Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 GÜNCEL C haberlerin devamı EKİM CUMA İrtica tehdidi sürüyor İstanbul Haber Servisi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Türkiye’de irtica tehdidinin hâlâ devam ettiğine dikkat çekerek hükümete çok sert mesajlar verdi. Büyükanıt, ‘‘Her fırsatta ‘Laikliği yeniden tanımlayalım’ diyenler yok mudur? Bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır’’ diye sordu. Orgeneral Büyükanıt, Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında; kuvvet komutanlarının Harp Okulları’nın açılışlarında irtica ile ilgili yaptıkları konuşmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) görüşlerini net olarak dile getirdiklerini, kendisinin de bu düşüncelere katıldığını söyledi. Büyükanıt konuşmasının ‘‘İrtica ve bölücü terör’’ başlıklı bölümünde şunları söyledi: Birkaç soru sormak istiyorum. Türkiye’de her fırsatta ‘Laikliği yeniden tanımlayalım’ diyenler yok mudur? Bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır? Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün yalnız şahsı değil, düşünce sistemi, Cumhuriyet rejimimizin temel nitelikleri ağır bir saldırı altında değil midir? Her fırsatı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak için kullananlar kimlerdir? Toplumsal yapımızı bozarak insanımızı çağdışı bir görünüme sokmak isteyenler yok mudur? Bu listeyi uzatmak mümkün. Bu sorulara ‘Hayır, Türkiye’de bunlar yoktur’ diyebiliyor musunuz? Eğer diyemiyorsanız Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadeledeki kararlılığı ve terörle mücadelede taraf olduğu defaatle açıklanmıştır. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir. Benim dikkatlerinize sunmak istediğim konu, bir süreden beri devam eden ve adına da sanki çatışan iki ülke varmış gibi ateşkes denen bir sürecin başlamış olmasıdır. Bu evvela yurtiçinde çeşitli şahıs, kuruluş ve gruplarca gündeme taşındı. Bilahare Avrupa Parlamentosu’nun bazı üyelerinden ve bazı devletlerden benzer çağrılar yapıldı. Geçtiğimiz hafta da Irak Devlet Başkanı sıfatını taşıyan kişi tarafından terör örgütünü ateşkes yapmaya ikna ettikleri açıklandı. Dün de terör örgütü sözde ateşkes ilan etmiştir. Buraya kadar arz ettiklerim bu konunun ne kadar geniş çaplı bir kurgu içinde ele alındığını göstermektedir. SİLAHA SARILABİLİRLER Türk Silahlı Kuvvetleri silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdü GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Umduğuyla Değil Bulduğuyla Yetinmek Zorunda Kaldı Başbakan PKK Planının Neresinde? R TE, özel uçağına cımbızla seçerek aldığı yazar ve yöneticilerden kurulu refakatçi basın esnafının özenli haberlerine, yazılarına karşın bir saatlik görüşmeyi kırk dakika uzatan Başkan Bush’un yanından, bir atasözümüzü doğrulayan sonuçla ayrıldı:Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer! Bizimki Washington’a PKK terörünü yok etmek için Başkan Bush’a önereceği ‘‘kimi önerilerle’’ gitti. RTE, büyük bir hevesle görüşme gündemine oturtacağı konu olarak PKK’yi nasıl ortadan kaldıracağımıza ilişkin önerilere Bush’un katılacağına inanıyor olmalı ki; gitmeden önce ve uçakta bu konuyu işledi durdu. Oysa Başkan Bush, elbette RTE’nin açtığı bu konuyu, anlattıklarını dinledikten sonra PKK terörünü ortadan kaldırmakta belki iki yıldır söylediklerini bizi Kuzey Irak’ta operasyon yapmaktan alıkoyan uyutucu sloganı yine kullandı. ‘‘Terörle mücadelede kararlı olduklarını’’ yinelemekle yetindi. Görüşmeden sonra Başkan Bush, PKK adını bile ağzına almadı. RTE de, 1 Mart tezkeresinin reddine uygun biçimde PKK adını ağzına almayan Başkan’ı ‘‘kararlı gördüğünü’’ söylemekle yetindi, yetinmek zorunda kaldı. RTE’nin güvendiği dağlara kar yağdı. ABD Başkanı, Kuzey Irak’ı dolayısıyla PKK’yi himaye eder tavrından ödün vermeden RTE’nin beklentilerine ‘‘Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye’’ deyişini anımsatan bir davranışla geçiştirdi, başka konulara ağırlık verdi. Yazarlarımız, genel yayın müdürlerimiz, yaşanan şokun etkisinden ancak uçak İngiltere’ye uçarken RTE ile yapacakları görüşmeden sonra kurtulabilirler. Londra’dan Başkan Bush’un PKK konusunu ıska geçen davranışına bakalım nasıl mazeretler veya nedenler sıralayacaklar ya da geleceğe dönük umut şırıngalayan nasıl yazılar döktürecekler, göreceğiz. ??? Yasemin Çongar gazetesinin yazarı Hasan Cemal’i ve öteki Hasan Cemal’leri hem bağlı olduğu TV’de hem de Milliyet’teki yazısında solladı. Gayet açık biçimde ‘‘RTE’nin ABD’ye gelirken yaptığı açıklamalar, zirveyi tam anlamıyla PKK’ye endekslemekle, bu kapsamda somut sonuç alınmadığı, ABD’nin bilinen sözleri yinelemenin ötesine geçmediği izlenimine zemin hazırladı’’ diye yazdı, söyledi. Görüşmenin RTE’nin beklentilerinin ötesinde geçtiğini de, ‘‘İki lider Türkiye’nin bölgesine bakışları arasında ‘ciddi fark’ olduğunu, hem de birbirlerinden bazı beklentilerinin ‘tam olarak karşılanamayacağını’ belirtiyorlar’’ cümlesiyle özetledi. Fakat Başkan Bush’un görüşmeden sonraki açıklamalarında PKK adını bir kez olsun söylemekten özenle kaçınmasını ‘‘unutkanlığa’’ bağlamak istedi. Fakat bu Başkan Darfur’daki iç isyanı ve Sudan halkına yardımı, görüşmede ele aldıklarını bütün ayrıntılarıyla anımsıyor. Türkiye’nin, üstelik dostum ve barış adamı diye nitelediği RTE’nin, günlerdir davul çaldığı PKK konusunu unutuveriyor. Sonuçta RTE, Beyaz Saray’daki görüşmede PKK’ye karşı somut önlem beklerken ABD Başkanı’ndan ‘‘kararlılık teminatı’’ aldı. ??? Gülme fırsatını lütfen heba etmeyiniz, arkası geliyor. İşte örnek: RTE de görüşme sonrası basın açıklamalarında, Başkan Bush’la kendisinin PKK adından hiç söz etmemelerini, ‘‘terör örgütünün adının geçmesini, propaganda malzemesi olarak kullandığı, buna fırsat vermek istemedikleri’’ gibi inandırıcı olmayan bir nedene bağlayıverdi. Tabii bu tür açıklamaların elbette inandırıcı olması imkânsız. Zira, ABD ile imzaladıkları Ortak Vizyon Belgesi’nde PKK adının geçmesini bu hükümet bayram sevinciyle karşılamıştı. Üstelik Başkan, hemen her konuşmasında El Kaide ve diğer dünya ölçeğindeki terör örgütlerinden, adlarıyla söz ediyor. RTE, Başkan Bush’tan Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesi destek olacak açıklamalar beklerken... Eli boş... Dönmüyor! Başkan Bush’un (ne işe yararsa) dostum ve barış adamı iltifatlarıyla dönüyor. Dünya ölçeğinde nefretle anılan bir adamın dostu olmak kolay mı? T Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Harp Akademileri’ndeki konuşmasında irtica ve bölücü teröre dikkat çekti. receğini çeşitli kereler ilan etmiştir. Bu tutumumuzda değişiklik yoktur, olmayacaktır da. Terör örgütü için tek çare silahını kayıtsız şartsız bırakıp Türk adaletine sığınmaktır. Geçmişte yaşananlar bunun dışında bir çözümün mümkün olmadığını göstermiş, terör örgütü dilediği anda tekrar silaha sarıldığı hatta birtakım isteklerinin karşılanması için devletle pazarlık yapmaya, muhafaza ettiği silahlarla devlet baskısıyla tevessül ettiği görülmüştür. Bunun tipik örneği 1993’te yaşandı. O süreç 33 kişinin şehit olmasıyla sona erdi. ÖRGÜTE DIŞ DESTEK Terörle mücadelenin bir başka boyutu da terör örgütüne sağlanan dış destektir. Bildiğiniz gibi NATO, tarihinde ilk defa terörle dünya çapında mücadele için Washington Anlaşması’nın kolektif savunmayı öngören 5. maddesini yürürlüğe sokmuş, bu amaçla Akdeniz’de bir harekât başlatmış, hem AB, hem de NATO, PKK’yi terörist örgüt ilan etmiştir. Yine her iki kuruluş terörle mücadele konusunda BM tarafından alınmış kararlara ilave olarak kendileri de çeşitli kararlar almışlar, dokümanlar yayımlamışlar, özel personel görevlendirmişler ve yeni teşkilatlanmalara gitmişlerdir. Hal böyle iken bu kuruluşlara üye bazı ülkeler, kendi topraklarında terör örgütünün serbestçe faaliyet göstermesine, para toplamasına ve Türkiye aleyhine çeşitli çalışmalar yapmalarına seyirci kalmaktadır. Orgeneral Büyükanıt konuşmasının son bölümüne ‘‘Konuşmamın son bölümünü üzülerek ifade ediyorum ki, kendi içimize yönlendiriyorum’’ diyerek başladı ve şöyle devam etti: Bunun da ötesinde ülkelerinde yakaladıkları teröristleri ya yargılamamakta, yargılasa da 30 küsur güvenlik görevlisinin kontrolünde iken kaçmalarına müsaade etmekte ya da onu Türkiye’ye iade etmeden silahlı kuvvetlerimize karşı kullanılmak üzere terör örgütüne geri göndermektedir. Bir televizyon istasyonunun yayınlarının önlenmesinde ilgili ülke maalesef tamamen şiddete yönelik ve terör örgütünün propagandası mahiyetindeki yayınları ifade özgürlüğü kapsamına sokarak, müttefikinin değil, teröristlerin yanında yer alabilmiştir. Örneğin AB Adalet Divanı dahi PKK’nin terör örgütleri listesinden çıkarılıp çıkarılmamasına ilişkin olarak açılan bir davayı gündemine almıştır. Peki nerede sizin terörle mücadele için aldığınız kararlar? Nerede alınan bu kararlar gereği terörle mücadele için işbirliğiniz? Gizli ajandalarına dokunduk Büyükanıt isim vermeden bir süre önce Türkiye’ye gelen Hollanda Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nı eleştirerek şunları söyledi: Diğer taraftan dost ve müttefik bir ülkenin Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’nın Türkiye Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması yolunda almış oldukları karara gerekçe tespit etmek için, yerli ve yabancı kuruluşların katıldığı toplantılar icra etmiş ve raporlar yayımlamıştır. Hatta aynı ülkenin Genelkurmay Başkanı, üzerindeki üniformayla Türkiye’ye gelip, Türkiye’deki sistemi tenkit eden ve maddi hatalarla dolu bir konuşma yapmıştır. Böylesi bir girişim Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez gerçekleşmiştir. Bu durumu ‘Askerler her konuda beyanatta bulunuyor’ diyenlerin dikkatine sunuyorum.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, yine isim vermeden 22 Eylül günü tanıtımı yapılan TESEV’in ‘‘Almanak: Türkiye, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim’’ adlı yayınına ve tanıtım toplantısında konuşan AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Kretschmer’e ağır eleştiriler yöneltti: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin konumu konusunda içeriği pek çok maddi hatayla dolu yeni bir belge, almanak yayımlandı. Bu belgede dikkat çeken en önemli konu dokümanı oluşturan 22 bölümden 9’unun polis akademisi öğretim üyeleri tarafından yazılmış olmasıdır. Bu kurumsal işbirliğine en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, devletin önde gelen kurum ve kuruluşlarının bu tür çalışmalara katılmalarının nasıl bir fayda sağlayacağını da takdirlerinize bırakıyorum. ‘‘Raporun önsözünde yer alan ‘İtaat kültürünün yerine itiraz kültürünü yerleştirmeyi amaçladığı’ yolundaki ifadeler, raporun gerçek niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bu belgenin tanıtımı, 22 Eylül 2006 tarihinde yani daha birkaç gün önce icra edilen bir toplantı ile yapılmıştır. Bu toplantıda yerli ve yabancı konuşmacılar tarafından yapılan bazı beyanlar, her türlü teamül, nezaket ve tahammül sınırını aşmaktadır. Bu konuşmacılar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüce Türk milletinin anayasa ve kanunlarla tartışılmaz bir şekilde kendisine vermiş olduğu görevlerini sahiplenmesini, ‘ülkenin hukuki ve kurumsal yapısına saygısızlık’ olalanması da en tabii hakkıdır. Unutulmamalıdır ki, TSK bazı çevrelerin hedef tahtası değildir. Ben bir askerim ve yasaların bana verdiği görevleri yerine getiriyorum. Asker olarak bizim siyasetle ilgimiz yoktur. Ancak güvenlik ve rejim ile ilgili temel mülahazalarımızdan rahatsızlık duyanlar varsa bu onların kendi rahatsızlıklarıdır. TSK ile ilgili olarak 22 Eylül’de yapılan basın toplantısında AB yetkilisi Bay Kretschmer bir ipucu veriyor. ‘‘Silahlı Kuvvetler’in ulusal güvenlik konusuna çok geniş perspektiften bakarak kamu hayatının hemen her yönüyle ilgili, örneğin din eğitimi, kültürel haklar, üniversite gibi hususlarda açıklamalar yaptığı, bu açıklamaların, halk üzerinde büyük etkisi olduğu, Silahlı Kuvvetler’in halktan en çok saygı gören en istikrarlı kurum olarak değerlendirilmesi gerçeğinden cesaret alarak bu açıklamalarda bulunmayı meşru gördükleri’’ tespitinde bulunuyor. Bu tür ifadeler demokratik söylem açısından kulağa hoş gelen söylemler olabilir. Ancak ben bu söylemleri açık Türkçeye çevirerek yorumlayacağım. Din eğitimi, kültürel haklar, üniversite derken sözü geçen AB görevlisi, nelerden rahatsızlık duyuyor? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin halktan en çok saygı gören gücünden... Halkın bu söylemlerden etkilenmesinden neden rahatsızlık duymaktadır? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasi dışı hangi söylemi vardır? Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri’nin söylemleri, bu yorumları yapanların gizli ajandalarının hedeflerini mi zorluyor? Bunları iyi bilmeliyiz. rak nitelemekte, yargıya intikal etmiş bazı münferit olayları tek merkezden kontrol eden geniş çaplı ve planlı uygulamalar olarak göstermekte ve kullandığı her türlü mali kaynağın tahsisi, harcanması ve son kuruşuna kadar denetlenmesinin devletin ilgili kurumları tarafından yapılmakta olduğunu göz ardı ederek ‘şeffaflıktan uzak ve hesap verilebilirlikten muaf olduğu’ iddiaları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de ötesinde, onu en güvendiği kurum olarak bağrına basmış olan asil milletimize de saygısızlık yapmışlardır. Bu beyanların, Mayıs 2006’da yayımlanmış bir belgenin yaklaşık aylar sonra yapılan tanıtım toplantısı vasıtasıyla, kasım ayında AB tarafından yayımlanacak ilerleme raporu öncesine denk getirilmesinin amacının da, Silahlı Kuvvetler’i cevap vermeye zorlamak ve hazırlanacak olan bu rapora bu cevabi beyanatımızı bir gerekçe olarak dahil ettirmek olduğu aşikârdır. Bu mesnetsiz beyanlara devletin hiçbir kurum ve kuruluşundan, kamuoyundan herhangi bir açıklama ve tepki gelmemiştir. TSK HEDEF TAHTASI DEĞİLDİR TSK’nin AB üyeleğini tamamen desteklediği daha önce beyan edilmiştir. Bu nedenle bu açıklamamın Türkiye’nin AB üyeliği ile ilişkilendirilmesi yanlış olur. Siyasi her türlü polemiğin dışında kalmak için azami gayret gösteren TSK’nin AB paravanı arkasına gizlenerek yapılan bu ithamlara karşı kendini savunma hakkını kul erör örgütü PKK ile ilgili haberlerin değişik zeminlerde, farklı biçimlerde gündeme geldiği bir hafta geçirdik. Bu haftanın da ana konularından biri bu olacak. Haberleri yan yana getirip ortak bir payda aradığımızda ortaya başlıktaki soru çıkıyor. Önce süreci aktaralım, sonra önümüze bakalım... Başbakan Erdoğan’la ABD yönetimi anlaşıyor ve PKK ile mücadele için bir özel temsilcilik makamı oluşturuluyor. ABD bu makama emekli general Ralston’u getiriyor. Ralston’un Türkiye’deki karşılığı, ancak Ankara’ya geldiği gün, devletin öteki katlarının sıcak bakmadığı biçimde oluşturuluyor. Ralston diyor ki: ‘‘Terörle silahlı mücadele son seçenektir!’’ Buna karşılık biz de soruyoruz: ‘‘Tamam, anlaşıldı. O zaman, ilk seçenek ne?’’ Sorunun çengeli sallanırken, art arda yeni gelişmeler oldu. ??? Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye ile ilgili raporu oylanmadan önce kulislerde DTP heyeti de vardı. AP üyeleri heyeti dinledi. Türkiye raporuna iki madde ekledi: 1 PKK terörünün kınanmasına. 2 DTP’nin terör örgütünün silah bırakması çağrısını desteklemesine. Aynı gün ABD’nin Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani konuştu: ‘‘Komşularımız bizim iç işimize karışırsa biz de onların içlerindeki muhalefeti destekleriz. PKK yakında silah bırakacak...’’ Daha Talabani ağzını silmeden terör örgütü başının avukatlarından açıklama geldi: ‘‘Öcalan örgüte silah bırakma çağrısı yaptı.’’ Ertesi gün PKK duyurdu: ‘‘1 Ekim’den itibaren silah bırakıyoruz.’’ Örgütün bu açıklamayı yaptığı gün Başbakan Erdoğan ABD’ye zoraki ziyarete giderken bir dizi inci arasında şunu söyledi: ‘‘...Terör örgütü ne kadar samimi bakacağız. Güvenlik güçleri her zaman operasyona hazırdır. Ama durup dururken de operasyon yapmaz.’’ ??? Yukarıda aktardığımız aşamaların hiçbiri bize yabancı değil. ABD, terör örgütünü tam olarak bitirmek istemiyor. Türkiye’nin üzerinde böyle bir sarkacın bulunmasını istiyor. Bu yüzden de örgütü bitirmekten çok elimine etmekten söz ediyor. DTP’lilerin siyaset ufku zaten ortada. AB ülkelerinin terör örgütüne verdiği desteği düşününce, silah bırak önerileri şaşırtıcı değil. Talabani, bulunduğu yere göre görüş üreten, çok merkezli bir aşiret reisi. Terör örgütü de bugüne kadar 4 kez ateş kesmiş, istediği siyasallaşmaya ulaşamayınca da yine yapabileceği tek şeye sığınıp tetiğe yönelmiş. Son ateşkesin gerekçesini de şuraya oturtmuş: Kürt sorununun çözümü ve demokratik bir sürecin başlatılması! Özetle hedef, terör örgütü ile Türkiye’yi masaya oturtmak. Bütün bunların birbiriyle bağlantılı bir sürecin halkaları olduğunu görmemek için gaflet, dalalet ve hatta iyi niyet içinde olmak gerekir! Bu durumda başlıkta sorduğumuz soru öne çıkıyor: Başbakan bu sürecin neresinde? Tam ortasında mı? Başında mı? Halkanın bir parçası mı? Yoksa o da mı bilmiyor? Gerçeği yansıtmalı Silahlı Kuvvetler’in demokratik kontrolünün ne anlama geldiği ve bu amaçla ne tür uygulamalar yapılabileceği, konuyla ilgili dokümanlarda kural olarak benimsenebilecek neler yazdığı, ayrı bir konudur. Gerek olursa bu konudaki görüşlerimizi de açıklarız. Ancak burada önemli olan, yapılan bu çalışmaların bilimsel verilere ve bulgulara dayanması ve gerçekleri yansıtmasıdır. Dokümanda yer alan bir iki örneği sizlerle paylaşarak takdiri Türk milletinin sağduyusuna bırakıyorum. Örnek 1 (sayfa 52): Genelkurmay Başkanı’nın görev ve yetkilerini kime bağlı olarak yürüttüğü husus anayasada mevcut değildir. Cevap: Anayasa madde 117/4. Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana karşı sorumludur. Maddede Genelkurmay Başkanı’nın görev ve yetkilerinden dolayı kime karşı sorumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Örnek 2 (Sayfa 12): ‘‘Mevcut durumda zorunlu askerlik, sivil demokratik kültür yerine askeri değerleri şekillendirici bir laiklik ve milliyetçilik anlayışını toplumsallaştırmaktadır. Askeri kararlar üzerinde parlamenter denetim tam olarak oluşturulamamaktadır’’ şeklindeki ifadelerden zorunlu askerlik yerine profesyonel ordunun kurulmasının Milli Savunma Bakanlığı bütçesine getireceği yük hakkında bilgi sahibi olunmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu konuda bir açıklama yapmak isterim. Türk Silahlı Kuvvetleri, tamamen profesyonel bir yapıya geçerse, sadece personel maaşları ve sosyal yardım giderleri bugünkü Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin 3 katı olacaktır. Buna silah alımları dahil değil. 2005 yılında 11 milyar YTL olan maaş ve özlük hakları, 33 milyar YTL’ye çıkacak. Hal böyle iken bu dokümandaki ifadeleri bilimsel kabul etmek mümkün müdür? Örnek 3 (sayfa 54): Üst düzey komutanlar, düzenli olarak gerek iç gerekse dış politika konularında görüşlerini açıklamayı sürdürmektedirler. Cevap: Buna örnek olarak Şemdinli olaylarında yer alan bir astsubay hakkında benim söylediğim, ‘Tanırım, iyi askerdir. Ancak suç işlemişse cezasını alır’ cümlemi gerekçe göstermiştir. Bu cümlenin iç ve dış politika ile ilgisi nedir? Ayrıca sarf ettiğim cümleyi tam olarak yazma dürüstlüğü dahi gösterilmemiştir. Türk İş’in gündemi Baştadafı 1.Sayfa’da den en az 6’sını ve bu zorunlu maddeler dahil toplam en az 16 maddenin veya numaralandırılmış fıkralardan 63’ünü kabul etmek zorunda. ? İsteyen ülkeler SŞ’nin tümünü kabul edebiliyor. Örneğin Fransa. ?1961 şartını 19 ülke, gözden geçirilmiş şartı bugüne kadar 36 ülke onaylıyor. ? Bu onayların dikkat çekici yanı sendikal haklara ilişkin 5 ve 6. maddelerin onay durumu. ? Yunanistan hariç hiçbir AB üyesi sendikal haklara çekince koymuyor. AB üyesi olmayan Arnavutluk, Azerbaycan, Ermenistan, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan da grevli toplusözleşmeli sendika hakkını çekincesiz onayladı. ? Sendikalaşma ile ilgili 5. maddeye çekince koyan yalnız Yunanistan ve Türkiye. ? Toplu pazarlık hakkıyla ilgili 6. maddeye çekince koyan ülkeler Avusturya, Lüksemburg ve Polonya. ? Türkiye, ASŞ’yi 1961’de imzalayan ilk 16 ülke arasında yer alıyor. Dönemin Çalışma Bakanı Cahit Talas, şartı, Türkiye adına imzalıyor. Ancak, şart, 28 yıl bekledikten sonra 1989’da sendikal haklar dahil olmak üzere pek çok maddesine çekince konarak onaylanıyor ve yürürlüğe giriyor.