Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 13 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ Sevgili günlük “ellerimin içinde çizgilerle söyleniyor kaderim yüzümün okunduğu geleceğim var aynamda duruyor fincanın içinde telve içim mi kabarmış yine? Bakıyorum” Nereden bakarsam bakayım görmemek mümkün değil! Eflatun kokuyor erguvanlar, her yere saldırmış ahlaksız sarmaşıklar, hedefini şaşmaktan yorulmuş güneşin ışın ışık okları, serseriliğinden serkeşleşmiş hanımelleri, yaseminler; sevişir gibi birbirinin içinden geçip duran kokular… Çıldıracağım! Sokaklarda gencecik sevgililer bilmiyorlar öpüşsünler mi, kavga mı etsinler? Meyhaneler, barlar sigara yasağının az ötede oluşuyla telaşla dolup taşarken, klarnetlerini burunlarının ucuna yapıştırıp doğmuş çingeneler delikara gözleriyle ne demek istiyorlar peşrevsiz? Dans etmezsem canımı alacaklar diye ödüm kopuyor, gereğini yapıyorum. İşim gücüm var benim, dağılsınlar! Sabahlara ulanan geceleri neresinden öpüyor bu şafaklar? Neyi kaçıracağım diye karnımda karıncalarla arılar tartışıyor? Telefonlar niçin susmuyor? Niçin her çağrıya “Tamam, geliyorum!” “silkinip sünepe yatağımın ucundan yere doğru azıcık meylettim ettim diye parmak ucumdan kalkıyorum az önce uyandıran rüyadan düşüyorum” Bu körlükten asıl çıkar mı bilmem ama akıl çıkıp gitmiş nereye? Yaz! Emir gibi mevsim mi olurmuş! Yazıyorum o zaman! Asker çocuğuyum ben, korkarım emirden. Sevgili günlük; Göz kırpmaktan bıkmayan bu mevsim beni çok zorluyor. Şebnem Sönmez Semirmiş heyecanlarla taşıp duruyorum ama hiçbirşeyi elimde tutamıyorum çünkü aklım çeliniyor. Sakarlıklar yaptırıyor, sözlerimi tutturmuyor, uykularımın içinden çıkıp karşıma dikiliyor, taze simitlerle kahvaltılara zorluyor, balkonun altından akordeon sesleriyle “Günaydın!” larla gülümsememe sebep olup suratımı asmama bile engel oluyor! Ben bu yazdan şikayetçiyim! Yok aslında yazdan değil, gelişini sinsi gibi çıtlatışından! “Hoş geldin!” demeyi bilen bana “Geliyorum müsaitsen..” demeyi bilmiyor mu arsız? Okulların kapanmaya coşan çocuk adımlarını dinlemekten sevinçle yoruldum. Ihlamur kokularının her sokakta üstüme üstüme gelmesinden uykuluyum. Kıskanç mevsim! Sadece kendi uyanık olacak! Bir tek o uçuracak neşesinin kanatlarını! “param var biraz param yok biraz kahvaltıda portakal suyu var biraz en yakınımı en çok en uzağı biraz sıkıyorum” Sevgili günlük; Sen sadece bugünlüksün. Biliyorsun ki hiç adetim değilsin, yazının eseri olman gerekirken yazın esirisin. Dengemi bozan her şey adına yazıyorum ve nedense hiç de pişman olmaksızın o dengeyi sanki bir daha hiç istemiyorum. Şamanların kendini tamamen teslim ettiği doğaya ait olmak istiyorum. İstanbul’da bir klavye önünde kahve sigara ikilisinin rüya takımı oluşuyla hapis olmuşken bile bunu istiyorum. Yine uykularım kaçacak, yine geceye ayrı güne ayrı güzellemelerle sapıtacak, yine çocukluğumun dut ağaçlarına tırmanmaya dellenecek olabilirim pekala. Ama olsun varsın! Vişneleri takipten bitap da düşebilirim, kışa likör yapmak lazım diye. Aklım böyle sıçrayarak kırlangıçlara dönüyor ya, ben ona titriyorum. “bir adam kalbi bende aklı nerede bir kadın kalbi elbet bende aklı nerede akıl gönül sen ben derken ikiliyorum” Sevgilim günlük; Beni kolla, koru beni n’olursun! Sana öyle edebi değeri yükseklerde dolaşan cümleler kuramam sadece bu yaz için yazabilirim fakat yazı için yazamadığımı yazmaktan yazı kaçıracağımı da itiraf etmeli miyim? “sebep yoktu hiç bunları demeye zamanım vardı işim yoktu kafam fırdolayı hangi’de tek soru çağlıyor yine neden yazıyorum?” Çünkü korkuyorum. Dünyanın derdiyle boğuştuğumuz bütün mevsimlerin masum yükünü ağır ağır taşıdıktan sonra, bir anda gelişiyle serseme çeviren bu delibozuk havalara teslim olmaktan başka çare mi var? Aylarca sert rüzgarların çarpa çarpa parçalayışından kurtulmayı başarıp bir meltemle savruluverenler biz değil miyiz? Ölümler, kaybedişler, isyanlar, haksızlıklar, kayıplar, ayıplar, gözaltları, krizler, seçimler, seçemeyişler… Daha neler nelerden az sonra; denize bakıyorum n’aptığını bilmiyor, toprağa bakıyorum en dibinden çatlamış kaynıyor, gökyüzü kendini mi dayatsın; biz zavallıları mı aydınlatsın bilmiyor, cemre düşmüş kalkamıyor… Kim bilir bana neler oluyor? Ne olacak! Olan biten yaz. Bana da düşen aynı; olanı biteni yaz! Yazı yazdım yaz idi Kalemim siyah idi Daha çok yazar idim Editörüm var idi Merhaba Münevver Karabulut cinayetinin üzerinden üç aydan fazla zaman geçti. Bir yanda zalimce öldürülen genç bir kızın ailesi, diğer yanda katil zanlısının ailesi. Hemen her gün cinayete ilişkin yeni iddialar ortaya atılıyor. Habertürk’te birkaç gün önce Cem G.’nin nasıl testere almaya gittiğini gösteren kamera görüntüleri yayınlandı. Sabahtan öğlene kadar sadece internet sitesine girip görüntülere bakanların sayısı 10 bine yakındı. Herkes katilin bir an önce yakalanmasını istiyor. Kimi zaman bunu Münevver’in ailesini düşünmeden yapılan yayınlar da izliyor. Hani şu hızlı ve yüksek sesle konuşup da habere aksiyon kattıklarına inanan televizyonculardan bahsediyorum. Geçenlerde bir arkadaşım uyardı: “Farkında mısın, sürekli bir kesik baş cinayeti denilip duruyor?” Haklıydı, o çok deneyimli sunucularımızın çoğu bile haberi verirken bu ifadeyi kullanıyordu. Karabulut ailesini her defasında bir kez daha yaralayan bir cümle, neredeyse her gün tekrar ediliyor. Bize özgü bir anons olmadığı aşikar. Amerikanvari haber sunuş şekli. Son yıllarda ne kadar da çok haberde karşımıza çıktı aslında. Biraz empati yapılabilse, en azından haber başlıklarında.... Ve acı bir görüntü daha. Münevver ile Cem’in birlikte çekilen fotoğralarının sürekli gösterilmesi. Kızları ve katil zanlısı aynı karede. Üstelik çok mutlu görünüyorlar. Kendinizi koyun Münevver’in anne ve babasının yerine; fotoğraflara her bakışlarında biraz daha derinleşmez mi acıları? Habercilik zordur. Hani meşhur bir soru vardır ya “önce insan mısın, gazeteci mi?” İnsanlığımızı kaybetmeden gazetecilik yapabilsek belki bu soruya da hiç gerek kalmaz. Başbakan Erdoğan da basının “cinayet üzerinden tüccarlık yaptığını” söylüyor. Yapılan her haber aslında “bulun şu adamı artık” diyor. Bu tip haberlerin etik kurallar çerçevesinde yapılmasında cinayetin unutulmaması ve katil zanlısının yakalanması için büyük yarar olduğuna inanıyorum. İyi hafta sonları. Karaköy Balıkçısı akşamları da hizmetinizde Rahmetli dostum Erim Gözen içkiyi edebiyle içenlerdendi. Kararını hiç şaşırmaz, ölçüyü kaçırmazdı. Öğlenleri içki içtiği de nadirdi. Amma velakin, içmeyecek de olsa, içki servisi yapmayan yere gitmemeye özen gösterirdi. Bilmiyorum kuruluşu 1923’e dayanan “Tarihi Karaköy Balıkçısı”na gitmişliği var mıydı? Çünkü yalnız öğlenleri 12.0015.00 arası açık olan rezervasyon almayan, Karaköy Balıkçısı içki servisi yapmazdı. Kapının önündeki kara tahtada yazılı günün balıklarını, salata ve piyaz ile sunan, üstüne de tahin helvası veren bu ünlü mekanı yıllar boyu dinledim, ama bir türlü fırsat bulup gidememiştim. Belki de dostum Erim’den kalan bir alışkanlıkla, balığın yanında içki vermeyen yere gitmek istemediğimdendir... “Tarihi Karaköy Balıkçısı” o sıcak ortamı, geleneksel servisiyle, şöhretini sınırların ötesine taşırdı, Atlantiği bile aşırdı ve ünlü New York Times’da dahi yer alan dünyanın sayılı balık lokantalarından biri haline geldi. Ama yine de benim oraya gitmem “memnu” yani yasaktı. zaman Boğaz’a lokantaya gitsek, garsonu yanına çağırır ve tembihatta bulunurdu: Evladım masayı mezeye boğma, balığa yer kalsın! Karaköy Balıkçısı’nın sahibi ve yöneticisi, bu işini ikinci iş diye kıyısından köşesinden tutmayıp ciddiye alan Hakan Özkahraman bu ilkeyi benimsemiş. Oraya gidip masaya oturduğunuzda, size sadece ne içeceğiniz soruluyor, ne yiyeceğiniz değil. Önünüze mezeler ve ara sıcaklar, hiç de az olmamak kaydıyla ama sizi çeşide boğmayıp balığa yer bırakacak şekilde getiriliyor. Onların ayrıntısına geçmeden önce özellikle, Karaköy Balıkçısı’na has küçük taş fırın ekmeğine değinmek istiyorum. Mükemmel hazırlanmış, ekmek yeme adetiniz olmasa bile tadın! Önce, 85 yıllık gelenek balık çorbası ile başlıyorsunuz yemeğe, ardından mezeleriniz geliyor, soğuklar arasında levrek marine. Enfes lakerda, her yerde yapılan ama, az yerde iyisi sunulan patlıcan salatanın güzeli, arkasından sıcaklar yerine göre hamsiyle yapılmış olanlar (hamsi kuşu vb.) zaman zaman yaprak ciğer, ama her zaman mutlaka kıvamında kalamar. Karaköy Balıkçısı’nın spesiyalitelerinden biri de eskiden olduğu gibi keçeden süzme zeytinyağı kullanılması. Mezeler ve balıklar üzerine sunulan tahin helvası da, bir balık masası klasiği. Yukarıda bir nebze söz ettim. Grifin Han’ın üst katından taa Sarayburnu’ndan başlayan bir Haliç manzarası, İstanbul’un camileri, canlı haliç trafiği ve onun üstündeki iki cıvıltılı köprü, güzel tatları, güzel görüntülerle pekiştirerek emsalsiz bir akşam geçirmenizi sağlıyor. Balık konusuna gelince: İyi bir İstanbullu veya bu kente alışıp kültürünü özümsemiş olanlar, hiç değilse balık lokantalarının aşinaları balıkların yalnız meşreplerine değil, ama aynı zamanda mevsimin keyfine de bağlı olduğunu bilirler. Bu bakımdan Karaköy Balıkçısı’nda da balık olarak mevsimin keyfine de tabi olduğunuzu unutmayın! Ama mevsiminde lüfer, kalkan isteyebileceğiniz gibi, buranın özelliğinin, (tıpkı aşağıda öğlenleri halen hizmet veren eski Karaköy Balıkçısında olduğu gibi) kağıtta levrek ve dil şiş olduğunu unutmayın! Dediğim gibi, bırakın onlar soğuk ve sıcak mezeleri getirsinler, aralarında alıştığınız beyaz peyniri bulamayabilirsiniz yadırgamayın, kendinizi ehil ellere ve uzmanlığa teslim edin memnun kalacaksınız. Öğlenleri içki de yok rezervasyonda, akşamları ise tam tersine hem içki var, hem de rezervasyon. Onun için gitmeden yer ayırtmayı ihmal ekmeyin derim. KARAKÖY BALIKÇISI TERSANE CADDESİ KARDEŞİM SOKAK N0.30 GRİFİN HAN TEL. 0212 251 13 71 SİYAHKALEM Mecelle’nin ünlü kurallarından biri de şudur: “Mani zail oldukta memnu avdet eder”, yani engel ortadan kalktığında yasak olup uzaklaştırılmış olan da geri gelir. Benim Karaköy Balıkçısı olayı da öyle oldu. Bu kış, Mutfak Dostları Derneği Başkanı damak üstadı Ahmet Örs’ün davetiyle, resmi açılışını birkaç gün sonra yapacak olan tarihi Karaköy Balıkçısı’na gittim. Geçen yüzyılın başında Osmanlı’nın son döneminde, Cenevizliler’den kalma binanın yanında yapılmış olan Grifin Han’ın birinci katı ve asma katında bulunan tarihi balıkçı dükkanı yine devam ediyordu, ama üst katı da geceleri servise açılmıştı. Bu kez nefis balıklar ve eşsiz manzaraya rakı veya şarap da eşlik ediyordu ve mani zail olmuş, memnu da avdet etmişti. 16 yıl önce, Karaköy Balıkçısı’nı o zamanki sahibi Necmi Doğan’dan satın alan aslen babadan kalma işi rulman ticaretiyle uğraşan Hakan Özkahraman (ki dünyaca şöhretini kendi balık lokantasından edinmiş, New York Times’a bile çıkmıştı) tarihi hanın üst katlarını restore ettirerek İstanbul’un ve dünyanın en eşsiz manzaralarından birine sahip olan bir güzel mekan yaratmış. Mani zail oldukta memnu avdet eder Galatasaray İlkokulu’ndan arkadaşım, yakınlarda kaybettiğim Yılmaz Karaveli, ne Kararında meze ve balık Pastarito’dan yaz pizzaları İtalyanlara özgü La Tavolata Italiana (İtalyan Masası) geleneğini Türkiye’ye taşıyan Pastarito, yeni mönüsü ve bahçeleri ile yemek keyfinizi ziyafete dönüştürecek. Pastarito’nun 6 ayda bir değiştirilen menüsü, İtalyan şefler Gianluca Colella, Francesco Dini ve Türk koordinatör İrfan Bursalıoğlu tarafından tasarlanıyor. Yaz için alabildiğince fresh bir menü hazırlayan Pastarito, İtalya’da oldukça popüler olan kırmızı beyaz pizza çeşitleri ile Türkiye’de yeni bir akımın öncülüğünü yapıyor. Kırmızı pizzalarda; kabak ve mascarpone peynirli ‘Piemontese’ , taptaze sebzelerle hazırlanan ‘Vegetariana’, patlıcan, parmesan peyniri ve sarımsaklı ‘Parmigiana’, beyaz pizzalarda ise; başta nane ve limelı ‘Mojito’ olmak üzere, sosis, minik enginar, çeri domates ve parmesan peynirli “La Favorita Di Sofia Loren”, yani Sofia Loren’in favori pizzası dikkat çekiyor. Ayrıca, sosis ve keçi peynirli ‘Trevigiana’, ‘Mamy’ ve ‘Lemon’ yaz günlerinde diyet yapanları da baştan çıkaracak. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri