27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

PAZARIN PENCERESINDEN Deha nedir, nerededir? İnsan devletin geleceğini ilgilendiren konularda çevresine danışmaz ve buna rağmen her zaman doğruyu bulacağına inanırsa ya dahi olması ya da "deha"sına inanması gerekir... C umhurbaşkanının ABD Başkanı Bush ilc Camp David'de yaptığı görüşmelere Dışişleri Bakanı Kurtcebe Alplcmoçin'i götiirmemiş olması eleştirilmektedir. ANAP Grubu'nun Başkanvekili Yasin Bozkurt, bu konuda fikrini soran Cumhuriyet muhabirine, "Gezi ile ilgili bilgisinin bulunmadığını, Dışişleri Bakam'nın kalılmasının isabetli olacagım", belirterek cevap vermiş, Alptcmoçin'in dışlanmasının "bir çelişki" olduğunu belirtmişti. Ali Bozer de bu tur bir "görüşmeye alınmama" ertesi istiia etmemiş miydi? Ugur Mumcu da "Anayasanın, Özal'a hükümetin gıyabında, TBMM'den onay almadan, Meclis'e bilgi vermeden, Dışişleri'ni dışlayarak kapalı kapılar ardında ülkenin geleceği ile ilgili gorüşmeler yapmasına, pa/arlıklaru oturınasına, sözler vermesine engeldir" demiş ve Davos'ta Papandreu ile yapılan toplantıya da Dışişleri yetkililerinin alınmadığını hatırlatmıştır. Devlet yönetilirken, önemli kararlar verilirken danışılması gerekenlere danışmamak, bütün sorumlulukları tek başına üstlenmek doğru bir şey midir? Özellikle danışılması gerekenleri de insan kendi seçmiş ve bu seçimi yaparken başkalarına da danışmamış ise bu tutumu nasıl değerlendirilir? tnsan sadece çok iyi bildiği konularda danışmaz, 'hakikat'in fikirlerin çarpışmasından doğacağı gerçeğini unutabilir... Ama bunca önemli, devletin geleceğini ilgilendiren konuda danışmazsa ve buna rağmen her zaman doğruyu bulacağına inanırsa ya 'dahi' olması ya da 'deha'sına inanması gerekir. Deha nedir? Yüce değeri kolayca algılanabilen nitelikli eserlerin (ve sonuçların) üremesine yol açan olağanüstü yetenekleri içeren insanda dehanın bulunduğuna inanılır. Eskiler dahilerin analarından doğdukları günden beri sahip oldukları kromozomlar, genler ya da taşıdıkları biyolojik avantajlar nedeniyle değil de "ermişlik", "evrende yer alan gizli güçler tarafından seçilmişlik" sonucu böyle güzel şeyler ürettiklerine inanırlardı. Çağımızda konuya bilimsel yaklaşanlar ise dahilerin yetenekli birer "manik depresif" olduklarını ileri siirüyorlar. "Dahi'Miği su götürmeyen Einstein, 1975'te öldüğünde 76 yaşındaydı. Beyni yerinden alınarak incelenmiş ve "dahi"liğinin anatomik nedenlere bağlı olup olmadığı araştırılmıştı. Einstein'ın beynini inceleyenler bazı olağandışı bulgulara vardılar: Beynin çeşitli bölgelerinden gelen bilgilerin "entegrasyonunu" gerçekleştiren "sol parietal lob"un "glia" hücreleri (nöronlara göre) fazlaydılar. Bu bulgu bir tartışmaya yol açtı: Bu hücre fazlalığı dahiliğe mi yol açıyordu? Ya da dahilik, hücre çokluğunun oluşum nedeni miydi? Bir tek dahinin beyninde ölümünden sonra yapılan araştırmalardan genellemeler yapmak pek doğru olmaz. Aksi gibi aramızda o kadar çok dahi yok! öldüklerinde beyinlerine varıp otopsi yapabildiklerimiz ise daha da az. Sonra kimlcri dahi belleyeceğiz de ölmeden önce kendilerine, öldükten sonra yakınlarına, bizi aydınlatacak otopsiyi esirgememelerini rica edeceğiz? Kendilerini dahi sananları mı? Dahilikleri konusunda evrensel f'ikir birliği bulunanları mı? Dahiliği su götürmeyenlerden biri de Beethoven'dir. Dokuzuncu Senfoni'si, dehasının tartışılmaz belirtisi olarak kabul edilir. Beethoven'in Dokuzuncu Senfoni'yi bestelerken beş bin sayfalık bir ön çalışma yaptığını, onu dahi belleten sonuca, yazdıklarını binlerce kez değiştirerek yeniden besteleyerek ulaştığını biliyoruz. Beethoven'in beyninin sol köşesi fazla hücreli miydi? Ya da Freud'un eline geçseydi "manik depresif" teşhisini yer miydi? Beethoven, bize, dehanın anatomik ve psikolojil: bir farklılıktan çok belli bir düşünme üslubu, tartışma stilinden kaynaklandığını düşündüren bir dahidir! Dokuzuncu Senfonisi'ni günlerce süren irdelemelerle, bu irdelemelerin neticesinde ulaştığı doğru sonuçlarla değiştire değiştire, düzelte düzelte bestelemiştir. Başka bir dahi.Thomas Kdison, dehanın yüzde bir ilham, yüzde 99 terleme olduğuna inanırdı. 1989'da Nobel Edebiyat ödülü'nü kazanmış olan lspanyol yazar Camilo Jose Cela, Liitfi Tokatlıoğlu ile yaptığı bir söyleşide, "Ben sanatçılann ilham alarak eser Oahlliflı su goturmoyen ElnsUin, 1075't* BldUğünde, b*ynl uzun uzun inolendl... yarattıklarına inanmıyorum!" demişti; "Eserler, çok çalışılarak, günlerce, aylarca uğraşılarak meydana getirilir. Bunun ilhamla ilgisi yoktur!" (Tempo, sayı 44, 1989). Çevremi/e baktıkça, önemli ödüllere kavuşanları dinledikçe dehanın ileri düzeyde bir eleştiri arayışını, tasarladıklarımızı irdelcmc ve irdeletmenin gereğine inanışı içerdiğini kavrıyoruz. Insanların kendilerine "dahi" dedirten sonuçlara, urettikleri konusunda yaptıkları çok sayıda tartışma ve danışma ile adım adım vardıklarını anlıyoruz. Bu tartışmalarda kuşkusuz insanın kendisiyle yaptıkları da vardır, urettikleri konusunda fikir sahibi olanlarla yaptıkları da... Beethoven, Dokuzuncu Senfoni'yi bestelerken binlerce tartışmada yenik düşmüş ama her defasında kaybettiğinin yerine daha iyisini, daha mükemmelini sürmüştü. Kaybettiği tartışmalar daha az olsaydı? Sonuca daha çabuk ulaşırdı, ama o zaman sonuç bu kadar görkemli olmayabilir, bize bir dehanın ürünü olduğunu düşündüremeyebilirdi. Carios Fuentes nasıl bir yazardır? Çağımızın en iyilerindendir. Gençliğinde, babası Santiago'da Meksika Büyükelçiliği'n de görevliyken ilk yazdıklarını ünlü Meksikalı ressam Oavid Alfaro Siqueiros'a okurmuş. Şöyle anlatıyor: "Siqueiros'u, öğle yemeğinden sonra oturup dört yüz sayfalık eserimi dinlemeye zorladım. O, gölgede uyukladıkça ilk okuyucumu hem kazanmış hem de kaybetmiş oluyordum. Sonra bu ilk romanımı kaybettim... Siqueiros ise çoktan öldü. Hoş yaşaması neye yarardı? Ona romanımı okuduğumda sürenin büyük bir bölümiinde uyuklamamış mıydı? (C. Fuentes, Myself with others, 1988, Picador/London) Fuentes'i Fuentes yapan urettikleri konusunda aradığı eleştirilcrdir, bu eleştirilerle, karşı görüşlerle mükemmeli bulacağını çok genç yaynda kavramasıdır, eleştireceğini umdukları uyuklasalar bile bıkmadan, usanmadan yapıtlarmı okuyup fikirlerini öğrenmeye çabalamasıdır. Görüyoruz ki "Deha, danışmaktır!" Insanlar danışmanın ferasetini çok eski çağlarda kavramışlardır. Danışmanın yönetim olarak evrenselleşmesi ise daha yakınlarda, ortaçağda gerçekleşmiştir. Jean Louis Servan Schriber'den geçenlerde okudum: "Fi/.ik, mal/.eıne ve siyaset olarak bugün ortaçagı aslık..." diyordu: "Ama bazen insanın psikoloji, maneviyat ve duyarlılık açısından ortaçağ dü/eyini aşıp aşmadıgı konusunda tereddütlere düşiirccek örneklerle karşılaştığım" da belirtmekten geri kalmıyordu. 4 2(5 14 C U M H U R İ Y E T DERGİ 7 NİSAN 1 9 9 1 SAYI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear