28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

9 MAYIS 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Film festivali 1425 Mayıs tarihleri arasında yapılacak C Figür Küçük Ama... 15 Cannes 61. yaşına hazır Uğur HÜKÜM PARİS 14 25 Mayıs tarihleri arasında yapılacak Cannes Film Festivali her yıl olduğu gibi son an katma ve tamamlamalarıyla 61. yaşını kutlamaya hazır. Bu sene 3 Ocak’tan beri bildiğimiz Amerikalı aktör ve yönetmen Sean Penn’in dışında, 23 Nisan’da açıklanan 6 üyeye 29’unda eklenen 2 yeni kadın üye, Jeanne Balibar ve Marjane Satrapi ile festivalin uzun metrajlı “Resmi Yarışma Jürisi” tamamlandı. Yukardaki üç kişilikten başka, 3 oyuncu ve 3 yönetmen 2008 hasatını değerlendirip, en başarılı bulduklarına Altın Palmiyeleri verecekler: Alfonso Cuaron, Apichatpong Weerasethakul, Rachid Bouchareb, Alexandra Maria Lara, Natalie Portman ve Sergio Castellitto. İR TÜRK FİLMİ ‘ÜÇ MAYMUN’ 23 Nisan’da duyurulan 19 filme eklenen üç yeni film ile “Resmi Seçme” pistindeki 22 film de belirlenmiş oldu. Böylece resmi sıralamayla: “Üç Maymun”, Nuri Bilge Ceylan; “Le Silence de Lorna/Lorna’nın Sessizliği”, JeanPierre et Luc Dardenne; “Un conte de Noël/Bir Noel Masalı”, Arnaud Desplechin; “Changeling”, Clint Eastwood; “Adoration/Tapınma”, Atom Ego9 film ve “Cinéfondation” bölümünde de 17 kısa metrajlı eser yarışıyor. Bu sene 40. baharını kutlayacak “Yönetmenlerin Onbeş Günü”nde (1525 Mayıs) 4’ü Fransız yönetmenli 9 Fransız yapımı toplam 22 film gösterilecek. 17 yıldır film çekmeyen Polonyalı usta Jerzy Skolimovski’nin “Quatre nuits avec Anna/Anna ile Dört Gece” başlıklı filmiyle açılacak Onbeş‘lerde “40x15” isimli Olivier Jahan belgeseli ilgiyle bekleniyor. Festivalin son önemli bölümü 47. “Eleştirmenlerin Haftası” (1523 Mayıs) 7 uzun, 7 de kısa metrajlı film seçmiş. Daima bir ilk veya ikinci filmin gösterildiği kategoride bu yıl Avrupa filmleri ağırlıklı. Heyecanla beklenen film ise Bosnalı genç kadın yönetmen Aida Begic’in ilk çalışması “Snijeg/Kar”. 7 uzun metrajdan 5’i, diğer bölümler dahil ilk filmlere verilen “Altın Kamera”ya da aday. “Altın Kamera” jürisinin başkanıysa Bruno Dumont. Erken konuşmasını seven bazı Türk basın mensuplarının Cannes seçici ve düzenleme komitesinin 23 Nisan resmi açıklamasını beklemeden yazdıklarının aksine Türk sineması bu yıl son yıl(lar)a oranla çok zayıf temsil edilecek. Nuri Bilge Ceylan’ın başarısını teslim eden seçmeciler Türk sinemasının hayallerini bir başka bahara taşıdı. 23 Nisan’da duyurulan 19 filme eklenen üç yeni film ile “Resmi Seçme” pistindeki 22 film de belirlenmiş oldu. Resmi sıralamada, Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” filmi de yer alıyor. yan; “Waltz with Bashir/Bashir ile Vals”, Ari Folman; “La frontière de l’aube/Şafağın Sınırı”, Philippe Garrel; “Gomorra”, Matteo Garrone; “24 City/24 Kent”, Jia Zhangke; “Synecdoche, New York”, Charlie Kaufman; “My Magic/Benim Büyüm”, Eric Khoo; “La Mujer sin CabezaBaşsız Kadın”, Lucrecia Martel; “Serbis”, Brillante Mendoza; “Delta”, Kornel Mundruczo; “Linha de Passe”, Walter Salles ve Daniela Thomas; “Che”, Steven Soderberg; “Il Divo”, Paolo Sorrentino; “Leonera”, Pablo Trapero; “The Palermo Shooting/Palermo Çatışması”, Wim Wenders. Ve son eklenen, “Entre les murs/Duvarlar Arasında”, Laurent Cantet; “L’Aveuglement/Körleşme”, Fernando Meirelles; “Two Lovers /İki Âşık” James Gray ile tüm yarışmacılar kesinleşmiş oluyor. Ayrıca ‘Yarışma Dışı’ gösterilecek Woody Allen, JiWoon Kim, Mark Osborn ile John Stevenson, Steven Spielberg ve Barry Levinson’ın yönettikleri 5 ‘Resmi Seçme’ filmi de bulunuyor. Yarışma ve festivali 14’ünde Fernando Meirelles’in filmi açarken, ABD’li sinemacı Barry Levinson’un başrolünü ünlü aktör Robert de Niro’nun oynadığı yarışma dışı “What just happen” başlıklı filmi kapatacak. Ayrıca En İyi Film Altın Palmiye’sini Robert de Niro verecekmiş. B ‘BELLİ BİR BAKIŞ’ Jüri başkanlığını Türk asıllı Alman yönetmen Fatih Akın’ın yaptığı “Belli Bir Bakış” bölümünde 5’i ilk film olan 20 eser var. İlki 1978’de düzenlenen ve sıra dışı yönetmen ve filmleri ödüllendirmeyi hedefleyen bölümün açılışı Steve McQueen’in “Hunger” isimli filmiyle yapılacak. Festivalin, jüri başkanlığını Tayvanlı yönetmen ve yapımcı Hou Hsiao Hsien’in üstlendiği “Kısa Metrajlı” resmi dalında Türkiye’yi Özkut ile Ungan temsil edecek Zeynep ALTAY Türkiye Felsefe Kurumu (TFK) Çocuklar İçin Felsefe Birimi’nin 9 Mart’ta 10 merkezde düzenlediği 12’nci Türkiye Felsefe Olimpiyatı’nın ödül töreni Kocaeli’de yapıldı. 500’ün üzerinde öğrencinin katıldığı olimpiyatta ilk 10’a giren genç felsefeciler ödüllerini birinci olan Nur Banu Özkut’un okuduğu Gebze Türk Eğitim Vakfı (TEV) İnanç Türkeş Özel Lisesi’nde aldılar. TFK Çocuklar İçin Felsefe Birimi Başkanı Nuran Direk, kurum adına desteklerinden dolayı TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi Müdürü Azmi Özkardeş ve felsefe öğretmeni Rasim Kaya’ya, müzikleriyle töreni renklendiren vokalistlere, etkinliği titizlikle izleyen Kocaeli basınına teşekkür etti. Dereceye giren öğrenci ve okulları kutladı. TFK yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Sevgi İyi, az da olsa Türkiye’de felsefe adına sevindirici çalışmalara imza atıldığını belirtti. Konuşmaların ardından 12’nci Türkiye Felsefe Olimpiyatı’nda sıralamada ilk 10’a giren öğrencilere ödülleri TFK üyeleri ve öğretmenleri tarafından verildi. Antalya, Samsun ve İzmir’den dereceye giren öğrencilerin ulaşım nedeniyle gelemediği törene, İstanbul’dan dereceye giren 3. Ezgi Bereketli ve 4. Alican Çamcı (Amerikan Robert Lisesi), 9. Ebru Zümrüttaş (İstek Acıbadem Fen Lisesi), 10. Naz Deniz Ak (St. Pulcheire Fransız Lisesi) ve öğretmenleri de katıldı. Birinci olan TEV İnanç Türkeş Lisesi’nden Nur Banu Özkut ile ikinci olan İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencisi Mehveş Unğan, 1722 Mayıs günleri Romanya’da yapılacak Dünya Felsefe Olimpiyatı’nda (IPO) Türkiye’yi temsil edecek. Özkut ve Unğan denemelerini olimpiyatın resmi dillerinden İngilizce olarak yazacaklar. ‘Gitmek’e New York’tan ödül Kültür Servisi İstanbul Film Festivali’nde Ayça Damgacı’ya ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü getiren ‘Gitmek’ adlı film, yönetmen Hüseyin Karabey’e ise New York Tribeca Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülü ile birlikte 25 bin dolarlık para ödülünü de kazandırdı. Seçici kurul yaptığı açıklamada, Karabey’in ödüle, yarattığı çağdaş ve benzersiz kadın karakteri nedeniyle değer görüldüğünü belirttti. 2002 yılından bu yana Robert De Niro öncülüğünde düzenlenen ve 7’ncisi sona eren ‘Tribeca Film Festivali’ne bu yıl en iyi film ödülünü İsveç yapımı, Tomas Alfredson imzalı ‘Let the Right One In’ adlı film aldı. Festivale bugüne dek ‘Takva’ ve ‘Beş Vakit’ katılmış; Pelin Esmer ise ‘Oyun’ adlı filmiyle 2006 yılında ‘En İyi Belgesel Yönetmeni’ ödülüne değer görülmüştü. er zamanki gibi asıl tartışılması gereken yerden uzakta değerlendirildi Hüseyin Üzmez rezilliği. Taraflar, adı geçenin, her kesimden, her görüşten kişinin de yapabileceği sapkınlığı üzerinden, birbirlerine karşı kılıçlarını bir kez daha çektiler. Her iki “cephe”nin, cephe mantığına uygun olarak birbirlerine karşı kullanacakları her türden kurşun, uzun zamandır hem de, namlulara sürülü halde bekliyordu zaten. Hüseyin Üzmez’in on dört yaşındaki bir kız çocuğuna tacizde bulunduğu iddiası, yazarı olduğu Vakit gazetesiyle birlikte düşünüldüğünde, gösterilen tepkileri anlamak zor olmuyor. Sonuçta, bu rezilliği yapan, ahlakın sadece kendi cenahlarındakilere ait bir tutum olduğunu savunan Vakit gibi bir gazeteden olunca, “savunduğu ile yaptığı bir olmayanlar kategorisi”ne Üzmez’i de, gazetesini de koymak kolaylaşıyor. ??? Vakit’ten zerre kadar hazzetmediğimi söylemeye elbette gerek yok. Ama ilke diye bir şey var ki, unutmamalı. Üzmez’in rezilliğinden bu gazete ile çok tabii kiokurları sorumlu tutulamazlar. O cenahta cinsellik bir tabu elbette. Hüseyin Üzmez’in bu “aksiyon”u o gazetenin sıradan, dindar okurunun ciddi anlamda itirazıyla karşılaşır. Birçok olumsuzluk gibi, ahlaksızlığı da sık sık “laik rejime” bağlama tutumunun ısrarcı sürdürücülerinden bir yayın organı olarak Vakit’in, insanların zaaflarıyla var olduğunu, ahlak ya da ahlaksızlık gibi davranış biçimlerinin belli bir kesime ait olamayacağını anlamasına yarayacak, ibretlik bir vakıa olmuştur bu, umarım. Baktığı her yerde, tanık olduğu ya da duyduğu her olayda, karşı tarafa vurmak için “belden aşağı”lık arayan Vakit, bundan sonra, pek umudum yok ama, herhalde daha bir dikkatli olur. Çıkarılacak daha vahim sonuçları var olayın. Vakit gazetesinin seslendiği kesimin sıradan bireyinin bu tür bir “cinsel” suça itiraz edeceğini söyledim ama, okumuş yazmışları için aynı şeyi bu kadar rahat söyleyemem maalesef. Çünkü, her şeye kulp takmada pek mahir olan, okumuş yazmış bir “allame” elit var. Karşıtları tarafından “belden aşağı” vurulmalarına yarayacak böylesine, açıklanması ya da reddedilmesi zor bir durumu doğru dürüst kınayamadılar. Üzmez rezilliğinde pek iyi bir sınav verdikleri söylenemez yani. O sıradan dediğim kesime mensup olanların çoğu, “bunu yapan bizden değildir”i rahatlıkla söyleyerek tepki göstermişken, “allame” taife, henüz on dört yaşında olduğunu hiç düşünmeden, “kuyruk sallayan” biri muamelesi yaptı, tacize uğramış o küçük çocuğa. Vakit gazetesi yaptığı açıklamada o mağdur çocuğu, “hayat kadını annesinin yanında dolaşan” bir kız olarak değerlendirdi, düşünebiliyor musunuz? Cümle böyle kurulursa gerisinin, “annesine bak kızını al” diye gelmesi bekle H nir haliyle. Asıl vahim olan, asıl can yakan, asıl insanı isyan ettiren bir açıklama, İslami kesimin “feminist”lerinden sayılan Sibel Eraslan adlı hanımdan geldi. Şu söyledikleri ne kadar korkunçtur: “On sekiz yaşından küçük bir kız üzerinden yaşlı bir adamın linç edilmesine vicdanım elvermiyor.” Tercümesi şudur bunun: “On sekiz yaşından küçük bir kız için, yaşlı bir adamı üzmeyelim.” Hüseyin Üzmez’in yaptığının bir taciz değil, sadece “küçük bir kıza taciz” olduğu tartışılıyormuşcasına, “peygamberimiz de dokuz yaşında biriyle evlenmişti” denilerek, olayda dini ölçülerle giderilebilecek bir yaş farkı meselesi olduğu kanısı uyandırılıyor ki, pes denilen odur. Yaşı küçük ya da büyük taciz edilen biri vardır. Ama yaşının çok küçük olması olayı daha da vahimleştiren bir etkendir. Hepsi bu. Eğer suçu sabit görülürse, şeriata inandığını defalarca açıklamış olan Hüseyin Üzmez’in laikliğe şükretmesi gerekecek. İnandığı şeriatla yönetilmiş bir ülkede bu suçu işlemiş olsaydı, çarptırılacağı cezanın ne olacağını, kuşkusuz çok iyi bilir. İşin içinde, hem zina, hem de taciz var çünkü. Bu suçların laik rejimde cezasız kaldığını ileri sürdüğümü sanan yoktur umarım. Laik cezalandırma elbette, sanığın lehine olan durumlar da gözetilerek verilir. Basit bir laik hukuk kuralıdır bu. Bu anlamda, ruh hali, içinde bulunduğu durum, elbette ki yaşı gibi etkenler nedeniyle laik sistemin koruyucu kalkanından, bir tacizci de olsa yararlanacak Hüseyin Üzmez, bunu demek istiyorum. Kimi erkek tuvaletlerinde rastlanır. Pisuarların içine bir sinek figürü çizilmiştir. Hacet giderirken etrafı kirleten maganda sayısı az değil malum. O pisuarın yanına uyarı levhaları asıp, etrafı idrarla kirletmenin ne kadar ayıp olduğunu ya da hijyenin önemini sayfalarca yazıyla ya da çarpıcı bir iki sloganla anlatmanın olanağı yoktur. O sinek figürü, sağa sola idrar dağıtan maganda için konmuştur pisuarın içine. Maganda, hacet giderirken o sineği hedeflediğinden (yani bir tür oyun oynadığından) etrafa idrar saçmamış oluyor. Araştırma sonuçlarına göre bu uygulama sonucu erkekler tuvaletinde eskisi kadar kirliliğe rastlanmıyormuş. Yani, lütfen deyimi bağışlayın, eşşek kadar adamlar, sinek figürüyle kapıştırılarak etrafa işeyen densizler olmaktan çıkarılıyorlar. Hüseyin Üzmez’i, inandığı dini, savunduğu ahlakı, üstlendiği misyonu durduramamış belli ki. (Savunduğunun, inandığının, misyonunun bunda elbette bir suçu yok). Şu adamı oyalayacak, “etrafı kirletmesini engelleyecek”, tacizci olmaktan uzaklaştıracak küçücük de olsa bir figür çıkarmak gelmedi mi kimsenin aklına? Baksanıza, küçücük bir sinek figürü nice eşeği hizaya getiriyor. kemalerdemol@yahoo.co.uk 2008 HANS GABOR YARIŞMASI lkemizde nicedir emek yok sayılıyor. Ülkemizdeki değer ölçüleri hiyerarşisinde, emek giderek en alt sıralara itiliyor. Emeğin yerini alan başka yollar, yöntemlerle günden güne palazlananlar, elbet emekçilerden korkarlar. Tanıklık ettiğimiz, işte bu korkunun tezahüratıydı! Korkuya, “Ben daha güçlüyüm, ona göre!” tehdidinin dışavurumu eklenince 1 Mayıs bayramı kâbusa dönüştü! Barikatlar, bariyerler, tel örgüler... Dapadar sokaklarda, geniş caddelerde, meydanlarda panzerler… Gözleri yakan, genzi yakan, deriyi yakan biber gazı… Basınçlı suyla insanları geri püskürtme… İnip kalkan coplar… Bir kişiye saldıran onlarca insan… Gaz maskeleri, silahlar, coplar, kalkanlar, insan duvarları… Taksim Meydanı abluka altında! Bağdat ya da Gazze değil burası! İstanbul burası! Memleketim! Gelin görün, memleketim, kentim işgal altında! Emekçiyi, işçiyi hor gören, yok sayan, düşman gören hükümetin işgali altında! Sanki savaşa hazırlanır gibi hazırlandılar, her konudaki inatlaşmayı burada da sürdürdüler! 1 Mayıs 1977’de yaşananlardan sonra artık bugün emekçilerin neden Taksim’e ulaşmak istediklerini; o gün yitirilen 37 canı anmak, saygı, sevgi ve dayanışma sunmak isteğinin anlaşılmayacak bir yanı yok. Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN Yazarlar Birliği üyeleri, ellerinde kalemleri, kitaplarıyla yürüyeceklerdi. 32 yıldır, o vahşetin, o provokasyonun, o ölümlerin hesabının verilmemiş Ü ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘68 Baharı’ndan ‘1 Mayıs’lara dü. O rüzgârın adı “başkaldırı” oldu! Ne miydi o rüzgârın özü? Bence özgürlük tutkusuydu. Başka bir dünya mümkündü: Savaşsız, şiddetsiz, sömürüsüz bir dünya… Sevginin egemenliğinde bir dünya… Dayatılan tek şeyin dayanışma olduğu… Emeğin en yüce değer sayıldığı… Tüketmenin değil, üretmenin keyfinin yaşanacağı… Her insanın “sanatçı” olabileceği düşü… Ah, inanmıştım! İnanmıştım ki ileride daha az ırkçılık, daha az dincilik, daha az milliyetçilik, daha az etnikçilik, daha az ayrımcılık yaşayacağız… İnanmıştım ki militarizm, maçoizm, fanatizm gerileyecek… İnanmıştık ki, salt bu gerileme nedeniyle şiddet azalacak, dünya barış içinde yaşayabilecekti! İnanmıştık ki işkence ortadan kalkacak, kadınlara yönelik saldırılar azalacak… Evet, başka bir dünya mümkündü… (1970’te John Lennon’ın “ImagineHayal Kur” şarkısında söylediği her şey gerçek olabilirdi!) Olmadı… Bütün bunları bana düşündüren, yeniden anımsatan ve söyleten Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde açılan Güneş Karabuda’nın “Duvarların Dili 40. Yılında Paris Mayıs 68” sergisi. Eğer 1 Mayıs olmasaydı ya da o zu olması bir yana, Taksim Meydanı‘nın kalabalıklara açılmadığı doğru değil! Bugüne dek futbol maçları sonrasındaki eli silahlı fanatik taraftarlara da, kadınlara taciz ve tecavüzle kafa bulan eğlence peşindeki güruhlara da pekâlâ açıldı meydan! Dünyada işçi bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs, bir kez daha, bu kez AKP hükümetinin inat, baskı, tehdit ve korkusu yüzünden emeği horlamanın, emeğe saygısızlığın, emeğe nefretin ve emekçiye zulmün göstergesine dönüştü! 68 MAYIS’I BİR BAŞKALDIRI Mayıs 68... Paris Mayıs’ı… Çok önce başlamıştı. Yalnız Paris’te başlamamıştı. (Biliyorum. Oralardaydım…) Enerjisi ve sinerjisi önce tüm öğrencileri ve gençliği, ardından onlara katılan işçileri, tüm emekçileri önüne katmıştı… O rüzgâr, Çekoslovakya’da Prag Baharı‘ndan geçmişti, Latin Amerika’da Che Guevara’yla haşır neşir olmuştu, birçok ülkede Vietnam Savaşı‘nı protesto etmişti… O rüzgâr, İstanbul’da Beyazıt Meydanı‘nda taşları yerinden oynatmıştı… 68 Baharı, 1968’den sonra da sür lüm yaşanmasaydı, bugün bütün bu köşeyi bu sergiye ayıracaktım. Şimdi yerim azaldı. En iyisi siz gidip mutlak görün sergiyi. (16 Mayıs’a dek sürüyor.) İstanbul dışındakiler en azından Yapı Kredi’nin yayımladığı sergi kitabını edinin. Güneş Karabuda’nın belgesel filmi, hem olayları, hem o dönemden sanatçı portrelerini yansıtan siyahbeyaz fotoğrafları ve kısa özlü yazılarından oluşan sergiye ilişkin şunları söylemekle yetineceğim: Güneş Karabuda, benim için “büyücü”gillerdendir! Fotoğrafları yalnız belge niteliğinde değildir. Daha fazlasını gösterir. Atmosferi, havayı, ısıyı, kokuyu ve söylenmeyeni de ortaya koyar! Bu özellik yalnız fotoğraflarında değil, yazılarında da vardır. Kitapları tanığımdır. Güneş Karabuda’nın birkaç cümlesini okuduğunuzda o “birkaç cümle” içinizde, yüreğinizde ve aklınızda, sayfalar boyuna dönüşür, ciltler olur! Onun fotoğraflarını edebiyata, yazılarını fotoğrafa benzettim durdum yıllardır. (70’li yılların başında tanımıştım Güneş Karabuda ve gazeteciyazar eşi Barbo’yu.) Bu kez sergiyi gezerken yine aynı duyguya kapıldım. 1968 Baharı’ndan bu yana dünyada çok şey değişti… Yaşadıklarım, ülkemde ‘68 Mayıs’ından bu yılki 1 Mayıs’a ne denli gerilediğimizi bana bir kez daha gösterdi. zeynep@zeyneporal.com Belkis Aran Ödülü Hale Soner’in Zeynep ALTAY Uluslararası 27. Hans Gabor Belvedere Viyana Opera/Şan Yarışması’nın Türkiye ayağı final konseri ve Soprano Belkis Aran Onur Ödül Töreni Avusturya Başkonsolosluğu’nda gerçekleşti. Yarışma, beş kıtadan 30 merkezden gelen genç finalistlerle 30 Haziran6 Temmuz arasında Viyana’da yapılacak. Türkiye, yarışmaya 37 şancı arasından seçilen Hale Soner, Alper Göçeri, Demet Tuğcu, Kemal Yaşar, Nesrin Gönüldağ ile katılıyor. Sedat Öztoprak, Hans Gabor’un eşi İsabella Gabor, Aytaç Manizade, Constanze Köneman, Reinhard Linden ve Maria Callas Vakfı Başkanı Ottavio Micelli’den oluşan Türkiye jürisi, hocaların hocası Belkis Aran adına konan “Onur Ödülü”nü soprano Hale Soner’e verdi. İlk onda kalan Sirel Yakupoğlu da “Teşvik Ödülü” ve Viyana’da yarışmayı izleme şansı kazandı. Jüri Başkanı Öztoprak, “Yarışmacılar çok iyi idi, karar vermekte zorlandık, 7 yıldır katıldığımız, 2002’de Burak Bilgili’nin birinci olduğu Viyana Şan Yarışması şancıların dünyaya açılmasını sağlıyor” dedi. Final konserinde Aran’ın oğlu Pınar Aran ve Soner’in hocası Güzin Gürel, Efsun Öztoprak, Lynn T. Çağlar, Ayşe Sezerman, Jaklin Çarkçı, Çağnur Gürsan, Atilla Manizade’nin de aralarında bulunduğu pek çok opera sanatçısı vardı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear