27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Sevginin özel mektubu 25Şubatl991 taç, 20 eylül 1954'te, eleştiri konunda günlüğüne şunları yazar: Eleştirmenler ellerine bir kitap aldılar mı, yazarın daha önce verdiği escrleri düşünüyor, o yeni kitapta bir ilerleme var mı, yok mu araştırıyor. Onunnesinegerek,bununlauğraşmak? Hani Ataç'ın burada cleştirmenleri suçlaması pek yerinde değildir. Hiç değil. Eleştirmen elbet eleştiri terazisineçıkardığı yazarların cemaziyülevvel'lerini de unutmayacaktır. Kaldı ki, onları aklından uzak tutmak istese de, bunun üstesinden gelemez. Öte yandan, eleştirmenlerin yeni yapıtlardabirsıçrama, bir ılerleme olup olmadığına bakması da doğaldır. Ne var Ataç, giderek şu sözlere de yer verir: Eleştirmecinin asıl ödevi, okurları aydınlatmaktırOkurlaradeğerlieserleri bıldirmektir. Okuldaki öğretmen gibi çocuk yetiştirmek, yazar yetiştirmek değildir. Günlükte, 4 Ağustos 1956'da, eleştirnıenler üzerine şunlardaokunuyor: Eleştirmen: Okuma kıyınına çarpılmış kişi.. Bunun içindir ki eleştirmen geçinenlerin yargısına pek aldırış edilmiyor. Mutsuzsürüdilediğinceuysuneleştirmenlerin öğüdüne, gökçeyazını (edebiyatı) gerçekten sevenler, az çok kendi kendilerinc anlayarak sevenler, aldırmıyor onlann dediklerine. Uğraşı eleştirmenlik olmayan bir yazar, bir o/an ya da öykücü, yeni bir betiği (kitabı) beğendi de övdü mü, işte ona ilgileniyor gerçek okurlar. 20Haziranl991 iirk Dili Dergisi yönetmeni Ahmet Miskioğlu, Bekir Sıtkı üzerine bir monografiverdi. Soyadları tutmasa da Kunt özbeöz amcasıymış. Kitabı, Hatay'lıiki yazar düzenlemiş. İçinde 15kadaröyküvar. Bilinen yapıtlarından derlenmiş. Aynca Kunt'un Hatay için yaptıkları, yazdıkları da dillendirilmiş. Kunt'un öyküleri için 6 Ağustos 1952'de günlüğüme şöyle yazmıştım: Bekir Sıtkı'nın canlı bir anlatışı var. Türkçesi renkli. Tipleri iyi çizilmiş. tnsan, onun öykülerini okurken, kendini, sokakları, kahveleri, daireleri dolduran kalabalığın ortahk yerinden sanıveriyor. A T O gün yazdıklarıma Memduh Şevket Esendal'la Sadri Ertem'in adlarını da karıştırmış ve topunun ömer Seyfettin öykücülüğünü Genç Kuşak (1940 Kuşağı) yazarlanndan çok önce dürtüklediklerini, yerinder kımıldattıklannı fıslamıştım. Safik Faik? Onun adı yoktu. Ne ki ben, Türk öykücülüğü üzerine bir inceleme döktürmüş değildim. O günlerde Bekir Sıtkı'yı okumuş, usumdan geçenleri de günlüğüme kaydırmıştım. Yazıda Sabahattin Ali'nin, Orhan Kemal'in adlarına da dokunulmamıştı. Günlük, o yıllarda sürekli olarak yayınlanan Naim Tirali'nin Yenilik adlı dergisinde yayınlanmıştı ki Sait hop kahveye, Ağacamii'nin üst yakasındaki hanın kahvesine, damladı. Yanında Ferit Edgüde vardı.Oda, İstanbul kahvelerineilkogünantresininiyapıyordu. Sait beni görünce öfke ateşi kesildi: Sen beni öykücü saymıyor musun? Haa, Yenilik'teki yazımı okumuştu. Ilkin çakmadım ama, konuşmasını sürdürünce, laf değdirmesinin ordan kaynaklandığını anladım. Aman Sait, yaman Sait. Yatıştırmak için bin dereden su getirdim. Neyse sonunda, o her zamanki ıslıklı ve vikvikli gülmelerinden birini savurdu. Vedekonukapandı. Meğer kapanmamış. Denilebilir ki o gece, eve gittiğinde, (belki ertesi günlerde de ayni işi sürdürmüştür) beni iyisinden ti'ye alan bir yazı döşenmiş. Gerçekten bu, deni değil kendisini ırgalayan bir yazı olduğu için de anlaşılan ertisi günlerde onu gün ışığına çıkarmak istememiş. tyi ama, azavaklanarak, hırslanarak, yazdığı yazının müsveddeleri, ölümünden sonra "evrakı metruke'si arasında ortaya çıkınca, dostlar sağ olsun tüm yapıtları dizisinde yayınlamayı büyük bir ustalık sandılar. Dahası, eski harflerle yazılmış şaklavaknameyi (kendileri Arap harflerini okumayı beceremediklerinden) bana okutturdular. Yavrum Salâh, burada biraz dur. Defterine yanlış bir şey geçirme. Sen, Sait'in öykülerinin kırpış kırpış güldüklerini düşünmüşsündür hep. Onu gelmiş, geçmiş bir sürü öykücünün üstünde tutmuşsundur. Ama bu sevgiyi sanınra, hiçbir vakit bir yazıy a dökmedin. Sait Falk: Beni öykücü saymıyor muMinT Doğru, Yani doğru olabilir. Şimdi çok iyi anımsıyorum, bir gün Sait'le Babıâli caddesinden aşağıiniyorduk ki ben, bütün musluklarımı açmış Sait'işangşangövüyordum. Çığır Kitabevi'nin önüne gelmiştik ki Saitiçeridaldı. Kitapçı Mustafa onun iki yapıtının (Şahmerdan ve Sarnıç) yayıncısıydı. tç sayfaya, imzasını kondurmadan önce şunları karaladı: Şair Dostum Salâh Birsel sahi mi söylüyorsun? Beni sevincten öldürürsün.30.1.1950. Sait, öbür yıllarda da kimi kitaplarını imzalamıştır bana. 16nisan 1952'de de BirTakım Insanlar'ı vermiştir. Onun üstünde şu alaycı söz yeralmıştır: Şair ve ilkeci İcardeşim Salâh Birsel'e. Bunlar bana saldırdğı ama yayınlamadığı paparadan önceki kitaplardır. Sonradan o yersiz köpürmeyi ve püskürmeyi adamakıllı unutmuş olmalı ki o pişmaniyeden bir yıl sonra, 18 kasım 1953 günü, iki kitabını birden imzaladı: Kayıp Aranıyor (Şair kardeşim Salâh Birsel'e) seslenişiyle. Son Kuşlar ise daha dostça bir yaklaşım içindeydi: KardeşimSalâh Birsel'esevgilerle. Bilmem buraya geçirmek doğru olur mu, olmaz mı? Sait, gerçekte çok alıngandı. En küçük bir yazıdan türlü anlamlar, türlü cın çarpıkları çıkarırdı. Kendinden başka birinin övülmesine de dayanamazdı. Hele, Türk öykücülüğüne çullanan eleştirilerde Sabahattin • Ali'nin kendi adından önce anılmasına hiçmihiç katlanamazdı. Işin tuhafı da, o yıllar (19401950) hemen hemen her yazıda Sait'in adı Sabahattin'inkinden sonragelirdi. . Bu gibi yampiri durumlarda o an burkulur, ama azbiraz sonra burkulduğunu bile anımsamazdı. Yani kırgınlıklannı sahnede tutmazdı. Gönül büyüğü birinsandı. Bencesi, Sait'in evrakı metruke'si arasında bulunan, o bozaya kapılmış yazıyı, tersini öne sürmeye hiçbir biçimde olanak yoksa da, Sait yazmamıştır. Japon yazan Kavabata'nın Bin Beyaz Turna adlı öyküsünün Kikuyi'si der ki: Bütün bunlar gerçek olmuş olamaz. öyle değil mi? Evet Sait, o vızvız yazıyı sen yazmadın. Onu, o melodramatik adımlarla tempo tutulmuş yazıyı yayınlayanlar yazdı. O yayınlanmış, sıcak değil soğuk, helva üzerine caynal cuynal yorum döktürenleryazdı. öyle değil mi Sait? 12 Ağustos 1991 ostların kitapları, yaz aylan, gelir beni ören'de yakalar. Adresimi açık ve seçik yazmasalar da Burhaniye postacıları beni tanır, mektuplarımı, kitaplanmı aksatmadan getirirler. Bu kez o sevgili tiyatro oyuncusu ve yazar Ferhan Şensoy'un Düşbükü adlı yapıtı geldi. tç kapağa şunları karalamış: Nezleli Karga keyfindeyim. Yalıkavak'ın geniş dağında. Bir şaşırtmaca da benden ören'li postacıya. Kitapta 17 öykü var. 17 ironi oturtması. Dördü 19681970 yıllarında yazılmış ve de Yeni Ufuklar ile Soyut dergilerinde yayınlanmış. Şensoy bu bölüme "Kitabın parasız eki" adını vermiş. Arka kapakta 1968 sonbaharında yazdığı "Kusura Kalmayın Dalgındır Hüsam" öyküsü için (o sıralar Galatasaray Lisesi'nin onuncu sınıfındadır) Yeni Ufuklar dergisinden aldığı 20 liralık alındının bir fotokopisi de var Şensoy, yıllar önce yazdığı yazıları yayınlamakla kendisine yazarlık kapısını aralayan Vedat Günyol ile Halil Ibrahim Bahar'a teşekkürlerini de sunuyor. Aralıkta Türkçe öğretmeni bizim Tahir Alangu'yu da unutmamış. Sanat sevgidir. Sevginin özel mektubudur.Bir başka deyişle altmış kıyye ağırlığında iki mumdur. Biri yaşantıya bağlılık ise öbürü alçakgönüllülüktür, yayacenkçiliğidir. ^ D 20 CUMHURİYETDER0I22ARALIK 1991 SAYI 302
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear