Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HAZİRAN CUMA müzik YORUMLAR ORHAN GENCEBAY VE CEZA: C Beteri Beteri ilkeydi. Dinci bir iktidarı desteklemek ve Türkiye’yi duvara itmek pahasına, hatta ‘‘kör kör gözüm parmağına’’ noktasında bile, kendilerince piyasaları sakinleştiriyorlardı. ‘‘Beyaz Türkler’’, onları değil halkı vuran krizi kendi aralarında konuşuyorlardı. Son derece teknik bir dille üstelik. Cumhuriyet, oyunu bozacak bir dikkatle sahnedeydi. Oyun tümüyle bozulmadı gerçi, ama bağımsızlığın ve egemen güç odaklarının dışında halka yakın durmanın, bir insana, bir gazeteciye, bir gazeteye vb ne büyük bir olanak, nasıl bir omurga sunduğu, yeniden görülmüş oldu. Sadece Türk turizmi değil tüm ekonomi uçurumda. ‘‘Televole iktisatçıları’’, sakladıkları kriz saklanamayacak boyutlara ulaşınca, harıl harıl onu yazmaya başladılar. Yeni kriz, 2001’dekini yaya bırakacak gibi görünüyor. Sözünü ettiğimiz örneklerdeki gibi, birçok haberi görmemeyi iş sayan medya, şimdi de Türkiye’nin ağır bir krizin ortasında çırpındığını tefrika etmeye başladı. Neyse işte, bunlar oluyor ve bunları herkes söyleyebilir. ??? Bizi burada ilgilendiren şudur: Uluslararası piyasalarda patlak verecek bir krizin ilk kurbanı bir ülke olarak Türkiye’nin insanları nereye gidecek? Asıl önemlisi, Türkiye’nin boğazını, şeriatçılar ve faşist odaklar başta olmak üzere her türden gericiliğin kemendiyle Batı’nın ‘‘global talepleri’’ birlikte sıkarsa, bu ülkenin insanları kendi içlerine mi kapanır? Yoksa Batı Avrupa’daki 3.5 milyonu aşkın insanımızı da son derece huzursuz mu eder? Gerçek, şu: Kriz sadece Türkiye’yi vurmaz, Türkiye insanının Batı metropollerindeki yakınlarını da vurur. Washington, Berlin, Paris, Londra, Brüksel... Bu başkentlerin hiçbiri, Türkiye’deki dinci bir iktidardan veya onun sözde alternatifi milliyetçi bir sağ iktidardan endişelenmiyor. Türkiye’nin uyuşturulması gerekiyor. Daha doğrusu her tür gerici ideoloji ile acı çeken insanlarımızın uyuşturulması gerekiyor. Son kamuoyu yoklamaları, iyice uyuşturulduğunu gösteriyor zaten. Bunun için dincilikten ve faşizan bir milliyetçilikten daha uygun formül mü var? Türkiye çözülüyor ve Batı, anlaşıldığı kadarıyla, bunun ucunun kendisine hiç dokunmayacağına inanıyor. Ancak bu, Türk siyaset sınıfının Alman, Fransız İngiliz vb siyaset sınıflarıyla yakın akraba olduğunu gösteren son bir kör nokta oluyor. cutsay?gmx.net 7 Bizi kategorize etmeyin! ÖZGÜR ERBAŞ OSMAN ÇUTSAY B atsın Bu Dünya, Türkiye’nin son 30 yılında çeşitli zamanlar ve durumlarda söylendi. Bugün alanını biraz daha genişletti ve gece kulüplerine, sosyetik ortamlara da girdi. Eh biraz farkla tabii, bir isyan halinden, bir kendinden geçme durumundan çok maçlarda söylenen marşlar gibi... Bir zamanların işçi mahallelerinden ve varoşlardan ise şimdi rap yükseliyor. Arabesk şehrin merkezine ilerlerken rap varoşlarda genişliyor. Peki değişen ne, isyan mı, müzik mi? Murathan Mungan ve Müslüm Gürses’in arabeskten rock’a bir tünel açan ortak çalışması da “soylulaştırma” çabası olarak yorumlanıyor. Görülen o ki Türkiye değiştikçe, müziğin ritmi de hızlanıyor... Bu hızı ya da değişimi en iyi değerlendirebilecek iki isim var, Orhan Gencebay ve Ceza. İkisi de kendi alanlarında sözü elinde tutuyor. Ceza'nın yeni single'ı “Feyz Al” çıktı, Gencebay ise henüz stüdyoda. İkisi de çalışmalarına ara vererek sorularımızı yanıtladılar. Murathan Mungan ile Müslüm Gürses bir çalışma yaptılar ve ortalık karıştı. Yorumlar yorumları izledi, hatta “Bu arabeski soylulaştırma çabası” dendi. Arabeskin buna ihtiyacı var mıydı? Orhan Gencebay: Buna kesinlikle katılmıyorum, yanlış bir yorum bence. Müslüm Gürses, kendine has bir sanatçıdır ve icrası vardır. Ne demek “soylulaştırma” çabası, soylu olmayan neydi peki? Şimdi Müslüm bulunduğu yerden bu tarafa çekilince soylulaştırılmış mı oldu? Bulunduğu yer çok mu kötüydü de bu yapıldı? Arabeski “elitlerle” buluşturma hamlesi olarak görüldü, “soylulaştırma çabası” da buna dahil bir yorumdu... Orhan G.: Buna gerek var mıydı? Müslüm Gürses, olduğu gibi bir insan. Batı eserlerinin üzerine söz yazıp ona yorumlatmak, bana kalırsa onu bozmak anlamına geliyor. Bırakın, Müslüm Gürses kendine göre yapacağını yapsın. SANAT KIRDA YA DA SOKAKTA BAŞLAR Bu ilk çalışma değildi ki... Adım adım “Batsın Bu Dünya” şarkınızın varoşlardan şehir merkezlerine çekildiğini izledik, sınıflar üstü bir hale geldiğini de... Dünyanın batmasının bir gereği ve manasının olmadığı insanlar da bu şarkıda kendilerinden geçiyor... Orhan G: Tespitiniz daha çok sözlerle ilgili, ama sözü bir kenara çekerseniz geriye müzik kalır. Peki burada müziğe dair ne söyleyeceğiz? Bence müzikle ilgili bir kavram karmaşası yaşıyoruz. Arabesk diye bir tanım yapıldı, anlayan beri gelsin. Bazı terimlerse tamamıyla dışarıdan geliyor, hiphop gibi... Müziğe dair tartışma onun söz mü, müzik mi, ritim için mi yapıldığıdır. Sonuçta her şey kırda ya da sokakta başlar, sonra başka bir hal alır. İlk hali daha güzeldir ve yapmacıksızdır. Arabeskin de mi ilk ha li daha güzeldi? Orhan G.: Öncelikle arabesk demekle hata ediyoruz. Bana göre, benim yaptığım Türk müziğinin devamı. Ceza: Bence müzikler ya da dinleyiciler arasında, özellikle de sınıfsal olarak bir ayrım yapmak anlamsız. Orhan Baba’nın da aynısını yaptığını düşünüyorum. Onun yaptığı müzikten her zaman çok etkilendim. Batsın Bu Dünya deyince akan sular durur. Siz Gencebay şarkılarıyla büyüyen bir kuşaktan mısınız? Ceza: Babam 68 kuşağından ve her tarza çok açıktı. Evimizde hem arabesk, Orhan Baba, Erkin Koray, hem Led Zeppelin, Scorpions plakları vardı. Ben de babama benzedim denilebilir. Rap bir ihtiyaçtan mı doğdu, insanlar rap dinlerken ne hisseder, ne yaşar, arabeskten farklı olarak? Ceza: İyi olan her müziği dinlerim sözünün derininde, insanların duyguyu aradıklarını görürsünüz. O zaman arabesk, rap ya da rock değil, parçanın sizi alıp götürmesi, düşündürmesi kalır. MÜZİĞİN SINIFI OLMAZ... Siz rap dinliyor musunuz? Orhan G.: Dinlemez olur muyum? Küçük oğlum da rap dinler. Amerika'da çalışma yapan bir grubu izledim, elle tempo tutup altı vokalle müzik yapıyorlardı. Melodi tamamıyla bizim kullandığımız Ortadoğu, İslami motiflerdi. Hayretler içinde kaldım, çok iyilerdi. Rap de arabeskle benzer tepkiler gördü, “Bu müzik mi”, “Böyle müzik mi olurmuş” denildi... Ceza: Dinlemeyenleri anlıyor ve saygı duyuyorum, ama kesinlikle karşı çıkanları anlamıyorum. Rock dinleyenler, rap dinleyenlere farklı bir gözle bakıp, “Bu Amerikan emperyalizmidir” diyorlar. Orhan G.: Ceza’nın bu söylediği çok önemli. Biz de 68 kuşağı olarak, Avrupa’dan gelen felsefeyi kendi kültürümüze uyarladık, hepimiz doğru bildiğimiz yolda gittik. Şimdi rap'in bu kültüre uyarlanması gerekiyor. Arabesk ya da rap için “şu insanlar dinler” demek anlamsız diyorsunuz... Orhan G.: İstanbul’da nüfusun yüzde 60 ya da 70’i varoşlarda yaşıyor. Ekonomik durumları fazla iyi olmasa da aralarında filozoflar, Türkiye yönetimine gelenler, çok iyi bürokrat olanlar var. Siz “Batsın Bu Dünya” dediğinizde Türkiye'nin yoğun göç yaşadığı yıllardı. Sonra o gecekondu mahallelerinde apartmanlar yükseldi. Belki insanların durumu bir parça daha düzeldi. Dinleyicinin seçimleri bunlardan bağımsız değerlendirilebilir mi? Orhan G.: Tabii ki etkiliyor. Ancak burada yorum farklılaşabilir, şehir yorumu olabilir. Hayat devam ediyor ve farklı formlar bulunuyor, ama dertler değişmiyor, belki sorun budur. B ağımsızlığın ne demek olduğunu ve içerdiği olanakları, Türk medyasında galiba en iyi Cumhuriyet gazetesi ve iki örnekten hareketle açıklayabiliriz. İlki, şöyle: Almanya’nın sokaklarında şimdilerde, Türkiye’de tatile çağıran dev panolar dikkat çekiyor. Çok geç. Fakat durum da o kadar kötü ki, bu çıkışlara bir çare olarak bakmak bile aşırı iyimser bir ruh hali gerektiriyor. Tamam... Tamam da, büyük krizin Türk turizmini bu yıl fena vuracağı daha ocak ayında belliydi. Şubat ayında ise artık tüm veriler ortadaydı. Mart ayı sonunda yapılan Essen Seyahat ve Kamping Fuarı’nda sektörün önde gelen isimleri en üst düzeyde ve Türk yetkililere durumu tüm açıklığıyla Almanların da önünde anlatmıştı. Artık duvarın kendi üzerlerine geldiğini haykırıyorlardı. Doğru dürüst haber olmadı. Cumhuriyet hariç. Bu yılki gerilemenin durdurulmasının çok zor olduğunu ve yüzde 25’lerdeki bir gerilemenin büyük bir başarı olacağını söylüyordu Türk ve yabancı uzmanlar. Yaklaşan felaket, yerleşik Türk medyasında, işin ciddiyetine layık ölçülerde yer almadı. Sadece Cumhuriyet, Avrupa ve Türkiye’deki baskılarında sektörün çok kötü durumda olduğunu işledi. Büyük medya, işleyemedi. Geçiştirdi. Şimdi, aradan 3 ay geçince, Marmaris’te, turiste resmen bir hafta bedava tatil verildiği ve sektörün tepetakla gittiği, birinci sayfadan bile giriyor. . İş işten geçtikten sonra panolar kuruluyor, afişler asılıyor falan filan... Acı... Acı ve bizi ilgilendiren asıl konu, medyanın, Doğu’da ve Batı’da, gerçekleri gizlemeyi de habercilik sanmasıdır. Yani sadece Türk medyası değil, Batı medyası için de aynı belirlemeleri yapmak zorundayız. ??? İkinci örnek: Haziran ayı başında Avrupa Merkez Bankası finans raporunu açıkladı ve uluslararası piyasaları bir ‘‘crash’’ beklediğini bildirdi. Raporda yer alan bilgiler, bir çöküş durumunda, Türkiye’nin topun ağzındaki ilk ülke olduğunu gösteriyordu. Türk medyasında raporu okuyup işin vahametini yakalayacak gazeteciler yok değildi tabii, ama onların da haber yapmaları veya yaptıkları haberin yayımlanması çok zordu. Cumhuriyet, haberi manşetten girdi. Aradan 2 hafta geçti ve artık kriz, piyasaları kimsenin dikkatinden kaçamayacak kadar kötü vurmaya başlayınca büyük medyadaki hava değişti. Ama halka hissettirmemek yine temel FOTOĞRAF: UĞUR DEMİR GAZETEMİZ YAZARLARI MESCİ VE YÜKSEL Sınırlar olmasa tek dil olsa S iz fanatikleri çok olan bir sanatçısınız, onların sınırlarını bilmemek korkutuyor mu? Orhan G: Fanatikler, insanı gönüllerinin her yerine yerleştirirler, bu uğurda ölebilir, öldürebilirler. John Lennon’u fanatiği öldürdü, Elvis Presley ölünce pek çok insan intihar etti. Bu anlaması zor bir durum. Fanatiklerin, sevdiklerini koyduğu yer, tarif etmesi güç bir sevgi. Avrupalı bir politikacının “Gençliğinde iyi bir komünist olmayan, yaşlılığında iyi bir sosyal demokrat olamaz” diye bir sözü var. Siz de bir 68’li olarak, protestonuzun, isyanınızın yerini hoşgörüye bıraktığını ya da yumuşadığını düşünüyor musunuz? Orhan G: Bana 60’ların sonunda siyasi görüşümü sorduklarında, yok, çünkü inanmıyorum, demiştim. Hepsinin bir hizmet yaptığına inanıyorum, ama en iyi olduklarına inanmıyorum. Bana göre en iyi rejim, henüz oluşmamış olan. Ben hümanistim, yaradanın yarattığı gökkubbe altında, tek bir lisanın konuşulmasını, sınırların olmamasını istiyorum. Benim idealim bu. Ceza’yla hümanizmde buluşuyorsunuz sanırım. Bir de istem tarifinden çok, bir sitemi dile getirmek de... Kula kulluk edene, yazıklar olsun gibi... Orhan G: Bütün canlıların hakları var. Dünya yaratılmış ve hepimiz burada varız, yaşıyoruz. Yaşıyorsak bizlerin de hakları var. Bunun önüne kimse geçmemeli, bunu kimse elimizden almamalı. Hak esastır. Hak varsa hukuk vardır. Antigone’ye ödül yağdı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ‘‘Sanat Kurumu 20052006 42. Geleneksel Tiyatro Ödülleri’’ açıklandı. Gazetemiz yazarları Ayşe Emel Mesci ile Ayşegül Yüksel de ödüle değer görüldü. Mesci’nin sahneye uyarladığı ‘‘Antigone’’ oyunu 5 ödül aldı. Sanat Kurumu Başkanı İlker Çetin dün düzenlediği basın toplantısında 1952 yılında kurulan Sanat Kurumu’nun 42. kez bu ödülleri dağıttığını söyledi. Amaçlarının sayıları giderek azalan ‘‘gerçek sanatçılara’’ teşekkür etmek olduğunu belirten Çetin, ödüllerin sonbaharda törenle kazananlara verileceğini belirtti. Gazetemiz yazarı Ayşe Emel Mesci 20052006 tiyatro sezonunda sahneye koyduğu ‘‘Antigone’’ oyunu ile 5 dalda ödüle değer görüldü. Gazetemiz yazarı Ayşegül Yüksel de ‘‘Sanat Kurumu Özel Ödülü’’nün sahibi oldu. Sanat Kurumu’nun 42. geleneksel tiyatro ödüllerinin dağılımı şöyle: ? En İyi Yapım: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun ‘‘Salome’’ ve ‘‘Antigone’’ oyunları. ? En İyi Yönetmen: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği ‘‘Salome’’ adlı oyunla Müge Gürman. ? En İyi Kadın Oyuncu: Kent Oyuncuları’nın sahnelediği ‘‘Gece Mevsimi’’ oyunuyla Yıldız Kenter. ? En İyi Erkek Oyuncu: Ekin Tiyatrosu’nun ‘‘Vatan Kurtaran Şaban’’ oyunlarıyla Hakan Güven ile Murat Demirbaş. ? Övgüye Değer Kadın Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun ‘‘Yıldız Olmak Kolay mı?’’ adlı oyunuyla Servet Pandur. ? En İyi Sahne Tasarımı: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun ‘‘Antigone’’ ve ‘‘Hayatı Yaşamak’’ oyunlarındaki çalışmalarıyla Murat Gülmez. ? En İyi Giysi Tasarımı: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun ‘‘Salome’’ oyunundaki çalışmasıyla ünlü modacı Arzu Kaprol ile ‘‘Hayatı Yaşamak’’ oyunundaki giysi tasarımlarıyla Funda Çebi. ? En İyi Işık Tasarımı: ‘‘Antigone’’ oyunundaki çalışmasıyla Zeynel Işık. ? En İyi Müzik: ‘‘Salome’’ oyunuyla Erkan Oğur. ? En İyi Çeviri: ‘‘Antigone’’ adlı oyunun çevirisiyle Güngör Dilmen. ? En İyi Hareket Tasarımı: ‘‘Antigone’’ ile Ayşe Emel Mesci. ? Seçici Kurul Özel Ödülü: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği ‘‘Keloğlan Keleşoğlan’’ oyunundaki yönetimiyle Ulviye Bursa. ? Sanat Kurumu Onur Ödülü: Yapısalcılık ve Uygulama, Melih Cevdet Anday Tiyatrosu, Haldun Taner Tiyatrosu, Beckett Tiyatrosu, Çağdaş Türk Tiyatrosunda On Yazar, Sahneden İzdüşümler ve Dram Sanatında Ezgi ve Uyum adlı yapıtlarıyla 30 yılı aşkın süredir Türk tiyatrosuna büyük katkılarda bulunan tiyatro eleştirmeni Prof. Dr. Ayşegül Yüksel. ‘Düzeni değiştirme hayalim hiç olmadı’ Sizin onları temsil ettiğiniz, isyanlarını dile getirdiğiniz duygusu hayranlarınızın taleplerini ya da hayal kırıklıklarını da büyütüyor galiba. Bir reklama çıktınız, olay oldu. Pop müzik söyleyenlere bu kadar sert tavır gösterilmiyor... Ceza: Doğru olabilir, ama neden o reklamda oynadığımı bilmesi gerekiyor belki. Neyzen Tevfik gibi yaşamanız lazım, o da mümkün değil. Underground'un özüne inerseniz benim albüm de yapmamam, para karşılığı müziğimi satmamam lazım. Bunun sınırı yok, sen belirliyorsun. Müziğe başladığınızdan bu yana sizin sınırlarınız değişti mi? Ceza: Müziğe başladığımdaki nedenlerimle bugün arasında bir fark var tabii. Müziğe başladığımda öğrenciydim, sorumluluğum yoktu. Önemli olan tek şey, enerjimi dışa vurmam, sevdiğim şeyi yapmamdı. Şarkılarımı yazarken, düzeni değiştirmek gibi bir amaç edinmedim. Bunu hayal de etmedim. Ancak beni dinleyen gençlerin, uyuşturucudan, terörden uzak durmaları, savaşa karşı çıkmaları, haklı oldukları yerde karşı durmalarını söyledim. Büyüklere öğretecek bir şeyim olamaz tabii, ama onlar da melodiyi dinleyebilirler.