25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 En çok kadınları merak etti BERAT GÜNÇIKAN tıf Yılmaz için Emek Sineması’nda yapılan törende Nur Sürer bütün kadın oyuncuların, aslında izleyicilerin de kederini dile getirdi... “Sinemanın kadınlarının en büyük sevgilisini kaybettiğini düşünüyorum...” Yılmaz’ın yönettiği 191 film içinde sinema tarihine geçen pek çok film var elbette, ama 80 sonrası yaptığı kadın filmleri, hep ayrı bir yerde değerlendirilecek... C iki portre LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL HAZİRAN CUMA Hoş Gel din Cinsel Tutuculuk adlı bir başka azizin de Colette’den aşağı kalır yanı yoktu. Bunlara İslam dünyasından da bir ad eklenebilir aslında. Ünlü kadın Sufi Rabiat elAdeviye ömrü boyunca cinsellikten uzak durmuş, yapılan tüm evlilik önerilerini sadece Allah’ı sevdiği gerekçesiyle geri çevirmişti. Cinsellikten uzak durmanın dinden kaynaklanan bu tür uç örneklerine rastlanır zaman zaman. Kendilerini aseksüel olarak tanımlayanların bu tavırlarının arka planında güçlü bir tarihsel fon bulunuyor. Her davranışımızın geçmişte bir izdüşümü var. Önümüze, sanki ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi bir çok uçukluk çıkarılıyor. Tarihi, kendileriyle başlatan çok sayıda şarlatanla karşı karşıyayız. Bu şarlatanların kolayca bir topluluk haline gelmesi, artık ne anlama geldiği bile doğru dürüst bilinmeyen ‘‘sivil toplum’’ örgütü kavramı altında değerlendiriliyor. Tabii ki aseksüel topluluklar ille de bu kavramın içine girerler demiyorum ama örgütlenmelerin, özellikle muhalif örgütlenmelerin önünün her fırsatta terör bahane edilerek kesildiği bir dönemde, son derece bireysel taleplerin dile getirilmesi özendiriliyor diye düşünüyorum. Bu taleplerin de dile getirilmesi elbette gereklidir. ??? Son derece laik bir yaklaşım dediğim cinselliği reddetme tutumu bir süre sonra, kilise, cami ya da sinagog gibi bir din kurumuyla bütünleşecek. İnsan bedeninin doğal gereksinimlerinin yerine getirilmesi dinden de güç alan bir disiplin içine sokulacak. Huntington, son kitabında Amerikan toplumundaki kirlilikten söz ederken, bu tür kirliliği bir türlü ‘‘Amerikanlaşamamış’’ siyahlara, diğer azınlıklara mal ediyor. Bu kirliliğin içinde kaba bir bakışla doğru gibi görünen cinsel kirlenme (!) de var. Bu kirlenme her tür ne tür bir kirlenme ise, cinselliğin doğru dürüst yaşanmasıyla ‘‘temize’’ çıkması çok olasıyken, cinselliğin ortadan kaldırılması istekleri dürtükleniyor. Siz söylemeden ben söyleyeyim; bunlar benim kuruntularım da olabilir. Ama siz, ABD’de başlayıp başka ülkelerde de yaygınlaştırılmasına çalışılan bu yeni akımın kurucusunun bir Amerikalı asker olduğunu bilin. Belki benim kuruntularıma sizinkiler de eklenir. kemalerdemol@yahoo bco. uk A Fotoğraf: UĞUR DEMİR Çünkü, 80 sonrasında kendilerine yeni bir dil arayan kadınlarla birlikte yol alan o oldu. 1982 tarihli, Türkan Şoray’ın başrolü oynadığı “Mine” bu yolculuğun ilk filmiydi. Üç kadın, Türkan Şoray, Müjde Ar ve Hale Soygazi ile kadının kimliğini kezlerce yorumladı. Bizim sinemada izlediklerimizin dışında arka perdede nasıl bir Atıf Yılmaz vardı, bir hayli “erkek” olan Yeşilçam’ın dilini kırabilmiş miydi? Bu soruları Hale Soygazi yanıtladı. Siz Atıf Yılmaz’ın hangi filmlerinde oynadınız? Bir Yudum Sevgi (1984), Kadının Adı Yok (1987) ve Bekle Dedim Gölge'ye (1990) filmlerinde oynadım. Bir Yudum Sevgi bol ödüllü bir film oldu... Bu filmin öykü ve senaryosu Latife Tekin’e aittir. Kahramanları gerçekten bir gecekonduda yaşıyorlardı. Birlikte onlara gittik, ben onlarla birkaç gün geçirdim. Bize kendilerini, yaşamlarını anlattılar. Ben ilk gün heyecanlanacağımı bildiğim için, Atıf Bey’le pazarlık yaptım, ne olur beni ilk planda oynatmayın, önce başka sahneleri çekin dedim... Kabul etti. Sözünü tuttu mu? Elbette benim istediğimi yapmadı, ilk gün motor dedi ve beni çekmeye başladı. Tir tir titriyordum, çünkü bu filme çok güveniyorduk, çok hazırlanmıştık ve üzerimde bunun ağırlığı vardı... Aygül nasıl bir karakterdi? Film, göç sorununu, köyden gelen insanların, varoşlarda tutunmaya çalışan vasıfsız insanların hikâyelerini anlatıyordu, ama bunu benim oynadığım karakterin, Aygül’ün üzerinden veriyordu. Kocası, ne geldikleri yerin, ne kentin değerlerine sahip olabiliyor, yeni hayatıyla başa çıkamıyor ve yitip gidiyor. Aygül, kadınlığını da bir yana atmadan hayatla mücadele ediyor, dört çocuğuna sahip çıkıyor. Bir sürü iş denedikten sonra fabrikaya giriyor, bir işçiye âşık olup evleniyor... Yani film kadının üzerine kapanmıyor... Evet. Yılmaz kadınların değişime daha açık olduklarını, yaşamla kıyasıya mücadele ettiklerini görmüştü... Kadının Adı Yok roman olarak kadınları kendi hikâyeleri, dolayısıyla kimlikleriyle yüzleşmeyi sağlayan bir ilkti... Filmde de aynı başarı gösterilebildi mi sizce? Duygu Asena çalışmalara katıldı mı? Bir senaryo yazıldı, o olmadı, sonra aralarında benim de olduğum bir grupla çalıştık. Duygu Asena da birkaç kez bu çalışmalara katıldı. Ancak film çok başarılı olamadı, çünkü filmin ve romanın zamanları aynı değildi, kadının çocukluğundan bugününe arayışları vardı, flash backlerle anlatılıyordu... Adaptasyon zor bir iştir, kitabın ruhunu alıp oradan yaptığınız seçimlerle filmi çekersiniz; ama o artık roman değil, başka bir şeydir... Bunu yapamadık... Atıf Yılmaz, filmin olmadığını kabul etti mi? Filmi izlediğimizde “Ben beğenmedim” dedim, o “Önce ben söyledim, beğenmedim” dedi. Aramızda önce ilk kimin söylediğine ilişkin bir şakalaşma oldu. Sonra da Ümit Kıvanç’ın romanından uyarlama “Bekle Dedim Gölge”de de birlikte çalıştık. Üçüncü filmde tir tir titremeleriniz geçti mi, Atıf Yılmaz artık alışılmış, bu yüzden yanında rahat olunan bir yönet C Atıf Yılmaz’ın yönettiği ve başrollerini Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın paylaştığı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminden bir sahne. mene dönüşebildi mi? İlk filmde de rahattım. Ben her filmimde tir tir titrerim, yani bu benimle ilgili bir durum. Yılmaz’ın yanında her zaman rahat olunur, çünkü hayata hafif dalga geçerek bakar. En yoğun dramlarında bile bir mizah vardır, en koyu acıya bile mizahi yaklaşır. Bu mizah sete de yansır mı? Atıf Yılmaz’ın seti çok keyifli olur. Sete bütün planları, kamera açılarını bir kroki ile hazırlamış olarak gelir, ama sahnede değişiklik önerilerine, oyuncu doğaçlamalarına açıktır... Senaryo çalışmalarına da oyuncuyu dahil eder. Settekilerle konuşur ki bu iyi bir şeydir, bilgilenirsiniz. Ayrıca şaryodan set işçisine herkese senaryoyu verir, onların da düşüncelerini alırdı. Bu sayede herkes senaryodan haberdar olurdu. BİR ERKEKLİK DURUMU... Son söz kimindir? Sette son söz yönetmenindir. Yönetmenin doğru bulmadığı bir şeyi yapmak yarar getirmez. Atıf Yılmaz’da en dikkatinizi çeken yan neydi? Merak duygusu. Onun kadın filmleri yapma nedeni de buydu, kadınları da anlamaya çalışıyordu. Anlayabildi mi? Bazen kadınları çok iyi tanıdığını düşünüyordu, bazen tanıyamadığını. Tanıyamadı tabii ki, ama bu sadece Yılmaz’a ait değil, bir erkeklik durumu... Ancak kadınların hayatlarının daha zengin ve dramatik çelişkilerle dolu olduğunu gördü ve bunu filmlerine yansıttı... Ondan ne öğrendiniz? Her zaman, iş çıkmaza girse dahi soğukkanlı ve sakin olabilmeyi... O hiç öfke patlaması yaşamazdı, kendini kaybetmezdi. Sette öyle hatalar yapılır ki... O yine de soğukkanlı ve incelikle davranırdı. Onun için de setlerinde hep bir dostluk havası ve neşe hâkimdi. En çok hangi filmlerini sevdiniz? Birçok filmini sevdim; Adı Vasfiye, Ah Güzel İstanbul... insel devrimdi, özgür seksti derken, sekssiz bir yaşamı hedefleyenlerle de tanıştık sonunda. Hızla gelişen bir akım olduğundan söz ediliyor bunun. Döne dolaşa bir tüketim maddesine dönüşmesi pek olası yeni bir uçuklukla karşı karşıyayız açıkçası. Kendilerini bu davranış biçimiyle ifade etmeye çalışanların oluşturduğu ‘‘hedef kitle’’ için tasarlanmış her türden ürünün ortaya çıkmasına yarayacak bir ‘‘piyasa’’ cinliği de olabilir pekala. Açgözlü toplumlarda her zevk, her hobi bir tüketim gerekçesidir çünkü. Vahşi kapitalizm bu fırsatı kaçırır mı? Adını, kendilerini ‘‘aseksüel’’ (cinsel yaşamı olmayan) olarak tanımlayanlardan alan bu akım ABD’de başlamış. Konuyla ilgili araştırmalardan, yayınlana raporlardan söz ediliyor. Bir bölümünü okudum. Çok sayıda insan ne kadınlarla ne de erkeklerle seks yapmadan yaşamak istiyormuş. İnsanın kendi kararıyla aseksüel olabilmesi mümkün müdür, bilmiyorum doğrusu. Biyolojik, anatomik gereksinimler böyle bir kararı zorlaştırırmış gibime geliyor. ??? Akımın öncülüğünü yapanlar aseksüel olmaları için onlarca gerekçe sayıyorlar. İlginçtir, bunların arasında tek bir dini gerekçe yok. Sadece, aseksüellerden biri, ‘‘seks şeytani bir kavramdır’’ diyor ama ona bunu söyleten başka bir neden de olabilir. Geçmişte, cinselliğe ilişkin her yasaklamada dini gerekçeler olduğunu bilenler için farklı bir durum bu. Cinselliği reddeden laik bir yaklaşımla karşı karşıyayız bu kez. İnsanların kendi bedenlerini nasıl kullanacaklarına ilişkin mücadelelerinin tarihi zorlu bir tarihtir. Wilhelm Reich’tan, Jung’a, Freud’a kadar bir çok psikanalist bu mayınlı tarlada, aslında hala sonuçlandırılmamış da olsa ciddi bir birikim oluşturdular. Cinsel özgürlüğün kazanılması için her dinden oluşmuş ‘‘iman duvarlarını’’ delmek gerekti. Serüveni uzundur bunun. Cinselliğin iğrenilecek bir davranış biçimi olduğunu elbette ki önce din adamları söylediler. Kendi yaşamlarına bu ‘‘iğrençliği’’ sokmayan din adamlarından ikisi kalmıştır aklımda benim. Colette adlı bir aziz, cinsellikten öylesine iğrenmekteydi ki annesinin yeniden evlenmesini bile kınamıştır. Gonzaga Herkes ne zaman ölür? İLKNUR ÖZDEMİR Sevgili Erdal Öz, İNANÇLI BİR ATATÜRKÇÜ G ülünün Solduğu Akşam’ın Ekim 1986’daki ilk basımına yazdığın sunuş yazısını, “Hüzün, gerçek acıların izdüşümüdür çünkü” diye bitirmiştin. Doğruymuş, daha şimdiden hissediyoruz, bir tortu gibi yüreklerimize çöken hüznü. Öldüğün haberini ilk duyduğumda bir parçamın koptuğunu, eksildiğimi hissettim. Bir yokluk duygusuyla kalakaldım. Hayatı pek çoğumuz kadar ciddiye almayan, bizim dövündüğümüz, yerindiğimiz, üzüldüğümüz pek çok şeye boş ver diyebilen Erdal Öz ölüme yenilmişti demek. Haftalardır umutla beklemiştik: düzelecektin, tekrar yaşama katılacaktın. Hatta Can, oğlun, iyileşiyor, tansiyonu yükseldi, ateşi düştü, diye bildirdiğinde, tamam demiştik. Bu kez de başaracak. Olmadı demek; sessiz bir vedayla gittiğini söylediler. Son iki yıldır eskisi gibi görüşemesek de, kitaplar, yazarlar, öyküler, etkinlikler üzerinde tartışamasak da, kitap fuarlarının yoğunluğunu paylaşamasak da, bilirdim ki bugün yeniden birlikte çalışacak olsak bıraktığımız yerden başlardık. Can Yayınları’ndan ayrılırken dediğim gibi, orada geçen on yılım, otuz yılı aşkın çalışma hayatımın en keyifli ve en verimli dönemiydi, çünkü senin gibi bir ustanın öğrencisiydim. Senden ne çok şey öğrendim, kitapların ve yazının dünyasında seninle ne çok yol aldım. Sadece bir okurken, yazan biri oldum, öyküler yazabildim. Teşekkür borçluyum sana. ‘HEP İMDADA YETİŞTİ’ Onca yıl boyunca aynı görüşte olmadığımız günler de oldu elbette, birbirimizi biriki kez kırmışızdır da, ama senin en pozitif özelliklerinden biri imdada yetişirdi hep: Derdin ki ben hiçbir kırgınlığı, kızgınlığı 24 saatten fazla taşımam. Sen de taşıma. Taşımazdın da. Bir gün önce birbirimizi üzmüş bile olsak ertesi sabah hiç bir şey olmamışçasına konuşur, çalışır, üretirdik. Kimselere nefret besleyemezdin, kin tutamazdın, sana haksızlık yapılsa bile; şaşırırdım buna, nasıl unutabiliyorsun bu insanın sana yaptıklarını, söylediklerini, nasıl konuşuyorsun onunla derdim. Elini şöyle bir sallar, boş ver, derdin, unut gitsin. Öfken, kızgınlığın günübirlikti. Ve güvenmek isterdin insanlara, güvenini boşa çıkaranlar eksik olmasa bile. İçin dışın birdi. Başka düşünüp başka söylemezdin. Yalan da söyleyemezdin, küçük bir yalan söylesen de unutup doğruyu söylerdin sonra. Son öykü kitabını yazdığın günler geldi aklıma az önce. Ne kadar mutluydun, sanki bambaşka biri olmuştun. Evde saatlerce çalıştığını, çalışırken dünyayı unuttuğunu söylerdin. Ertesi sabah işe gelince öykülerini okuturdun bize ya da okurdun. ‘SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİZ’ Romancı mıydın, öykücü mü diye sorsalardı bana, yanıtım şu olurdu: Her ikisi de. Yaralısın’ı ilk okuduğumda içimi nasıl dağladığını, beni nasıl etkilediğini unutamam. Ama öyküleri düşününce, unutamadıklarım arasında onlar da baş köşede: Sular Ne Güzelse, Unutulmaz Bir Atlı, Havada Kar Sesi Var. Döne döne okuduğum Mumçiçekleri. Yayınevinde hepimizi heyecanlandıran, ürküten, sarsan şeyler yaşamıştık: Depremler, 11 Eylül saldırısı, sevdiklerimizin ölümleri, bombalar... Aramızda en sakini hep sendin. Biz heyecanlı, telaşlı, korkmuş, şaşkın olurduk. Sense şöyle bir duruma bakar, sonra çıkar otururdun masana. Yok bir şey, ne telaş ediyorsunuz, derdin. Çalışmaya devam ederdin. Belki bizi daha da fazla ürkütmemek, sakinleşmemizi sağlamak içindi bu tavrın. İşe de yarardı. Depremin duvarlarımızı salladığı gün, odasında kalan, bir tek sen olmuştun. Herkesin Erdal Abisiydin, benim içinse hep Erdal Bey ve hep ‘siz’. Bugün bu mektupta ‘sen’ diye hitap ediyorsam, saygısızlıktan değil, sevgiden. Seni çok özleyeceğim, Erdal Öz. İ Behçet Kalaycı yaşamını yitirdi Kültür Servisi Zonguldaklı şair yazar İbrahim Behçet Kalaycı Ankara’da 84 yaşında yaşamını yitirdi. Kalaycı Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda düzenlenen bir törenle toprağa verildi. 34 yıllık öğretmenlik yaşamının ardından 1984 yılında emekli olan Kalaycı Samsun’da öğrencileriyle ‘Uyanış’, Zonguldak’taysa Behzat Baruönü ile ‘Yükseliş’ dergilerini çıkardı. Birçok dergi ve gazetede makaleleri yayımlandı. Evli ve iki çocuk babası olan Kalaycı’nın yayımlanmış üç kitabı bulunuyordu: ‘Anılar Geçidi’ (anlatı), ‘Türküsüz Kent’ (şiir), ‘Kıvırcık Genç Bir Madencinin Öyküsü’ (roman). Pazarcıklılar buluşuyor OFFENBACH (Cumhuriyet) Geçtiğimiz aylarda kurulan ve Avrupa’da yaşayan Pazarcıklılar’ı bir araya getirmeyi amaçlayan PAZDER, 3 Haziran günü tüm Pazarcıklıları Offenbach Stadthalle’ye bekliyor. Etkinliğe derneğin kurucu başkanı işadamı Aziz Yüzer, Pazarcık Belediye Başkanı Memiş Özdal, Gaziantep eski Belediye Başkanı Celal Doğan ve Prof. Dr. İbrahim Ortaç konuşmacı olarak katılacak. Şenlikte, Pazarcıklı sanatçı Hasan Yükselir, Sabahat Akkiraz ve Ali Mahzuni’nin yanı sıra ‘‘Kardeş Türküler’’ ile çok sayıda mahalli sanatçı da sahneye çıkacak. Etkinlik hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Almanya’dan 0163 152 65 33 numaraları telefona başvurabilir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear