Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 11 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ Izİzlenim Fotoğraf: UĞUR DEMİR ? Dans popo sallamaktan ibaret değil Koreograf Candaş Baş, “Hareket ediyorum o yüzden dans var” diyor. Sanatın steril ortamlarda paylaşılmasını ve kurmaca hikâyelerle masallaştırılmasını sevmiyor. O yüzden kendini modern dansla ifade ediyor. Çünkü derdi hayatla. Dansı, yalnızca popo sallamak olarak görenlere öfkeli. Dansı sığlaştıran, danstaki kadın bedenini yalnızca cinsellik algısı üzerine oturtan zihniyete sanatıyla cevap veriyor. Erkekler mi? Onların dansa ilgisi de hızla artıyor. Candaş Baş bir koreograf, modern dansçı. “Hareket ediyorum o yüzden dans var” diyor. Tek yaptığı dans da değil. Müzik ALİ DENİZ yapıyor, enstalasyon hazırlıyor, gençlere USLU bedenlerini kullanmalarını öğretiyor. Farklı disiplinler birbirinden, o da onlardan besleniyor. Ankara doğumlu, 34 yaşında. “Bu kız yetenekli, konservatuvara verelim” denenlerden. O yüzden bale yapmaya küçük yaşta başlamış. “Bale yaparken disiplini ve çalışmayı öğreniyorsunuz, şüphesiz. Ama bale bir masal ortamı. Masallara hapsolmak bana göre değildi. Çünkü ben hayatımı gerçeklerle yaşıyordum. Zaten pembe boyalı Punk saçımla bale yapmam da bundandı” diyor. Çünkü balenin kusursuzluk arayışı olduğunu düşünüyor. Onun derdi ise hayatla. Dansla anlatılacakların sınırlandırılmasından rahatsız. Steril ortamlarda paylaşılan, kurmaca hikâyeleri sevmiyor. Modern dansla buluşması işte bu noktada başlıyor. Türkiye ile başlayan yolcuğuna Almanya, Fransa, İsveç ve Belçika’da çeşitli projeler için farklı dans topluluklarıyla devam ediyor. Dansı ve hareketi arayışı onu farklı yollara da yönlendirmiş. Hip Hop, caz, tango kendi beden dilini yaratmasında ona yardımcı olmuş. Hatta Kung Fu öğrenmesi de bedenini tanımasında büyük rol oynamış. ne durumda? Yanıtlıyor; “Modern dansın Türkiye’deki algısı elitist. Bunu değiştirmek istiyoruz. Çünkü izleyen izlediğini anlamıyor. Bunu yalnızca bir sosyal etkinlik olarak gören izleyici tat almıyor. İstanbul, Ankara İzmir’de çabalar var. Ama Türkiye’de gittiğimiz pek çok şehir üç büyük şehirden daha ilgili. Bizim hayalimiz de Türkiye’yi gezip dans gösterileri yapabilmek.” Candaş Baş gösterilerin içeriğinden de yakınıyor, “Son on yıl içinde iyi bir çıkış var ama seyirciye doğru ulaşılamayor. Çünkü içerik seyirciyi dürtecek, dert anlatacak bir şeyler barındırmıyor. ‘Modern dansa gittim, yattılar, kalktılar, düştüler, zıpladılar, çok sıkıldım bir şey anlamadım’ diyenleri sıkça duyuyoruz. Yani dansta daha insani tatlar olmalı.” ÜMRAN BULUT Sanat niçin taşınır? Kültür, insanı biçimlendiren ya da insanın biçimlendiği bir sarmal düzen. Tarihsel ve güncel olarak toplumsal çizgide gelişiyor. Açılımlardan, görüşlerden, oluşumlardan, olaylardan besleniyor. Özgünlüğü barındırıyor. Maddi ve manevi değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlıyor. Sonuçta, olgusal anlamda içine doğulan her kültür aynı zamanda da edinilecek kültürel bakış açısının kaynağını oluşturuyor. İnsanın yaşantısıyla bire bir ilişkili olarak geliştiriliyor ya da öylece ediniliyor. Kültür insanın yemesi içmesinin dışında üst seviyeli bir etkiyle insanın düşünsel yapısını, estetik beğenisini biçimlendiriyor. Bu bağlamda Kültür Başkentliğini önemsemek kaçınılmaz oluyor. Bu da projeleri getiriyor. Dillendirilmesi doğal. Bakalım sonuç ne olacak? İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti, Görsel Sanatlar Projeleri’nden Taşınabilir Sanat’ın 7.’si şimdilerde Ümraniye’de sürmekte. Biraz kendi halinde. İzleyicisiz, ilgisiz. Sergi, Müdahale Müsamere gibi bir isimle hazırlanmış. Müdahale, bir işi engellemeye yönelik karışma, araya girme, bir üçüncü şahsiyetin etkileyici katılımı gibi ciddiyeti barındıran sözcük. Müsamere daha farklı; okullarda öğrencilerin sunduğu oyun ve gösteri içerikli eğlence demek. İki kelimenin birbirine benzemeyen ifadeleri bu sergide buluşturulmaya çalışılmış ya da bu ifadelerle sorgusal bir ortam yaratılmış. Bu kelimelerin birlikteliği, çağdaş sanatta düşünsel kavramsal olma ilkesine bağlı kalınarak üretilen birçok girişimden sadece biri. Sergi, “Taşınabilir Sanat” projesiyle sanatı Ümraniye’ye taşıyacak, kitlelerin sanata yaklaşımını destekleyecek, güncel sanat kültürünü yansıtacak. Böylece kültür başkentinin her köşesine sanat taşınmış olacak. Olacak. İzlediğimiz gibi, sessiz ve sedasız kalınmayacak kitlelerin ilgisi çekilecek… Beden farkındalığı Hani derler ya kapı gıcırtısı duysa oynayan bir toplumuz. Gerçekten öyle miyiz? Candaş Baş’a göre bedenlerimiz çok yetenekli ama bu iş yalnızca bedenle olmaz. Ruh, akıl ve disiplin de gerekli. Bu coğrafyanın insanları da maymun iştahlı ve çalışmayı pek sevmiyor. Eğitimden kaçıyor, sabırsız. Sürece değil sonuca odaklı Böyle olunca da her şey yarım kalıyor. Yeni nesilden ise çok umutlu; “İnanılmaz bir nesil yetişiyor. Beden farkındalığı artıyor. Ama iş imkanı ve önyargılar bu işin önündeki en büyük handikap. Modern dans bölümü mezunları ya yoga ya da plates hocası oluyor. Bağımsız ve piyasanın dışındaki işlere yatırım da yok.” Ya önyargılar? Ne yapıyorsun sorusuna gelen “Dansçıyım” cevabı hâlâ insanların zihninde muğlak ve tatsız anlamlara gebe. Bu durum hem erkekler hem de kadınlar için geçerli. Candaş Baş’a göre burada sorumlu dansı sığlaştıran, televizyonlar, yapımcılar ve medya. Kısa şortlar, bustiyerler, kadını cinselliğe çeken her türlü anlayış buna hizmet ediyor. Türkiye gibi buna hazır olmayan bir toplumda yarı çıplak beden üzerinden dansı kurgulamak cinsel dürtüleri kaşımaktan öteye geçmiyor. Bu da beslendikçe besleniyor. Enginar repertuvara farklı bir soluk Candaş Baş hayatını dans ederek kazananların küçümsenmesinin nedenini sorguluyor. Dansın disiplin işi, müziği, kostümü, draması, her şeyiyle bir bütün olduğunu söylüyor. Kendini ve kendinden vererek yapılan nadir işlerden olduğunu savunuyor. “Dansın popo sallamaktan ibaret olmadığını, bunu da insanların anlaması gerektiğini” anlatıyor. Dansa erkeklerin ilgisinin de arttığını düşünüyor. Zaten onun da sırf erkeklerden oluşan bir proje yapma fikri var. Hem artık ona göre günümüzde insanların dansa ihtiyacı daha fazla. Hatta günün temposuna uyan hareketlere artık dansın da eşlik edeceğinden şüphesi yok. Dansın sosyal bir etkinlik olarak görülüp salonlardan hızla sokağa taşmasının da bu değişimin bir kanıtı olduğunu görüşünde. Candaş Baş 29 Temmuz’da Enka Açıkhava Tiyatrosu’nda, Çıplak Ayaklar ve C dans C’nin ile TürkiyeFransa ortak yapımı EnginAr’ı sahneleyecek. Geçen sene 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyeri gerçekleşen Enginar, Çıplak Ayaklar Kumpanyası ve C dans C’nin işbirliğiyle yaratıldı. Hiphop’la çağdaş dansı harmanlayan “C dans C” ve dans/hareket/tiyatro’dan beslenen “Çıplak ayaklar kumpanyası” kendi mekanlarında ürettikleri Enginar ile Türkiye çağdaş dans repertuvarına farklı bir soluk getiriyor. Sanat taşınır, semt semt gezdirilir, olumlu olabilir bu. Neden? Çünkü sanatın ulaştığı bölgelerde sanata ilgi artabilir, sanatsal açılımlarla oradaki insanların düşünce yapılarında değişim sağlanabilir. Oraların insanlarına sanatsal duyarlık gibi gelişmiş bir durum kazandırabilir. Etkinlik eğitim yönünü barındıran bir yapıda yani daha gerçekçi yaklaşımlarla gerçekleştirildiğinde bahsolunan çizgiye ulaşmak (zaman içinde) mümkündür. Peki, izlediğimiz MüdahaleMüsamere’de bu açılımların hangisi hedeflenmiştir? Bu sergi ile sanat nerelere taşınıp nerelere ulaştırılmıştır? Bölge okulları mı geziyorlar sergiyi, gençler mi? Kimler? Sanatsal bakış açısı için hiç bir eğitim almamışlığın getirdiği sonuçları görmezden gelmek olayı ancak yetersiz bir ayak yapar. O halde sanat niçin taşınmıştır? Çağdaş ve güncel sanatın şehir merkezinden uzak bölgelere taşınması, oralarda izlemesi ve bazı etkinliklerle desteklenmesi kuşkusuz önemli bir girişimdir. Bu eğilim programlı bir biçimde sürdürülecek eğitimle desteklenmelidir. Taşınan üstelik çağdaş sanattır. Çağdaş sanatta bir yandan düşünme zorunludur, diğer yandan kurgulama, tasarım, gerçeklik sorgulanır. Malzeme kullanımı da sanatın özgür yapısını iteleyecek sınırsızlıktadır. Sanat üretimi için sınırsız oluş, günden güne değişimi körüklüyor da olabilir. Başkasına benzememek, sanatçının kendi malzemesini kendi diline uygun kullanmasındandır. Bu tip uygulamaların takipçisi olunabilmesi seviyeli bir sanatsal yaklaşımı gerektirir. Seviyeli bir sanatsal yaklaşım ise seviyeli bir sanat eğitimini. O halde çağdaş sanatın taşındığı bölgelerde böylesine bir eğitim verilmesi de programlanmış olmalıdır… www.umranbulut.net İnsani tatlar Şimdi Mimar Sinan Üniversitesi Modern Dans Bölümü’nde eğitim veriyor. Altı yıldır da Çıplak Ayaklar Kumpanyası ile çalışıyor. Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nı “Bu beş kişinin hayalinin gerçek olması. Farklı disiplinlerden sanatçılarla buluşarak iş üretiyoruz. Sürekli öğreniyoruz, değişiyoruz, farklılaşışıyoruz. Fiziksel tiyatro, dans tiyatrosu, çağdaş dans gibi kulvarlarda çalışıyoruz” diye özetliyor. Candaş Baş müzik de yapıyor. “Kendi müziklerimle dans ediyorum. Müzikle hareketin içimden çıkması gerçekten heyecan verici. Bu izleyiciye de yansıyor” diyor. Peki ya Türkiye’de modern dansa ilgi İzmirli gazeteci Lütfü Dağtaş’ın, kültür insanlarımızla gerçekleştirdiği belgesel fotoğraf çalışması 30 yılını OZAN tamamladı. Bugüne değin YAYMAN romancılarımızdan ozanlarımıza, heykeltraşlarımızdan ressam ve karikatürcülerimize dek pek çok kültür insanımızla, kendi portre fotoğraf anlayışına uygun çalışmalar yapan Lütfü Dağtaş, bir amacının bu kişilere karşı vefa duygusunu yerine getirmek olduğunu söylüyor, “Diğer amacım ise onların genç kuşaklarca tanınıp bilinmelerini sağlamak” diye konuşuyor. Lütfü Dağtaş ile söz konusu çalışmasına dönük bir söyleşi yaptık. İlk çektiğiniz portre kimindi? 1973 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu birinci sınıfında öğrenciyken Demokrat İzmir Gazetesi’nde de muhabirlik yapıyordum. 1973’ün eylül ayında istihbarat şefim, Halikarnas Balıkçısı’nın hasta olduğunu belirterek beni haber yapmam için Hatay’daki evine gönderdi. Çok heyecanlanmıştım. İlk onun fotoğrafını çektim. Hastaydı, yatağından kalkamıyordu. Ama ne acıdır ki film Demokrat İzmir’in arşivinde yitip gitti. Bende de o yıllar böyle bir belgesel çalışma düşüncesi bir yana bilinci yoktu. Dolayısıyla elimde negatifi olan ilk çalıştığım kültür insanımız bundan 30 yıl önce Yozgat’da fotoğrafını çektiğim yazar Abbas Sayar’dır. Güzel İnsanlar’ın yüzleri Attilâ Ağabey ayrıca Karşıyaka Çamlık’tan komşumuzdu. Gazetede de genel yayın müdürümdü. Karşıyaka’dan sabah 08.45 vapuruyla Pasaport’a birlikte geçer, oradan gazetenin bulunduğu Konak’a spor olsun diye yürüyerek giderdik. Ama dedim ya bu yöndeki bilinçlenme geç gelince onunla ilgili fotoğraf çalışması da yıllar sonra oldu, İstanbul’da Divan Otel’de çekim yaptım. Bir de İzmir’de, son katıldığı TÜYAP Kitap Fuarı’nda. Ama Attilâ Ağabey ile ilgili pek çok renkli anım arasında biri vardır ki bugün bile övünçle anımsarım. Nedir, anlatır mısınız? O yıllar Pasaport semtinde olan İktisat Fakültesi’nde bir kız arkadaşım var, adı Emine. Benim Demokrat İzmir’de çalıştığımı biliyor. Bir gün bana Attilâ Ağabeyin Sisler Bulvarı’ndan bir iki şiirini ezbere okudu, ardından “Ne güzel Attilâ İlhan ile aynı çatı altında çalışıyorsun” dedi. Ben de sabahları 08.45 vapuruyla geçtiğimizi belirttim, dilersen kendisine söyleyeyim bir sabah bizi vapur inişi karşıla, kitaplarını imzâlat önerisinde bulundum. Önerime Attilâ Ağabeyin ilk yaklaşımı, “Flörtün mü?” biçiminde oldu. Hayır, dedim sadece sık görüştüğüm arkadaşlarımdan. Attilâ Ağabey öneriyi kabul etmişti. O zamanlar Pasaport İskelesi’nin girişinde, Kordon’un kıyı boyu çay bahçeleri uzanırdı. Bugünkü gibi ortalık kalabalık da değil. Birkaç gün sonra kucağında kitaplarla Emine bizi karşıladı. Çay bahçesine oturduk ve Attilâ Ağabey arkadaşımın tüm kitaplarını tek tek imzaladı. Ne hazin değil mi bende imzalı tek kitabı yoktur! Ölü fotoğraflar Portre fotoğrafı deyince ne algılanmalı? Portre fotoğraf denildiğinde kadrajı tümüyle dolduran bir yüz algılanmamalıdır. Portresini çekeceğiniz insanın çocuksu hallerini, sert bir yüze sahipse gülme hallerini, telaşlıysa rahat hallerini iyi bilmeniz; bulunduğu ortamla kendine özgü devinimi içerisinde onu fotoğraflamanız gerekir. Yoksa salt yüz çalışılmış bir fotoğraf, izleyene bir şey veremediği için ölü bir fotoğraftan öteye geçmez. Doğal olarak ilk zamanlar benim de bu tür ölü fotoğraflarım oldu. Mutlu olmadım, hemen arayışa yöneldim. Örneğin bir Melih Cevdet Anday ya da İlhan Selçuk ya da Can Yücel portre çalışmanız hakkında, bu görüşünüzden hareketle ne söylemek istersiniz? Melih Cevdet, benim için yazınımızın arkeoloğudur. Yani onu hep arkeolojinin o büyüleyiciliği içerisinde bir derinlik olarak görmüşümdür. Fotoğrafını Muğla Yatağan Stratonika’daki antik tiyatronun tepesinde bu düşten yola çıkarak çekmiştim. İlhan Selçuk’a gelince. Aydınlanma kavgamızın bu yılmaz savaşçısını, kısa kollu gömleğinin kollarını kıvırmış haliyle görüntülemek ona kavgası içerisinde naif bir yaklaşımı gösteriyor diye düşünüyorum. Can Yücel’in fotoğrafıyla da ilgili şunları söylemek isterim: Deniz Gezmişlere, “En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim,/O, onun en güzel yüz metresini koştu” dizelerini yazan ozanın bendeki simgeleşmiş görüntüsü, beyaz örtü üzerinden objektifime doğru uzanmış kırmızı bir adet karanfilin arkasında üstâdın çekilmesidir. Onu da öyle çektim. Attilâ İlhan’la birlikte... Oysa o yıl Demokrat İzmir’in başında ünlü şairimiz Attilâ İlhan vardı. Onu çekmediniz mi? C MY B C MY B