17 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN Olimpiyat Gerçekleri ünyanın parasını harcadık. Yapabileceğimiz tüm lobi ve propagandaları kullanmışız. Siyasi yatırımları da yaptığımızı sanmışız ve sonuçta birçok umudun hayali suya düşmüş. Önce Atina sonra da Pekin, olimpiyat yapma hakkını kazanmış. Gerçekçi düşünelim... Mevcut yapı ve olanaklarımızla olimpiyat yapmayı hak ettik mi? Önce tesis fakiri olan ülkemizin zor şartlarda yaptığı ve tüm gayretimize karşın çok sevdiğimiz futbol maçlarına sunamadığımız Olimpiyat Stadı faciası dünyaya nasıl sunulabilirdi? Milyarlarca liralık yatırım sadece Milan Liverpool finaliyle mi hatırlanacak? Ulusal takımımıza dahi ev sahipliği yapamayan bu tesisin akıl hocalarının yüzleri hiç kızarıyor mu? Ataköy’deki birkaç tesisle dev bir organizasyonun gerçekleşmeyeceğini Pekin bize bir kez daha kanıtladı. 15 bin görevli ve teknoloji harikası açılışın arka bahçesine saldırmak ve kıskançlığın belirtisi olan davranışların çirkinliğini kabul etmek olası değil... 11 sporcu transferiyle takviye ettiğimiz kafilemizde beklentilerimiz ne kadar gerçekleşti? Kendimizi küçük görmemizin nedeni tembel ve hazırcı spor politikamızdır. Bizler artık şunu bilmeliyiz. Bir rekor için bir ömür çalışma söz konusudur. Sporcu seçimi doğuştan itibaren genlerinden ve daha sonra da en küçük yaşta gelişiminden geçirilen testler sonucu branşlara ayrılarak verilecek zamana karşı eğitimle gerçekleşir. Öyle tesadüfen kimse rekor kıramaz sporda... Öncelikle çağdaş eğitimle geliştireceğimiz yatırım gerçeği gereklidir. Aday sporcularımıza yatırım yapmak ve onları rekora hazırlamak şarttır. Phelps’in rekorlarına özenirken geçmişte aynı rekorların sahibi Mark Spitz’i geçmek için hazırlandığını unutmamalıyız. Jamaikalı Bolt koşarken nasıl güven ve rahatlık içinde rekora yapıştığını hatta kendini zorlamadığını ortaya koyuyorsa burada onu keşfetmenin ve aldığı eğitim sonucu kazandığı güvenle tüm dünyayı kendine hayran bırakan kişiliğini de irdelemeliyiz. Spor futbol değildir ama biz sadece futbolla meşgul edilen bir toplum olmayı tercih ettik. Bunu yaparken de sağlıksız bir geleceğe ortak olduk, suç işledik. Brezilya dünyayı futbol yıldızlarıyla ihraç ederek işgal ederken endüstriyel futbolun en çok konuşulanı olurken diğer spor dallarında da başarılı sporcular yetiştiriyor. Öncelikle kendimizle kavgayı ve egomuzu aşmayı öğrenmeliyiz. Kendini doğa üstü gören yapıların kapris ve kurnazlıklarına artık itibar etmemeliyiz. Planlı ve sabırlı yatırım, eğitim, tesis ve aday sporcu, bizi sporda her türlü dış etkenlerden uzak, özerk bir çalışmayla hedefe yaklaştırır. Bu düşüncede kaç kişi kaldık? Her yıl sporcu ve teknik adam değiştiren ve kovan yöneticilerin sportif düşünceye çekilmeleri şarttır. Toplumun sporu algılama şekli medya programlarındaki kavgaya değil, bilimsel öğreti ve bilince çekilmelidir. Federasyonların kendi çevresindeki ahbap çavuş ilişkilerinden ve fosilleşmiş bürokratlardan oluşan çember artık kırılmalıdır. Doğruya bırakın ulaşmayı, doğruları gözönünde kanıtlanmışken tahrip edenlerin baskılarına teslim olan bir zihniyeti ödüllendiren hatalardan kurtulmalıyız. Bayan sporculara çağdaş çalışma şartlarını oluşturulup onlara sahip çıkan ve ülkemizi temsil edecek rekorlara yöneltmek varken işin içine sürekli ayıplar Son 30 Yılda Ne Hale Geldik? D sokan ortamı yok etmeliyiz. Şampiyon sporcularımıza mezar değil, yaşamak ve yaşam garantilerini sağlayacak olanaklar sağlamalıyız. Dünya standartlarına aynı zamanda sportif eğitimle birlikte genel kültür ve evrensel ayrıcalıklar sağlamalıyız. Futbolda askerlik tecilini kullanmak için profesyonel lisans kovalayan zihniyetlerin elinden sporun temiz gerçeğine uygun mücadele ortamları yaratmalıyız. Bunun için de eyyamcı olmadan sponsorlarımızın verdikleri olanakları devlet desteğiyle güçlendirerek spora çok önem vermeliyiz. Tüm okullarda önce spor gelmelidir. Beden eğitimi olmayan bir öğretim içinden sporcu çıkmaz. Çıkanlar da devede kulaktır. Tüm yaşamını kahve, içki ve cafelerde amaçsız geçiren gençlerimizin spora izleyici değil, uygulamacı olarak katılımını sağlamalıyız. Boşlukta kalan beyinlerin yaratıcılık ve enerjilerini ülke yararına kullanacakları sportif gerçekleri arttırmalıyız. Üniversitesinde spor yapılmayan göstermelik spor tesisleriyle devletten aldığı kredileri kullanan spor yobazlarına geçit vermemeliyiz. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” diyen Büyük Önderimiz Atatürk gençliğini sportif alanlarda yarıştırarak onlarla gurur duyacağımız insani hizmetlerimizi yerine getirmeliyiz. Laf değil, iş üretmeliyiz ‘Her yerde her an spor!..’ sloganı yaşama dönüştürülmelidir. Şimdi gerçek spor adamlarına son kez bir görev düşmekte... O da kararlı bir birliktelikle sporumuza sahip çıkmaktır. O zaman olimpiyatlarda en çok sayıda sporcu olmayı değil, en çok madalya kazanmayı gerçekleştiririz... T oplum 1980’den sonra iyice dağıttı. Kimin ne yaptığı ne söylediği belli değil... Eline kalem alan yazıyor, mikrofonu kapan konuşuyor. Hemen hepsi suya yazı yazılacak cinsten. Yani ipe sapa gelir tarafı yok; bilgiden uzak, dedikoduyla dolu tartışmalar... Siyasetten spora, ekonomiden sanata... Giderek magazinleşen medya ve magazinleşen bir toplum. Gazeteler dedikodu haberleriyle dolu; TV kanalları bir başka alem... Kimi kanallar insanları evlendirmek kimi kanallar boşandırmak için çırpınıyor. O onunla kalmış, öbürü ötekiyle mercimeği fırına vermiş, 24 saat nöbet tutan paparazilerin görüntüleri vesaire... Bu haberler kimin nesine diyorum ama reyting yapanlar onlarmış. Ciddi kanallarda ise ne reklam ne ilan... Sinek avlıyorlar. Çünkü ciddi konuşmaları kimse dinlemiyor. Kimi kanallarda belki de az sayıda olan ciddi konukların konuşmalarını şov yapmaya meraklı sunucular sık sık araya girip kesiyor; açıkça pogramın içine ediyorlar. Hele 40 yılda bir ciddi bir röportaj sırasında konuşmaların arkasına konulan müzik zaman zaman konuşmacıların seslerini de aşarak izleyenlerin beynini oyuyor. Sözüm ona programa renk katmak gibi bir amaç olabilir mi?Sanmıyorum... Konu ilginç, konuşmacılar deseniz uzman, bırakında rahat rahat dinleyelim değil mi? Biraz da spor programlarından söz edelim. Geçenlerde bir gazete bir araştırma (!) yapmış. Araştırmanın sonucuna göre futbol sezonu başlayınca TV’lerin spor programlarında 100’e yakın futbol eleştirmeni ve yorumcusu futbolumuzu tartışacakmış... Yani bu ülkenin futbolunu eleştiren en azından 100’e yakın yorumcu var. Güler misin ağlar mısın? Ben ne gülüyorum ne ağlıyorum, sadece şaşırıyorum. “Sezon başlayınca ne yapacaksın” diye soranlar olursa hemen söyleyeyim; gerek gazetelerde gerek TV’lerde birkaç bilgisine ve deneyimine güvendiğim, kimseden çekinmeden gerçeği olduğu gibi söyleyen birkaç yorumcu dışındaki yazıları okumuyor, konuşmaları dinlemiyorum. Bildiğimden ve gördüğümden daha farklı bir şey söylemeyenlerle işim yok. Popüler Medya... Olayları bir anlamda sulandırmak bir anlamda da anlaşılır hale getirmek amacıyla her şeyin başına ‘popüler’ sözcüğü oturtuldu. Popüler tarih, popüler müzik, popüler medya, popüler spor, popüler toplum vesaire... Popülerlik o hale geldi ki ABD’den AKP’ye kolonlanan popülistlik din işlerine bile bulaştı. Popüler din ‘ılımlı İslam’ olarak adlandırıldı. İlle de sulandıracaklar ya.. Hastalık!.. Bu ülkeyi yönetenlerle yönetmeye talip olanlar popülizm gereği adamına, durumuna, çıkarına göre değişince toplumun da kafası karıştı. Doğrularla yanlışlar bir arada toplandı, çıkarıldı, çarpıldı, çarpıtıldı. Hesap kitap karıştı, millet pusulayı şaşırdı. İşte toplumun durumu bugün budur. Ucu açık bir yolda gidiyoruz. Ucunda ne var bilmeden, anlamadan, araştırmadan hatta hiçbir şeyin farkında bile olmadan... 4 Yılda Bir de Olsa Son zamanlarda kimi spor programlarında günah çıkaranları izliyorum, keyifle... “Bir yanda dünya rekorları kırılırken medyamız hâlâ futbolun olur olmaz dedikodularını manşetlere taşıyor. Bir olimpiyatın farkında olmayanlar var. Yazık, vallahi yazık...” diye konuşan kardeşimi, arkadaşımı, meslektaşımı kucaklıyorum. “Çok güzel konuşuyorsun ama eleştirdiğin, çalıştığın gazetede neden yazmıyorsun, neden konuşmuyorsun?” diyemiyorum sevgili meslektaşlarıma. Onların da Türk spor medyasının gittiği yoldan memnun olmadıklarını kimileriyle yaptığım ikili konuşmalarda öğreniyorum. Hatta açık açık söylemeseler de yazdıkları yazıların çoğunun servisin çöp sepetinde olduğunu da anlıyorum. 30 yıl kadar önce Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kafesinde Şansal Büyüka ve Oğuz Tongsir’in şikayetlerini anımsıyorum. Genç muhabirler, kulüp muhabirleri, yazarlar; sizlerin spor anlayışı ne denli farklı ve çağdaş olsa da servisin şefini, müdürünü aşamıyorsunuz. Aşsanız bile patron müdürünün kulağını çekiyor. Çünkü sizin spor anlayışınız patron için bir şey ifade etmiyor. Çünkü patronlar spor kulüplerinin patronları, siyasetin patronlarıyla daha dost daha sıkı fıkı. Siz kimsiniz ki patronun çıkarına çomak sokmaya kalkacaksınız? Ama en azından işte böyle. 4 yılda bir olimpiyat bahanesiyle özeleştiriler ortaya konulunca doğrusu seviniyorum. Öyle bir çarkın içindeyiz ki duran bir saat bile günde 2 kez doğruyu gösterirken Türk sporunun gerçeğini Pekin Oyunları bahanesiyle 4 yılda bir de olsa medyamızdaki gençlerden duymak, yarım yüzyılı geride bırakmış bir spor yazarı olarak beni mutlu ediyor. Bir Şampiyona 2 Mezar Eski dünya ve olimpiyat şampiyonu güreşçilere İstanbul Büyükşehir Belediyesi mezar hediye etmiş. Roma’nın efsanesi Müzahir Sille soruyor... “Neden adam başına 2 mezar?” Müzahir düşündüğün şeye bak; biri eski şampiyon, diğeri Türk güreşi için... 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear