Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 GÜNCEL C haberlerin devamı Okkan suikastında yaşanan gelişmeler, cinayeti kimin işlettiği sorusunu gündeme getiriyor 20 NİSAN 2007 CUMA GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK ‘Yiyin Efendiler Yiyin!’ üz binlerin, katılmayanlar hesaba katılırsa milyonların Tandoğan Mitingi’yle Cumhuriyete sahip çıkması; dinci, antilaik duyguların tutsağı iktidarı fazlasıyla rahatsız etti. İktidarı gerçek anlamda ellerinde tutan kadro RTE’ler vesairelerolumsuz duygularını, mitingin anlamına karşı olan görüşlerini açıklamaktan özenle kaçınıyorlar. İkinci derecedeki yöneticiler, örneğin AKP Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa susmanın bir çeşit kabullenmek anlamına geleceğini hesaplayan tepedeki kadronun ya izni ya da talimatıyla olacak düzenlediği basın toplantısında AKP’nin bol palavra, üstten atan konuşma yönetimine yeni bir örnek verdi. AKP’nin “böyle bir miting yaparsa değil yüz binleri milyonları toplayacağını” söyledi. Olabilir, ama nasıl? AKP din elden gidiyor, laikliği savunanlar giderek egemen olmaya başlıyor, davranın ey Müslümanlar sloganını el altından işletir ve kuşku yok bu mitingde türbanlı yumurta kafalı kadınlar, takkeli, cüppeli, sakallı partililer ön safta yer tutar. TBMM Başkanı Arınç kalabalığı coşturmak için kürsüde görünür… 2002 seçimlerinde (ama bir türlü gerçekleşmeyen) türban sorununu çözmek bizim namus borcumuza benzer bir konuşma yaparak kalabalığı coşturmaya çalışır. Ama halkı kışkırtmak için ey Müslümanlar Çankaya’da laikliği anayasaya ve ülkeye yerleştirenleri izleyen, neredeyse halkımızı dininden edecek cumhurbaşkanları yerine… RTE gibi tevazu gösterip benim gibi demez tabii “dini bütün, dindar bir cumhurbaşkanı” seçeceklerini ilan eder. Dostumuz Ali Topuz karşı sahilden istediği kadar Arınç’ı AKP içinde radikal dinci grubun militanı diye tanımlasın; bu yönetici kadro, onlara ayak uyduranlar ülkeyi dindar bir topluma çevirme yolundaki kararlı tutumlarından bir santim geriye adım atmamaya yeminlidirler. ??? RTE, Cumhurbaşkanımızın gerçekleri bir kez daha açıklayan Harp Akademileri’ndeki konuşmasındaki görüşlere karşı çıkarken neden “Cumhuriyetin temel değerleri ile halkın değerleri birbirinden farklıdır” dedi. RTE de; anayasada yazılı Cumhuriyet’in değişmez, değiştirilemeyecek temel değerleriyle mutabık değil. Örneğin laiklik ilkesinin bu denli korunmasına, savunulmasına, yazımına karşı. Üstelik halkın da böyle düşündüğünü savunuyor. Tek başına iktidarda ya; kendine özgü görüşleri ulusun düşünce ve görüşleri olduğuna inanıyor, halka mal etmeye çalışıyor. Şimdi yıllardır bekledikleri “fırsatın” önlerine çıktığının bilincindeler. Bu kafa şimdi bu fırsatı Çankaya’da (RTE ile), Millet Meclisi’nde (Arınç’la) ve hükümette (Gül’le) gerçekleştirmeyi amaçlıyor. RTE’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, 4 Kasım genel seçimlerinde AKP yine tek başına iktidara gelirse; (RTEGülArınç’tan kurulu) üçgen; sadece dindar bir cumhurbaşkanı ile yetinmeyecek, toplumun dinsel yaşam koşullarına uymasını sağlayacak her türlü önlem, olasılık ve olanağı zorlayacak. ??? Arınç’ın konuşmalarını önemsemeyerek ve söylemlerine ehvenişer diyerek RTE’nin Çankaya’ya çıkmasını daha uygun görenlerin aklına şaşarım. RTE’nin aşırı Arınç’tan, müstakbel başbakan Abdullah Gül’ün RTE ile Arınç’tan zerre kadar farkı yoktur, olamaz da. Bu kadronun dinsel uygulamalar konusunda et tırnak gibi birbirlerinden ayrılmaları olanaksızdır. Devleti, toplumu olabildiğince İslam kurallarına uygun bir yaşantıya sürüklemek konusunda birbirlerinden farkları yok. Gerçekte Arınç; “dindar bir cumhurbaşkanı” derken, RTE ile Çankaya’da anayasanın saptadığı başta laiklik temel değerlerlerini koruyacak ve kollayacak bir cumhurbaşkanı olmayacağını ilan etmiş olmuyor mu? Başını kuma sokan devekuşu gibi gerçekleri görmezden gelenler, akıntıya kürek çekenler; sizler hâlâ RTE ile bilinen anlamda demokrasi olacağına inanmaya devam edin, yazın, çizin. Karşılığında daha fazla kazanç sağlayın, holdinglerinizi daha da zenginleştirin… RTEArınçGül’ün uygulayageldikleri şimdilik ılımlı İslam demokrasisini sineye çekin, sindirin. Karılarınıza türban taktırıncaya bu gidişle neden olmasın, çarşaf giydirinceye kadar: Laik demokrasinin başını, “yiyin efendiler yiyin, bu hanı iştiha sizin, patlayıncaya tıksırıncaya kadar yiyin!” ‘Fail’ meçhul oldu Mehmet FARAÇ Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ali Gaffar Okkan suikastıyla ilgili gerekçeli kararı ve Hizbullah lideri İsa Altsoy’un 6 yıllık suskunluğu, eylemin üzerindeki sis perdesini yoğunlaştırmaya devam ediyor. Sorular artık Okkan’ı kimlerin vurduğunda değil, kimin vurdurduğunda kilitleniyor! Eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun 24 Ocak 2001’de şehit edilmesiyle ilgili olarak yargılanan 6 Hizbullahçının mahkumiyetiyle ilgili gerekçeli kararda, bir yandan çok daha basit biçimde gerçekleşmesi olanaklı olan eylemin planlı ve gövde gösterisi şeklinde yapıldığı belirtilirken diğer yandan da örgütün bu çapta bir suikastı gerçekleştiremeyeceğine ilişkin şu ilginç yorum yapılıyor: “... Bir kişinin gelip silah ve el bombası ile haydi eyleme gidelim diyerek ve diğer kişileri bu kadar kolay ve basit ikna etmeleri imkânsızdır. Çünkü Hizbullahçıların PKK’liler gibi kırsala çıkarak askeri ve siyasi eğitim görmedikleri de düşünüldüğünde, Veysi Şanlı gibi 18 yaşından küçük biriyle Şener Dönük ve Suat Çetin gibi iddianamede de yer aldığı şekilde başka hiçbir eyleme katılmamış kişilerin ilk defa böyle vahim nitelikteki bir eyleme katıldıklarını ve eylemin sanıkların polis ifadelerinde anlattığı şekilde gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir...” Gerekçeli kararda, ekspertiz raporları ile olay yerinden İran’da Mollaları Getiren Sol! Nisan Cumhuriyet Mitingi, sol içinde AKP hükümetiyle şekillenen bir ayrışmayı da gün ışığına çıkardı. Şu noktayı bir kez daha vurgulayalım; 14 Nisan mitinginin sağı solu yoktu, tüm Türkiye vardı. Soldan bu mitinge kimi farklı bakışlar oldu. Toplumla arasına “10 aralık” koymuş kimi hareketler mitinge de mesafeli durdular. Bu gelişmeler bizde ister istemez İran’a molla rejiminin getiriliş sürecini anımsattı. Şah rejimine karşı çıkan mollalar, solcuların sistem karşıtlığını çok iyi kullandılar. İran’dan birkaç kilometre taşı anımsatalım: 70’lerin ikinci yarısı Şah karşıtı gösteriler yoğunlaştı, İslamcılarla solcular ortak cephede yer aldı. Şah’ı devirip demokrasi getireceklerdi. Üye sayısı milyonu aşan İran Komünist Partisi (TUDEH) yönetimi, mollalara iki isim yakıştırdı: İlerici Din Adamları, Devrimci İslam. 16 Ocak 1979’da Şah, İran’ı terk etti. 1 Şubat’ta Humeyni Tahran’a döndü, 1 Nisan’daki halkoylamasının tek maddesi vardı: İslam Cumhuriyeti’ne evet mi hayır mı? O koşullarda hayır çıkması olanaksızdı. Solcular hâlâ uyanmamıştı! ??? Bir yıl sonra Şubat 1980’de Humeyni, üzerine küçük bir yetki aldı: Tüm yargı atamalarını yapmak! Nisanda “İslam Kültür Devrimi” paketi kabul edildi. Artık başka kültür yoktu. Ve sol uyandı! Tüm üniversitelerde eylemler yapıldı, karşı çıkıldı. Mollalar buna çok demokratik yanıt verdi: “Üniversiteler iki yıllığına kapatılmıştır.” Bu zaman diliminde üniversitelerdeki molla rejimine karşı çıkan tüm öğrenciler, öğretim üyeleri ayıklandı. 1983’te son darbe indirildi: Tüm TUDEH yöneticileri tutuklandı. O süreçte İran’da molla rejiminin kıyımına uğrayan solcu, aydın sayısının 2 milyon olduğu tahmin ediliyor. Kadınlar için ayrı bir pencere açalım... Mollalar ilk günlerde başı açık kadınlara dokunmadılar. Biraz güçlenince devlet dairelerinde kara çarşaf şart dediler. Kadınlar buna gülüp geçtiler, olur muydu öyle şey? Bu yasanın çıkma arefesinde Tahran sokaklarında tümü kadın 50 bin kişi yürüdü. Rejimin ikinci yılında devlet dairelerinde, sokaklarda, özel işyerlerinde, kısacası hiçbir yerde başı açık tek kadın kalmamıştı. Başı kapalı ama ojeli olduğu anlaşılan kadınlar, rejim muhafızları Pasdaranlar tarafından sarı renkli minibüslere götürülüyor, elleri içi böcek dolu poşetlere sokuluyordu. ??? Türkiye İran olur mu? Olmaz ama, İran’a benzer başka bir Türkiye ile karşılaşabiliriz. İran’dan kaçabilen solcuların ortak söylemlerinden biri şudur: “Alıştıra alıştıra geldiler. Bir taviz kopardılar mı, aldıkları taviz sanki yıllardır uygulamadaymış gibi doğal karşıladılar, hemen yeni taviz peşine düştüler. Kısa süre sonra itiraz etmeyi unutan insanlar haline geldik. Artık sağcı, solcu, milliyetçi, liberal yoktu, iyi Müslümankötü Müslüman vardı. Bunun ölçüsünü de mollalar koyuyordu.” AKP döneminde gerek alıştıra alıştıra, gerekse dayatılarak gündeme getirilen kimi değişiklikleri şöyle bir düşünün... Sanki koşullar benzer bir süreç yaşadığımızı gösteriyor. Erdoğan AB’ye şöyle seslenmedi mi: “Bizi yormayın, almayacaksanız söyleyin, kendi yolumuza gidelim.” Neresidir Erdoğan’ın yolu? Sevgili solcu kardeşler, yoldaşlar; Brüksel’e demokrasiye giderken evdeki haklardan olmayalım... İş işten geçtikten sonra başımızı örtüp saçımızı yolmayalım... 14 Nisan süreci Türkiye’nin aydınlığı içindir, altında başka bir şey aramayalım... Y Gaffar Okkan’ın şehit edilmesiyle ilgili olarak yargılanan 6 Hizbullahçının mahkumiyetiyle ilgili gerekçeli kararda, bir yandan çok daha basit biçimde gerçekleştirilebilecek eylemin planlı ve gövde gösterisi şeklinde yapıldığı belirtilirken diğer yandan da örgütün bu çapta bir suikastı gerçekleştiremeyeceğine ilişkin yorum yapılıyor. alınan kan, tükürük ve parmak izi örneklerinin analizinde, sanıklardan Şanlı, Dönük ve Çetin’in eyleme katıldığına ilişkin herhangi bir bulguya rastlanmadığı kaydediliyor, bir yandan da böylesine önemli bir kişinin pervasızca hedef alınmasındaki tuhaflık sorgulanıyor. N BÜYÜK DARBEYI OKKAN VURDU 2000 yılı öncesi ve sonrasında Hizbullah’a en büyük darbe Diyarbakır’da vuruluyor. Okkan’ın bizzat yönettiği, 250 noktaya yönelik operasyonlarda 462 örgüt mensubu yakalanıyor, 122’si tutuklanıyor. Okkan’ın şehit edildiği gün bile Diyarbakır DGM’ye 10 Hizbullah militanı çıkarılıyor. Hizbullah’ın “İlim Kanadı’’nı çökerten Okkan, örgütün 800 sayfa belgesini inceletiyor, ünlü Beykoz operasyonunun altyapısını hazırlıyor ve lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de düzenlenen operasyonda öldürülmesini sağlıyor. Bu operasyonun ardından binlerce militanı yakalanan örgüt, Okkan’ı ölüm listesinin başına koyuyor. Ancak Okkan operasyonların süreceğini belirtiyor ve katledilmeden kısa süre önce de 28 örgüt tetikçisinin peşinde olduğunu açıklıyor. Okkan bu açıklamanın ardından, Hizbullah’ın çökertildiğinin düşünüldüğü bir dönemde, elektriklerin kesildiği bir akşam vakti, emniyet binasının yakınlarında profesyonelce bir saldırıyla katlediliyor. Suikastın ardından yapılan operasyonlarda Mehmet Fidancı, Bedran Salamboğa, Veysi Şanlı, Suat Çetin, Şener Dönük, Recep Dönük, Servet Yoldaş, İbrahim Gürceğiz, Mustafa Bozkurt, Abdulkadir Aktaş, Nurullah Gülsever adlı teröristler, 14 Kalaşnikof, 1 MP5 otomatik silah, 26 tabanca ve 16 el bombası ile birlikte ele geçiriliyor. Hasan Sarıağaç, Hüseyin Sarıağaç, Şafi Demirdağ polis tarafından düzenlenen operasyonlarda öldürülürken firar eden Ramazan Kınay, Necmettin Şanlı ve Mehmet Yasin Aydın ise halen aranıyor. Sanıklardan Mehmet Fidancı müebbetle cezalandırılırken diğerlerinin duruşması sürüyor. Kİ KRİTİK SORU GÜNDEMDE Hizbullah’ın Okkan’ı hedef alabileceğine ilişkin ciddi örgütsel gerekçeler bulunmasına karşın sanıklar duruşmalarda suikastla ilgilerinin ol 14 E İ madığını ileri sürüyor. İlginç olan, örgütün firari lideri İsa Altsoy, “İ. Bagasi” kod adıyla yazdığı “Kendi Dilinden Hizbullah” kitabında, çok sayıda eylemi, ilişkiyi açıklamasına ve özeleştiri yapmasına karşın Okkan suikastı konusunda tek kelime etmiyor ve tam 6 yıldır sessiz kalıyor. Altsoy büyük ihtimalle militanlarının yargılanmasını göz önünde bulundurarak susuyor. Ancak Diyarbakır’daki mahkemenin gerekçeleri ile örgütün suskunluğu, “Okkan’ı kim vurdurdu”, “Hizbullah taşeron muydu” gibi kritik iki soruyu ısrarla gündemde tutuyor. Bu soruların yanıtını hem Hizbullah’ın gizeminde hem de uyuşturucu tacirinden silah kaçakçısına, kontradan korucusuna kadar Okkan’ın ürküttüğü tüm çevrelerin karanlık ilişkilerinde aramak gerekiyor! Çember daralıyor... Osman ÇUTSAY FRANKFURT – Almanya’da özellikle 90’lı yılların sonunda patlak veren ve 200 bini aşkın Türk’ü vuran en az 25 milyar Avro’luk “İslamcı soygunu”nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adı daha sık geçmeye başladı. Son Almanya gezisinde Alman İkinci Kanalı ZDF’de yayımlanan “Frontal 21” adlı haber programı görevlilerinden gazeteci Ahmet Şenyurt’un sorularını “bu işler beni ilgilendirmez” iddiasıyla yanıtlayan Erdoğan’ın, Cemil Çiçek ve Bülent Arınç başta olmak üzere birçok arkadaşıyla birlikte Yimpaş, Kombassan ve Jetpa gibi İslami holdinglere destek verdiğinin ortaya çıkması, etrafındaki çemberin daralmasına yol açtı. ZDF’deki haber programında, Erdoğan’ın, Almanya’da uluslararası tutuklama kararıyla aranan Dursun Uyar ile birlikte çektirdiği “tanıtım fotoğraflarına” da yer verildi. Federal Almanya tarihinin en büyük yatırım dolandırıcılığı olarak tanımlanan İslamcı şirketler vurgununun Alman hükümetinin bilgisi dahilinde yapılıp yapılmadığını soran Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen’e geçen ay iletilen yanıtlar doyurucu bulunmamıştı. Berlin hükümetinin, yasak savma kabilinden “Haberimiz yok, yapılacak pek bir şey de yok” diye özetlenebilecek yanıtlarının ardından, Erdoğan ve yakın çalışma arkadaşlarının bu İslamcı soygunda destekçi bir rol oynadığına yönelik kanıtlar artarak ortaya çıkmaya başladı. Bu arada Alman yetkililerin de bu soygunda en azından ihmali olduğuna yönelik iddialar daha yüksek sesle tekrarlanmaya başladı. “Frontal 21” adlı haber programında, Erdoğan’ın Dursun Uyar’la yakın ilişki içinde olduğunu belgeleyen fotoğraflara da yer verilmesi, bu arada şimdi Der Spiegel’in bir haberinde, Almanya’daki 25 milyar Avro’luk bu büyük “İslamcı soygununda” paraların bir bölümünün şeriatçı teröre aktarılmış olabileceğine de dikkat çekildi. Alman İkinci Televizyonu ZDF kanalındaki bir haber programında, Tayyip Erdoğan’ın yeşil soygunda İslami holdingilerin tanıtıcısı olarak önemli rolü bulunduğu, Dursun Uyar ile fotoğrafları kanıt gösterilerek ileri sürüldü. Araştırmalar derinleştirildikçe AKP ileri gelenleriyle Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Türklerine yönelik bu yeşil soygunda aktif rol üstlendiği ortaya çıkıyor. ki Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in de o dönemde İslami holdinglerle çok yakın ilişki içinde olduğu ve açık destek verdiğinin ortaya çıkması, çemberin hızla daraldığına kanıt olarak yorumlandı. Haber, Alman medyasında da yankıya neden oldu. Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Demirci, mağdurların bu ay içinde Türk hükümetine yönelik olarak ortak bir suç duyurusunda bulunacağını bildirdi. Demirci’nin avukatı Ünal Taşhan da, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, Yimpaş ve Kombassan davaları başta olmak üzere elinde 2 bini aşkın dosya bulunduğunu, Türkiye’deki iç hukuk yollarını tüketip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne çıkmak istediklerini belirtti. Toplu dava açacaklarını doğrulayan Taşhan, “Almanya’da mahkeme kararlarını tanıtmakta büyük güçlüklerle karşılaştık. İşimizi Yargıtay’da bitirmek istiyoruz. Ama olmazsa, Avrupa’nın en yüksek mahkemesine çıkmaya da kararlıyız” dedi. Böyle bir durumda Başbakan veya Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bu mahkemelere “en azından ifade vermek üzere” davet edilebileceğini belirten Ünal Taşhan, Berlin hükümetinin de bütün bu gelişmelerde ciddi bir ihmal içinde bulunduğunu söyledi. Taşhan, “Nitelikli dolandırıcılık, yetersiz bilgi, halka izinsiz arz gibi konularda mahkemelerden olumlu kararlar çıkarttık. Alman devleti de sorumluluk sahibidir” dedi. Öte yandan bir bölüm Jetpa mağdurunun savunmasını üstlenen Stuttgart Barosu avukatlarından Fatma Civelek de, Recep Tayyip Erdoğan ve bazı hükümet üyelerinin Almanya’daki bu dolandırıcılıkta önemli payları olduğunun her geçen gün yeni kanıtlarla biraz daha gün ışığına çıktığını belirterek, “Türkiye mahkemelerinde, Almanya’daki mahkeme kararlarını tanıtmakta çok güçlükler çıkartıldı. Bu işin peşini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar bırakmayacağız” diye konuştu. Civelek de, Başbakan veya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın böyle büyük bir dolandırıcılık davası nedeniyle en azından ifadesine başvurmak üzere Avrupa mahkemelerine çağrılması talebinde de bulunabileceklerini belirtti. Bu arada “Der Spiegel”e ait ve Almanca konuşulan dünyanın en çok izlenen haber sitesinde de “İslam holdinglerinin” yüz binlerce Türk’ü dolandırdığını içeren ayrıntılı bir haber yayımlandı. Haberde önemli bir bölümü Milli Görüş camilerinde toplanan paraların 25 milyar Avro civarında olduğu ileri sürülerek, bu paraların şeriatçı teröristlere aktarılmış olabileceği kuşkularına dikkat çekildi. Ülkenin önde gelen haftalık gazetesi “Die Zeit”, geçtiğimiz kasım ayında İslami holdinglerin Federal Almanya tarihinin en büyük yatırım dolandırıcılığını gerçekleştirdiğini içeren ayrıntılı bir haber yayımlamıştı. Argo gitti, dini vurgu kaldı Zeynep ŞAHİN ANKARA Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), küfür ve argo ifadelerle dolu “100 Temel Eser” arasındaki kitaplardan 8’ini liste dışına çıkardığı ve tüm okul kütüphanelerinden toplattığı öğrenildi. Skandalın ortaya çıkışının üzerinden geçen 8 ayın ardından, kitapların okullardan toplanması için harekete geçebilen MEB, dini vurguyla çevrilen “Pinokyo”, “Heidi” gibi dünya klasiklerine ise “ses çıkarmadı.” Argo ve küfürlü ifadelerin yer aldığı kitapların toplatılması için, MEB neredeyse bir yıl sonra harekete geçti. Skandal, geçen yıl ağustos ayında patlak vermişti ancak MEB, olay kitapların okullarda yer almaması için 8 ay sonra girişimde bulunabildi. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, il milli eğitim müdürlüklerine gönderdiği yazıyla, ilköğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 Temel Eser listesindeki kitaplardan 7’sinin “hazırlatılacak eserler” arasında gösterildiğini, buna karşın özel yayınevlerinin bu kitapları basarak, “MEB Tavsiyeli 100 Temel Eser” logosuyla satışa sunduğunu belirtti. AYINEVLERİNE DAVA AÇILDI Çelik, “Bazı yayınevlerince hazırlanan Tekerlemeler, Türkçede Deyimler, Türk Atasözlerinden Seçmeler, Türkülerden Seçmeler, Türk Manilerinden Seçmeler veya Karagöz ile Hacivat adlı eserlerin, bakanlığımız bilgisi dışında 100 Temel Eser logosu kullanılarak okullarımıza satılmakta veya bazı kurum ve kuruluşlarca hediye edilmekte olduğu duyumları alınmıştır” dedi. Bunun üzerine söz konu Y su yayınevleri hakkında dava açıldığını ifade eden Çelik, kitapların okullardan toplatılacağını kaydetti. Çelik, okullarda komisyonlar kurulması ve kitaplıkların taranmasını, söz konusu kitapların toplanmasını istedi. Toplanan kitap sayısının, 25 Mayıs’a kadar bakanlığa bildirilmesi gerektiği kaydedildi. Bu istek doğrultusunda, il müdürleri ilçe eğitim müdürlüklerine, bu müdürlükler de okullara yazı gönderdi. Buna göre, okulların kitapları ayıklama çalışmasını 7 Mayıs’a kadar tamamlayarak, kitaplıklardan çıkarılan eser sayısını ilçe milli eğitim müdürlüklerine, ilçe müdürlüklerinin de 10 Mayıs’a kadar söz konusu sayıları il milli eğitim müdürlüklerine iletmesi istendi. Okullara gönderilen yazıya, MEB’in tavsiye ettiği 100 Temel Eser’in de listesi eklendi. Buna göre, listenin 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70 ve 71. sırasında yer alan “Tekerlemeler, Türkçede Deyimler, Türk Atasözlerinden Seçmeler, Türk Bilmecelerinden Seçmeler, Türk Ninnilerinden Seçmeler, Türkülerden Seçmeler, Türk Manilerinden Seçmeler” ile hazırlatılacak eserler arasında gösterilmemesine karşın “Dünya Edebiyatı” bölümünde yer alan “Küçük Prens” adlı kitabın, kütüphanelerden çıkarılması istendi. Öte yandan, özel yayınevlerinin hazırladığı ve satışa sunduğu, “Heidi”, “Pinokyo” gibi dünya edebiyatının başlıca çocuk klasikleri arasında yer alan kitaplara ilişkin, bakanlık herhangi bir yaptırımda bulunmadı. Bu kitapların çevirisinde, İslami vurgu öne çıkmış ve öğrencilere eserin aslından uzak kitaplar sunulmuştu. MEB, aslına uygun çevrilmeyen dünya edebiyatı örneklerinin kitaplıklardan çıkarılması konusunda uyarıda bulunmadı. ankcum?cumhuriyet.com.tr