Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Sulama projeleri bitirilmiyor, sanayileşme yerinde sayıyor, ırgatlar yollarda ölüyor C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 17 AĞUSTOS 2007 CUMA GAP’ta ocaklar yıkılıyor! Mehmet FARAÇ Sıvas’ta 23 mevsimlik işçinin ölümüyle sonuçlanan trafik kazası, arkasındaki ekonomik ve siyasal gerekçeler düşünülmeden bir minibüsçünün sürücü hatasına bağlanıyor. Oysa son 5 yılda binden fazla ırgatın ölümüyle sonuçlanan bu kazaların ardında 3 milyon insana iş sağlayacak, 32 milyar dolarlık GAP’ın kaderine terk edilmesi de yatıyor! Güneydoğulu yurttaşların 1520 YTL yevmiye için kamyon kasaları ve minibüslerde parçalanmasında, sulama ve sanayi projelerini ihmal eden son 20 yıldaki tüm siyasilerin vebali bulunuyor. Güneydoğulu tarım işçileri 1970’li yıllardan bu yana önce pamuk hasadı için Çukurova’ya sonra da fındık toplamak için Karadeniz Bölgesi’ne gidiyor. Resmi rakamlara göre her yıl Güneydoğu illerinden tarım bölgelerine giden mevsimlik işçi sayı 300 bini aşıyor. Göç ve giderek büyüyen işsizlikle birlikte umudunu ırgatlığa bağlayanların sayısı her geçen gün artıyor. Irgatların 1990’ların başına kadar genellikle kamyon kasalarında yolculuk ettiği biliniyor. Ancak 2000 yılından bu yana kamyonlarla yolculuk yasak sayılıyor. Denetimsizlik yüzünden kamyonla yolculuk kaçak olarak sürdürülse de, işçiler ba Grev Kendisi beş para etmez satırları için aldığı yüksek ücreti hak ediyordur da işçinin üç beş kuruşuna diker gözünü. ??? İşçi grev hakkını 12 Eylül’de elinden koparılıp alınan toplusözleşme hakkını, işlevsizleştirilen sendikasını nihayet hatırladı. Necati Doğru’nun dediği gibi üstündeki ölü toprağını silkelemeye hazırlanıyor. Soldan çark liberal pek üzgün. Unuttuğu memleketini, yurdunu, ulusul ekonomisini hatırladı birden. Yalancıdır, riyakârdır, düzenbazdır. Umurunda bile değildir ulusal ekonomi. Derdi günü piyasa ekonomisinin, sahte türban demokarsisininin zarar görmesidir. ??? Haydi gelin yazalım şu pek hevesli olduğunuz “sivil” anayasayı. Çalışana hak arama özgürlüğü olsun. Grev hakkı işçiye, memura tanınsın. Çalışanı kapının önüne koyma “hakkı”ndan başka bir şey olmayan insan haklarına aykırı lokavt yasaklansın. Örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılsın. Özgürlükleri varmış gibi gösteren sahtekârlıklara son verilsin. Seçim yasası, siyasal partiler yasası değiştirilsin. Her şeye dokunan, kendilerine dokunulamayanların ayrıcalıkları kaldırılsın. Soldan çark neoliberal köşeci mutsuz. Pek güzel giden oyun bozuluyor, “Ilımlı İslam demokrasisi”, türban özgürlüğü anlamsızlaşıyor. İşçilerin grev hakkını hatırlamaları bu nedenle pek tehlikeli olmuştur. Emperyalizmi, kapitalizmi kulak arkası etmiş, medyaya kul köle yazar çizerin unuttuğu anka kuşu, küllerin arasından başını kaldırmış, sahte demokrasi tartışmasını sona erdirmeye niyetlenmiştir. Haydi gelin şu demokrasiyi bir de bu tarafından tartışalım. Oyunbozanlık edip grev ertelemeye kalkışmayın. 12 Eylül “hukuku”na, hükümet adamlarından, patronlardan oluşan arabuluculara, işçilerin temsil edilmediği “uzlaştırma” kurullarına falan sığınmadan çözelim şu işi. Hem öyle korkmayın canım. Bir şey olmaz sizin o “çok sevdiğiniz” ulusal ekonominize... guray.oz@cumhuriyet.com.tr Güneydoğulu tarım işçileri 1970’li yıllardan bu yana önce pamuk hasadı için Çukurova’ya sonra da fındık toplamak için Karadeniz Bölgesi’ne gidiyor. Resmi rakamlara göre her yıl Güneydoğu illerinden tarım bölgelerine giden mevsimlik işçi sayısı 300 bini aşıyor. Göç ve giderek büyüyen işsizlikle birlikte umudunu ırgatlığa bağlayanların sayısı her geçen gün artıyor. lık istifi misali artık minibüslerle da batıya taşınıyor. Doğu kentlerinin çıkışlarında denetim yapılmayarak ruhsatsız, belgesiz yüzlerce kamyon ve minibüsün insan taşımasına göz yumuluyor. Kefen bezinden yaptıkları derme çatma çadırlarda dere kenarlarında, sağlıksız koşullarda aylar boyunca susuzluk, kirlilik ve yokluk içinde yaşam sürmeye çalışan işçiler, özellikle Ordu’da olduğu gibi bazen emniyet müdürlerince terörist olarak algılanıyor, onları sağlıksız çöp depolarının başında yaşamaya mahkum eden belediye başkanlarınca da köle gibi horlanıyorlar. milyonlarca insan tatil için yollara düşerken onlar, 50 dereceye yaklaşan sıcaklarda, Şırnak’tan Adapazarı’na, Urfa’dan Ordu ve Trabzon’a, Adıyaman’dan Karadeniz Bölgesi’ne kamyon kasaları ve minibüslerde, kışın harcayacakları paranın peşine düşüyorlar. Birçoğu ne yazık ki son dört günde olduğu gibi tabutlarda geri dönüyor! Peki GAP gibi devasa bir projenin, tarım ve sanayide devrim yapmasının planlandığı bir bölgenin çocuklarını işsizlik uğruna ölüm yolculuğuna çıkaran tezadı hangi gerekçeler oluşturuyor? 20 yıl önce Japonlara yaptırılan GAP Master Planı’nda Urfa, Mardin, Adıyaman ovalarının Fırat Nehri’nin sularıyla sulanmasının ardından, Güneydoğu Anadolu’da tarım ve sanayinin 3 milyon insanı işe kavuşturacağı öngörüleri yer alıyor. İLYONLARCA İNSAN TOPRAKSIZ Her şeyin kâğıt üzerinde kalmasının bir gelenek haline geldiği bir ülkede, en geç 1985 yılında bitirilmesi gereken GAP’ın, siyasilerin oy ve gelecek uğruna girdikleri kavga yüzünden en az 20 yıl gecikmesi bugün yaşanan dramların gerekçesini oluşturuyor. Tarım reformu yapılamadığı için topraksız bırakılan milyonlarca insan Fırat Nehri, Harran ve Urfa ovalarına akmasına karşın kendi coğrafyalarında emek verecekleri tarım alanı bulamıyor, diğer yandan AKP iktidarının hükümet programlarında GAP 2 satırla geçiştiriliyor. ÖLÜMÜN TÜRKÜSÜ!.. GAP’ın merkezi Urfa’da, en az 15 yıl önce tamamen sulanması gereken 1.2 milyon hektar araziden sadece 200 bin hektarının suya kavuşabilmesi, doğu insanını iş ve ekmek uğruna batıya sürükleyen etkenlerin başında geliyor. Tarıma dayalı binlerce sanayi tesisinin üretime geçmesi gereken GAP’ın merkezini beşon çırçır fabrikasına mahkum eden siyasal ihmal de bugün doğudan batıya süren ölüm yolculuğunun sebebini oluşturuyor. 23 hemşerilerini ırgatlık yolunda kaybeden Adıyaman ise Atatürk Barajı’nın yanıbaşında olmasına karşın GAP’ın nimetlerinden yararlanamıyor. İşsizliğin yüzde 60’lara ulaştığı kentte her sezonda 50 bini aşkın insan ekmek uğruna batıya göç ediyor ve sağlıksız koşullarda aylarca sefalet içinde yaşıyor. Fırat Nehri, Harran Ovası’na 1994 yılında akıtılmasına karşın GAP’taki sulama ve sanayi yapılaşması yüzde 30’u bile bulmuyor. İş ve ekmeğin umudu Fırat artık plansızlık ve ihmal yüzünden ovaları çoraklaştırıyor. Harran’dan kalkan kamyonlar Fırat kıyısından geçiyor, küçük çocuklar, “Kör olası zalım fırat, ocaklar yıkar!..” türküsüyle ölüme gidiyor! FIRAT VE KAN.. Son dört günde, Adıyaman, Niğde, Adapazarı ve Sıvas’ta meydana gelen ve 24 kişinin ölümü, 86 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazalarının kurbanlarının tamamı Güneydoğulu mevsimlik işçilerden oluşuyor. Aralarında 14 yaşındaki çok sayıda kız çocuğunun da bulunduğu işçiler, ekmek paralarını kazanacakları topraklara ulaşamadan yollarda korkunç biçimde can veriyor. Ülkenin birçok coğrafyasında M Hükümete ‘şeriatçı danışman’ Yusuf ÖZKAN AMSTERDAM Hollanda hükümetinin, ülkedeki Müslüman kesimle diyalog için resmi olarak muhatap aldığı “İslam Kontakt Grubu”nun (CGI) başkanlığına getirilen Yahya Bouyafa’nın, şeriatçı Müslüman Kardeşler örgütünün önemli isimlerinden biri olduğu ortaya çıktı. Hamas üyesi Filistinli Bakan Besim Naim’in “terör örgütü üyesi” olduğu gerekçesiyle ülkeye girişine izin vermeyen Hollanda’da, hükümetin Müslüman Kardeşler üyesinin etkin bir üyesini “resmi muhatap” kabul etmesi ülkede tartışma yarattı. Ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi De Telegraaf’ın haberine göre, Hollanda istihbaratının hazırladığı raporda, “Müslüman Kardeşler örgütünü örümcek ağına benzetirsek, Bouyafa oradaki önemli örümceklerden biri” diye tanımlandığı belirtildi. Raporda, Fas kökenli Bouyafa’nın, aktif görev aldığı Müslüman Kardeşler örgütünü ülkede yaygınlaştırmak için yoğun çaba harcadığının vurgulandığı kaydedildi. Bouyafa, Almanya’ya atanan imam Abdullah Haselhoef’un yerine hükümetin “resmi danışma organı” sıfatındaki CGI Başkanlığı’na seçilmişti. amu emekçileri toplusözleşme haklarının verilmesini istediler. Tekstil işçileri grev yolunda. Türk Hava Yolları çalışanları dayatmalara, yasadışı yöntemlere rağmen grev haklarını savundular. Yaygara koptu ondan sonra. AKP ile mutlu yarınlara koşacaklarını ilan edenler, türban demokrasisini savunanlar, solculuk taslayanlar, birdenbire ulusçu, yurtsever kesildiler. Neymiş efendim, grevden ulusal ekonomi zarar görürmüş! Ulusal ekonomi dedikleri, üreteni dikkate almayan “serbest” piyasa düzeni. Savundukları, “işte değiştiriyoruz, işte sivilini hazırlıyoruz” dedikleri 12 Eylül Anayasası. ??? Peki, grev nedir? İşçinin, çalışanın, emekçinin kapitalist düzenin sömürüsüne karşı kendini savunabilme olanağıdır. Bizim soldan çark liberaller “işçi” lafını, “sınıf” kelamını küreselleşme çağına pek uygun bulmazlar. Onlara göre artık bilimsel gelişme işçiyi silmiş, pabucunu dama atmıştır. İşçinin yerine bilgisayarlar, ultra modern makineler gelmiştir. Bu nedenle de işçiler bir yere gitmediklerini, yalnızca haklarını alabilmek için greve gidebileceklerini ilan edince soldan çark liberalin yüzü düştü. Köşesinde debelenmeye başladı. O güne kadar artık devrinin tamamlandığını ilan ettiği ulusal ekonomi aklına geldi. Yalancıdır o. Gerçekte ulusal ekonomi falan takmaz. Taktığı, nemalandığı küresel yeni dünya düzenidir. Hiç de serbest olmadığı halde adını “serbest” koydukları yurt, ulus, millet tanımayan piyasa ekonomisidir. O nedenle “turizm elden gider, memleket zarar görür, şimdi büyüme zamanıdır” derken, savunduğu sömürünün kendisidir. THY çalışanlarının hangi koşullarda çalıştığını bilmez. Hostesler onun için, arada bir çemkirdiği gökyüzündeki hizmetçileridir. Pilotlar babasının oğludur. Zor ve gergin koşullarda çalışan uçuş elemanlarının, havaalanı personelinin çektikleri, alanların parıltısı, VIP, CIP salonlarının şatafatı içinde kaybolur. “Efendim Türkiye standartlarının üstünde ücret alıyorlar.” K SORU ÖNERGESI VERILDI Raporun basına sızmasının ardından Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders ve milletvekili Raymond de Roon konuyla ilgili soru önergesi verdiler. Wilders ve De Roon, İşçi Partili konut ve entegrasyondan sorumlu Bakan Ella Vogelaar ve Hıristiyan Demokrat Adalet Bakanı Ernst Hirsch Ballin’den “şeriatçı örgüt üyesi bir kişinin resmi muhatap kabul edilmesine ilişkin” bilgi istediler. Entegrasyon Bakanlığı sözcüsü ise CGI’nin “resmi danışma organlarından biri” olduğunu doğruladı, ancak Bakan Vogelaar’ın bu grubun başkanıyla görüşmediğini açıkladı. Sözcü, Bouyafa’nın CGI Başkanlığı’na yeni seçildiğini belirtti. ALMAN SAĞININ LAİKLİK ANLAYIŞI! ‘Okulda başörtüsü değil, haç olsun’ FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Federal Almanya hükümetinin ortağı ve Bavyera eyaletindeki Hıristiyan Demokratların da partisi Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), okullarda Hıristiyanlık dışındaki simgelere yer olmadığını bir kez daha vurguladı. CSU Genel Sekreteri Markus Söder, “yeni bir muhafazakârlık” çerçevesinde bazı değerlerden taviz veremeyeceklerinin altını çizdi. Die Welt gazetesinin sorularını yanıtlayan Söder, “modern bir muhafazakârlığın” partileri içinde araştırma konusu olduğunu kabul ederek, bu araştırmanın sonuçlarını ağustos ayı sonuna doğru kamuoyunun bilgisine sunacaklarını ama kesinlikle Hıristiyan değerlerden hareket edeceklerini belirtti. Söder, örnek verirken, haçın Bavyera’daki okullara ait bir simge olduğunu ancak orada başörtüsüne yer olmadığını belirtti. Muhafazakârlığın yeniden tanımlanmasıyla ilgili olarak Hıristiyan Demokrat iki kardeş parti Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve CSU içindeki çalışmalar hakkında bilgi veren Söder, kendisi gibi görece genç politikacılar için 50’li yıllara veya ortaçağa dönmenin söz konusu olmadığını belirterek “Ancak ortada kimlikle ilgili bir arzu var” ifadesini kullandı. ylardır iktidar partimiz eli ile Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş olan ülke gündemini, bir iki gündür su; daha doğrusu kuraklık sorunu adam akıllı zorluyor. Gazetelerin önemli bir bölümünde manşetler, yaklaşan felaketin haberleri ile hazırlanmıştı. Başka bazılarında da, iktidardaki büyüklerimizin o felaketi anlayabilmeleri için olmalı, apdesin teyemmüm yöntemi ile alınmasının yeterli olup olmayacağını sorgulayan din ulemasının görüşleri de vardı. Gazetelerde, başkent Ankara’daki susuzluk sorununun kentin belirli bazı semtlerinin kokmasına varacak ölçüde artığını okuyanlar, olası bir salgın hastalığın sorumluluğunun sadece Büyükşehir Belediye Başkanı’nı değil; olup bilenler karşısında suskun kalmayı yeğleyen Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nu da kapsaması gerektiğini düşüneceklerdir. Sorun en azından on gündür gündemde olduğu halde, Başbakan ya da bir başka hükümet üyesinin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nı çağırarak olup bitenler hakkında bilgi istediğini bildiren tek haber yoktur. Hükümetin, sorunun Ankara dışına da taşmakta olduğunu, ülkeyi kapsayan bir kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğumuz için önlemler alınması gerektiğini masaya getirme A DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT ye niyeti de olmadığı görülüyor. Bakanlar Kurulu’nun haftalık olağan toplantısının belli başlı gündeminin, “Cumhurbaşkanı kim olmalı; ya da Abdullah Gül’ü seçilebilecek aday olarak parlamentoya sunmak için hangi taktikler uygulanmalıdır” sorularına cevap bulmaya kilitlenmiş olması tam bir kara mizahtır. Onlarca sorun ve özellikle çok önemli bir kuraklık tehlikesi karşısında olan bir ülkede, sorumlu Hükümet’in ilgi konusu cumhurbaşkanının kim olacağına kilitlenmiş ise o bakanlar kurulunun iğdiş keyfi ile uğraştığını söylemek, bir gazetecinin ödevi olmalıdır. 59. Hükümet, seçimler nedeni ile istifa etmiştir. Üyelerden ikisi bugünkü parlamentoda yer almamaktadır. Geride kalanların “istikbali”, Başbakan’ın iki dudağı arasında olduğu için, susuzluk tehlikesi, kuraklık gibi ciddi sorunları gündeme getirmelerini düşünmek olası bile değil. Yaklaşan Kuraklık Karşısında İğdiş Keyfi Yapan İktidar Bir an önce yeni hükümeti oluşturma görevini yerine getirerek sorunların üstüne eğilmesi beklenen Hükümet, 22 Temmuz’un zafer sarhoşluğundan hâlâ ayılamamış olduğunu gösteren oyuncaklarla oynuyor. Yeni seçilmiş olan AKP Grubu’nun üyelerine, gerektiği zaman, üstü Erdoğan’ın talimatı ile ve onun istediği gibi doldurulmak üzere boş önergeler imzalatılıyor. Sayın milletvekilleri aslında kendilerini parlamento sıralarına taşıyan, dokunulmazlık kazandıran ve isterse, dilediğine bakanlık verecek kişinin, yani liderin vekilleri olmanın icabını elbette yerine getirmekte gecikmiyorlar. İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’nin her gün biraz daha yaklaşan kuraklık tehlikesi karşısında adeta alarm veriyor. Küresel iklim değişikliğinin aynı zamanda bir milli güven lik konusu olduğunu söylüyor. Sorunun sadece susuzluk değil, onun getireceği pek çok sorun olduğuna dikkatleri çekmek istiyor. Bu sorunların başında kıtlık, salgınlar, orman yangınları, ekonomik kriz, sosyal patlamaların bulunduğunu ve küresel iklim değişikliğinin ne gibi tehditleri oluşturabileceğinin sadece Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından araştırıldığını da anlatıyor. (13.08.07 Vatan Gazetesi, Mine Şenocaklı ile söyleşi) Kadıoğlu, yaklaşan tehlikeyi anlamaları için, büyüteç altına alarak kuraklığın gıda ve su kıtlığı getireceğini, orman yangınlarının tarımsal haşere ve böceklerde artış demek olacağını, yaşlı insanların ölebileceğini, erken hasat tehlikesinin tarımı kaplayacağını da söylüyor.. Hükümet ve AKP Meclis Grubu, Abdullah Gül’ün Çankaya cülusunu nasıl kolaylaştırılacağının ince hesapları ile meşguller. ErdoğanGül ikilisinin gündemlerinde ,”Varsa Çankaya, Yoksa Çankaya..”dan başka bir şey yok mu? Barajlar kuruyormuş. Tarım değil sadece, sanayi de duracakmş. Kitlesel açlık başlayabilirmiş türünden bir dizi uyarıyı görmeyen ve duymayan iktidar, sokağa dökülecek halk kitlelerinin karşısında duramayacağını nasıl hesap etmiyor? HIRİSTİYAN ANLAYIŞINA DAYALI MUHAFAZAKÂRLIK Söder, sözlerini şöyle sürdürdü: “Helmut Kohl, Erwin Teufel ve önümüzdeki günlerde de Edmund Stoiber gibi büyük muhafazakârların siyaset sahnesini terk etmesinden sonra, muhafazakârlık düşüncesinin gelecek kuşakta da yaşayacağını göstermek istiyoruz. Ama biz, aydınlanmış bir muhafazakârlık istiyoruz. Yeni gelişmelere açık fakat temelde hep Hıristiyan insan anlayışına dayalı bir muhafazakârlık. Şöyle de tercüme edebiliriz: Haç, Bavyera’daki sınıflara ait bir şeydir, ama başörtüsü oraya ait değildir.”