23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C Hedef Cumhuriyet olaylar ve görüşler MAYIS CUMA Kanı Kanla Yumazlar C umhuriyet’e ve Danıştay’a yönelik bombalı silahlı saldırılar nedeniyle gerginleşen ortamı yatıştırma görevi ağırlıklı olarak iktidara düşüyor. Ama görünen o ki, böyle bir niyet ve amaç taşımıyor. ‘‘Kanı kanla yumazlar’’ özdeyişinin aksine gerginliği gerginlikle, hatta tırmandırarak giderebileceğini sandığı izlenimini yaratmaktan neredeyse hoşlanıyor. Bu konuda pek de yalnız olduğu söylenemez. Kovuşturma ve soruşturma sürdükçe ulaşılan bilgileri laiklik yandaşlarına ve kimi zanlıların eski asker oluşuna bağlayarak dincileri temize çıkarma furyası gözden kaçmıyor. ‘‘Bugün hava bulutlu’’ diyene ‘‘Vay bana ördek dedin’’ suçlamasını yapıştıran vehimli kişiye öykünenler de bir bir ortaya çıkıp ahkâm kesiyorlar. Daha önce de örneklerini gördüğümüz yaklaşım yeniden gündeme geldi. Kimileri, demokrat olmayı sadece ‘‘askere karşı’’ olmakla tanımlıyorlar. Onlar için demokrasiyi demokrat görünerek sonlardırmak, tam bir demokratik tutum sayılıyor. Özgürlük deyince akıllarına ilk gelen sıkmabaş oluyor. Sıkmabaş serbest kalırsa Türkiye’nin demokratik bir ülke olacağını söylemekten vazgeçmiyorlar. PENCERE Mantık mı Çarpık Kafa mı Bozuk? ’nin rozetindeki ampul AKP son dönemde ispermeçet mumuna dönüştü, dibine bile ışık vermiyor... Danıştay’a ve Cumhuriyet’e uygulanan terör saldırıları için Başbakan RTE ne demiş: ‘‘ Baykal da ‘derin komplo’nun içinde...’’ Komplo ne demek?.. Mizahi yorumuyla komplo, takıyyenin bir tür Frenkçesidir; gizli tasarımla iş tezgâhlamak anlamına gelir... Demek ki Cumhuriyet’e bombaları atıp Danıştay’a kanlı silahlı baskını düzenleyen terör eylemlerinde CHP Genel Başkanı’nın parmağı var... Başbakan’a doğrusu diyecek yok!.. ? Ama Başbakan’ın yardımcısı Mehmet Ali Şahin, patronundan daha yaman çıktı... Ne demiş:‘‘ Vakit’i eleştirirken Cumhuriyet’i de eleştirmek lazım. Cumhuriyet, her gün hükümeti ağır şekilde eleştiriyor. Kendimizi hedef gösterilmiş gibi hissediyoruz. Vakit neyse, diğer uçta Cumhuriyet o!..’’ Vay canına!.. Başbakan Yardımcısı’nın kafası böyle çalıştığına göre laik Cumhuriyet’in vay hali pür melaline... ? AKP’den yana Vakit düpedüz dinci, İslamcı, şeriatçı bir gazete!.. Danıştay’da türban kararını veren yüksek yargıçların fotoğraflarını basıp düpedüz kurbanlık hedef göstermiş, manşeti de patlatmıştı: ‘‘ İşte o üyeler!..’’ Vakit gazetesi yayınlarının Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasında ve Danıştay üyelerinin katledilmelerindeki işlevi açık seçik ortadayken Başbakan Yardımcısı Şahin ne diyor: ‘‘ Vakit neyse, diğer uçta Cumhuriyet o!..’’ ? Cumhuriyet’e bombalar atılmış... Bir.. bir daha.. bir daha.. Cumhuriyet’te can kaybı olmaması ya rastlantı ya mucize.. Cumhuriyet’e bombaları atan örgüt Danıştay’da silahlı terör uygulamış.. Yüksek yargıçlar saldırıyı bir şehit, dört yaralıyla atlatabilmişler.. Vakit’in bu yoldaki yayını açık seçik ve evlere şenlik... Başbakan Yardımcısı ne diyor: ‘‘ Vakit neyse diğer uçta Cumhuriyet o!..’’ ? Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in kafası çarpık bir dinci mantığın istavrozuna çakılmış... Başbakan Erdoğan ise ne söylediğini bilmiyor... Ama bir ‘‘ihtimal daha var’’... Bunlar Türkiye’yi daha beter bir çatışma ortamına sürüklemek için ‘kastı mahsusla’ ortaklaşa karar mı verdiler?.. ORHAN ERİNÇ Danıştay’a saldırının sıkmabaş nedeniyle yöneltilmiş olmasını yok sayan bir tutum içindeler. Saldırganın sözleri kendilerini yalanlıyor, ama onu da görmezden geliyorlar. Danıştay 2. Dairesi’nin sıkmabaş kararını oyçokluğu ile aldığını belirterek vurulan hâkimlerden birinin karşıoy vermiş olduğunu söyleyerek görüşlerini savunmaya çalışmışlardı. Yani kendilerince, karşıoy vermiş olan hâkimin sıkmabaştan yana olduğu izlenimini yaratarak gerçeği çarpıtmak istemişlerdi. Tedavisi biterek taburcu edilen hâkim Ayfer Özdemir’in gazetecilere yaptığı açıklama bu çabanın yanlışlığını ortaya koyuverdi. Önce şöyle demişti: ‘‘Söyleneceklerin en güzelini, en onurlusunu ve en anlamlısını 18 Mayıs günü laik Türk halkı söyledi. Onlarla gurur duyuyorum, onları çok seviyorum.’’ Ardından da karşıoy yazısını değerlendirmişti: ‘‘Kararda kullandığım azlık oyunu bazı siyasi çevrelerin çarpıtarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarından rahatsızlık duyuyorum... Azlık oyumu da sadece hukuk bilgime ve vicdani kanaatime dayanarak verdim. Yoksa azlık oyum türban taraftarı olduğum anlamını asla taşımıyor. Bu oy, böyle yorumlanmasın. Hele Cumhuriyet düşmanları asla beni kendilerinden tarafmışım gibi göstermesinler. Attıkları kurşun beni öldürmedi, ama bu beni öldürür.’’ Fazla söze gerek yok. Hele ardından gelen ‘‘Ben hâkimim, kadı değilim’’ vurgulamasını da okuduktan sonra. ??? Belki sizin de dikkatinizden kaçmamıştır. Bayram bitti, ama evlerin pencerelerine, balkonlarına asılmış ya da sarkıtılmış olan bayraklar yerli yerinde duruyor. Anlaşılıyor ki kimsenin eli, toplayarak katlayıp bir sonraki bayrama kadar saklamaya gitmemiş. Bu durum, Ankara’daki görkemli gösterilerin nedenini bir başka açıdan da gözlere sokmaya çalışıyor. ??? Saldırının yarattığı üzüntü, Bülent Ecevit’in rahatsızlanmasıyla daha da arttı. Kimi zaman kızmış olsak da Ecevit’in Türkiye’ye katkılarını yok sayma olanağı yok. Kısa sürede taburcu olmasını diliyoruz. K orku salma ve yıldırmaya yönelik saldırılar, Cumhuriyet’e atılan bombalarla sınırlı kalmadı. Atılan 3 bombanın ardından aynı saldırganlar bu kez Danıştay binasına girip toplantı odasını basarak yargıçlara kurşun yağdırdılar. Türbana geçit vermeyen kararları nedeniyle dinci çevrelerce hedef gösterilen ve hükümet üyelerinin de eleştirdiği Danıştay 2. Dairesi’nin başkan ve üyelerine, aynı saldırgan ‘‘Allah’ın askeriyiz...’’ diyerek ölüm kustu. Başına kurşun isabet eden Mustafa Yücel Özbilgin, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Dört yargıç ise çeşitli yerlerinden yaralandı. Gazetemize saldırıya tepki gösteren okurlarımız Şişli’den Harbiye’ye kadar yürüdüler. ??? Devlet, ‘‘dördüncü kuvvet’’ basının özgürce çalışabilmesi için gerekli güvenceyi sağlamakla sorumludur. Terör önce gazetemizi, sonra yargıyı hedef almıştır. Toplum olarak teröre verilen tepki, demokratik bir tavırdır. Başbakan Erdoğan’ın tutumu ise düşündürücüdür. ‘‘Bizim de parti binalarımıza bomba atılıyor...’’ diyen Erdoğan, bu ülkenin başbakanıdır. Aynı Erdoğan, Ankara’daki halkın tepkisini de kışkırtma olarak yorumlayıp Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün açıklamalarına da tepki göstermektedir. Genelkurmay Başkanı, ‘‘halkın gerici saldırılara karşı duyarlılığının sürekli olmasını’’ isteyerek Danıştay’a yapılan saldırıyı ‘‘gerici, terörist, silahlı bir eylem’’ olarak nitelemiştir. Fark Edişin Arkası K ALABALIKLAR Cumhuriyetçileri yüreklendirmişe benziyor. ‘‘Nihayet tehlikenin farkına varıldı’’ diyenler, hatta daha da ileri gidenler var: Bunun bir bilinçlenme başlangıcı olduğu, laik Cumhuriyetin kurtulduğu, şeriatçılığa doğru gidişin sona erdiği söylenmekte. Böyle bir iyimserlik havasında, yine de sormak gerekir: Bu noktaya gelmek için ille bir yüksek mahkemenin toplantı sırasında basılması, yargıçlara ateş edilmesi, birinin öldürülüp öbürlerinin yaralanması mı gerekiyordu? Demek ki bunca yıldan sonra henüz çocukluk aşamasını geçememiş bir toplumda yaşamaktayız: Sözle, yazıyla, belirtileri çözümleyip kanıtları birbirine bağlayarak, kısacası aklı çalıştırarak bir sonuca varılmıyor da ancak somut MÜMTAZ SOYSAL bir olay yaşandıktan sonra neyin ne olduğu kafalara dank ediyor demektir. Önemli olan, kalabalıkların bundan sonra nasıl davranacağı. Var olduğu söylenen fark edişin arkası nasıl gelecek? Yapılması gerekenler yapılacak mı? Örneğin, ‘‘Birileri bir şey yapsın’’ diye hep birlikte bekleşmeye devam mı edilecek? Yahut yerine getirilmesi gereken ödevler, cenazelerin arkasından yürümekle, ikide bir Anıtkabir’e çıkıp Atatürk’ün önünde eğilerek şikâyetçi olmakla yerine getirilmiş oluyor mu? Bunlar ne kadar anlamlı ve saygıdeğer olursa olsun, unutmamak gerekir ki, yapan on binler veya yüz binler yetmiş küsur milyonluk koca bir toplumun ancak çok küçük bir parçasını oluşturmaktalar. Ödev, bunlarla bitmiş olmuyor: Tehlikeyi fark edenlerin fark etmeyenlere, görmeyen ve anlamayanlara anlatmak, onları uyarmak ödevi yok mu? Şeriat getirmek isteyenlerin nasıl örgütlendikleri, devletin yüksek yerlerinden mahalle içlerine kadar nasıl yayıldıkları ortadayken, cumhuriyeti korumak isteyenlerin kenetlenmeden kalmaları anlaşılır bir durum mudur? Sıradan dernekleşme yeter mi? Ara sıra toplanıp ‘‘memleketin hali’’ni konuşmakla durumlar değişecek midir? Eğer gerçek anlamıyla bir ‘‘farkındalık’’ varsa en doğru ve etkin sonuç siyasal eyleme geçiş olmalıdır. Son genel seçimde siyasilere kızıp sandık başına gitmeyenler yüzünden nasıl bir sonucun çıktığı bilinirken, artık kimsenin öyle bir kaçınma lüksü yoktur. Fark edişin olup olmadığı, geçen günkü kalabalıklarla değil, bundan sonraki tutumlarla ölçülecek. ‘‘Herkes uyandı, tehlike geçti’’ diye rehavete kapılmak kadar büyük yanlış olamaz. Tam tersine, bilmek gerekir ki, Cumhuriyet karşıtları, tutumlarının ne gibi sonuçlara yol açtığını gördükten sonra yeni taktiklerle hedefe doğru yürüyüşlerini sürdüreceklerdir. Gün, ‘‘siyasal militanlık’’ günüdür; yani seyirciliği bırakıp cumhuriyete bütün yönleriyle sahip çıkacak bir iktidarı oluşturmak için çalışma günü. Danıştay’a yapılan saldırının ardından on binlerce yurttaş Anıtkabir’e akın etti. Başbakan Erdoğan’ın ardından Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin’in Cumhuriyet gazetesi ile dinci Vakit gazetesini bir tutarak gazetemizi hedef göstermesi, hükümetin olaylara bakışının çarpık bir göstergesidir. Cumhuriyet gazetesi hiçbir zaman kışkırtıcı olmamış, teröre destek vermemiştir. Adını Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu gazetemizin yayın ilkesi bellidir. 83 yıldır bu ilkeyi sürdürmektedir. Bu da, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini savunmaktır. Hükümetin görevi, basını hedef yapıp susturmak değil, gazetecilerin özgürce mesleklerini yapmalarını sağlamaktır. İyi haftalar... Saldırganlık Ö nce Cumhuriyet gazetesini üç kez bombalama, sonra da Danıştay 2. Dairesi’nin toplantısını basarak başkan ve üyelerini kurşuna dizme. Saldırganlık apaçık ortada ve kanlı sonuçlarıyla bütün topluma yönelik açık bir tehdit. Saldırganlık, üzerinde çok araştırma yapılmış bir sosyal psikoloji konusudur. Bu çalışmalara kısaca bakıldığı zaman bile olayı aydınlatan nedenlere ulaşılabilir. Saldırganlığın nedenlerinin başında ‘‘öğrenme’’ gelmektedir. ‘‘Öğrenme: İnsanlarda saldırganlık büyük ölçüde onların ne öğrendiğine bağlıdır. Bir çocuğa saldırganlığın kabul edilebilir olduğunu öğreten her şey onda saldırganlığı genel olarak arttıracaktır; saldırganlığın yanlış olduğunu öğreten her şey de tam tersi bir etki yapacaktır. Ancak saldırganlıkla ilgili öğrenmelerin çoğu bundan daha özgüldür. İnsanlar, bir durumda saldırmayı, bir başkasında saldırmamayı; bir kişiye saldırmayı ama bir başkasına saldırmamayı ve belirli bir türden engellenmeye karşı saldırmayı ama başka bir çeşit engellenmeye karşı saldırmamayı öğrenirler.’’ (SOSYAL PSİKOLOJİ, FreedmanSearsCarlsmith, 1993) Bu bilimsel gerçeğe göre bu saldırganlara ‘‘kime, kimlere, nereye, neden saldırmalarının doğru olduğunu’’ acaba ‘‘kim, kimler nasıl öğretiyor?’’ Bu olaylarda yapanlar kadar yönlendirenler ve yaptırmaya özendirenler de suçlu olmuyor mu? ‘‘Pekiştirme: Böylesi bir öğrenmeyi sağlayan ilk süreç pekiştirmedir. Belirli bir davranışı ödüllendirildiğinde bir bireyin o davranışı gelecekte yineleme olasılığı artacaktır; cezalandırıldığında ise bu olasılık azalacaktır.’’ (aynı yapıt) Sürekli olarak bir gazeteye, bir kuruma, kurumlara yönelik sözel ERDAL ATABEK saldırılar, aşağılamalar, hedef göstermeler işte bu tür pekiştirmelerdir. Saldırganlığın meşrulaştırılmasıdır. Saldırganlığın ödüllendirilmesidir. ‘‘Taklit: Bir çocuk diğer insanları saldırgan davranırlarken ve saldırganlıklarını kontrol ederken gözler ve onları kopya eder. Sözle saldırmayı, bağırmayı, sevmeyi, eleştirmeyi, şiddete başvurmayı, insanlara yumruk ya da taş atmayı, binaları havaya uçurmayı öğrenir. Ayrıca, eğer hoşgörülebiliyorsa bu davranışlardan her birinin hangi durumlarda hoşgörüldüğünü öğrenir.’’ (aynı yapıt) Saldırganlığın bu nedeni, özellikle lider konumunda olan kişile rin davranışlarının nasıl yol gösterici olduğunu, hangi davranışlara nasıl yön verdiğini açıklamaktadır. Eğer bir grubun ya da kesimin lider kadrosu saldırganlığın örneklerini gösteriyorsa orada bu tutumun örnek alınması toplum psikolojisi açısından gidilmesi gereken bir yol olmaktadır. Şimdi bu bilgilerin ışığında olaylara bakıldığı zaman hemen görülecektir ki bu tür saldırılar ‘‘münferit olaylar’’ ya da ‘‘meczup, çılgın, aklını kaçıran kişilerin işleri’’ değildir. Bu saldırılar belirli ideolojik temeli olan, belirli bir kesime bağlı kişilerin öğrenilen, pekiştirilen, liderlerinde örneklerini gördüğü girişimleridir. Bunların yapılmasının bu kişilere söylenmesine gerek de yoktur. Elbette bu tutumlar böylesi işleri düzenlememişlerdir ama tutumları, davranışları ve sözleri ile yarattıkları saldırgan ortam çeşitli kişilere farklı etkiler yapacaktır. Onun için de bu olaylardaki sorumluluk görünenle sınırlı kalmayacak, görünenin arka planını da kapsayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir sınavdan geçmektedir. Bu havanın en kısa zamanda değişmesi zorunludur. Aksi takdirde hiç kimse can güvenliğinden emin olamayacaktır. Cumhuriyetin bütün kurumları el ele vermeli ve harekete geçmelidir. Eğer bu tehlike karşısında da bütünleşilmezse herkesin kendi can derdine düşmesi kaçınılmazdır ve hiç beklenmeyen her şey olabilir. Hükümetin sorumluluğu büyüktür. Büyük Millet Meclisi’nin duruma el koyması gerekir. Türkiye bu zor dönemeci kendi büyüklüğüne yakışır biçimde geçmek zorundadır. Elbette bu dönemeç de zor da olsa aşılacaktır. Ve ‘‘Türkiye Cumhuriyeti ebediyen bağımsız, laik ve uygarlık yolunda yaşayacaktır’’. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear