26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Jean Lemire’in yönettiği belgesel film, günümüz araştırmacıları, bilim adamları ve film yapımcılarından oluşan ekibi, 430 günde, gezegenin geri kalanından izole olmuş, bağlantısını koparmış bir yere, dünyanın sonundaki kıta Antarktika’a doğru yola çıkarıyor. Burada kuralları, penguenler, foklar, balinalar ve albatroslar koymaktadır. İnsanlarsa geçici ziyaretçilerden başka bir şey değildir. Antarktika yer yüzünün gerçek anlamda bozulmamış tek kıtası ve bir yıldan fazla bir süredir Sedna IV ekibi dünyanın en korkulu denizlerine yelken açıyor. Gezegenin bu az bilinen kısmını bekleyen yeni tehditlere tanıklık etmek için... Ekip, önlerinde giden muazzam keşifçilerin izinden giderek ve macera arayışı hevesiyle yeni keşifler ile daha iyi bir gelecek peşinde koşuyor. Kişiliklerinin ne kadar güçlü olduğunu ölçmek için sınırlarını zorluyorlar. ? Dünyanın Sonundaki Kıta (Le Dernier Continent) Julie Delpy’nin yönettiği ve Julie Delpy, William Hurt, Daniel Brühl ile Anamaria Marinca’nın oynadığı Kontes, aşk, intikam ve gurur arasında kalan kanlı katil Kontes Bathory’nin yükseliş ve düşüşünün öyküsü. 1560 doğumlu kontes, 14 yaşında iken nüfuzlu bir lord ile evlendirilir. Dönemin en güzel, akıllı ve güçlü kadını olarak anılan kontes, erkeklerin hakim olduğu ve sadece onların sözünün geçtiği bir dünyaya başkaldıran bir kadın olarak öne çıktı. Bir davette kendinden oldukça genç olan Istvan’a aşık olur ve tutku dolu bir aşk yaşarlar. Fakat bu mutlulukları uzun sürmeyecektir çünkü Istvan’ın babası Kont Thurzo oğlunu ondan ayırmak için planlar kurmaktadır. Kontesi, yaşı büyük olduğu için oğlu tarafından sevilemeyeceğine inandırır ve sonunda ancak bakirelerin kanıyla yıkanarak genç kalabileceğine inanmaya başlar. Bir sürü bakire kadın kaleye getirilir ve bir daha da görülmezler. Bu arada Erzebet de giderek daha çok delirir ve takıntılı hale gelir. Sevdiğinin babası tarafından kurulan politik bir komplonun kurbanı olduğunu farkettiğinde ise artık çok geçtir. ? Kontes (The Countess) Tom Shanklan’ın yönettiği filmin başrollerini Eva Birthistle, Stephen Campbell Moore, Jeremy Sheffield ile Rachel Shelley paylaşıyor. Sakin bir Noel tatilini beraber geçirmek üzere bir araya gelen iki ailenin tatili, çocukların birer birer hastalanıp, ailelerine karşı dehşet saçmaya başlamalarıyla korkunç bir hal alır. Film, “Bu dünyaya onları siz getirdiniz, ama onlar sizi göndermeye kararlı” cümlesiyle özetleniyor. ? Histeri (The Children) İç ısıtan şirin bir Asri zamanların çocuk ruhlu büyücüsü Hayao Miyazaki, umuda dair masallarını anlatmayı sürdürüyor. Büyük ustanın son filmi; şirinlik muskası küçük balıkprenses Ponyo’nun insan olma düşünü resmediyor. “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (Gake No Ue No ALPER Ponyo)... Her karesinden iyimserlik yayılan, haşır neşir bu güleç filmi, TURGUT masumiyetle sakın kaçırmayın. Rengârenk çizimlerini, animasyon sinemasındaki 44 yıllık birikiminin ışığında demleyen Japon üstat Miyazaki’nin unutulmaz filmlerinden birkaçı; “Ruhların Kaçışı”, “Prenses Mononoke”, “Yürüyen Şato”, “Gökteki Kale”, “Komşum Totoro”, “Rüzgârlı Vadi”. Başta çocuklar olmak üzere hemen herkes ona ve yapıtlarına hayran. Öncelikle Miyazaki büyük bir çevre dostudur ve İkinci Dünya Savaşı’ndan yaralanarak çıkmış bir milletin evladı olarak doğal bir savaş karşıtıdır. “Çocuklara, umut yok, kaçın kurtarın kendinizi, diyen filmler yapmayacağım.”... İşte, Hayao Miyazaki’yi en iyi anlatan cümle budur. O, birçok yüzüğü parmaklarında taşır, bir animasyonun hem çizeri, hem metin yazarı, hem de yapımcı ve yönetmenidir. Aileyi savunan, öğretici olan ancak bunu insanın kafasına kakmayan, cesarete övgüler yollayan, korkuyu yerin dibine postalayan, sadakat ve fedakârlığı ön plana çıkaran... Kısaca; canlandırma sinemasının bilge efendisi, basit ama akıcı bir dili kuşanarak bizleri yüreğimizden yakalamayı çoktandır başarıyor. Oscar ödüllü Miyazaki’nin, Isao Takahata ile birlikte kotardıkları “Heidi”yi ise tüm Türkiye tanır. Miyazaki, Ponyo’yu yaratırken bir başka efsanevi masal devi Hans Christian Andersen’in “Küçük Deniz Kızı” öyküsü ve Japon halk hikâyesi “Urashima Taro”dan esinlendi. Ponyo’nun tamamı el ile çizildi ve kendi rekorunu kıran Miyazaki, 170.000’i aşkın ayrı çizim kullandı. Film, yalnızca Japonya’da 120 milyon dolardan fazla gişe geliri elde etti. Sevimli Ponyo, eskiden insan olan Okyanuslar Kralı suratsız ve kibirli Fujimoto ile güzeller güzeli Deniz Tanrıçası’nın en büyük kızıdır. Kırmızı elbiseli Japon balığı Ponyo, babasının düşsel krallığından kaçmak ister, biricik arzusu karaya adım atmak ve insan olabilmektir. Denizanalarının yardımıyla kıyıya ulaşan Ponyo, birlikte maceraya atılacakları beş yaşındaki iyilik meleği Sosuka ile tanışır. Bizim bacaksız Sosuka, huzurevinde çalışan annesi Risa ve küçük bir gemide kaptanlık yapan babası Koichi ile deniz feneri işlevi de gören tersane kasabasının en ucundaki evde yaşar. Ponyo ile Sosuka kısa sürede kaynaşırlar ve kahramanımız küçük ve sihirli bir kız çocuğuna dönüşür. Denizlerin kirletilmesi ve ekolojik dengenin bozulması yüzünden insanlardan nefret eden Fujimoto ise kızını geri alabilmek için kollarını sıvar. Ve Ponyo’nun serüveni sizi sımsıkı sarıp kucaklar. Bir kobay olmak mı? “Aileler çoğunluk mantıklı davranamazlar. Duygusaldırlar. Benim ailemde de olduğu gibi her ailede garip, anlaşılmaz biri vardır. Aile ASLI dışındaki herkeside yabancı gibi SELÇUK görürüz” diyen yönetmenoyuncusenarist Nick Cassavetes son çalışması My Sister’s Keeper’da (Kız Kardeşimin Hikayesi/2009) çok zor bir dönemin içinden geçen bir aileyi tüm kusurlarıyla, eksiklikleriyle yansıtıyor. Sara (Cameron Diaz) ve Brian Fitzgerald’ın (Jason Patric) genç oğulları Jesse (Evan Ellingson) ve iki yaşındaki kızları Kate’le (Sofia Vassilieva) sürdürdükleri mutlu yaşam Kate’in lösemi olduğunu öğrendiklerinde aniden değişiverir. Sara ve Brian Kate’i kurtarmak amacıyla başka bir çocuk daha yapmaya karar verirler. Kate için doğan Anna’nın (Abigail Breslin) Kate’le aralarında güçlü bir bağ oluşur. Kızkardeşlerin katlanmak zorunda oldukları tıbbi işlemler aile yaşamının artık doğal bir parçasıdır. Sara, Kate’e bakabilmek için avukatlık mesleğinden vazgeçmiş, düşünceleri tek noktaya yönelik bir hastabakıcıya dönüşmüştür. Sara’yı destekleyen Brian’sa karısının kesin kararlılığı karşısında kendisini güçsüz, yetersiz duyumsamaktadır. Jesse ise Kate ve Anna’nın ilgi odakları olması nedeniyle neredeyse unutulmuştur. Hastanede geçen sorunlarla dolu onbir yılın bitiminde onbeş yaşındaki Kate’in böbrekleri iflas eder. Bu kezde yeni bir böbreğe gereksinimi vardır. Herkes onbir yaşındaki Anna’dan medet ummaktadır. Anna ise böbreğini ablasına verdikten sonra eski yaşantısını sürdüremeyeceğinin ayrımındadır. O aslında kusursuz bir genetik eşleşme ve Kate’in kurtarılması amacıyla dünyaya getirilmiştir. getiriyor, aile bireylerinin aldığı kararların etik içeriklerini tartışıyor. Nick Cassavetes, bu sarsıcı öyküyü ailedeki bireylerin kişisel gözlemlerinden aktarıyor. Filmde hiç kimse iyi ya da kötü olarak kolayca sınıflandırılamıyor, tüm karakterler bulanık, kayan ahlaki bir bölgede geziniyorlar. “Böyle bir durumda çevrenizdeki kimseyi suçlayamazsınız. Çocuğunuz ölümcül bir hastalıkla boğuşurken onu kurtarmak için neleri göze alabileceğinizi hiç kestiremezsiniz. Bir anne olarak Sara hiç sevimli değil, olması da gerekmiyor. Anna’nın bedeninin haklarını korumasıda çok doğal” diyen Cassavetes, Kız Kardeşimin Hikayesi’nin en kişisel çalışması olduğunu vurguluyor: “İkinci kızım Sasha’da doğduktan bir hafta sonra doğuştan kalp yetersizliği olduğu anlaşıldı. Gençken mutlu bir adamdım, herşeye açıktım. Yaşamın ne olduğunu bilmezdim. Kızımın hastalığını ruhumda hep duyumsadım” diyen yönetmen Sasha’nın bugün yirmiüç yaşında olduğunu, rahatsızlığını atlattığını sevinçle belirtiyor. Oyuncular büyük, film küçük “Metrodan Kaçış” (The Taking of Pelham 1 2 3), yetenekli ve büyük yönetmen Tony Scott’un çektiği pek ahım şahım denilemeyecek bir aksiyonmaceragerilim filmi... Filmin senaryosu Brian Helgeland tarafından kaleme alındı ve John Godey’in romanından uyarlandı. Filmin başrollerini sırtlayan usta aktörler Denzel Washington, John Travolta, John Turturro, Luis Guzman, Michael Rispoli ve James Gandolfini’ye yazık olmuş diyebilirim. Yine de zamanı bol olanlara tavsiye ederim. Öykümüz asırlık (açılışı 1904’dür) New York Metrosu’nda geçer. Rüşvet aldığı iddiasıyla kızağa çekilen Garber, kısa bir süre önce metronun Metrodan Kaçış hareket memurluğu görevine getirilmiştir. Soğukkanlı ve zeki katil Ryder ise, dört silahlı adamıyla birlikte bir metro vagonunu yolcularıyla birlikte ele geçirmiştir. Ryder, New York Belediye Başkanı’na bir saat mühlet verir ve 10 milyon dolarlık fidye ödenmezse rehineleri teker teker öldüreceğini söyler. New York polisi Ryder ile anlaşma yoluna gitmek ister ancak başaramazlar. Ryder, müzakereci olarak Garber’i belirler. Artık Garber ve Ryder’in hayatları kesişmiştir ve iyikötü arasındaki mücadelenin sadece bir kazananı olacaktır. Vasat bir fantastik Fantastik bir sinema eseri için yola çıkanlar, her zaman başarıya ulaşamaz, vasat sıfatına mahkum olurlar. Dün vizyona giren “Franklyn”, bunun tipik bir örneği. Fransaİngiltere ortak yapımı Franklyn’i, Gerald McMorrow yazdı ve yönetti (ilk uzun metrajı). Başrolleri de Ryan Philippe, Eva Green, Sam Riley ve Bernard Hill üstlendi. Yer Londra, tarih günümüz... Paralel bir dünyanın kapısı, psikolojisi yıkılan bir adamın dramıyla açılmıştır. Hayali eşik geçildiğinde dini bir fanatizmin boyunduruğundaki Meanwhile City (gelecekteki bir kent) ile karşılaşırız. Puslu kentin tek tanrıtanımazı maskeli detektif Preest ise dindarlardan intikam almayı kafasına koymuştur. Londra’da ise mutsuzluğun dibine vurmuş ve ruhlarını yitirmiş biri kadın üç karakter ile tanışırız. Bugün ve yarın arasında elbette bir bağlantı vardır. Dört kişinin kaderini, kör bir kurşun belirleyecektir. Aşk, yaşam, kaybetme duygusu ve olmamış bir film. Önermiyorum. Ölüm ve yaşam Yönetmen Sara rolü için drama kraliçeleri Kate Winslet, Cate Blanchett yerine komedi oyuncusu Cameron Diaz’ı seçerek anneyi kurban gibi yorumlamamasını istemiş. Diaz, Cassavetes’in yürek burkan, gözyaşı döktüren sahnelere sığınmadığını, yaşam dolu, canlı bir film yarattığını belirtiyor: “Filmin ölümle ilgili olduğunu düşünürken aslında yaşama ait olduğunu da kavrıyorsunuz”. Geriye dönüşleri yıl yazısı koyarak belirtmek istemeyen sinemacı görüntü yönetmeni Caleb Deschanel’in güzellikle sağlık arasında neyi seçersin sorusu üstüne güzelliği seçince yaşamın, dünyadaki en sıradan, olağan şeylerin, hastanelerin, herşeyin güzel olduğunu yansıtan bir görüntü dili oluşturmuşlar. Ünlü oyuncu Gena Rowlands’la yönetmenoyuncu, Bağımsız Amerikan Sineması’nın kurucusu, öncüsü John Cassavetes’in oğlu, Unhook the Stars(Yıldızları Toplamak/1996), She’s So Lovely (O Çok Sevimli/1997), John Q (2002), The Notebook (Not Defteri/2004), Alpha Dog’un (Rehine/2006) yönetmeni Nick Cassavetes, sıradan insanların olağanüstü durumları yaşamaya hazır olmadığını söylüyor: “İnsan olarak kendimize, edindiğimiz bilgilerle doğru kararlar alma gücümüze güvenmeliyiz. Bizler tıp ilerledikçe daha pek çok ahlaki sorularla, etik ikilemlerle karşılaşacağız”. Zor sorular sorup beklenmez yanıtlar öneren tartışmalı dram My Sister’s Keeper (Kız Kardeşimin Hikayesi) 14 Ağustos’ta sinemalarımızda gösterimde. Gerçekçi yaklaşım Jodi Picoult’un çok satışlı romanından uyarladığı dramında Nick Cassavetes aile ilişkilerini, insan olmanın ince ayrıntılarını, sevginin doğasını, özgür iradeyi, saygınlığı sorguluyor. Aşırı duygusal olabilme noktasındaki dokunaklı bir öyküyü Cassavetes abartmadan, gerçekçi bir yaklaşımla, herkesin başına gelebilecek bir olay gibi aktarıyor. Cassavetes’in bu doğru, temel bakışı filmi ayrıca inandırıcı kılıyor. İzleyiciyi öyküye, karakterlere, olaylara tümüyle katıyor. Burada yönetmenin güçlü yaklaşımını, oyuncularından doğru yorumları aldığını görüyoruz. Dram, aile sevgisi ve bağlılık temalarını sürpriz dolu gerçeklerle sorgulayarak meydan okuyor, iyileşme tanımına yeni bir boyut Küçük Deniz Kızı Ponyo Kutu filmi çekildi “Kutu, bir örümcek gibi kendi etrafına ağ ören ve kendini kendine kapatan insanların öyküsüdür” cümlesiyle yola çıkılan, başrollerini Saadet Işık Aksoy ve Mert Fırat’ın paylaştığı “Kutu” filminin çekimleri tamamlandı. İşitme engelli bir gencin çağrı merkezinde çalışan bir kıza aşık olmasını konu alan filmin senaryosu İlksen Başarır ve Mert Fırat’a ait. Yönetmenliğini yine Başarır’ın üstlendiği film Türkiye’de yaşayan dokuz milyon engelli insanın hayata katılması için çaba gösterilmesini ve bunun için kendi duyularımızı çalıştırmamız gerektiğini vurguluyor. Filmin gelirinin bir kısmı Türkiye’de henüz geliştirilmeyen işitme engelliler için anaokulu projesine destek amaçlı kullanılacak. Aynı zamanda Türkiye Kürek Fedarasyonu ile ortak bir çalışma yaparak dünyada ilk kez engellilerin kürek sporuna kazandırılması ve onların spor sosyal aktivitelerden diğer insanlar gibi yaralanabilmesi amaçlanıyor. ‘Karanlıktakiler’ Montreal’de Çağan Irmak son filmi ‘Karanlıktakiler’ ile Montreal Film Festivali’ne davet edildi. Yapımcılığı Mustafa Oğuz tarafından yapılan ve başrollerinde Meral Çetinkaya, Erdem Akakçe ile Derya Alabora’nın oynadığı ‘Karanlıktakiler’ dünya prömiyerini Montreal’de yapacak. Mustafa Hakkında Her Şey, Babam ve Oğlum, Ulak, Issız Adam gibi filmlerin başarılı yönetmeni Çağan Irmak’ın son filmi “Karanlıktakiler” prestijli festivallerden biri olan Montreal Film Festivali’nde Dünya Sineması’na Bakış/Focus on World Cinema’ bölümünde gösterilecek. Bu yıl 27 Ağustos 7 Eylül tarihleri arasında 33.sü gerçekleştirilecek olan festivalin ‘Dünya Sineması’na Bakış Bölümü’nde, dünyanın dört bir yanından pek çok önemli yönetmenin filmleri kültürel çeşitlilik, ülkelerarası diyalog sağlamak için bir araya geliyor. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear