17 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN H A F T A N I N S Ö Z Ü M.ALİ ŞAHİN (Spordan sorumlu Bakan ve Başbakan yardımcısı) “Özerk futbol Federasyonu yasası FIFA’nın ve UEFA’nın denetiminden geçmiş bir yasadır. Futbolun en büyük bu iki Uluslararası rahatız” ALTERNATİF 5 kıtada koşan adam 1 8 Ocak 1927’de Devrek’de doğdu. 30 yaşında futbolu bıraktığında Devrekliler ona “Devrek Lefter’i” unvanı vermişlerdi. Köşesinde oturacak adam değildi, içi kıpır kıpırdı, bir şeyler yapmak istiyordu. Hürriyet gazetesinin Dedeler Yarışı onun için bir dönüm noktası olmuştu. Yaşı ilerlemesine karşın o henüz bir delikanlıydı. Yaşını soranlara da kızıyor, “Ben kaç yaşındayım sen söyle” diyor ve yaşını ortaya koyduğu performansı ile adeta yalanlıyordu. Dedeler yarışında yaş diliminde üçüncü olunca, hızını alamadı; Balkan veterenlar koşusuna, Haliç maratonuna , Avrasya maratonuna katıldı. Bu koşular, bu maratonlar ona yetmiyordu... Hele Çanakkale maratonunu da koştuktan sonra “1” diye yazdı benim önümdeki defterime... Asya‘dan başladım, sıra ötekilerde diyordu onunla yaptığım ilk röportajda. Maratona hazırlandığında elinde ekmek ve bir Cumhuriyet gazetesi Cağaloğluna’a gazeteye gelir, “Bir çay içip gideceğim” de yine sokaklara dalardı koşa koşa. Her maratona gitmeden kısa bir süre önce geldiğinde ona nasihat ederdim gönlünü ve amacını zedelemeden “Bak Safder abi bu son olsun” deyince de kızardı . Bir gün sırrını açıkladı, “Bilir misin ben koşarken şiir okurum, benim enerji kaynağım şiir” demişti de şu dörtlüğü okumuştu: “Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık/ Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar/ Bu gece yarısında iki kişi uyanık/ Biri benim ,biri de uzayan kaldırımlar” O maratonlarına devam etti. 1997 Rotterdam, 1997 Lozan, 1999 tim geldiğinde.. Kafasını yukarı aşağı sallamıştı , Ne inatçı adamsın ben Safder abi “Yorgunluk yok, daha sırada Güney Amerika var.. Bu maratona oğlumla birlikte gideceğim. Geriye ne kalıyor Antarktica maratonu .Ona da yol arkadaşım maratoncu Metin Aroya ile katılacağım” 15 hafta önce uzun bir mektup aldım Safder abiden. Berlin maratonuna hazırlamıyormuş. Spor derginin yeniden çıktığını görünce de çok muıtlu olmuş. Tanıdığım duygusal birkaç kişiden birisi olan şair ruhlu ve Cumhuriyet gazetemizin en köklü okurlarından 30 yıllık dert ve dost arkadaşımın mektubunu birlikte okuyalım “Siz bana yine ‘Koşma artık’ mı diyeceksiniz? Hayır sevgili Yücelman ‘’koşma artık ‘’ yerine bana ‘’Koş koşabildiğince koş de ‘’ ne olur! Berlin Maratonunu koşarken ‘’ Koş Safder koş, haydi Kartoğlu koş’’ sesini duyacağım. Sesiniz rüzgar olsun bana, bu rüzğar kişiliğinizde CUMHURİYET’in rüzgarıdır. Bu rüzgarın ne anlamda olduğunu bilerek , duyarak koşmak ne onur verici bir şeydir. Ne güç verici ne güzel bir duygudur. Bu rüzgarı benden esirgemeyeceğinizi biliyorum. Ayrıca esenlikler, başarılar, Yeniden pistlere dönen Cumhuriyet Spor için bu koşunun bitmeyen bir maraton olmasını da diliyorum” Safder abiden 15 hafta önce gelen mektup bu.. Berlin Maratonuna katıldı mı, yoksa gidemedi mi bilmiyorum, ama katılmış olsaydı dönünce mutlaka uğrardı ,elinde bir ekmek ve bir de Cumhuriyet gazetesi ile birlikte.. Avrupa Fatihi Aranıyor BARBAROS ÇIDAL Ö Viyana, 2000 Paris ,2001 Atina... Avrupa kıtasını da bitirmişti koşa koşa, sırada uzaklar vardı. 2002’de New York maratonu , 2003 Avustralya Sydney maratonu, 2005 Afrika Marakeş (Fas) maratonu. “Yaş 78, artık yorgun düştün” demiş Arda’yı sevelim mi dövelim mi? G alatasaray’ın genç futbolcusu Arda, kısa sürede futbolseverlerin gözbebeği oldu. Tüm medya üzerine mercek tuttu, o da onu sevenleri ona inananları yanıltmadı. Oynadığı futbolun hakkını verdi. Daha da ötesi kulüplerde altyapı çalışmalarının ürün verdiğini kanıtladı ve ülkemizde altyapıyı önemsemeyenlere adeta ders verdi. Kısa sürede adını Avrupa’da duyurdu, hatta ona bir takım önemli Avrupa kulüplerinden transfer önerileri de gelmeye başladı. TV reklamlarına çıkmaya , kimi dergilerin posterlerinde yer almaya başladı. Gelmez olası bir gün geldi, Şampiyonlar Ligi’nde Bordeauxlu rakibine kafa atınca kırmızı kart gördü, oyundan atıldı. Hakemin gösterdiği kart yanlış değildi, Arda bunu hak etmişti. Daha sonraki günlerde Arda’nın davranışı kamuoyunda tartışılmaya başlandı, çoğu kişinin düşüncesi “Gençtir, olur böyle şeyler” şeklindeydi. Medyanın bir bölümü de Arda’nın yanındaydı. 1988 İstanbul doğumlu ve orta halli bir ailenin çocuğu olan Arda’nın tartışmasına bir kısa ara vererek medyada sık sık okuduğumuz ve gördüğümüz birkaç örnekle konuyu irdelemeye çalışalım. Babasının otomobiline aldığı 3 arkadaşı ile birlikte Boğaz gezisine çıkan 17 yaşındaki genç bir direğe çarptı, gençlerden ikisi öldü ikisi ağır yaralı. Falanca okulda gençler arasında çıkan kavga sonunda bir öğrenci ta bancı ile vuruldu, hastaneye giderken yolda yaşamını yitirdi. Bir lise öğrencisi çantasında taşıdığı bıçakla öğretmenini ağır yaraladı. Yaşları 1617 arasındaki dört genç ,bir kızı r eve kapatıp tecavüz etti. Bu örnekleri çoğaltmak olası . Ama bu çirkin olayların kahramanları! 1617 yaşlarındaki gençler için hiç kimse çıkıp da’’ bunlar genç, olur böyle şeyler’’ dedi mi ,diyebildi mi , diyebilir mi? Verdiğim örnekler çok ekstrem bili yorum, ama Arda 19 yaşında, yani kimlik ve kişiliğini almış, bu ülkenin oy sahibi insanları arasına katılmıştır. Verdiği her karar, yaptığı her davranış kendisini bağlar. Ve Arda’nın davranışını “yanlış” olarak yorumlamak ona doğruyu göstermek, ona yardımcı olmak demektir. Ama sevgili Adnan Polat kusura bakma senin Arda’ya “Kimse senden özür beklemiyor” demen bana göre “Başka maçlarda da istediğine kafa vurabilirsin” izni vermek demektir. Arda, Bordeaux maçında kendisine faul yapan oyuncuya değil de olayla hiç ilgisi olmayan bir başka futbolcuya kafa attı. Bana göre (doğru ya da yanlış olabilir) Arda yere düştükten sonra ni bir karar verdi; Zidane’ın yaptığını yapmak… Hızla ayağa kalktı ve en yakınındaki olayla ilgisi bile olmayan oyuncuya kafa attı. Arda gençtir, doğru, ama onun yaptığını adeta kutlarcasına övgülerle süslemek ona yapılan en büyük yanlışlıktır. Birkaç gün önce Arda’yı, 50’yi aşkın spor yazarı ve spor yorumcusu “ayın futbolcusu” seçti. Ama o yarışmanın fair playe dönük olduğunu ve tüzüğünde “Kırmızı kart gören sporcu yarışma dışı kalır” maddesini bildikleri halde kimilerinin neden Arda’nın yaptığı davranışı övmeğe devam ettiğini anlamak olası değil. Evet işin içine tiraj ve reyting giriyor onu da biliyoruz, ama olmaz ki , Arda’nın geleceğine şimdiden ipotek koymaya kimsenin hakkı yok! nümüzdeki hafta dünyanın en büyük derbilerinden birinde Kadıköy’de karşılaşacak olan Fenerbahçe ve Galatasaray geçen hafta Avrupa arenasındaydı. Galatasaray Şampiyonlar Ligi defterinin kapanmasından sonra tek umudu olarak kalan UEFA Kupasına katılmak için çıktığı maçta Bordeaux karşısında bir varlık gösteremedi. Eskiden Avrupa’da bırakın Bordeaux gibi sıradan takımları, üst düzey ekiplerin korkulu rüyası olan ve yensin yenilsin her takımla başa baş oynayan Galatasaray ne yazık ki yok. En acısı da artık kaybetmeye alışmak ve bunu sıradan bir durum gibi kabul etmek. Her zaman söylüyorum taraftar başkan ve yöneticiden bir adım önde düşünüyor diye. Özhan Canaydın’ın Sivas maçı öncesi “ Ne yapalım yenildik, futbolda bunlar da var” demesi bunun kanıtı. Tamam futbolda her sonuç var ama adının önüne “Avrupa fatihi” sıfatı getirilen bir takımın 1 puanla grup sonuncusu olması herkesi üzüyor. Gerets yanlış takım çıkarmış, sahaya dizilişte hatalar varmış, bunları bir kenara bırakın ve şunun nedenini anlamaya çalışın: Bu takım neden Avrupa’ya gittiği zaman eskisi gibi olamıyor. Bunların üstüne birde Arda’nın rakibine kafa atması eklenince sahadaki imajımız iyice kötüleşti. Sezon başından beri Arda’yı asmak için fırsat kollayanlara gün doğmasın, bu çocuk Türk futbolunun en büyük yıldızı olacak ve ani bir refleksle düşünmeden yaptığı bu hata yüzünden onu kaybetmeyelim. Sizi bilmem ama ben İtalya maçından sonra Arda’nın 12 yıl içinde Avrupa’da büyük bir takımda oynayacağına inandım. Arda’nın kendine örnek alması gereken isimse Tugay. Yeteneğini geç keşfeden ve futbolu basit oynamayı Avrupa’da öğrenen Tugay 20 yaşında bunun farkına varsaydı ve böyle oynasaydı daha erken giderdi. Fenerbahçe’ye gelince; Palermo’ya karşı alınan 30’lık galibiyet küçümsenemez. Ama asıl önemli olan ilk kez bir takım gibi oynamaları ve maç boyunca savaşmalarıdır. Mehmet Yozgatlı ve Kezman’ın 11’de oynaması ve Zico’nun inatla oynattığı sistemde revizyon yapması önemliydi. Fenerbahçe takımının sahada yüreğini ortaya koyarak oynadığını gören taraftar da inanılmaz keyif aldı ve maç boyu takımını ateşledi. Bu kazanma arzusu ve savaşma isteği devam ederse UEFA’da kupa bile gelebilir. Önemli olan istikrar ve her maça aynı özeni göstermek. Zico yapa boza doğruyu bir şekilde buluyor ama arada geçen zaman Fenerbahçe’nin aleyhine işliyor. Palermo maçı bir gösterge olmalı ve Brezilya’lı bu takımla artık fazla oynamamalı. Tümer oynamalı diye iddia ettiğim doğru, düşünün bu kadar koşan ve savaşan bir takımda Tümer olsa neler yapardı diye? Beşiktaş maçındaki gibi hayaletler ordusu şeklinde dolaşan bir takımda bile topu ayağına aldığında heyecan veren Tümer savaşan bir takımın içinde daha çok havaya girecek ve bizlere futbol meziyetlerine daha rahat gösterecektir. Fenerbahçe taraftarının maç 30 olduktan sonra basına ettiği küfürler ise hiç yakışmadı. Bu takım kötü oynadığı zaman eleştirmek herkesin en doğal hakkı, 12 kendini bilmeyen ve kimsenin okumadığı yazarı kafaya takıp herkesi suçlamak seyirciye yakışmıyor. EPosta:barbaroscidal?kanalturk.com.tr 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear