26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

9 TEMMUZ 2000. SAYI 746 zandığımızzaman hemen Romanya'yagitmekistiyoruz." Türkiye'de çalıştıklan süre içerisinde başlanndan iyi kötü pek çok olay geçmiş Creştin bize bunlardan birini anlatıyor: "Türkiye'ye geldiğinı ilk yıldı. înşaatta çalışıyordum. Çalışırken kaza geçirmiştim. Elimde büyük bir kesik vardı. Arkadaşlar hemen hastaneye kaldırdılar. Pansuman yapıldı. Doktorlarbenden lömilyonparaistedi. Bendepatronödesin, dedim. Patronum parayı ödemedi. Istersen Romanya'ya geri git, dedi. Beni iştenattı. Bazen patronlar çok kötüoluyor." Adriyan ise Creştin'e katılmadığını belirterek "Patronlar değilinsanlarkötü oluyor" diyor. Konu hazırpatronlardan açılmışken Adrian, burada çalışan arkadaşlannın çektiği zorluklan da anlatıyor: "Arkadaşlar burada yabancı olduklan için çok zorluk çekmişler. Biriki ay çalıştınldıkları haldeücretleri verilmemiş, üstelik dayak da yemişler. Aynca insanlar, biz çok iyi Türkçe bilmediğimizden, anlamadığımız tarzda küfürler ediyorlar. 'Burada pis Rumen var' diyorlar, bizleri aşağılıyorlar. Ben buradaki birçok insandan daha iyi eğitim aldığım halde aşağılanıyorum, alay ediliyorum. Yabancı biryerde çalışmakzor. Türkiye'deki işçi arkadaşlar bizim onların hakkını yediğimizi sanıyorlar. ErkekJer kadın, müzik, çay ve futboldan başka bir şey düşünmüyorlar. Başka hiçbir şey yokmuş gibi sadece bunlarla ilgileniyorlar. Sadece arabesk müzik dinliyorlar. Sevgililerinden ayfıhnca hemen 'öldürürüm, gidemezsin' diye tehditlerde bulunuyorlar. Futbol maçlarından sonra sokaklarda kavga çıkanp, havaya ateş ediyorlar. Bayramlarda çok güzel elbiseler giymelerine rağmen ayakkabılannın topuklanna basıyorlar, terlik gibi kullanıyorlar." Türkiye'deki sosyal hayatı da eleştiren Adriyan, "Türk kadınlan çok ilginç, daha bir tekiyle bile konuşmadım. Bize çok sert davranıyorlar. Merhaba bile desek sarkıntılık yaptığımızı sanıyorlar. Ashndayakışıklı bir insanımdır, neden sert davranıyorlar anlayamıyorum. Kadınlann giyim tarzları da çok ilginç, istedikleri gibi giyinmiyorlar. Fınnda çalıştığım için çok sıcak oluyor. Ben rahat giyinmeye alışık olduğum için kısa şort giyip terlikle dolaşıyorum. Bana çok tersbakıyorlar. Sonradanöğrendim. Böyle giyiniyoruz diye bizleri ayıplıyorlarmış. Aslında bence insanlar rahat ve yakışan giysileri giymeliler. Aynca pazara giderken dikkatimi çekiyor. Kan : koca pazara çıkıyorlar. Taşıyanlar kadın. Eşleri sadece para ödüyor. Bizimoradakadınlarbirincisıradadır. İstedikleri gibi giyinip yaşarlar. Romanya'da böyle şeylere kanşılmaz. Belki de bu yüzden giyim konusunda daha rahat. Insanlarla diyalogları daha iyi. Ama sizin erkekler de çok kaba. Kadınlan çok incitiyorlar." Adriyan Romanya'yı çok sevmesine rağmen orada kalmayı düşünmüyor. Geleceğinin olmayacağını söylüyor. Onun tek hayali, para kazanıp istediği işte çalışabilmek. Türkiye'de çalışan, öğrcnim görmüş diğerbir işçi ise Prisekarlı. 27 yaşında, ikiyıl elektrik teknisyenliği eğitimi almış. İki yıldır Türkiye'de çahşıyor. Bugüne değin çcrez fabrikasında ambalajlamadan, fınnda ekmek yapmaya kadar değişik işlerde çalışmış. Şuanda ise bir inşaattaameleolarak çahşıyor. "Aman inşaat şirketinin adınıyazmaym. Kaçakçalışıyorum. Polisleröğrenirse sınır dışı edilirim" diyor. Tedirginliğini üzerinden atarak konıışmaya başhyor: "Türkiye'de çalışmamın tek nedeni para kazanmak.Romanyabizeçalışrnaimkânısağlıyor ama para yok. Amele olarak çalışıyorum. Mermerlerin kınlmasındankablolann toplanmasına kadar bir sürü iş. Bazen de 14 yıl boyunca eğitimini gördüğüm elektrik işleriniyapıyorum." Romanya'daki yaşamını soruyoruz. "Okul dönemi çok rahattı. Ben Çavuşesku döncminde okudum. O zamanlarda okul parasını devlet veriyordu. Asker olunca giderlerini devlet karşılıyordu. Evlendiğimiz zaman daire veriyordu. Ancak haftada 6 gün çalışıyorduk. Mesai saatimiz 8 saatti. 10 yıl okumak zorundaydık. Bizleri Rus zannediyorlar ve bize pezevenk diyorlar. Nataşa olaylanndan sonra Rumen kadınlannın hepsinin fuhuş yaptığını sanıyorlar. Hepimiz alkolikmişiz gibi davranıyorlar." Prisekarlı, Adana'da çalışmış, Adana'daki depremi deyaşamış: "Nereye gitsem deprem oluyor. Adana'ya gittim deprem. tstanbul'da çalıştım deprem. Bir tek amacun var. Burada bir yıl çalışıp Romanya'dapatron olmak. Ayda 350 dolar alıyorum. Aldığım para Romanya'da çok iyi, burada aldığım bir aylık ücret Romanya'da aldığım üç aylık ücrete bedel." Prisekarlı ve Adriyan'ın ortak düşüncesi ise "Ne kadar iyi para kazanılırsa kazanılsm yabancı bir yerde yaşam çok zor". ^ Röportajda adı geçen gençlerin fotoğraflarını kullanmayı sakıncalı gördük. Sayfadagördüğünüz fotoğraflar objektifimize poz veren Istanbul'daki Rumen işçileri... 19 PAZARIN PENCERESINDEN ABTürkiye farkı... SELÇUK EREZ vrupa coğrafyası son yüzyılın, son bölümünde çok değişti.. Çekoslovakya, ikiye bölündü; Yugoslavya dörde mi, beşe mi? Daha da bölünebilir. Sovyetler Birliği ne oldu? Baltık ülkeleri, Moldavya, Ukrayna, daha birçok yeni ülke doğurdu.. Kıtanın diğer ucunda Basklar, Bretonlar, hatta Iskoçlardan hiç olmazsa bir bölümü bağlı bulunduklan ülkelerden aynlmak istiyorlar.. Birçok yazar, ulusçuluğun çağdışı kaldığını, artık etnik gruplann kimliklerinin belirginleşip, ulusal kimliklerin siiikleştiğini ileri sürüyorlar. Ulusçuluk gerçekten öldü mü? Bir görüş, ulusçuluğun var oluşunu, uluslann bütünlüklerine yönelik ciddi tehlikelerin varlığına bağlıyor: Böyle bir tehlike varsa ulusçuluk var oluyor ve güçleniyor.. Bugün pek çoğu ciddi bir tehlike karşısında bulunmayan Avrupa ülkelerinden farklı olarak Türkiye'nin yöneticileri ve kamuoyu, sekiz komşusundan beşinin kendine yönelik tehdit oluşturduğuna inanmaktadır: Yunanistan'la yaklaşmasına rağmençözümlenememiş ciddi sorunların bulunduğu, Yunanistan'ın sorunlar çözümleninceye dek tedbiri elden bırakmayıp silahlandırmayı sürdürdüğü, Suriye'nin son yıllara kadar yurdumuza yönelik bölücü eylemleri yönetenlere yataklık ettiği, nehir sulannın paylaşımı nedeniyle Irak ve Suriye ile aramızda ciddi srunlann var olduğu ve Ermenistan'ın Anayasası'nda Türkiye'den toprak talebi bulunduğu gerçektir. öyle ise ve bu görüş doğruysaTürkiye'de Avrupa Birliği'nin ülkelerinin çoğundan farklı olarak ulusçuluğu zayıflatacak ve askeri önlemleri gereksiz kılacak koşullar yoktur. Bu önemli fark nedeniyle Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunun, önemli boyutta ordular beslememelerine, etnik ayınmcılara, bölgecilere bazen hoşgörü ile bakmalarına karşılık Türkiye, güçlü bir ordu bulundurmak ve ulusçuluğunu sürdürüp aynmcıhk amaçlayanlara boyun eğmemek durumundadır. Bütün dış tehditlere ek olarak, bunca zarar verdikten sonra giderilmiş bir PKK ayaklanması da vardır; aynca, bugün siyasal Islami akımlann önemli boyutlarda var olduğu her ülkede yaptığı gibi, milliyetçiliğin yerini, dine bağhlığın almasını isteyen önemli bir köktendinci hareket de vardır. Avrupa Birliği, kendine katılmayı amaçlayan Tükiye'ye kendi üyeleri açısından yürürlükte olan bazı koşulları şart koşmaktadır. Bunlar arasında, büyük bir ordu bulundurmamıza elvermeyen bütçe dengeleri, "insan haklan" vb. gerekçeleriyle savunulan ve isteyen etnik grubun aynlıp gitmesine olarak sağlayan ya da ergeç sağlayacak olan düzenlemeler de yer almaktadır. Avrupa Birliği üyeliğimizin gerçekleşmesi için sadece insan haklan ile ilgili yasa ve uygulamalarımıza çekidüzen verilmesinin, bütçemizin dengelenmesinin vb. yeteceğine inananlann biraz da bu "benzersizlikler" konusunda kafa yormaları gerekir! Tabii, bunlan algıladıklan halde, ulusçuluğun çağdışı olduğuna inanan ve yeni yüzyılda etnik aynmcılıklara hoşgörü ile bakılması gerektiğini ileri sürenler de var. Ulusçuluk gerçekten öldü mü? Modası mı A geçti? Artık etnik aynmcılıklara daha sevecen mi bakmalıyız? Ulusçuluğun modası geçtiyse ve artık insan haklanna saygı, etnik aynşmalara bakışımızı değiştirmemizi gerektiriyorsa, Avrupa Birliği'nin bu konudaki istekleri hemen karşılanmalı, katılmamıza götüren yol açılmalıdır. Oysa iş öyle değildir: Bugünkü dünya nizamı, hâlâ ülkelerin sınıhan içinde yaşayanlann ortak niteliklerini büyütüp vurgulayan ve yeryüzündeki ülke sayısını sınırlı tutan bir düzen içinde yürütülmektedir. Bu düzende ulusal devletler ve bu devletlerin oluşturduklan uluslararası örgütler yer almaktadır. Demek ki ulusçuluk ölmemiştir ve dünyanın nizamı hâlâ ulusçuluğa dayanan bir düzenle sürdürülmektedir. Aslında, ulusçuluğun artık çağdışı olduğunu ileri sürüp etnik gruplara uluslaşma hakkının verilmesini savunanlar, bir taraftan ulusçuluğu yererken, diğer taraftan etnik ulusçuluğu yaygınlaştırma yolunu seçmiş, yani yerdiğini daha yaygınlaştırmaya çalışmış, böylece çok çelişik bir yol tutmuşlardır. Bugün etnik gruplara uluslaşma fırsatı verilse Birleşmiş Milletler'de 8.000 üikenin bulunacağı hesaplanmıştır. PKK ayaklanması giderildL. Bu nedenlerle etnik gruplann ülkelere dönüşmesine yol açabilecek "self determination" ilkesine, Birleşmiş Milletler ilkeleri arasında ve 1948 İnsan Haklan Arsıulusal Deklarasyonu'ndayer verilmemiştir; 1960'da da bunun sadece müstemlekelerin bağımsızlaştınlmalarında uygulanılabileceği görüşü benimsenmiştir. Etnik ulus oluşturmak amacıyla girişilen ayaklanmalara çıkarı olan dış güçlerin gizli yardımlarda bulunduklan bilinir; ancak, bu ayaklanmalara doğrudan doğruya dış müdahale istisnadır: Hindistan'ın Tamil ayaklanmasını bastırmak için Sri Lanka'ya askeri birlikler göndermesi hüsranla sonuçlanmış, sadece ABD iç politikası gereği Bosna ve Kosova'ya düzenlediği müdahaleler bugüne dek durumu dondurmaya yaramıştır. Demek ki ülkeler, etnik ulusçu girişimlere karşı çok kere sadece kendi askeri güçleriyle direnmek zorundadıriar. öyleyse Türkiye Cumhuriyeti, ulusçu tutumunu sürdürmek, bu niteliğiyle iç ve dış tehditlere karşı kendini savunmak ve bu tehditleri başanyla altedebilecek güçte bir ordu beslemek zorundadır ve bunlardan Avrupa Birliği'nin gerçekleri ve istekleriyle bağdaşmadığında da vazgeçmesi imkânsızdır. ^ Üniversite öğrencisi genç Rumenler amele olarak çalışıyorlar ve çok azpara kazanıyorlar.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear