26 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 25 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ İyi niyet Günlerden bir gün ülkeme yeni dönmüşken; evimi, yatağımı, ailemi, arkadaşlarımı, Beşiktaş pazarını, iskeleyi aylardır yana döne özlemişken, herkesin hasreti burnumda simit gibi kokarken, Topkapı Sarayı sandığım iki oda bir salon evimin 3 m2lik mutfağında eşe dosta güzel güzel yemekler yapıp bir sofrada bir ömür geçirmeyi düşlerken ben kalkıp Kars’a gittim. Daha önce görmek nasip olmamıştı hiç. Babamın askerlik hizmetinin bir kısmını yaptığı, anlata anlata bitiremediği bu sınır şehrini ilk evvel O’ndan dinledim çokça. İnsanını ayrı överdi babam, doğasını ayrı. Öyle alçak gönüllüymüş ki insanlar, öyle misafirpervermiş ki! “Oraların insanı bir başka mert olur!” diye anlatırdı. Dağların başı karsız Karslının başı dertsiz olmazmış. Toprak soğukmuş çok ama halkı sıcacıkmış. Birçok yerde görev yapmış olmasına rağmen babamın kalbine başka türlü işlemiş olduğundan hepimiz emindik. Çok sevgili dostlarımın Kars’a bir gezi düzenlemesi ve beni de davet etmelerine nasıl sevindiysem, bavulumu antrede bütün İstanbul düşlerime emanet bırakıp kalkıp gittim. Güngör Dilmen’in Ben Anadolu oyununda Şair Nigar Hanım’ın günlüklerinden derlenen bölümü oynarken “Allahü Ekber Dağları’nda on bin askerimiz donarak ölmüş!” cümlesi içimi kanatırdı. Şimdi gidip şehitlerimizin acısını orada yaşamak zamanıydı. Beş gün boyunca şehri ve çevresini Doğu Beyazıt da dahil olmak üzere, Iğdır, Ani Harabeleri, Sarıkamış, Allahü Ekber Dağları, İshak Paşa’yı da ihmal etmeden tavaf ettim. Elbette o güne kadar Kars hakkında ne duyduysam ne okuduysam, hepsi doğruydu. Ama ahh! Beni yerle yeksan eden o gün olmasaydı keşke. Mehmet Aksoy’un İnsanlık Abidesi heykelini görmeye gittiğim gün. Arpaçay’dan yani Ermenistan sınırından Şebnem Sönmez döndüğümüz gün. Heykeli üç yıldır merakla bekleyen ben meğer ne safmışım! Daha eskizlerini çizerken Mehmet Aksoy hayatın bana hediyesi olsa gerek yanındaydım; o koca atölyeevinde. Nasıl iştahla anlatmıştı! “Bak! Bu aslında tek bir insan! Diğer yarısıyla ayrı düşmüş, ama elini uzatıyor diğer yarısına ki yine bir olsunlar. Bu da ayrılığın gözyaşları. Bak; bu heykeli öyle bir yere dikmeli ki, insanlar anlasınlar ve hatırlasınlar kardeş olduklarını. Bizim birbirimizle derdimiz yok! Suçlu savaştır!” Elbette öyledir! Bu canım abidenin Kars Belediyesi tarafından kaldırılması sözkonusu olduğunu öğrendiğimde bütünüyle şaşırdım doğrusu. Hepimiz şaşırdık; çünkü nedenini anlayamadık. Söylenenlere göre belediye heykelin yapımına o kadar çok para harcamış ki, çalışanlara uzun bir zaman maaş ödeyememiş ve üstelik Kars halkının suları da yine heykel sebebiyle kesilmiş ve insanlar mağdur olmuşlar. Bu yüzden de heykel natamam haliyle duruyor bir süredir. Bilmiyorum niçin ikna olmadığımı ve gerçeği öğrenebilmek için ertesi gün niçin belediye başkanına gittiğimi. Belediye başkanı gerçek ve ölçülü bir nezaketle odasına buyur edip “Hoş geldiniz! Ziyaretinizi neye borçluyuz?” dediğinde hemen konuya girip “İnsanlık Abidesi heykelinin yapımını niçin durdurduğunuzu anlamadım; insanların söyledikleriyle de ikna olmayıp asıl sebebi bizzat sizden duymak istedim!” karşılığıyla bir saniye içinde ortamın buzdan bir bıçağa dönüşmesini de anlamadım. Bir süre karşılıklı sustuktan sonra başkan, halkının istemediği hiçbir şeyi yapmamaya ant içtiğini söyledi. Konuşmamız yarım saat kadar sürdü. Bende de ağır bir yas ve isyan hüküm sürdü elbette. Yas ve isyan bir arada ise gerçek bir acı vardır. Kars’ın acısı gibi. Ama demek ki insanlar barış istemiyor! Demek ki hiç kimse bu heykelin özünü ve sözünü doğru bulmuyor! Demek hukuk ve yasa ne derse o olur ama anıtın dikildiği tepe, Erzurum Koruma Kurulu kararınca Kültür Bakanlığının 2006’da izin vermesine rağmen aslında sit alanı! Hepsi doğru ise duyduklarımın hukuğun sınırları içinde yapılabilecekler elbette yasal süreçler gerektirecek fakat benim bu durumda vatandaş ve sanatçı olarak halkın heykelle ilgili varsa yanlış algısını değiştirebilmek üzere üstüme düşen neyse yapmaya hazır olduğumu bilmesini istediğimi söyledim Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş!a. Karşılıklı son sözlerimiz şöyle idi: Şebnem hanım, çok iyi niyetlisiniz! Evet, öyleyim. Keşke sizde öyle olsanız! Merhaba Otu sevmek için önce tanımak gerek Bir zamanlar Girit adasına, Türklerin yaşadığı mahalleye bir doktor gelmiş. Tüm mahalleli çok sevinmiş. Ellerinde hediyeler tek tek doktora hoşgeldin SİNEM ziyaretine gitmişler ama DÖNMEZ doktor bir ay sonra pılısını pırtısını toplayıp dönüş yoluna hazırlanmış. Mahalleli şaşırmış. Hayrola ne geldin, ne gidiyorsun? diye sormuş. Doktor da, Baksanıza bir aydır güle oynaya hoşgeldin ziyaretine geliyorsunuz da daha bir hasta bile gelmedi. Sizler ot yiyorsunuz, kolay kolay hasta olmazsınız. Hastası olmayan doktor aç kalır demiş ve çekip gitmiş. Gökçen Adar’ın çocukluğunda anneannesinden dinlediği bu anısıyla başlıyor ‘Ot, Yaban Yeşilleriyle 100 Nefis Tarif’ adlı kitabı. Kitapta Adar, çoğumuzun adını bile bilmediği otlarla yapılabilecek lezzetli tarifleri, yıkama, haşlama tekniklerini bir el kitabı niteliğinde hazırlamış. Yıllardır Ege ve Akdeniz mutfağı ağırlıklı olmak üzere Anadolu ev mutfaklarını araştıran Adar, tek başına bir börek, bir köfte, bir patlıcan kitabı yazabilecek kadar tarif biriktirmiş. Gün geçtikçe de zenginleşen arşivinden seçtiği 100 tarifle Hayy Kitap için Ot, Yaban Yeşilleriyle 100 Nefis Tarif kitabını hazırlamış. Kitapta yer alan tablolarda 130 ayrı otun isimleri Anadolu’daki diğer isimleri, latincesi, nerede yetişiği, mevsimi ve kullanım alanları yazıyor. Ayrıca sayfaların aralarında Adar’ın kendi çizimleri olan otlar var. Biz de bu alışılmadık tariflerden oluşan kitabı hakkında Adar’a sorular yönelttik. Nasıl pişirmeli? Eğer otların çiğden salatası yapılacaksa tuzlu sirkeli suda yarım saat kadar bekletilmesi gerekiyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi otların üzerine yapışmış olan toz toprak parçacıklarının çözülmesi, ikincisi mikroplardan arındırılması. Eğer haşlama salatası ya da yemeği yapılacaksa tuzlu sirkeli suda bekletmenin gereği yok. Bol suda iyice yıkamak yeterli. Otları seçerken diri, parlak ve kart olup olmadığına bakın. Taze filizleri tercih edin. Çoğu çöpe gidiyor Anadolu mutfağının otlara hiç de yabancı olmadığı, yaklaşık 140 çeşit yaban bitkisinden 500 civarında uygulama yapıldığını söylüyor Adar. Otların yeni yeni kent mutfaklarında da yer almaya başladığını daha çok da balık restoranlarında ot salataları ve mezeleri olarak boy gösterdiklerini söylüyor ama otların hazırlanması süreci konusunda Adar bir hayli şikayetçi: “Yapılmaması gereken ne varsa onu yapıyorlar. Sonuçta suyu sıkılmış vitaminleri ve tadı gitmiş ne cins ot olduğu belli olmayan yeşil posaları küvetlere doldurup vitrinlere koyuyorlar. Otlar bir de grup yemeklerinde masalara serpiştiriliyorlar ama uçlarından bir çatal alınıyor. Sonra çoğu çöpe gidiyor. Yazık oluyor.” Kitapta yer alan otları bulmak hiç de zor değil. Mevsiminde doğal ortamlarında yetiştiklerini belirten Adar, yörelere göre cinslerinin farklılık gösterdiğini ancak her mevsim ot bulabileceğimizi söylüyor. Otların en kıt mevsiminin yaz ayları olduğunu vurgulayan Adar, deniz börülcesi, deniz fasulyesi, kaya koruğu gibi deniz otları ile semizotunun yazın bulunabildiğini ifade ediyor. Diğer otları semt pazarlarından, Beyoğlu Çiçek Pasajı’ndan ve bazı marketlerden bulmak mümkün. Baharat olarak kullanılan, çayı yapılan otları kapsam dışı bırakmış Adar. Bunun nedeni sofralarda yer alan ot kitaplarının azlığı ve diğerlerinin sıklığı. SİYAHKALEM Deniz börülcesi salatası Deniz börülcelerini bol suda yarım saat bekletin. İyice yıkadıktan sonra harlı ateşte kaynayan tuzu bol suda yeşil etli gövdeleri çalı gövdelerinden kolayca sıyrılıncaya kadar haşlatın. Soğuk sudan geçirin. Yeşil kısımları sıyırtarak çalı gövdelerinden alın, geniş yüzeyli bir salata kabına yayın. Zeytinyağı, limon suyu, ezilmiş sarmısak, limon kabuğu rendesi, kıyılmış taze kekik, pulbiber ve tuzla bir sos hazırlayın, deniz börülcesinin üzerine döküp karıştırın. Usulüne göre pişirmeli Yavaş yavaş İstanbul’da da deniz börülcesi, turp otu, taze kekik sofralarda kabul görmeye başladı, özellikle Beyoğlu meyhanelerinde, bu ilgi neden arttı birden bire diye sorunca Adar, İstanbulluların otlarla tanışmasını kalamarla tanışmalarına benzetiyor: “60’lı yıllarda kalamarı tanımıyorlardı bile. Bodrum modası başlayınca da kalamarla tanışmış oldular. İstanbul’a döndüklerinde Bodrum’da kalamar tava yedik diye hava atmaya başladı insanlar. Kalamar gözde oldu. Otlar için de durum aynı. Deniz börülcesini turp otunu da bu vesile ile tanıdılar. Ama otları yapmasını bilmek lazım. Zamanla daha iyi pişirmesini de öğreneceklerdir. Bazı restoranlar usulüne göre ot haşlamayı uygulamaya başladılar darısı diğerlerinin başına.” Ot yemeklerinin yine de çok fazla rağbet görmeyişini hatırlatıp insanlara ot yemeklerini sevdirmenin bir yolu olup olmadığı konusunda da otun tüketiminin alışkanlık işi olduğunu vurguluyor Adar. Bir şeyi sevmek için önce tanımak gerektiğini, ömründe muz yememiş bir insanın canının muz yemek istemeyeceğini söylüyor: “Tanımak, denemek, beğenmek ve sevmek gerekir ki canı tekrar ot yemek istesin. Ama her şeyden önce otların usulüne göre lezzetli pişirilmesi gerek. Yoksa tatsız yavan pişirilmiş bir otu yemek insanlara itici gelir ve de ilgi uyandırmaz. Sadece merak gidermek için tatmış olurlar. Tabii işin içinde tutuculuk da var, başka tatlara şans tanımayan, alıştıkları tatlardan vazgeçemeyen insanlar için de durum aynı. Onlara kolay kolay ot yediremezsiniz. Özel uğraş gerek. Kısaca her şey sevgi işi.” Birkaç yıldır övünüp duruyoruz, artık dünyaca tanınmış hemen her isim Türkiye’ye gelip konser veriyor, festivallere katılıyor diye. Özellikle İstanbul hani neredeyse konserden konsere koşulacak bir yer olmuş durumda... Hal böyle olunca da sevdiğimiz müzisyenler ve müzik grupları dışında çoğunu takip dahi edemiyoruz. Böylesi bir konser enflasyonu ortamında haliyle bilet fiyatlarının da düşük olması beklenir değil mi? Ne gezer... Gazeteci ve halkla ilişkilercilerin çok iyi bildiği bir şey vardır; yakın çevreleri sürekli bilet ve davetiye sorar. Bazen bu istekler bıktırıcı bir hal bile alır. Neden bilet almazlar ki diye düşünürüz. Ama bilet fiyatlarına bakınca bir taraftan onlara hak vermemek de elde değil. Hele de düşük ücretli bir işte çalışanlara ya da öğrencilere... Çünkü konserler artık sadece orta gelir üstü veya üst grup kazancı olanlar için düzenleniyor. Gelin bir iki konsere birlikte göz atalım. Bildiğiniz gibi efsanevi ozanşarkıcı Leonard Cohen, 2009 Dünya Turnesi kapsamında iki özel konser vermek üzere İstanbul’a geliyor. 5–6 Ağustos’ta Cemil Topuzlu Açıkhava’da sahne alacak Cohen. Gecenin biletleri ise çoktan tükendi. Tam beş ayrı kategoride satışa çıkmış biletleri. Fiyatları mı? En ucuzu 102 TL, en pahalısı 275 TL. Latin pop müziğinin en ünlü solo sesi olarak tanınan Gloria Estefan da 3 Ağustos’ta Kuruçeşme Arena’da olacak. Estefan’ın bilet fiyatlarına bakalım; 170 TL’den başlıyor 520 TL’ye kadar çıkıyor. Fatboy Slim, dünyanın en ünlü DJ’yi. O da 1 Ağustos’ta Kuruçeşme Arena’da olacak. Biletleri ayakta 71,50 TL, sahne önü de 107,50 TL’den satılıyor. Önümüzdeki günlerin üç farklı konser organizasyonundan örnekler bunlar. İnanılmaz değil mi? Asgari ücrete bakalım; brüt 693 TL, net 496 TL. Asgari ücretli bir ailenin nasıl geçindiğini daha doğrusu geçinemediğini biliyoruz. Onu da geçtim. Ayda 500 TL kazanan birisi için konsere gitmek büyük bir lüks değil mi? Sanırım delirmiş gözüyle bakılır kendisine... Ya üniversite öğrencisi ne yapsın? Konsere gidecek para mı istesin ailesinden yoksa okul harcını mı? Sayfalarımızda okuyacaksınız, yaratıcı fikirler geliştirip onlar da organizatörler gibi kendilerine sponsorlar arayacak. Olmadı konser alanının etrafındaki doğal alanlardan yararlanacak. Kendilerini biraz da dışlanmış hissederek konseri dinleyebilecekler. İyi hafta sonları. GDO’ya Hayır! Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu, kuruluş yılı olan 2004’ten beri genetik yapıları biyoteknoloji şirketleri tarafından laboratuvar koşullarında değiştirilip doğaya salınan GDO’lu bitkilere karşı. Platform, GDO’lu bitkilerden yapılan gıda ve yemlerin canlı sağlığı, ekoloji ve biyoçeşitlilik üzerindeki olumsuzluklarını halka anlatmaya çalışıyor. Ayrıca çok uluslu tohum tekellerine karşı da mücadele veriyor. Şimdi, GDO’lu tohumların ekimlerine ve GDO’lara izin verecek olan Biyogüvenlik Yasa tasarısına karşı yeni bir kampanya başlattılar. ‘Gıda, Tohum Haktır’ ve ‘GDO’ya Hayır’ yazılı ‘Mısır Balonu’ ile Türkiyenin çeşitli il ve ilçelerini dolaşıyorlar. ‘Mısır Balonu’ geçtiğimiz haftasonu Silivri’de, platform bileşenlerinden ‘Silivri Çevre Derneği’nin konuğu olarak ‘Silivri Yoğurt Şenliği’nde halkla buluştu. Ülkemizin biyogüvenliğini sağlamak yerine yıkım tohumlarının yasallaştırılmasını öngören Biyogüvenlik yasa tasarısına karşı başlatılan bu kampanya çerçevesinde platform aktivistleri tarafından broşürler dağıtıldı ve GDO’ların yasaklanması için bir imza kampanyası başlatıldı. GDO’ya Hayır Platformu ‘Mısır Balonu’ ile birlikte önümüzdeki hafta Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek olan ‘I.Ulusal Ekoloji ve Çevre Öğrenci Kongresi’ne katılacak. Balonun bu ay sonundaki durağı da Tunceli’de yapılacak ve 3 gün sürecek olan ‘9.Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ olacak. İmza kampanyasına da devam edilecek. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear