus olma ve yaratma bilinç ve idealiyle bu felaketi 10 yıl içinde yok etti. Bu büyük bi cak olan bu fakir Anadolu çocukları arasından bugünkü bilim ve sanat dünyamıza büyük katkılarda bulunmuş yüksek yetenekler çıkmıştır. Osmanlı mahallesinde kadınların kadıya işleri düşmeyegörsündü. Ne erkeklerle miras eşitliği hakkına sahipti, ne de kadı karşısında erkeklerle eşit derecede söz geçerliliği hakkına. Cumhuriyet öğretisi erkek ile kadın arasında her bakımdan hak eşitliği sağlamaya çalışmıştır. Ülkemizde kadınlar ancak Cumhuriyetle iş ve eğitim yaşamında erkeklerle yan yana yer alabilmişlerdir. Osmanlı mahallesindeki kadının, evinin avlusunun ötesinde bir yeri olabildi mi? Bütün bu gerçekleri Cumhuriyetin 85. yılında tartışmak zorunda kalmamız gerçekten çok acı. Oysa şimdi dünya biliminin ve demokrasisinin önde gelen ülkelerinden biri olarak insanlığa olan katkılarımızı nasıl daha yükseklere çıkarabileceğimizi tartışıyor olmamız gerekmez miydi? Prof. Mardin, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerini de çok derin bulmuyor. Oysa derinliği bu ifadedekinden daha fazla bir siyasi ve sosyal vecize olabilir mi? Bu ifade, gerçekte insanlığın tüm yüksek ideallerinin birleştiği ve billurlaştığı bir ifadedir. Bütün savaşların temel nedeni, baskı ve eşitsizliktir. Sonsuz dünya barışı, tüm yeryüzünde ülkeler arasındaki ve ülkelerde de sınıflar arasındaki baskı ve eşitsizliklerin giderilmesiyle sağlanabilecektir ancak. İşte Atatürk’ün bu vecizesinden yansıyan büyük gerçek de budur. Atatürk, insanlığın büyük tarihsel gelişiminde ilerlemeyi sağlayan temel hareket ettirici gücün bilim olduğunu düşünüyordu. Onu çağdaşı büyük politikacı ve filozofların birçoğundan ayıran ana farklılık budur. Uluslararası sınıf mücadelesi elbette çok önemlidir ve bu mücadele geçen yüzyılın başlarındaki düzeyinde olmasa da önemini bugün de korumaktadır. Ama uluslararası gelişmeler, Atatürk’ün uygarlığın gelişimindeki temel faktörün bilim oldu karşısında Demokrat Partili güruh korkar ve kenara çekilip yol açar. İsmet İnönü; güruhun içinden geçip trene biner ve İstanbul’a doğru yola çıkar. Bu olay üzerine Aziz Nesin, Akşam gazetesindeki köşesinde “Yürüyen Tarihtir” başlıklı bir yazı yazar. Uşak olayını anımsatan dostumuz, Aziz Nesin’in bu yazısını da anımsatıp Nesin Vakfı’ndan edinmemizi ve tekrar yayımlamamızı önerdi. Güzel bir öneriydi. Ancak bildiğiniz gibi Aziz Nesin’in kurduğu Nesin Vakfı’nı şu sıra oğlu Ali Nesin yönetiyor ve başta sıkmabaş dayanışması olmak üzere İslamcı iktidarla arası çok iyi. Ali Nesin’le İslamcıların arasını bozmak bize yakışmaz; onun için artık Nesin Vakfı’ndan bir talepte bulunmamız söz konusu olamaz. Ama Aziz Nesin’in o yazısını da dostumuzun anımsadığı kadarıyla özetleyelim: İsmet İnönü’yü Yunan Başkomutanı Trikopis’i esir aldığı yerde; başına taş atarak yaraladılar. Alnından akan kana rağmen İnönü güruhun üzerine yürüdü. Güruh kenara çekildi. Neden kenara çekildi? Çünkü yürüyen tarihti; karşısındakiler ise coğrafya. Tarihin karşısında coğrafya hep kenara çekilir! Yo¨netir Necati Cebe: “Yargı bağımsız olmasa ülkeyi çok iyi yönetirim, diyen başbakanı da gördük.” Ku¨p Suavi Özyiğit: “İktidar sayesinde küplerini dolduranlar, yargı karşısında küplere biniyor!” Tarih Merih Ulus: “Bir tarih tayyip oluyor; bir tayyip tarih oluyor! Meraklısına; tayyip veya tayyib Arapça sıfat olup, güzel demektir.” AKP, işine gelince liberalmiş... “Bildiği tek iş de bu zaten!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Ya ‘Tuzla’nın Durumu? lüm kazalarında, unutulmaz madenci dramlarını bile unutturan “Tuzla tersaneleri” sadece geçici kapatma cezalarıyla düzelebilir mi? Soruya “hayır” diyen sendikalar, meslek odaları ve uzmanlar, sorunun temelinde işçi hakları ve iş güvenliği alanındaki “sorumsuz işverenleri kayıran” sistemin yattığını söylüyorlar... Bu öyle bir “sistem” ki güvenli çalışma koşullarını sağlamak ne kadar “ihmal” edilirse edilsin, sonunda suçlu bulunan “uyarılara uymayan” işçiler oluyor; çünkü artık nalburlarda bile satılan “dikkatli olun” türünden göstermelik levhaların asılması yeterli görülüyor... Nitekim Tuzla’da, 100’e yaklaşan işçi ölümlerinden “suçlu” sayılmak bir yana, “sorumlu” tutulan tersane sahibi de yok denecek kadar az... Dahası, geleneksel “kayırma”larla öylesine şımarmışlar ki “gemi mühendisleri”nin basın toplantısını bile “engel”leyecek kadar pervasızlar... Gemi Mühendisleri Odası Başkanı Tansel Timur, 23 Mayıs’ta 100’ü aşkın üyesinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda yaşananları bakın nasıl anlatıyor: “Geçici kapatmalar yerine kalıcı önlemlerimizi açıklarken ‘tersanelerimizden elinizi çekin’ yazılı pankartlar taşıyan bir grup, zor kullanarak alanı bastı. Meğer bize inat, aynı yerde ve saatte toplantı düzenleyen GİSPİR’in (Gemi İnşa Ö İLK KADIN KALITIMI ÇÖZÜLDÜ Hollandalı bilim insanları ilk kez kadının kalıtımını neredeyse tümüyle çözmeye başardılar. Genetikçi Merjolein Kriek araştırma için kendi DNA’sını verdi. Leiden Üniversitesi’nden yapılan açıklamaya göre araştırmaya Kriek de katılmış. Araştırma sonuçları verilerin kontrol edilmesinden sonra yayımlanacak. Bugüne kadar çözülen dört erkek kalıtımından ilkinin okunuşu 2001 yılında tamamlanmıştı. Dört erkeğin kalıtımının çözülmesinden sonra bilim insanları şempanze, köpek, kedi, sığır ve bir de gagalı memelinin kalıtımını okumuşlardı. Bilim insanları son yıllarda kanser gibi hastalıklara neden olan çok sayıda gen saptamalarına rağmen henüz bu konuda yeni tedavi yöntemleri geliştirilemedi. Sanayicileri Birliği) adamlarıymış...” Bu kaba engellemeye rağmen medyada da “mühendislerin toplantılarını bastıran işverenler”in görüşleri yer almasın mı? Akla “timsah gözyaşları” deyimini getiren “yanlı haber”ler karşısında Tansel Timur diyor ki; “Tuzla’nın iş kazaları bahane edilerek ‘taşınma’ görüntüsü altında tersane ve üretim alanı olmaktan çıkarılma çabalarını boşa çıkarmaya ve gemi yapım, bakımonarım sanayimizin rant kavgalarına kurban edilmesini engellemeye kararlıyız...” Oda başkanının altını çizdiği “rant kavgası”, Tuzla’daki diğer birçok yatırımın da temel karakteri... 1400 yılında Yıldırım Beyazıt’ın Bizans’tan aldığı Tuzla, 1980’lerin sonuna kadar yüzlerce yıl, sadece balıkçılık ve çiftçilikle yaşadı. Bugün, büyük çoğunluğu sigortasız ve sendikasız olan 25 bin kişinin çalıştığı tersaneler ile yakın geçmişte Zeytinburnu’ndan buraya taşınan “Kazlıçeşme dericileri”nin yeni fabrikaları, sayısız davalara ve çatışmalara konu olan “imar oyunları”yla yaygınlaştı. Şehircilik kurallarının tümüyle çiğnendiği sanayi yapılaşmasıyla birlikte, ormanlık alanları tahrip eden F1 pisti tesisleri; ağaç katliamına dönüşen bağlantı yolları ve “Formula’ya komşuluk” tanıtımıyla pazarlanan yeşil düşmanı villa siteleri... Bütün bunlar, aslında “İstanbul bütünü” için korunması öngörülen doğal yaşam alanlarının, denetimsiz ve “siyasal himaye”li yerel yetkilerle yağmalanmasına doruktaki örnekler... Ayrıca Sabiha Gökçen Havalimanı; İTÜ Denizcilik Fakültesi, Piyade Okulu ve Deniz Harp Okulu da ilçedeki imar yoğunluklarının sürekli arttırılmasına “bahane” oluşturan “çekici”likler. Hele, daha önce “ağaçlandırılacak alan” olarak belirlenen orman arazisini bile, “gecekondulaşmaya karşı koruma” gerekçesiyle “Sabancı Üniversitesi’ne tahsis” etmek ise rant hırsının ne denli egemen olduğunu gösteriyor... Tuzla işte bu durumuyla artık, havası kirli, denizi “gri”leşmiş, yeşili işgal altında, sanayisi altyapısız ve ilkel, çağdışı çalışma koşulları ile en lüks villalara aynı anda ev sahipliği yapan belediyesinin yetersiz kaldığı bir çelişkiler dünyası... O kadar ki tarihi Ayazma’sını, İstanbul’un en ünlü “mesire”leri arasına katan birkaç asırlık çınar ağaçları bile, belediye tesisleri inşaatlarına kurban edilebiliyor... Sözün kısası, tersane felaketine çözüm aranırken sadece gemi yapım ve onarım “işyerleri”nde değil, belki de tüm Tuzla ilçesindeki yasadışı ve kuralsız düzenin sorgulanması gerekiyor. Çünkü tersaneler de aynı “talan dünyası”nın bir parçası... ekinci?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear