Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
TEMMUZ CUMA söyleşi PARİS’TEN DENKTAŞ:BU DEVLETİ ORTADAN KALDIRACAK BİR MERT GÖREMİYORUM Limanlar açılırsa KKTC biter REŞAT AKAR LEFKOŞA KKTC’nin eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara’nın ‘‘alt yönetimi’’ olarak takdim edilen Kuzey Kıbrıs’taki mal tazmin komisyonunun ‘‘yasal bir organ’’ olmadığını belirterek ‘‘Bunların kuzeydeki Rum mülklerini iade etme veya tazminat ödeme yetkileri yoktur’’ dedi. Mülkiyet sorununun bu şekilde çözülemeyeceğini söyleyen Denktaş, Tatlısu köyünden göçmen iki Ruma arazilerinin geri verileceğine ilişkin kararın ‘‘iki bölgeliliğe’’ aykırı olduğunu savunarak bu tür kararlar alma haklarının olmadığını savundu. Mülkiyet konusunun, siyasi bir sorun olduğunu ve Kıbrıs sorununun çözümüyle birlikte halledileceğini tekrarlayan Denktaş, Girne göçmeni Titina Loizidu’ya 1 milyon dolar civarında tazminat ödeyen Türk hükümetini sert bir dille suçladı. Denktaş şöyle dedi: ‘‘Niye ödediler Loizidu’nun parasını? Bunu yapmakla, diğerlerine emsal yaratmış oldular. Halbuki Kıbrıslı Türklerin güneyde kalmış mülkleri vardır. Onlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gidemiyorlar. Ayrıca 196374 döneminde Kıbrıslı Türklere yapılan saldırılar, verilen ağır zararlar vardır. Bunların tazminatı hesaplanmalı ve ona göre sonuca varılmalıdır. Yunanistan’ın da Türkiye’ye tazminat ödemesi gerekiyor. Çünkü Türkiye 1974 yılında, mecbur kaldığı için müdahale etmiştir. Yunan Cuntası’nın yaptıkları Türkiye’yi askeri harekâta mecbur bırakmıştır. Bunun tazminatı ağırdır.’’ NİÇİN ORTADAN KALDIRALIM? Konfederal çözüm diyorsunuz, ama bu çok kez reddedilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin ve referandumda Kıbrıslı Türklerin kabul ettiği Annan Planı federal bir çözümü öngörüyor. RAUF DENKTAŞ Rum tarafı üniter devletten söz ediyor. Bizim de iki devletli bir çözüm isteme hakkımız vardır. Yıllarca bizimle federasyonu tartıştılar, sonra bundan da vazgeçtiler. Biz de kendimizi ağırdan satmalıyız. Üstelik Türkiye tarafından tanınan bir devletimiz vardır. Bunu neden ortadan kaldıralım? Ama Türkiye’nin AB’ye vermiş olduğu taahhütler var. Limanların açılması gibi. Bunu yapmak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımak değil midir? Türkiye’nin taahhüt altına girdiği doğrudur. Limanları açtığı takdirde KKTC ortadan kalkmış olur. Eğer Türkiye zora girdiyse bize açık açık zorda olduklarını ve kurtulmak için Kıbrıs’tan vazgeçtiklerini söylesinler. Bunu demiyorlar. Ama diğer taraftan adım adım başka şeyler yapıyorlar. Rumlara mülk iadesi için yasa çıkarmak ve komisyon kurmak gibi. Limanların açılması için Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyonların kaldırılması sizi tatmin etmez mi? Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyon ne demek? KKTC üzerindeki izolasyonlar kaldırılmalıdır. Bunu yaparlar mı? AB’nin zorlamasıyla limanların açıldığını düşünelim. Siz KKTC’nin ortadan kalkmış olacağını söylediniz. Bu durumda ne yaparsınız? Açık söylüyorum. Bu devleti ortadan kaldıracak bir ‘‘mert’’ göremiyorum. Namert olanlar vardır. Ama mert insan göremiyorum. ANLAMAYA BAŞLADILAR Kuzeydeki yerel seçimlerde iki sağ partinin aldığı oyların yüzde 60’a ulaşması sizi sevindirdi mi? Elbette sevindirdi. Bu sonuç dış dünyaya önemli mesajlar veriyor. Artık referandum havası yoktur. İnsanlar aldatılmış olduklarını anlıyorlar. İki sağ partiyi, oğlunuzun partisi DP ile UBP’yi birleştirmek için herhangi bir girişim planlıyor musunuz? Önce şunu söyleyeyim. Küçük partiler artık ya birleşmeli ya da kapanmalıdır. UBP ile DP’nin birleşmesi iyi olur, ama ayrılığa neden olan Derviş Eroğlu’nun hâlâ partiyi uzaktan idare ettiği, hatta yeniden başkan olacağı söyleniyor. Eroğlu ile birleşme olmaz. Çünkü Serdar’ı adeta bir düşman gibi görüyor. Bunu çok kez fark ettim. Haksızsın Zizu C 9 UĞUR HÜKÜM Z C umhuriyet’e yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununun ancak ‘konfederal’ (iki devletli) bir çözümle ortadan kalkacağını söyleyen Rauf Denktaş, ‘‘Rum tarafı kendisini adanın meşru hükümeti ilan ettiğine göre bizim de KKTC’yi yaşatma hakkımız vardır’’ dedi. EUROBAROMETRE’NİN SON ANKETİ Türkler AB’ye güvenmiyor ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL Avrupa Birliği’nin kamuoyu yoklamalarından sorumlu kuruluşu Eurobarometre’nin son anketine göre Türkiye’de AB’ye olumlu bakanların oranı yüzde 43’e kadar geriledi. Eurobarometre’nin martnisan ayları arasında üye ve aday ülkelerde yaptığı anketin sonuçlarına göre Türklerin sonbaharda AB’ye desteği yüzde 60’tan yüzde 43’e düştü. Bu oran AB ülkelerinin genelinde yüzde 50 olarak belirlendi. Ankette ayrıca Türklerin İngilizlerden sonra AB’ye en az güven duyan millet olduğu da ortaya konuldu. İngilizler AB’ye yüzde 31 oranında güven duyarken Türklerin AB’ye güvenleri yüzde 35’te kalıyor. Araştırmada ayrıca Türk kamuoyunda AB’ye güvenin 2005 yılı sonbaharında yüzde 50 iken yüzde 35’e düştüğüne de dikkat çekiliyor. Sonuçlara göre, AB genelinde AB kurumlarına güven yüzde 48. AB’ye en çok güvenen ülkeler arasında yüzde 70’le Macaristan, 63’le Yunanistan ve Slovenya bulunuyor. Ankette ayrıca AB genelinde genişlemeye desteğin yüzde 45’te kaldığı da ortaya konuldu. Genişlemeye en az destek veren ülke yüzde 27 ile Avusturya oldu. Yüzde 27 ile Lüksemburg, yüzde 28 ile Almanya, yüzde 31 ile Fransa ve yüzde 35 ile Finlandiya Avusturya’yı takip ediyor. AB içinde demokrasinin işleyişine yönelik anket sonuçlarına göre Avrupalıların yüzde 50’si memnun olduğunu bildirdi. Ankette Türk kamuoyunun yüzde 44’ü AB içindeki demokrasinin işleyişinden memnun olduğunu dile getirirken Türklerin yüzde 50’si Türkiye’deki demokratik ortamı tercih ettikleri yönünde görüş bildirdi. ’den bu yana 26 yıl, 1980 tamı tamına çeyrek yüzyıl geçti ama... Türkiye’nin ihracatçısı kur politikalarıyla ihracatta yapı değişikliği yaratılamayacağını hâlâ öğrenemedi. İhracatçı öğrenemedi de politika yürütücüleri öğrendi mi ki! AKP’nin cari açıktaki fahiş aralığı kapatmak için kur artışından medet umduğuna bakılırsa öğrenemedikleri kesin. Düşük kur politikalarının enflasyonu geriletici etkisinin sürekli olmadığını... Tüketime dayalı büyümenin saadet getirmediğini öğrenemedikleri gibi! Düşük kur politikalarıyla büyümenin sürekli olmayacağını... Düşük kurun ithalata bağımlı imalat sektörüne ucuz girdi sağlarken üreticiyi yerli girdi kullanmaktan vazgeçirdiğini... Tüketiciyi de göreli olarak ucuz olan ithal mallarına yönelttiğini... Dolayısıyla, talep artışlarının enflasyonu yukarı doğru çekeceği bu köşe de dahil olmak üzere defalarca yazıldı. Ama ne fayda! Yılın yarısından sene sonuna bakınca yıl sonu enflasyonu tüketici fiyatlarında (TÜFE) yüzde 10.12. Üretici GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Düşük Kurla Saadet Buraya Kadar! yüzde 2.77 arttığında kur artışları hazirandaki kadar hızlı değildi ve fiyatlara henüz yansımamıştı. Oysa, haziranda fiyat artış eğiliminin yaygınlaştığı iyice belirginleşti; kurdaki artışın etkisi de artık daha net izlenmekte. TÜFE’nin yıllık bazda yüzde 10.12; ÜFE’nin de yüzde 12.52’ye ulaşmış olması sene sonu için hedeflenen yüzde 5’lik hedefin şimdiden aşıldığını göstermekte. Dolayısıyla, piyasalar senenin ikinci yarısıyla ilgili beklentilerini revize etmeye başladılar bile!.. Ekonomi iç talepteki artış nedeniyle ilk çeyrekte yüzde 6.3’le beklenenin üstünde büyümekle birlikte, geri kalan üç çeyrek için benzer iyimserliği taşımak zor. Bunda büyümenin yüzde 25.9’la büyüyen inşaat sektörü gibi hizmet ağırlıklı sektörlerden kaynaklanmasının payı büyük. fiyatlarında (ÜFE) ise yüzde 12.52. Bu da yıl sonuna yani 2007’ye kadar fiyat artışı olmazsa gerçekleşecek rakamlar! Malum Tayip Bey, genellikle bu tür gelişmeleri ‘‘Dünyadaki konjonktürel inişçıkışlar nedeniyle oluşan ufak tefek rahatsızlıklar’’ diye nitelendirir. Eminim, bu kez de ÜFE’nin haziranda ikiye katlandığını görmezden gelip dikkatleri TÜFE’deki yüzde 0.34 artışa çekerek enflasyonun kontrol altında olduğunu iddia edecek! Gelin görün ki... Bu tür iyimserlik havaları artık piyasalarda güven rüzgârı estirmeye yetmiyor. Çünkü: Üretici fiyatlarının haziranda yüzde 4.02 artacağı, nisan ve mayıstan belliydi. Mayısta ÜFE’deki 762 maddeden 409 maddenin ortalama fiyatı artmıştı. Kaldı ki TÜFE yüzde 1.88, ÜFE de Her ne kadar inşaat sektörü diğer mal ve hizmet piyasalarına talep yaratıyorsa da durgunluktan en kolay etkilenen sektörlerin başında gelmesi büyümeyle ilgili kuşkuları arttırmakta. Dahası üreticisi, tüketicisiyle Türkiye IMF’nin ekonomik göstergeleri eskisi gibi güçlü bulmadığını ve... Sıcak paracıların Türkiye riskini satma çabasında olduğu biliniyor. Peki ya Ekonomiden Sorumlu Bakanımız tüm bunların bilindiğinin farkında mı? Ali Babacan, makro ekonomik verilerdeki olası değişiklikleri açıkça söyleyeceği yerde ‘‘ekonomik ve siyasi kazanımları kaybettirecek adımları atmayacaklarını’’ söyleyip durduğuna göre; farkında olmak niyetinde bile değil. Ama... Tayip Bey düşük kurla gelen saadetin bittiğinin farkında. Dış yatırımcıya bu kadar sarılması da zaten bu yüzden. Yoksa, hangi başbakan kalkar da ‘‘Ülkemi küresel sermayenin cazibe merkezi yapacağım!’’ der ki!.. turkmini?superonline.com www.turkelminibas.net izou (Zizu okunur), FIFA seni Kupa’nın en iyi oyuncusu seçse de, şu anda dünyanın en büyük futbolcusu kabul edilsen de haksızsın... Asya, Afrika’nın, hatta doğup büyüdüğün ülkenin varoş ve banliyö kurbanları her kafa kaldırışında seninle özdeşleşseler de, yeryüzünün bütün ezilenleri senin başkaldırışlarında kendilerini bulduklarını sansalar da haksızsın... Mussolini tohumları, faşist artıkları anana, bacına küfretse de, sana ‘‘terörist’’ deseler de, tepkinde haksızsın... 1994’den beri Fransa’yı rüyalardan gerçeklere, hayallerden şampiyonluklara taşısan da haksızsın... Fransızların yüzde 52’si hiddetini anlayışla karşılasa da, yüzde 61’i seni affettiklerini, yüzde 74’ü sana ve ‘‘Mavi BeyazKırmızılı’’ ekibine hayran olduklarını söylese de haksızsın... Dendiğine göre, senin de sokaktaki adam gibi (kadar) duyarlı ve onurlu insan olman nedeniyle, markaj yapabilmek için seni devamlı, 1.95 boyunun elverdiği örümcek kolları ve yavan aklıyla saran Materazzi ayısının (!) provokasyonuna kurban gittiğin için değil tuzağına düştüğün için de haksızsın... Şiddet kullanmakta özürün olamaz, HAKSIZSIN... ??? Aslında pazartesi günkü Türkiye’nin en ‘‘kocaman’’ gazetesinin internet sitesinde maçla ilgili elektronik yazışmalar ve sürtüşmeleri okumasak böyle bir yazıyı hiç de kaleme almazdık. Buna bir de aynı gazetenin ertesi günkü en ‘‘pek bilmiş’’ köşe kalemlerinin içler acısı yorumları eklenince, gerçekten dayanamadık. 1968 Mayıs Paris anılarını toplum polisleriyle poz vererek yad eden başkalem, Fransızların başarısızlığında ‘‘Milli Marş söylemeyenlerin’’ payını sorgularken (bu arada Zinedine Zidane ve Antoine Ribery’nin Müslümanlıklarının altını çizerek), ayı 32 güne çıkartma başarısını üstlenmiş bir diğeri, Zizou’nun ‘‘Akdenizli genlerine teslim olduğu’’ cevherini yumurtluyordu. Yetişmezmiş gibi, ‘‘Buna şarklılık denmez de ne nedir?’’ deyip ne denli haklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. İfadede ustalarının kıvraklık ve becerisine sahip olmayan internet katkıcılarıysa ya Fransa aleyhine destursuz döktürmüş veya katıksız Fransa savunmuşlardı. ‘‘Kafayı neden Materazzi’nin burnuna değil de göğsüne indirdiğini’’ soranlardan, Zizou’yu ‘‘devşirme Fransız’’ niteleyenlere veya Fransa’da yaşayıp da Ermeni konusundaki tavrından ötürü, ‘‘Fransa’nın yenilmesinden mutluluk duyanlara’’, Zizou’yu Müslüman lider görüp ona Allah, peygamber nuru yollayanlara ilginç bir yelpaze, maçı tartışıyordu. İbretlikti ve okumaya değerdi... ??? Dünya Kupasının ilk maçlarını izlememiştik. Eski, amatör bir futbolcu, ancak ‘‘ilk göz ağrısının izini sürmek heyecanı’’ gibi kırk yılda bir, yarım gözlü utangaç bir futbol seyircisi sıfatıyla sonuçlara bakmadan edemiyorduk. Zaten Türkiye yoktu, üstelik Fransız takımı da kötü oynuyordu. Kendi deyimleriyle ‘‘Maviler’’in şansı yaver gidip de ilk elemeleri geçince bizde de merak uyandı. Hem de Kupa’nın en iyi takımlarından İspanya’ya karşı oynayacaklardı. ‘‘Spor ve centilmenlik ve de ‘iyi oynayan’ kazansın’’ dileğiyle başladık izlemeye. ‘‘Maviler’’, gerek İspanya, gerek en favori Brezilya karşısında o denli başarılı oldular ki, tüm Fransa gibi biz de heyecanlandık ve 1998’dekine benzer yeni bir serüvenin peşine takıldık. Yarı finalde, Portekiz sanıldığından daha çetin ceviz çıkınca, bacakların, ayak bileğinin gücüne değil, topun yuvarlaklığına sığınıp finale geçtik... Gönlümüz Fransa’dan yanaydı. İtalyanlar, ilk maçlarda res men tespit edilen, örneğin 34 sahte yere uçuşla, yaptıkları sayısız faul ve mafyamtrak gelenekleriyle çoktan ‘‘21. Yüzyıl Futbolu’’nun ‘‘gerçek şampiyonları’’ (?) olduklarını kanıtlamışlardı. Birinci Lig’deki 4 takımın yolsuzluk gerekçeleriyle, 2. hatta 3. Lig’e düşme tehlikeleri gündemdeydi. Bu takımların başında milli takıma, aralarında Materazzi’nin de bulunduğu 5 oyuncu veren Juventus da vardı. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, İtalya özellikle son maçlarında sonuç alıcı, iyi futbol oynuyordu. Final maçının ilk devresinde bastıran İtalya ikinci devrede üstünlüğü Fransa’ya bıraktı. Zizou ve arkadaşları uzatmanın 20’nci dakikasına kadar İtalya’yı bunalttı. Zizou’nun son dakikalarda attığı iki kafa Fransa’yı hak ettiği muhtemel bir kupa ve sevinçten mahrum etti. İlk kafa üst direkten dönerken, aynı kafa, Materazzi ve efsanevi futbolcunun kendisini de devirdi. Materazzi’nin gövdesi yeri görürken, Zizou’nun aklı ve kalbini bilemeyiz ama gövdesi doğrudan soyunma odasını görüyordu. Zizou, yakın dostlarının hitabıyla ‘‘ZZ’’, yapılmaması gerekeni yapmış ve de en azından bizim gönlümüzde Pele ve Metin Oktay’ın yerleştiği podyumdan düşmüştü. Haksızdın ZZ... ??? İtalya’nın 4’üncü kez kazandığı Altın Kupa, ZZ’nin layık görüldüğü Altın Top’un değeri nedir, bilemeyiz... Bildiğimiz, Futbol’un artık çok türde rezilliği mubah gören, fakat altın yumurtlayan tavuk olduğu. Örneğin, Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yapan Almanya ilk verilere göre 10 milyar avroluk bir kazanç sağlamış. Fransa’da maçları naklen yayınlayan TF1 ve M6 kanallarının reklam hasılatı 99,8 milyon avroymuş. 24 maçı naklen yayınlayan TF1’nin final maçında 30 saniyelik bir spot için aldığı para 250 bin avro. Ancak bu kanalın yayınlama hakkını 100 milyon avroya aldığı ve şimdilik 20 milyon açığı olduğu yine basına yansıyan ilk veriler arasında. Her durumda firma, mevcut reklam rüzgarları sayesinde açığını fazlasıyla kapatacakmış. ZZ’nin yıllık kazancının 15 milyon avroyu aştığını, bunun 8,6 milyon avrosunun reklamlardan, dolayısıyla kısmen de olsa bizlerin cebinden çıktığını hatırlatmaya gerek var mı? Zaten ZZ’nin gerçek büyük haksızlığı da burada başlıyor. Ama o yalnızca bildik bir düzenin mükemmel oyuncusu, piyonu. Fransa’nın o güzelim, çok renkli ‘‘vitrin’’ine şıkça oturan bir manken. Attığı kafa görüntülerinin daha şimdiden tüm bilgisayarlarda dolaştığı, onu örnek alan çocukların, gençlerin pazartesi sabahından itibaren onun gibi kafa attıkları, Cezayir devlet başkanı Abdelaziz Buteflika’nın ‘‘onurlu (!) her insan gibi davrandığından ötürü’’ tebrik ettiği Zizu, haksızsın... Hiçbir küfür, hiçbir hakaret, hiçbir provokasyon şiddeti olumlayamaz, onaylayamaz. Yoğurttan ayakkabıya, sigorta devlerinden özel telefon tekellerine, reklamlarla topladıkların ananın sütü gibi hakkın. Ama sen ancak içinden çıktığın Marsilya’nın yoksul mahallerinden Castellane’nın çocuklarını ve bütün dünyadaki ötekileri düşündüğün oranda gönüllerde kalacaksın. CCFD’nin (Hıristiyan Açlıkla Mücadele ve Kalkınma Komitesi) pazartesi günkü bazı gazetelere verdiği, fakir bir Kara Afrika köyünde çekilmiş futbol oynayan 1213 yaşlarında bir çocuk fotoğraflı duyurunun üstünde şu enfes cümle yer alıyordu: ‘‘Gerçek zafer, Fransa sen futbol oynamasan bile, seni kabul ettiği zaman kazanılacaktır...’’ ugur.hukum@gmail.com Türkçe Yunan tragedyası ATİNA Yunanistan’ın en önemli tragedya ustalarından Aiskhylos’un MÖ 472’de yazdığı Persler yapıtı, bugünlerde Atina’da yeni bir tartışmanın merkezine oturdu. Yunanlılarla Perslerin savaşını anlatan tragedyanın sahnelenmesi sırasında oyuncuların hem Türkçe hem de Yunanca konuşması, Yunanistan’da bazı kesimlerin eleştirisine neden oldu. Tartışmalara değinen Financial Times gazetesi, tragedyanın sahneye konulması sırasında sahnenin kırmızı bir çizgiyle ikiye ayrıldığını ve çizginin her iki yanına da yedişer erkekten oluşan koronun yerleştiğini belirtti. Gazete, koronun bazı üyelerinin Yunanca, bazı üyelerinin de Türkçe konuştuğuna dikkat çekti. Söz konusu yapımın Türkiye ve Yunanistan arasındaki nadir kültürel işbirliklerinden olduğu belirtilen haberde, tragedyanın Yunan yönetmeni Theodoros Terzopoulos’un ‘‘Köprüler kurmaya inanıyorum’’ dediği aktarıldı. Yapıtı Türkiye’de de sahnelediklerini belirten Terzopoulos, bu gösteride, Persler’in ilk kez Türkçe olarak sahnelendiğini söyledi. Haberde, yapıtın Yunanistan’da sahnelenmesinin de tartışmalardan uzak olmadığı, tragedyanın resepsiyonunun verildiği gün salondaki elektriklerin kesilmesinin Terzopoulos tarafından şüpheyle karşılandığı ve sabotaj şüphelerini doğurduğu belirtildi.