Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kokusu burun direğimi kırarcasına şırak şirak kıyasıya yüzüme vurmaya başladı. Çevrede, deve eti kavurması yapan dizi dizi salaş lokantalar halkalanmıştı. Hiç kuşku yok ki, aradığım pazar burastydı. Girişte bir kamyon duruyordu. Kasasına devclcr yüklenmişti. Hayvancağızlar adlanna yaraşır bir inatla kamyondan aşağı ınmeye biteviye direnmekteydi. Kamyonun kasasına tümsck bir yere yanaştırmışlardı, ama yine de arada kısa bir boşluk kalmıştı. Bu boşlıığa "hendek" denemese de, devcleri bu kadarcık aralıktan kendi rı/alarıyla atlatabılmck pck mümkün görünmüyordu! Sonunda kavga döğüş, sopa gücü, itiş kakış, bu kambur kumbur yaratıkları kasadan yere ındirip pa/aryerine sokabilmeyi başarabildiler. Pa/aryerine girer girmez, sapsarı iri dişleri arasından köpük köpük salya sa doğubatı üzeryıe irdelemeler" konulu, bir Ortadoğu ülkesi gezisi sırasında kapılanılacak diişüncelerin en abuk sabuğundan da böylece kurtulmuş oldum! Otobüsün son durağı Imbaba'da in dim. Köhne bir demiryolu boyunca birkaç kilomelre yürüdüm. Geniş bir alana ıılaştım. Anemik görünüşlü kerpiç yapılarla çevrili alana girmemle beraber, sarı sıcaklu yoğrulmuş keskin bir hayvan man fışkıran bir atın üstüme doğru geldiğini farkettim. Kendimi can havliyle zor bela kenara atabildim. Kırmızı keçelerle, rengârenk püsküllerlc be/enmiş, koşum takımları pırıl pınl gö/alan sımsiyah at, kan ter içinde peşinden bir araba sürüklüyordu. Arabanın tüm tekerleklcri /incirlcrle sabitleştirılmişti. Sahibınin her kırbaç darbcsiylc canı yandığından şaha kalkan at, tekerlekleri dönmeyen arabayı yokuş yukarı var gücüyle çekmeye çabalıyordu. Sahibi ise pek keyifli görünüyordu. Sık sık attığı naralarla ortamı kı/.ıştırmaya çalışıyordu. Naralarında hep "Nasır" sö/cüğü geçiyordu. Anlamadığım bu naraları "Nasır" sözcüğüne dayanarak, "Nasır'ın son atı bu ya da Nasır'ın atları kadar güçlü" şeklinde yorumladım. Satıcının scyircilerc yaptığı gösteri sona erince al derin bir soluk aldı, seyiriler birer ikişer aynldı, geriye birkaç alıeı kaldı. Atın sahibi alıcılardan biriyle bağınş ç'ğ'nş kıyasıya pa/arlığa girişti. Velvele yatışınca aralarında devinimi hayli yüksek bir tokalaşma şöleni başladı. Hangisinin kolu omuzbaşından daha önce aynlacak diye merakla seyre daldım. "Kopuk kol" beklentisi neyse ki gerçekleşmedi vc alıcının titreyen yorgun eli entarisinin koynuna u/andı, son bir gayret kirli bir kese çıkardı. Lime lime kâğıt paraları, mal sahibinin en a/, kendisininki kadar sı/ladığmdan hiç kuşku duymadığım avucuna saymaya koyuldu... Koyuıı, keçi gibi kücükbaş hayvanların sergilcndiği bölümde, develerin, atların bulunduğu yerin heyecanı yoktu. Alıcılar ile seyircıler boş boş ortalıkta geziniyor; satıcılar ise umursamaz kaygısız bir tavırla birbiriyle çene çalıyor, çay içiyor, çabuk tüttürüyor ya da garip bakışlarla bizim hanımı süzüyordu. Hıışu içinde bir oraya bir buraya yuvarlanıp durdum. Üstüm başım toz toprak içindeydi. İçimden kusma raddesine gelcn öğürtüler yükselmekteydi. Ayakkabılarımın altı çcşit çeşit hayvan dışkısından vıcık vıcıktı. Eşim Esin, artık dayanamayacağını ısrarla belirtti. Usulca pazaryerini terkettik. Kahirc'nin merkczine dönmek saatler aldı. Vakit akşam üstüydü. Zaten olmayan trafık iyice düğümlenmişti. Luksor'u, El Harga Vahasfnı, Kızıldeniz kıyısını, Süveyş Kanah'nı, Ismailiye'yi, İskendcriye'yi kapsayan üç haftalık Mısır gezisinin son günlerine varmıştık. Kahire'de yaşanacak son birkaç günümüz kalnuştı. Nil'in sulan melül melül akıyordu. Akşam serinliğindc kıyılar ana baba günüydü. Kahireli, solan günün ılıklığının tadını çıkanyordu sokaklarda. Selahaddin Eyyubi Kalesi'nin burçları, Sultanahmet'i andıran (Osmanlı döncmi) Mehmet Ali Paşa ve Sultan Hasan Camilerinin (14. yy. Memluk Devri) kubbeleri güneşin son ışınlarına el sallıyordu. Susamıştım, boğa/ım kurumuştu. EIA/har Camii'nden yanık bir akşam czanı, Piramitler yolundakı ga/inolardan yürek yakan arabesk ezgıler yükseliyordu. Sınırlı paramıza kıyıp dolmuşa (taksi bir nefer) binerek Kahıre'nın gözde akşam mekânı Felafe'ye kendimizi zor attık. Hemen, bizdekinin aksine her yerde kolayca bulunmayan binanın soğuk yudumlanna sığındım. Mısır'ın geleneksel halk mezesi bakla ezmesi "Favli"nin biraya eşlik etmesini istedim. Kleopatra sigarasından bir nefes aldım. Yavaş yavaş kendime geldiğimi duyumsuyordum. Kahire'de Nil'in«dışında ıkinci bir nehir vardı; çağlara ve /amana direnen tılsımlı bir nehir... Ve bu nehir, sokak aralarında, insanların yaşadığı mezarlıklarda, çayhanelerde, meydanlarda, çarşılarda, meyhanelerde, hayvan pazarlarında akıyordu... M CUMHURİYETDEHGİ29AĞUSTOS1993SAYI388 11