22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 NİSAN 2007 CUMA dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM Türkiye seçim gündeminde 2) DÜNYA, AB ve TÜRKİYE Dünyada bir zamanlar sahip olduğu siyasal güç ve nüfuza bir daha kolay kolay kavuşamayacağının gayet iyi bilincinde olan Fransa, tam yarım yüzyıldır AB projesinin takipçisi. Afrika ve sınırlı da olsa Orta Doğu politikalarında bütün 5. Cumhuriyet (1958 ) süresince pek değişmeyen bir çizgi izlemiş Fransa, AB konusunda 2005 AB Anayasa referandumuna kadar ortak bir stratejiyi de koruyabilmişti. Ancak halk oylaması Fransa adına konuşan siyasi yöneticilerle Fransızlar arasındaki görüş ayrılığı, uyumsuzluğu kanıtladı. Sağın en sağı Le Pen ve solun en solu Schivari AB’den tümüyle kopmak fikrinde birleşirken, De Villiers ve Nihous farklılıkların üstün geldiği, bağımsız devletler arası sıkı işbirliğinden öteye bir Birlik istemiyorlar. Le Pen bağımsızlık fikrini nükleer denemelere yeniden başlamaya kadar götürüyor... Büyük sermaye çevreleri ve Avrokratların (AB’li bürokrat ve teknoratlar) yönetiminde neoliberal bir AB’ye karşı çıkan Besancenot, Bove, Buffet ve hatta Voynet gibi radikal sol adaylarsa emekçilerin, çalışanların diyarı “Sosyal Avrupa” fikrini hararetle destekliyorlar. Konuya hemen hemen hiç değinmeyen Laguiller hariç diğerleri Avrupa Bankasını gücünü azaltmak, bir anlamda gereksiz buldukları AB Anayasası’nı sınırlamak veya ikili ve/veya çok yanlı uluslararası antlaşmalarda Fransa’nın bağımsızlığı savunmak gibi argümanlarda birleşiyorlar. Solun solu kesin bir dille kapitalist küreselleşme fikrini mahkum ederken, Bayrou ve Sarkozy Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların çizgileri dahilinde Pazar ekonomisi ve AB Anayasası’nı savunuyorlar. Bu konuda en istekli olan Bayrou bir anlamda Royal ile yakınlaşıyor. Her ikisi de, sosyal boyutu belirgin bir “Avrupa Ana Metni” fikrine sıcak bakıyorlar. Ancak Fransızların onayını almak kaydıyla... Elbette tüm adayların bir biçimde değinmeden geçemediği noktaysa, Türkiye ve AB’nin genişlemesi. Fransız sağının De Villiers ve Le Pen’in söyleminde, programında çığırtkanlık ve şampiyonluğunu yaptığı Türk ve Türkiye karşıtlığı hatta düşmanlığı, Sarkozy ve Bayrou düzeyinde siyasi bir ilke kisvesine bürünüyor. Sarkozy’nin zaman zaman aşırı sağa yaraşır bir tarzda dile getirdiği coğrafya ve kültür merkezli muhalefeti öncelikle popülist, oportünist ve dini köklerden kaynaklanıyor. Benzeri gerekçelerle, ancak usturuplu bir ifadeyle sağ rakibinden çok daha önce, başından beri Türkiye’yi AB‘nde istemediği bilinen Bayrou ise olumsuz savlarını son 2 aylık dönemde birliğin genel genişleme politikasıyla uyumlu ve devlet adamı tanımına daha yaraşır bir kılıfa sokmağa çalışıyor... Türkiye’nin Avrupa ve AB’ndeki yerini daima savunmuş solun solu ve içindeki bireysel ayrık seslere karşın sosyalist sol programlarında, söylemlerinde sürekli olarak Türkiye’nin kozları ve geleceğin dünyasında önemini vurguluyorlar. Birliğin belirlediği sosyal ve siyasi koşulları yerine getirmek ve adısonu konulmuş bir takvime saygı göstermek kaydıyla Türkleri istiyorlar. Ancak hepsi “Türkiye’nin bugün hala demokrasi ve insan hakları konularında ciddi eksiklerinin olduğunun”, altını çiziyorlar. Elbette Royal’in ‘Fransızların iradesi çekingesi’ni unutmadan... 3) ULUSAL KİMLİK ve MİLLİYETÇİLİK Cumhurbaşkanlığı adaylarının programlarında olmayan bu konuyu, Sarkozy’nin 8 Mart akşamı bir televizyon konuşmasında açıkladığı, başkan olursa yeni kurulacak hükümete bir “Göçmenlik ve Milli Kimlik Bakanlığı” ekleyeceği görüşü ateşledi. Aşırı sağın sözcüleri eski bakanı kendi fikirlerini çalmakla eleştirirken, merkez sağ ve sol muhalefet, sivil toplum kuruluşları, çok sayıda uzman ve kişilik Sarkozy’i oportünizm, popülizm yapmak ve tehlikeli bir milliyetçilik oyunu oynamakla suçladılar. Sarkozy’nin bu duyurudan sonra kamuoyu yoklamalarında 6 puan kazanması, Fransızların yüzde 55’inin projeyi olumlu bulduğunu belirtmesi baş rakibesi Royal’i de, rakibinin kazdığı bu cazip ‘tuzağa’ düşürmekte gecikmedi. “Millet” ve “Yurtseverlik” kavramlarının sağ ve aşırı sağın tekeline bırakılmayacak derecede önemli olduğunu vurgulayan sosyalist aday, katıldığı parti veya kamuya açık toplantılarını Fransız Milli Marşı “La Marseillaise” ile noktalamaya başladı. Ayrıca, “Fransızları evlerinde ‘Üçrenkli Ulusal Bayrak’ bulundurmaya ve ulusal bayramlarda pencerelerine asmaya”, davet etti. Sarkozy, her zamanki sinik ve müstehzi uslubuyla “Royal’i doğru yola girdiği”, için kutlarken, sol hatta bir grup sosyalist gelişmeden duydukları rahatsızlığı şiddetle dile getirdiler. Konuya ilişkin tepkiler merkez sağ aday Bayrou’nun şu sözlerinde ortak paydasını buldu: ”Fransa’nın ulusal kimliğinin bir adı vardır. O da ‘Cumhuriyet’tir. ‘Millet’ tanımımız, ‘Köken’ değil ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ ilkeleri üzerine inşa edilmiştir. ‘Göçmenlik’le ‘Ulusal Kimlik’ karıştırılamaz. Nasıl Fransa bakanlığı diye bir bakanlık olamazsa, Ulusal Kimlik bakanlığı da olamaz. Bu sınırlar aşıldığında nasıl büyük felaketler yaşandığının tanığı tarihtir... “ 4) EĞİTİM, KÜLTÜR ve DİĞER KONULAR Aşırı sağcı ve milliyetçi lider Le Pen, başkan olursa eğitim alanındaki reformlarına, “Okullarda otoriteyi sağlamak ve Milli Eğitim’in siyasallaşmasını engellemek amacıyla olay çıkartan çocukların ailelerine verilen yardımları keserek başlamak”, istiyor. Giyim kuşam da dahil bir dizi yasağın yanı sıra, karma, kızerfesyonel öğretmenler tarafından verileceğini garantiliyor. Royal ise kişiselleştirilmiş destek derslerinin yanı sıra, 3 yaşından itibaren bütün küçük çocuklara ücretsiz okul garantiliyor. Sosyalist aday seçilir seçilmez Mayıs ayında ilk yapacağı işin, “Okulda Başarı Kurultayı” olacağını söylüyor. Ayrıca acil önlem olarak 20072008 Öğretim yılı başında ödenecek okul primini iki misline çıkartacağını ve ZEP’lerdeki ilkokul 1. ve 2. sınıflardaki öğrenci sayısını 17 çocukla sınırlayacağını müjdeliyor. Seçim programına zorunlu eğitim yaşını 16’dan 18’e yükselteceği maddesini ekleyen Buffet, okulu “tam laik ve gerçekten ücretsiz bir kamu hizmeti”ne dönüştürme sözü veriyor. Ana okulundan itibaren, öğretim programlarına “Ana diller ve Bölgesel diller”in ekleneceğini ve eğitimde eşitsizliği yok edebilmek ama C 11 Anıtkabir Segolene ROYAL (Fransız Sosyalist Partisi / PSF) D. 22/9/1953 – Dakar (Senegal). Siyasal Bilgiler ve Hukuk mezunu, ENA (En üstdüzey yönetici yetiştiren okul), DeuxSevres ili milletvekili. 1978 – PSF’ye üye oluyor. 19821988 – Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği üyesi (Özel Kalem); 1988 – DeuxSevres milletvekili; 1992 – Çevre Bakanı; 19972002 Temel Eğitimden Sorumlu Devlet Bakanı / Aile, Çocuk ve Engellilerden Sorumlu Devlet Bakanı. Sloganı “Değişim – Başkan Fransa”. (Önekle yaptığı harf ve kelime oyunuyla ‘Başkan’ sözcüğünü dişileştiriyor.) kek karışık okulları ayırıp eskiye dönülmesini, özel (yani dini okullar) okulların desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Le Pen’le ZEP yani ‘Öncelikli Eğitim Bölgeleri’nin (yoksul ve sorunlu semtlerde kurulmuş özel eğitim birimleri) kapatılması konusunda hem fikir olan Sarkozy, temel eğitim kurumlarına tanınan özerkliğin (eğitimin özelleştirilmesi sürecinde). arttırılmasından yana. Le Pen kadar olmasa bile öğretmenlerin daha uzun çalışmalarını dileyen Sarkozy, ilk adımda “Öğrencilere gayret etme ve çalışma zevki”, aşılamayı hedefliyor. Sağ kesimin tümüyle kaldırmak istediği “Öğrenci Kartları” uygulamasına devamdan yana olan Bayrou, Fransa’da okumayazma bilmeyen bırakmayacağına söz veriyor. Derslere destek kurslarının, ücretleri ek veya fazla mesai olarak ödenecek pro cıyla kurulacak bir “Ulusal Vakıf” aracılığıyla 5 yılda 150 bin yeni öğretmen, 45 bin de uzman kadronun işe alınacağını belirtiyor. Solun solu da Royal veya Buffet’inkine benzer önlemlerin dışında ‘sivil toplum refleksini geliştirici’ yardımlar öneriyor. Tüm eğitim kurumlarında laiklikliğin büyük bir titizlikle korunması ilkesi konusunda, cumhuriyetçi toplumsal antlaşma icabı tam bir oybirliği mevcut. Kültür konusunda daima cimri ve çekingen davranmış sağ cephenin, kraliyetçi hassasiyetli adayı De Villiers, örneğin ana dil, yabancı kökenli kültürler gibi konularda verilen tüm kamu sübvansiyonları anında kesmek niyetinde. Le Pen de aynı radikalliği tekno, rap gibi ‘muzır’ (!) müzik ve güzel sanat türlerine de genişletmek istiyor. Sarkozy ve Bayrou gibi sağın ağır topları, seçim vaatleri arasında Kültür konusunu adeta es geçerken, Royal ve sol kanat bu başlığa ciddi yer veriyorlar. ‘Ortak sol’ ve ‘Çoğul sol’ iktidarlardan kalan bir gelenekle devlet bütçesinin yüzde 1’ini kültüre ayırtan sol, kültürün demokratikleşmesi ve yaygınlaşmasını yine bir öncelik olarak görüyor. Örneğin, Royal Avrupa Konseyi kararları doğrultusunda yerel, bölgesel kültürlerin geliştirilmesi veya sorunlu yörelerde internet destekli medyatek girişimlerinin güçlendirilmesini tercih ederken, Voynet müzeler, gösteri ve sanat merkezlerinin yaygınlaştırılmasını yeğliyor. Hepsi kamunun hatta devletin yaratıcılığı teşvik etmek için her sanat dalında, her ilgili meslek alanında daha fazla yatırım yapması veya basınyayında gruplaşmayı önleyecek tedbirleri arttırması gibi istemlerde hem fikirler... azen yurdumdan binlerce kilometre uzakta görev yaptığım için kendi kendime hayıflanıyorum, pişmanlık duyuyorum, kahrediyorum, keşke diyorum... Geçtiğimiz hafta yine bu duygularla doluydum. Televizyonun karşısında Tandoğan’dan yürüyen yüz binleri izledikçe hem kahroldum, hem de bu insanları kıskandım. Tek tesellim onlarla beraber yürüyemesem de, kalbimin bu şanslı insanlarla beraber atmasıydı. Atatürkçü, çağdaş, laik, demokrat, vatanını seven, ülkesinin birliği ve bütünlüğünden yana olan yüz binlerin ayak sesleri Avrupa’ya kadar ulaştı. Tüm dünya ajansları, dünya televizyonları, önemli gazeteler ve radyoların gündeminde “demokrasi yürüyüşü” vardı. Tandoğan’dan başlayıp Anıtkabir’de son bulan yürüyüşün sonunda yapılan konuşmalar, atılan sloganların hedefinde olanlar “Maşallah” hiç oralı olmadılar. Yani utanmasalar “Sağlık için yürüyüş iyidir. Bakın yaklaşık üç yüz elli bin insan, ta Tandoğan’dan Anıtkabir’e kadar yürümek için Türkiye’nin her tarafından akın akın geldiler” diyebilirlerdi. Onu demediler, diyemediler, ama bu insanlara “darbeci” tanımlaması getirdiler. Yürüyüşü tüm çabalarına, provokatif açıklamalarına rağmen engelleyemediler. Tabii ki üzülmüşlerdir, hatta hem de çok üzülmüşlerdir. Allah bilir kendi içlerinde “biz nasıl oldu da, bu insanların Ankara’ya kadar gelip yürüyüş yapmalarını engelleyemedik” diye durum muhakemesi yapıyorlardır. Aslında bu insanlara “darbeci” tanımlaması yapanlar onların “devrimci” olduklarını çok iyi biliyorlar. Yine biliyorlar ki kulaklarındaki bu korkunç “uğultu” ve “rap rap” sesleri yüz binlerin ayaklarından değil, milyonların kalplerinden çıkan sesler. İşte onun için işi yüzsüzlüğe vurup, olayları anlamazdan geliyorlar. Rahmetli annem son seçimlerde Atina’yı arayıp bana sormuştu “oğlum kime oy atayım” diye. O gün “sen okumuş yazmış insansın, bana sorma gönlüne göre kullan” diyerek sandığa göndermiştim. Sonraki günlerde kime oy kullandığı sormadım. AKP’nin iktidara gelmesinden iki yıl sonra Türkiye’nin durumunu tartışırken gerçeği itiraf ederek “yanlış oy kullandım, iş işten geçtiğini şimdi anlıyorum, çok pişmanım” diyerek baklayı ağzından çıkarmıştı. Bugün artık annem yok. Ancak onun gibi son seçimlerde AKP’ye oy verip sonradan gerçeği görüp pişman olan milyonlarca insan var. Unutmayın, “güneşi balçıkla sıvayamazsınız.”.. B ??? Başbakan Erdoğan’ın “Kasımpaşa ağzı” Türkiye için geçerlidir, diye her zaman söylerim, bu defa da öyle oldu. Almanya gezisine çıkmadan önce yakınları tarafından basına sızdırılan haberler, Alman dergilerine verilen demeçlerde “AB yıldönümü kutlamalarına neden çağrılmadığının hesabını Merkel’den soracağı “ ileri sürülüyordu. Ne oldu? Sordu mu? Daha doğrusu sorabildi mi? Alman Şansölye düzenlediği basın toplantısında bu konudaki sorulara her zamanki kararlılığı ile cevap verdi “Davet konusu daha önceden kararlaştırılmıştı, Türk başbakan bu konuda üzüntüsünü dile getirdi” dedi. Bunun anlamı Türkiye’de “Kasımpaşalı” yurtdışında kuzu olan Erdoğan’ın davet konusuna ucundan, kıyısından değinmiş olduğudur. AB dönem başkanı olarak Almanya isteseydi “Türkiye bugüne kadar olan kutlamalara çağrılmış, şimdi de çağırmamız gerekir” şeklindeki tavrını AB başkentlerine iletir ve dediğini bal gibi yaptırırdı. Bana kalırsa bunu bilerek yapmadı. Öncelikle şu konunun çok iyi bilinmesi lazım: Merkel, Türkiye’ye karşı kesinlikle hiçbir zaman samimi dost görünüm çizmedi. “Doğu Alman patentli” bu politikacıya yaklaşım noktasında Türkiye’nin bin düşünüp, bir adım atması gerekiyor. Türk düşmanı ırkçı ve faşist diye bildiğimiz Sarkozy bile Merkel’den daha dürüst ve daha net görüntü veriyor. En azından flu değil, içindekileri saklamıyor, düşmanlığını yüzümüze karşı açıkça dile getiriyor. Avusturya, Yunanistan, GKRY ile bazı İskandinav ülkeleri liderleri de Türkiye karşıtı olduklarını net olarak söyleyebiliyorlar. Ama Merkel’de bu yok, kıvırtkan ve de kaygan bir zemin üzerinde oynamayı tercih ediyor. Bu noktada Avrupa genelinde yaşayıp oy kullanma hakkına sahip yüz binlerce vatandaşımıza büyük görev düşüyor. Ülkelerinizdeki hükümetlerin icraatlarını seçim dönemlerinde değil, ilk günden itibaren mercek altına alın. Sandık başına gittiğinizde kendinize ve Türkiye’ye faydalı olacağını düşündüğünüz partilere oy kullanın. Bulunduğunuz ülkelerdeki siyasi etkinliğiniz, ilerde kesinlikle Türkiye’nin lehine olacaktır. Aksi halde Avrupalı denen bu cambazların elinde yıllarca oyuncak olmaya devam edeceğiz. murilem@otenet.gr SONUÇ Seçim öngörülerinin en ilginç ortak saptaması, 2. tura kalacak adaylara göre hangi adayın Cumhurbaşkanlığı ipini daha kolay göğüsleyeceği hususunda. Şu andaki varsayımlar Sarkozy 2. turda Royal’le kapışacak olursa, 48 puan farkla kazanacağını gösteriyor. Çünkü merkez sağ oylar Sarkozy’ye kayacak. Fakat Bayrou, Sarkozy ile karşı karşıya kalacak olursa, güçlü rakibine en azından 10 puan fark atacak, deniyor. Zira sol seçmen Sarkozy’nin kazanmaması için Bayrou’ya oy verecek. Aynen 2002 seçimlerinde olduğu gibi. Fakat yine siyasi tahmincilere göre 2002’den ders çıkartan bir kısım sol seçmen, bölünmek ve meydanı sağa bırakmamak kaygısıyla bu defa oyunu solun soluna vermeyecek. Yani bu durumda ilk turda Royal ikinciliği garantileyecek, ama 2. turda şampiyonluğu garantilemek için bir değil, bir kaç ‘altın gole’ ihtiyaç duyacak. Sonuçta 2005 banliyö olaylarını izleyen süreçte seçim kütüklerine yazılan büyük oranda genç 1,8 milyon yeni ve göçmen kökenli seçmen, yabancı transferler blok halinde solun adayını desteklerse, altın goller gelir ve Fransa’nın siyasi kaderinde değişiklik şansı doğabilir. Tabii ki 0genel seçimlerinde aynı doğrultuda sonuçlanması kaydıyla... ‘Kıyamet kopar’ tehdidi Hiç kimsenin Kerkük sorununa karışmasına izin vermeyeceklerini söyleyen Barzani, kentteki referandum sürecinin işlememesi durumunda “kıyametin kopacağını” vurguladı. Barzani’ye destek veren Kürt Parlamentosu Başkan Yardımcısı Kemal Kerküki, “Bütün Kürdistan halkı Barzani’nin yanındadır” dedi. Dış Haberler Servisi Kürdistan Demokratik Partisi Başkanı Mesud Barzani, tehditlerini yineleyerek Kerkük’teki referandum sürecinin işlememesi durumunda “kıyametin kopacağını” söyledi. Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Barzani, “Hiçbir yabancı tarafın Kerkük meselesine karışmasına izin vermeyiz. Kerkük bir iç meseledir ve içte çözüme kavuşturulacak. 140. maddenin uygulanmayacağından emin olduğumuzda, o zaman felaketin koptuğu zaman olacak” diye konuştu. Hiç kimsenin kendilerini tehdit edemeyeceğini söyleyen Barzani, “Biz demiyoruz ki Kerkük illa Kürtlerin olacak. Kerkük Kürt kimliğiyle bir Irak kentidir. Bütün tarihi ve coğrafi belgeler de bunu kanıtlıyor” dedi. Kuzey Irak’taki Kürt Parlamentosu, Türkiye aleyhinde açıklamalarda bulunan Mesud Barzani’ye sahip çıktı. “Bütün Kürdistan halkı, Sayın Mesud Barzani’nin yanındadır. Şunu bilmek gerekiyor ki tehdit eden herkese karşı cevap vermek çok normaldir” diye konuşan Kürt Parlamentosu Başkan Yardımcısı Kemal Kerküki, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Barzani’ye verdiği yanıtı da eleştirdi. Kerküki, “bir devletin başbakanının, adaba uygun bir dil kullanması, herkesin önünde konuştuklarının hududunu bilmesi ve başka bir ülkenin içişlerine karışmaması gerektiği” ni söyledi. Kürdistan Demokratik Partisi lideri Barzani’nin sözcüsü Fuad Hüseyin ise sorunları Türkiye’yle konuşmaktan yana olduklarını, ancak Türkiye’den bir karşılık göremediklerini öne sürdü. Barzani’nin “Türkiye, Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” sözlerine açıklık getirmek istediğini söyleyen Hüseyin, BBC Türkçe Servisi’ne yaptığı açıklamada, Barzani’nin bu açıklamayı El Arabiya televizyonuna bir ay önce yapmış olduğunu, Türkiye’den özellikle Kerkük’le ilgili olarak tehditkâr birtakım sözlerin gelmesi üzerine bu tür bir yanıt vermiş olduğunu söyledi. Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin Washington temsilcisi Kubad Talabani, “Bizim Türk topraklarına girmek gibi bir niyetimiz olamaz, biz Türkiye dahil bütün komşularımızla kardeşçe ilişkiler istiyoruz” dedi. Irak Başbakanı Nuri el Maliki, Mesud Barzani’nin sözlerinin Irak’taki merkezi hükümeti bağlamayacağını ima etti. SOL ADAYLAR Olivier BESANCENOT (Devrimci Komünist Ligi / LCR) D. 18/4/1974 – LevalloiPerret (Paris banliyösü). Tarih eğitimi, Postacı. 1988 – SOS Racisme derneğine üyelik; 1997 – LCR’e üye oluyor; 1999 LCR lideri ve Avrupa vekili Alain Krivine’nin parlamento ateşesi; 2002 – ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı (yüzde 4,25); 2004 AB seçimleri LCR liste başı. Sloganı “Hayatlarımız Onların Kârlarından Daha Değerlidir.” (*) Jose BOVE (Sol Alterküreselleşme Hareketi) D. 11/6/1953 – Talence. Felsefe’den terk, Koyunculuk ve Peynir üreticisi. 19731981 Larzac antimilitarist köylü hareketi lideri; 1987 Köylü Konfederasyonu kurucularından ve sözcüsü; 1998 – ATTAC Alternatif Küreselleşme Hareketi kurucusu ve liderlerinden; 2006 – Antiliberal Cephe kurucuları ve cumhurbaşkanlığı aday adaylarından. Sloganı “Yeni Bir Dünya Yürüyor – Bove’ye Cüret Edin”. MarieGeorge BUFFET (Fransız Komünist Partisi / PCF destekli Antiliberal Sol) D. 7/5/1949 – Sceaux (Paris banliyösü). TarihCoğrafya eğitimi, Belediye memuru, PCF Ulusal Sekreteri. 1969 – PCF’e üye oluyor; 1977 ChatenayMalabry Belediye Başkan yardımcısı; 1987 – PCF Merkez Komitesi üyesi; 1997 SeineSt. Denis ili milletvekili ve Gençlik ve Spor bakanı; 2001 PCF Ulusal Sekreteri . Sloganı “Solun Değerlerine Sahip Çıkabilmesi İçin, Gündelik Hayatı Değiştirmekte Kararlı Olabilmek İçin: Sol Oy.” Arlette LAGUILLER (İşçi Mücadelesi / LO) D. 18/3/1940 – Paris. Orta okul mezunu, Emekli memur. 1960 – Birleşik Sosyalist Parti / PSU’ye üye oluyor; 1968 LO’nun kuruluşuna katılıyor ve politik büro üyesi seçiliyor; 1974 – Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılan ilk kadın aday; 1998 – Paris Büyük Şehir Bölge İdare Kurulu üyesi; 1999 – Avrupa vekili; 2007 – En çok ve eski cumhurbaşkanı adayı (6. kez). Sloganı “Daima Çalışanların Cephesinde”. Gerard SCHIVARDI (Troçkist Çalışanlar Partisi / PT destekli bağımsız) D. 17/4/1950 – Narbonne. Ortaokul mezunu, İnşaat ustası, Belediye Başkanı. 19752003 Fransız Sosyalist Partisi üyesi; artık hiç bir partiye üye değil. 2002 – ‘Minervois Bölgesi Belediyeleri ve Kamu Hizmetlerini Koruma Komitesi’ kurucusu; 2006 – ‘Yeniden Demokrasi ve AB’den Ayrılma Konvansiyonu’ girişimcilerinden. Sloganı “Avrupa Birliği’nden Kopma”. Dominique VOYNET (Yeşiller) D. 4/11/1958 – Montbeliard. Anestezist doktor, Senatör. 1984 Yeşiller Hareketinin kurucularından; 1989 ilk siyasi sorumluluğu Dole Belediye Meclisi üyeliği ve aynı yıl Yeşiller Avrupa Vekili; 1997 Jura ili milletvekili ve Çevre Bakanı; 2004 – SeineSt. Denis ili senatörü. Sloganı “Ekolojik Devrim”.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear