Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C SPOR FUTBOL 26 MAYIS 2009 SALI FUTBOL VE YAŞAMA POLİTİK MÜDAHALE… METİN TÜKENMEZ “Siz, siz olun spora politika sokmayın” diyorlar. Aklımız erip de futbol topunun peşinden koşmaya başladığımızdan itibaren kulağımıza hep bu sözler fısıldanır. Oysa bizden spora politika sokulmamasını isteyen yöneticiler ömürleri boyunca spor, futbol ve politika üçlemesinin arasında dolaşıp, mensubu oldukları kurum, parti veya gençlik kolları için avantajlı durumlar yaratmanın peşindedirler. Bu durum, uzun vadeli çalışmaların bir gereği olarak algılanabilir. Ama futbola anlık ve direkt girişimlerin olduğunu da, tarihte veya yakın tarihte yaşanmış somut olaylarla bilmekteyiz. Burada, ne Portekizli faşist diktatör Salazar, ne de onun ardılı İspanyol Franco’nun “bana 100 bin kişilik beşikler yapın” sözleriyle açılımını yaptığı “üç F” formülünden söz etmek istiyorum. Onlarla aynı kafadaki Arjantinli diktatör Videla’nın “eğer halkınızın sizi sevmesini istiyorsanız onlara bir dünya kupası verin” yaklaşımından da bahsetmek istemiyorum… Yine Arjantinli diktatörün 1978 dünya Dünya Futbol Şampiyonası esnasında Peru ile yapılan, hükümetler bazında şike sonucunda dünya kupasını almasına da değinmek istemiyorum. Asıl altını çizmek istediğim, geçtiğimiz yüzyılın ortalarına değin futbol, halkı uyutan bir afyon olarak görülmesine karşın, bazen halkların kendini ifade etmesi için bir fırsat haline de gelebilmiştir ki, bunun en görkemli örneği Katalanlar ile Barcelona futbol takımının kuruluş dönemidir. Bu süreci yaşlı bir Katalan kadını şöyle özetler: “Sokaklarda Franco’ya faşist diye bağıramadığımız için Barcelona’nın maçlarına koşuyorduk. Böylece bir devlet olamadığımız halde takımımızla bütünleşerek bir ulus olduğumuz duygusunu yaşardık.” Böylece yaşam, futbol ve politika üçlemesi birbirleriyle iç içe geçerek diktatörlüğe karşı var olmanın yolunu bulmuş oluyor. Yaşam ve futbol denilince, öğrencilik yıllarında (1930) Cezayir Üniversitesi Futbol Takımı’nın kaleciliğini yapan Albert Camus’un ünlü yaklaşımının altını çizmeden geçmek olmaz. Camus şöyle demiş: “Kalecilik yıllarım boyunca şunu öğrendim: Top birine hiçbir zaman beklediği yönde gelmiyor. Bu bana hayatta çok yardımcı oldu, özellikle de büyük şehirlerde insanlar göründükleri gibi olmuyorlar.” Futbol ve yaşamdan söz açılmışken Umberto Eco’nun futbol hakkındaki görüşlerini de aktarmak isterim: “Futbola karşı değilim. Milano’daki tren garının bodrumuna inip geceyi neden orada geçirmiyorsam stadyumlara da o nedenle gitmiyorum, ama eğer fırsat çıkarsa televizyonda iyi bir maçı ilgiyle ve keyifle seyrederim, çünkü bu soylu sporun meziyetlerini bilirim ve takdir ederim. Ben futboldan nefret etmem. Futbol hastalarından nefret ederim.” Filozofların ve aydınların en önemli görevlerinden biri zamanı ve yeri geldiğinde halkına önderlik etmek, insanlık birikimini onların önünü açacak şekilde devreye sokmaktır. Bu anlamda gün gelir futbol Katalanların yolunu aydınlatır, başka bir an gelir yine insanlığın yarattığı başka bir kültür devreye girer. Örneğin, Estonya halkı özgürlüğüne türkülerle kavuşmuştur. Ne zaman zorda kalsalar türkülerini söylemişlerdir. 2. Dünya Savaşı’nda Faşist Hitler de, diğer işgalciler de karşılarında dünyanın en büyük korosunu bulmuşlardır. Diktatörler ise Estonya’yı değil de türkü söyleyen koroyu dağıtmayı amaç edinmişlerdir. Çünkü bu koro dağıtıldığında ancak ülkenin işgalinin tamamlanabileceğine inanmışlardır. Estonya’nın nüfusu 1 milyon 300 bindir. Ve Estonya’da 1 milyon 300 bin sayfalık türkü kitabı vardır. Biz, yaşamın her alanından derleyip dağarcığımıza koyduğumuz gerçekleri içselleştirerek var olmaya çalışan bireyleriz. Bazen rastlantıların ortaya çıkardığı gerçekler en çok benimsediğimiz değerler olur. Amerika Birleşik devletlerinden bir demiryolu işçisi hiç farkında olmadan “frontal lopotomi” hastalığının keşfedilmesine yardımcı olmuştur. Phineas Gage, 1847 yılında dinamitle kayaları parçalamakla uğraştığı sırada, farkında olmadan tıp açısından çok önemli bir gelişmeye de kapı açtı. Patlamanın etkisiyle fırlayan bir demir parçası, Phineas’ın tam alnının ortasına saplanmıştı. Demiryolu işçisi ölmedi, ancak kişiliği bu kazadan sonra tamamen değişti; daha önce sakin, kendi halinde bir kişiliğe sahipken birden bire baş belası biri olup çıkmıştı. O, istemeden de olsa frontal lopotominin ortaya çıkmasında etkili olan ilk kişiydi. Bilim, onun sayesinde bir rastlantı sonucu olarak beynin ön bölümüyle saldırganlık arasındaki bağlantıyı keşfetmişti. Bu bilimsel gerçeği öğrendiğimden beri aklıma hep futbolcular gelir. Acaba, hemen hemen her maçta rakipleriyle veya hakemle dalaşan futbolcuların saldırgan tutumlarında futbolcuların alınla(frontal) topa kafa vuruşları sırasında beyinin ön lobunda şiddete neden olabilecek bir gelişmeyi mi tetikliyor? Futbol ve politika ile yazıya başlayıp, filozoflar üzerinden bir yaşam ve futbol gezintisi yaptık. Yazıya, futbola direkt etki eden bir politik tavırla nokta koyalım. 2000 yılında Fildişi Sahilleri’nin yönetimine el koyan General Robert Gueri, ilk turda Afrika Uluslar Kupası’ndan elendikleri için ulusal takıma ceza olarak futbolcularını iki gün nezarete kapatıyor. Oyuncuların cep telefonlarına ve pasaportlarına el koyup, halkın önünde itham etmişti. Ancak futbolun tuhaf narinliği ve ayrıntılardaki kusursuzluğu, gelip geçiciliği de işte burada. Anlatması zor, yapması daha da zor; ama derin bir güzelliği var. Çevresinde ve kendine ilişkin pek çok çirkinlik olmasına karşın içimizde bir yerlere derinden dokunmasının nedeni de bu olsa gerek… eposta:tukenmezm@itu.edu.tr Geçtiğimiz yüzyılın ortalarına değin futbol, halkı uyutan bir afyon olarak görülmesine karşın, bazen halkların kendini ifade etmesi için bir fırsat haline de gelebilmiştir ki, bunun en görkemli örneği Katalanlar ile Barcelona futbol takımının kuruluş dönemidir. Bu süreci yaşlı bir Katalan kadını şöyle özetler: “Sokaklarda Franco’ya faşist diye bağıramadığımız için Barcelona’nın maçlarına koşuyorduk. Böylece bir devlet olamadığımız halde takımımızla bütünleşerek bir ulus olduğumuz duygusunu yaşardık.” 12