23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 OSMANLI ERMENİSİNİN YAZDIĞI KİTAP YANLIŞ TARİH, UYDURMA İMZALAR, ÇELİŞKİLİ SAVLARLA DOLU C araştırma 12 MAYIS 2006 CUMA Andonian’ın sahte belgeleri ram Andonian adlı bir Osmanlı Ermenisinin kaleme alıp 1920’de Londra’da İngilizcesi, Paris’te Fransızcası ve Boston’da Ermenicesi yayımlanan kitap Talât Paşa ve resmî çevresinin soykırım buyruğu verdiklerini sözde kanıtlarla belgelemekteydi. 1920 yılı Türk ulusunun üzerinde kara bulutların en fazla yoğunlaştığı dönemdi. Bu yayınlardan o zaman heberimiz bile olmadı. Yabancıların yurdu ele geçirmelerine karşı koyma, gündemimizin birinci derecedeki baş belasıydı. Bu yayını Şinasi Orel ve Süreyya Yuca yirmi üç yıl kadar önce ele alıp Andonian’ın ileri sürdüğü sözde ‘‘belgeler’’in biri ikisi değil, tümünün geçersiz olduğunu kanıtladılar. Ben de, gene o yıl belge hilelerini özetleyen ve kısa sürede okunabilecek ufak bir kitabı çeşitli yabancı dillerde yayımladım. Andonian herhalde bir dost çevresinin yardımıyla, büyük bir yanıltma işine girişmiş, kendinden sonra gelen kuşakları da etkilemiş, belge diye sözünü ettikleri A ERMENİ BELGE bunları okuyacak bilgi ve becerisi olmayan milyonlarca yabancının ülkesinde arka arkaya basılmıştı. Ancak, sadrazamdan başlayarak tutuklayıp Malta Taç Kolonisi’ne sürdükleri 144 üst düzey Türk yöneticiyi suçlayabilmek için zengin Osmanlı belgeliğini uzmanlarıyla uzun süre didik didik tarayıp, yenginlerin mahkemesi de olsa, orada bile işe yarayacak gereç bulamayan işgalci İngilizler, ‘‘belge, belge!’’ diye fır döner, Amerikan bağlaşıklarına resmen ve yazıyla başvururken An Türk bilimcileri Aram Andonian’ın üç ayrı dilde yayımlattığı kitabındaki sözde belgelerin kullanılan kâğıt, şifre, tarih, sayı, içerik ve imza yönlerinden sahte olduklarını kanıtladılar. donian’ın yayınına el sürmeye yanaşmadılar. Belge adıyla sunulan kimi yazıların altında Halep Valisi diye imzası eklenen (sonra TBMM Başkanı A. Renda) Mustafa Abdülhalik de Malta’ya sürüklenip sonra hiçbir işlem görmeden bırakılmamış mıydı? Gene kimi belgelere imzası konan Abdülahad Nuri, Malta’ya götürülenlerin arasında yoktu bile. Osmanlı toprağında işgalci olan İngilizler bu üç Ermeni yayınının da baştan sona uydurma olduğunu biliyor ve böyle bir çamura ilerisini düşünerek bulaşmak istemiyorlardı. Gene bunlar Talât Paşa’yı Berlin’de öldüren Soghomon Tehlirian davasında bile neden kullanılmadı? Katilin avukatı Von Gordon, sözlerini etmekle birlikte, bunları mahkeme dosyasına kanıt olarak neden eklemedi? Dava sırasındaki Alman savcının bu türlü belgelerin ‘‘imalat’’ da olabileceğine ilişkin sonraki değerlendirmesi yok mudur? Cevapsız kalan sorular ? Tarih yalanı affetmiyor ndonian’ın yaptığı yenilmez, yutulmaz yanlışlardan biri koyduğu tarihlerle ilgilidir. Nedeni ‘‘Rumi’’ ve ‘‘Miladi’’ denen takvimler arasındaki farkları ayıntılarıyla bilmemesidir. İlkinden ikincisine çevirmek için yıllara 584 ve günlere 13 eklemek gerekir. 1900’e değin 12 gün eklenirdi. Şubat 1917 tarihli bir yasa 13 günlük farkı ortadan kaldırdı, ama yıl farkını korudu. Rumi yıl 1 Mart’ta başlardı. 1917’den önce yılbaşı martın ilk günüydü. Ocak ve şubatın yılı ise, 584 artı 1 eklenerek bulunurdu. Miladi yıl Cumhuriyet’ten sonra 1925’te kabul edildi. Bu değişim yönteminin inceliklerinden habersiz olan Andonian belge diye ürettiklerinin üstüne gerçek izlenimini verecek tarihleri yakıştırırken sık, anlamsız, giderek gülünç yanlışlar yaptı. İleri sürdüğü daha ilk belge yürekler acısı bir yanlışla 18 Şubat 1915 diye gösterilmiştir. Oysa, 1916’nın Şubat A 84 1 Ö sayfalık İngilizcesinde 48 ve daha küçük boy 168 sayfalık Fransızcasında 50 sözde belgeye gönderme yapan Andonian, bunların gerçek oldukları izlenimini verme peşinde. Ama onları gerek nereden ve nasıl ele geçirdiğine ilişkin çelişkili savları, gerekse ‘‘belge’’ dediklerinde çok sayıda tarih ve sayı yanlışı, anlamlı eksiklik, uyumsuzluk, ayrıca sahte imzalar yazarı çeşitli yönlerden ve üst üste ele veriyor. Örneğin, bunlar Halep’te Naim Bey diye birinden mi sağlandı? Önce, böyle biri var mıydı? Var idiyse, işten çıkarıldı mı? Ne zaman? Önemli belgeler böyle bir küçük görevlide nasıl bulunabilir? Bu kişi bir yerde dediği gibi, alkolik, kumarbaz, para canlısı ve ahlaksız mıydı? Yoksa, gene başka bir yerde dediği gibi, Ermenilere ‘‘insanlık’’ için mi yardım ediyordu? Daha önemlisi, ‘‘belgeler’’in asılları nerede? Bunlar zamanında İngiliz ve Fransız yüksek yetkililerine neden gösterilmemişti? Güvenilirliğine ilişkin olarak onların onayı neden alınmamıştı? Yazarın dediği gibi, bu belgeleri yitirmiş de sonra bulamıyor muydu? Bu denli ‘‘önemli kanıt’’ nasıl olur da yitip gider? Yoksa, tümünü el becerileri yerinde yandaşlarıyla birlikte kotarmış olduklarından, sahtelikleri hemen göze batacak korkusuyla, onları kendileri bir an önce yok mu etmişlerdi? Andonian’ın kendi bu yayınının bir tarih çalışması ya da akademik bir uğraş değil, bir propaganda kitabı olduğunu çok sonraları açıklamamış mıydı? 3 ayı 29 gün olduğuna göre, görünürdeki bu ufacık fark, doğru tarihi 2 Mart 1916 olarak değiştirmektedir. Bu durumda, yazının içeriği tarihle bağdaşmamakta ve Andonian açısından anlamını yitirmektedir. Amacı Ermeni nüfusuna yer değiştirme olayında peşin bir devlet tasarımının varlığını kanıtlamak idiyse, bir yıl geriye giden bir Rumi tarih kondurmalıydı. Ermeni yazar bu bir yıllık yanlışın bilincinde olsaydı, elindeki uydurma yazının başına 1331 değil, 1330 yılını koyacaktı. Andonian’ın amacına yaraması için bu yer değiştirme buyruğunun çok önceden yazılması gerekirdi, yer değiştirmenin başlamasından çok sonra değil. Daha ilginci, birinci belgeye gönderme yapan ikinci sözde belgede yukardaki tarihi düzelttiği içindir ki, Andonian kendini bir kez daha ele veriyor. Osmanlı görevlileri, hele yüksek düzeylerde, bu denli yanlışlar yapmazlardı. Atatürk’e yakıştırılmak istenen açıklama ‘E rmeni sorunu’ndaki uzmanlığım nedeniyle 1984 Paris davasına Fransız adalet yönteminde yeri olan ‘‘otorite tanığı’’ olarak katılmış, mahkemede uzun bir konuşma yapmış, soruları yanıtlamıştım. Bu denli davaların ilki ve en zoruydu. Dört Ermeni teröristi Fransa başkentindeki başkonsolosluğumuzu basmış, içindekileri rehine almış, bir Türk’ü öldürmüş ve bir Türk’ü de yaralamışlardı. Bir yıl sonra, gene Paris’te ‘‘Orly davası’’ diye ünlenen başka bir mahkemeye Türkiye’den, bu kez birkaç kişi katıldık. Bu ikincisi, kolay bir davaydı. Orly patlamasında kimi yabancılar ölmüş, birçok Fransız da yaralanmıştı. 1984’teki davada konuşmamı yaparken Ermenilerin dört avukatından biri sözümü keserek bana dedi ki: ‘‘Atatürk’ün her söylediğine siz Türkler çok itibar edersiniz. Ermeni sorunuyla da ilgili bir değerlendirmesi var. Size onun bu konudaki sözlerini okuyacağım. Bakalım ne diyeceksiniz.’’ ? Yedi günde Halep’e şifreli telgraf! T Uydurma imzalar ve rakamlar M Hatalı şifre kullanımı ustafa Abdülhalik Bey bir ara Halep Valiliği yapmıştır ama, Andonian bu yöneticinin görevine hangi tarihte başladığını kesin olarak bilmemektedir. İmzasını acemice benzetmeye çalışarak kimi uydurma buyrukların altına adını yerleştirmiştir ama, bunlar içinde o kişinin daha Halep’e atanmadığı ve kente ayak basmadığı tarihler de vardır. Ondan önce orada vali olan Bekir Sami Bey’di; sonrakinin atanma tarihi 10 Ekim 1915’tir. Andonian, Abdülhalik Bey Halep’e daha gitmeden, örneğin ondokuz gün önce, ona ‘‘belge imzalatmaya’’ kalkışmıştır. Bu girişim tarihi aydınlatmak değil, acıklıkomedi uydurmaktır. Osmanlı belgeliğinde o tarihlerde önceki Vali Bekir Sami’nin yazdıkları vardır. ? H 4 5 ıristiyan olan Andonian, yazısının başında, ortada yer alan ve kendinin herhalde hiç yazmadığı ‘‘besmele’’yi, yani her yazıya Allah adıyla başlama alışkanlığını neredeyse okunmaz biçimde yanlış yazmaktadır. Yayının İngilizce ve Fransızca baskılarında cümle ya da deyişler başka başka yerlere konmuş, çıkarılmış, eklenmiş ya da rakamlar değiştirilmiştir. Bu örnekler baskı yanlışı ya da çeviri gereği ölçülerinin çok üstündedir. Yoksa, sözde Osmanlıca belgenin Fransızcasında ölü Ermeni sayısı 95 binken İngilizcesinde toparlak hesap 100 bin olmazdı. Doğru tanı şu ki, bu sahteciliği daha başından bu yana tasarlayan Andonian ve çevresi baskıdan baskıya geçerken, kendilerine göre daha inandırıcı olma çabasıyla, diledikleri gibi kalem oynatmaktadırlar. arih yönünden olabilecek kimi sözde belgeler, bu kez, sayı ve içerik açılarından çelişkiye düşmektedir. Örneğin, 3 Eylül 1331 tarihli şifreli telgraf gerçek olsaydı, sayısı 502 yerine 78 olmalıydı. Andonian Rumi yeni yılın martın ilk günüyle başladığını ve tüm resmî yazışmaların böylece ‘‘1’’ rakamıyla yürüyüp gittiğini unutarak yanlışlarına yanlışlar eklemektedir. Örneğin, Talât Paşa’yla bağlantılı gösterilen iki telgraf 819 ve 1181 sayılıdır. Martın ilk haftası gibi çok kısa süre içinde Halep’e bu denli çok telgraf yollanması hem yönetim, hem teknik yönlerinden gereksiz ve olanaksızdır. Yedi gün içinde İstanbul’dan Halep’e 819 şifreli telgraf gönderilir mi? Doğrusu, bu kente o günlerde hiç telgraf yollanmamış, yalnız Antep’e 9 numaralı bir şifre gitmiştir; o kadar. Sıraya göre ikinci telgrafın sayısı 1181 değil, 84 olmalıydı. Bir telgraf vardır ama, demiryollarında görevli Ermenilerin yer değiştirmelerinin ertelenmesiyle ilgilidir. Bu sözde belgenin İngilizce ve Fransızca basımlarda tarihleri bile farklıdır. Daha önceki sahte bir belgenin sayısı 502, üçüncüsünün 537’dir. İkisi arasındaki belge 1181 nasıl olur? ATATÜRK’TEN YARAR UMUYORLAR Sözde açıklamayı daha okumadan ne diyeceğini biliyordum. Yıllar önce New York’tayken Ermeni çevrelerini dolaşmış ve Boston’da yayımlanan The Armenian Review adlı yayının bulabildiğim sayılarını da almış, içlerindeki yazıları daha önceden tek tek okumuştum. 1982 sonbahar sayısında Atatürk’e bağlanmak istenen bir açıklamanın gerçekte yakıştırılmak istenen sahte bir girişim olduğunu derginin yayın yöneticisi James H. Taşçıyan’ın oradaki yazısından öğrendim. Aynı Taşçıyan gene Boston’da haftalık çıkan başka bir Ermeni dergisinin 20 Mart 1982 tarihli sayısında yayımlattığı bir mektubunda da ‘‘Artık bu kadar da yapmayalım!’’ yaklaşımı içindeydi. Ancak, bu uyarıyı aynı Ermeni çevreleri ciddiye almadı. Atatürk’ün adının bize karşı kullanılmasından kendileri için yararlar umuyorlardı. Konunun ayrıntısına eğilmek istemeyen kimi Türklerin de bu aldatmacaya bugün bile ortak olduklarını anlıyorum. Son zamanlarda, bunların ‘‘Soykırımı Atatürk de kabul etmişti’’ gibi dışarda beklenen yankıyı yapan açıklamaları var. Yalana, yalan da olsa, yalnızca ‘‘haber’’ diye değer veren bazı medya görevlileri de bu sahte açıklamayı yaymaktan geri kalmadılar. Önemli bir ayrıntı olarak değinmek zorundayım ki, Boston’da yıllardır yayımlanmakta olan Ermeni dergisini çıkaran Taşçıyan, bu yazısından sonra görevinden uzaklaştırıldı. TARİHİ YANLIŞ Mustafa Kemal güya İstanbul’daki bir mahkemeye tanık olarak çıkarak kendi yurttaşlarının Ermenileri çocuk, kadın ve yaşlı demeden topluca ve hunharca öldürdüklerini bir bölümlük anlatım içinde söylemiştir. Gerçek şu ki, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın önderi ve Cumhuriyetimizin kurucusu olan bu eşsiz kişi İstanbul’daki mahkemede ya da başka herhangi bir yerde bu biçimde bir değerlendirme yapmamış, ama Ermeni sorununa ilişkin kendi imzasıyla başka iletiler yollamaktan geri kalmamıştır. Peşin hükümlü bu yalanın ilginç bir serüveni vardır. Bu serüveni izleyen araştırmayı yaptım ve bu yanıltmanın nedenine indim. Cenevre’deki eski Milletler Cemiyeti kütüphanesindeki yayınları elden geçirince, karşıma inanılmaz ölçüde yanlışlar çıktı. Örneğin, Paul de Véou adlı biri Atatürk’ü yitirdiğimiz yıl basılan İskenderun Felaketi başlıklı Fransızca kitabında (s. 121), Mustafa Kemal’in bu sözleri bir İstanbul mahkemesinde 20 Ocak 1920 tarihinde söylediğini yazıyordu. Yalnız biz Türkler değil, herkes biliyor ki, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan önder, eski Osmanlı başkentine artık ilk kez sekiz yıl sonra dönmüş ve görkemli biçimde karşılanmıştı. 1920’de İstanbul’da bulunmadığına tüm dünya tanıktır. 6 BM’den Ermenilere ret B öylesine belge hilebazlığından amaç Türkleri zayıflatmak olmasaydı, hiçbir tarihçi, siyasetçi ya da kitle haberleşme görevlisi bu yayının bir kelimesine bile inanmazdı. Oysa, Andonian’ın söylemek istediğine İngiliz Daily Telegraph gazetesi 29 Mayıs 1922 tarihli nüshasında yer vermiş, benzeri savlar rasgele belgeler eşliğinde yıllarca basılmış durmuştur. Ancak, ‘‘Ermeni soykırımı’’ görüşü Birleşmiş Milletler’e getirilmek istendiğinde İnsan Hakları Komitesi’nin Cenevre’deki toplantılarına 31 gün sürekli olarak katıldım. Andonian’ın belge sahtekârlıklarını komitenin 27 üyesine etraflıca anlattım. Konuştuklarımdan biri ülkesinin en iyi hukukçularından olan Amerikalı uzman John Carey’di. Kişisel dostu İngiliz raportör Whitaker’e söylediği ve herkesin işittiği şu sözler beni şaşırtmış ama çok da memnun etmiştir: ‘‘Sayın raportör, uzun süredir hazırlamakta olduğunuz soykırım raporunda ErmeniTürk ilişkilerine de değiniyorsunuz. Bu toplantılara katılma ve konuşma hakkı olan Prof. Ataöv sözde soykırım belgelerinin sahte olduğu görüşündedir. Bu değerlendirmeye katılmasanız bile, onu sizinkinden farklı ama ikinci bir görüş olarak en azından dipnotuna almalıydınız. Eğer bu raporunuzun bilimsel ve yan tutmayan bir çalışma olduğuna inanıyorsanız, akademik nitelikli uluslararası hukuk dergilerine basılma isteğiyle yollayınız. Göreceksiniz ki, geri çevrilecek: Prof. Ataöv bu salondadır; kendisi bu farklı görüşü anlatsın.’’ Whitaker’in raporu, komisyonda saklanmak kararıyla, daha yüksek bir kurula yollanmamış, yani BM yöntemiyle kibarca reddedilmiştir. Amerikalı Carey’nin gösterdiği duyarlılığı bana Boğaziçi Üniversitesi yıllar sonra kendi ülkemde göstermemiş ve tasarladıkları toplantıya beni (o kurumun ayrıca çok eski mezunu olmama karşın) dinleyici olarak bile kabul etmemiştir. Oysa, Cenevre’de 24 gün kalmış ve sık sık söz alarak konuşmuştum. Bizlere Türkiye’de muhalefet edenlerin dikkatine bu farkı sunuyor, onların da en azından belge sahtekârlıkları konusunda Amerikalı Carey kadar duyarlı olmalarını öneriyorum. 2 nce, Osmanlı bürokrasisi yazışmalarını, özellikle savaş koşullarından ötürü, genelde rakamlardan oluşan şifrelerle yapıyordu. Hangi yılın hangi ayında ne türlü şifrelerin kullanıldığı devlet belgeliğinde bugün de görülebilir. Ancak, bu şifreleri bilmesi olanaksız olan Andonian iki rakamlı kümeleri kullanmışsa da, o süre içinde iki değil, üç rakamlı şifreler yöntemi vardı. Şifreden oluşan ileti yazıya dönüştürülüyor ve her türlü yazışma sorumlu kişilerin gerçek imzalarını taşıyordu. S Ü R E C E K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear