26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

G E ÜNLÜK Salâh Birsel 21 Eylfll1989 şündüğümüz kuşları da ekrana getirir. Işlebe, ferye, mankırkuşu gibi. Bir tanesinin adı ise oldukça alengirli ve arabesktir: Yusuf Mısır'da satıldı. Gün cğilirken Sevinç Karol'un Zooloji Terimleri kitabını actım. 1963 yılında Türk Dil Kurumu yayımlamış. Orda da bir yığın ötücü kuşla karşılaştım. Nektar kuşu, nar bülbülü, orman ötcğeni, on iki tclli cennet kuşu, gözluklüçalı buibülü, gök ardıç, çulha kuşu, vınlıyan kuyrukkakan, fiorya (yelve kuşu), bahçc kızılkuyruğu, tepeli bülbül, sıvacı kuşu, japonbülbülü vb. Bülbüller sadece bunlar da dcğildir. Esmer bülbül, gerdanlı bülbül, uzungagah bülbül, duvar bülbülü, mavigerdan da vardır. ckermann: Goethe ile Konuşmalar. Eckernıann, günlüğü için kimi zaman çok kısa notlar alır. Onları ya kullanır ya da bir başka gün, ycni laklakalara kaşık çalarak gündeme getirir. Ötc yandan 16 Mart 1830 gününde olduğu gibi Gocthe'nin lsa ve 12 havarisi Uzerindeki düşüncelerini uzun uzadıya aktarır. Aynı yılın 12 ve 24 mart günlerinde dc Fausl yazarımn şiirle, özellikle dc kendi şiiriyle ilgili eselenıe ve peselemeleri de olduğu gibi verilmiştir: Bülün dünyaya yayılan ve birçok kavgalara ve ayrılıklara yol açan klasik ve romantik şiir tartışması Schiller'le benden doğdu. Ben şiirde nesnelliği yeğliyordum. Başka bir ilkeye de yiiz vermiyordum. Ama heı konuda öznei davranan Schiller kendi tutumunu cn doğru yol sayıyordu. Kendini bana karşı savunmak için de duygusal ve safyürek (naif) bir yazı döktürdü. Benim de kcndime karşın, bir romantik olduğumu öne sürdü. Iphigeneia adlı oyunumun da duyguların ağır basması yüzünden, eskjlerin klasik dedikleri şiire uymadığını söyledi. Tartışmaya Schlegel'ciler de el attı ve dört bir yana yaydı. Şimdiler herkes klasisizmden ve romantizmden açıyor. Oysa bundan 50 yıl önce kimseler bu sözcükleri ağızlarına almazdı. Eckermman, günlüklerini sık sık elden geçiren bir yazardır. Bu da yetmiyormuş gibi onları yer yer büyük ustaya (Goethe'ye) göstermiş, o da kimi düzeltmeler yapmıştır. Bundan şu çıkar ki bir insanın içinde bulunmuş olduğu bir olayı ya da o sırada işittiği sözleri, hiç bozmadan günlüğüne aktarmasına pek olanak yoktur. Veimar'da Büyük Duka'nın oğlunu okutan ve Goethe'nin ölümüne değin yamndan pek ayrılmayan Cenevreli Frederik Soret'nin de büyük ustayı odak noktası alan bir günlüğü vardır. Gelin görün ki Soret ile Eckermann'ın Fausl yazarımn yanında geçirdikleri ortak dakikaları anlatan sözleri birbirini tutmaz. Sorct 10 şubat gününu şöyle dile getirir: Gün döndüğünde, dört ile beş arasında, Goethe gevşiyor ve uyukluyor. Eskiden böyle bir şey yapmazdı. Anlaşılan hazımsızlık çekiyor. Onu sık sık böyle görüyorum. Özellikle geçen ilk yaz bu durumdaydı. Gelmek üzere olan bahardan ve u/ıın günlerin vereceği yarardan açıyordu. Ama hiçbir şeye gerçek bir ilgi duymuyordu. Eckermann ise aynı günde, ustanın yazağzının yüzünü göstermesiyle ve günlerin uzamaya başlamasıyla sevindiğini yazar sadece. Nedir, yazarımız, ustanın büyüklüğüne gölge düşürecek sözleı kullanmaklan kaçınır hep. Goethe'ye kendİMiıı ışıklandıran ozanlar arasında en Ust köşeyi ayırdığından, onu gerçek bir bilge saydığındaıı ve de her konuya değinen o lngiliz altını değerindeki şiirlerine taptığından Cioethe'nin görüntüsü ona bir masal kahramanı gibi gelir. 7 Arahk 1923'te Soret, "Sağlığının bir türlü düze çıkmaması keyfinin kaçmasına neden oluyordu" demişse Eckermann: "Rahatsızlığının uzaması yavaş yavaş mizacını etkiliyordu" diyecektir. Ne var, insan Goethe'yi ekrana getirccck olan, yıllann tamşığı Şansölye Müller'dir: Bugün Goethe genellikle büyük bir canlılık içindeydi. Coşmuştu. Sözlerinden zekâ fışkırıyordu. Ama kendine değindiğinde alaycı kesiliyordu. Bir anı bir anını tutmuyordu. Sözleri olumlu olmaktan çok olumsuzdu. Daha çok alaya yapışıyordu. Sarakaları da dingin bir neşeye 16 Kasım 1989 iz gerçekten bir şeyler bilmiyoruz. BFatih dersiamlarından Medineli H.H.M. Os Bülbül çığlıkları sarmalanmıştı. Müller 24 Haziran 1826'da da günlüğüne şu notu düşer: Goethe oldukça ters persti. Gizli alaya yatkındı. Müller, büyük ustada şeytanca bir yan bulunduğuna da inanır. Bunun Uzerine başka yazarlar da basmıştır. Nedir, böyle bir düşünceye Eckermann da rastlayamazsımz. Bu şeytansal yan, Eckermann'ın günlüğünde sadece bir kez, 17 Mart 1830'da ortaya çıkar. Onu da Soret'nin gUnluğunden almıştır, Çünkü Goethe ile Konuşmalar'ın Uçüncü cildini yazmak için (bu Goethe'nin ölumünden sonra olmuştur) eskiden tutup da günlüğüne geçirmediği notlardan olduğu kadar, mektuplarından, çeşitli anıtardan ve de Soret'nin günlüğünden (bunu ona Soret'nin kendisi vermiştir) yararlanmıştır. Uiyeceğim, Goelhe ile Konuşmalar'ın üçüncü cildi gerçek değil, düzmece bir günlüktür. Goethe'nin Mefistofeles'ciliği de uçüncü ciltte yer almıştır. pek vurgundur. Taylara, yaban ördeklerine ve de kükürt sarısı pekinördeklerine de özel bir sevgi beslerler. Dolu ve yağmur üzerine şiir yazanların sayısı da kabarıktır. Kimi şiirlerin konusunu ise başkent oluşturur. O çağda Japonlar açık menekşe yelek üzerine giyilmiş cekete de büyük önem verirler. Billur tespihler, çın çın öten madeni kâselerde sunulan sarmaşan şerbeti de pek tutulur. Yalnız sarnıaşanın içine havanda dövülmüş buz parçaları boca edilecektir. Kimileri de crik ağacına bağdaş kurmuş kara bayılır. Kimi Japonlar ise salkımları koyacak yer bulamaz. man Akfırat'ın demesinc göre Cabir merhum Havassı Kebire'sinde şöyle buyuruyormuş: Ağaç kavunu ekşisi (greyfurt) günde on kez, zina eden kadına, bir hafta yedirilir.se öyle bir iffete erişir ki bin altın verseler boyun eğmez. Ettiği tövbeye bağlı kalan (tövbei nasuh) namuslu kadınlardan olur. (Şifalı Bitkiler ve Emraz adlı kitap s. l l l ) 17 Kasım 1989 A h l a k teyelcileri kendilerini, her şeyin doğrusunu bildirmekle görevli saydıklarından birinin gülücüklere fener çektiğini gördüklerinde şöyle derler: Çok gülme ve kahkaha ile gülmekten sakın ki çok gülmek gönlü öldürür. Bencesi gülmek, önüne ön olmayan ışıktır. Uzaydan gelen kitara sesleridir. Sayıları karıııcaları aşan Moğol birlikleridir. Gülmeyi sevmeyenler, kahkahanın kuhkuhunun ayaklarına yatılacak yerlerde, yüz maymunluğundan ya da tas tıs bir kikırikten öteye geçemezler. Fransız yazarlarından Cocteau: "lnsandaki gülmeyi öldürmek cinayettir" der. O, katıla katıla gülmenin, sağlıklı insana işaret olduğuna da inanır: Gülme, beni tiksindiğim, iğrendiğim şeylerden arındırır. Beni havalandırır. Kapılarımı, pencerelerimi açar. Koltuklarımı tokaçlar, perdelerimi çekiştirir. Gelin görün ki sansür denilcn şallamşop en çok da gelir insanın yüreğini açan yapıtlara takılır. 1901 yılında Kğlenceli Letaif adındaki bir gülmece, güldünnece kitabı Sansür Kurulu'nca yasaklanmıştır. Bu, halkın gülmesini istenıeyen, kalabalıkların dişlerinin görünmesini sakıncalı bulan bir yönetimin helvafüruşluğudur. Sansür işinin gerisirtdeki kara kargaların gaklarına kulak verecek olursanız şunları da işitirsiniz: Biz size kan ağlatmaya çalışırken sizi hiç güldürtür müyüz? O yıl yasağa alınan kitaplar arasında Nevadiri Mudhike (Eşi Az Bulunur Güldürüler) de vardır. Nihaili Musiki (Musiki Fidanı) da içinde birtakım şarkılar bulunduğu ve de aşk vc sevgiden açtığı için basılması durduTulmustur. Çünkü aşk ya da sevgi de odur. Alicing.il ocağı işidir. Hele sevgi "yurt sevgisi" anlamını da içerdiğinden ağza ahnması görgüsüzlüktür. Ama siz yasaklan yasaklamak için hiçbir şey yapamazsınız. ÇünkU her çağda, her ülkcdc devlet benbencileri, kıskançköpekler, it aklı taşıyanlar, yürürken büyük melodramatik adım atanlar, yere bakanlar, kıl ucu kadar yürek bulundurmayanlar, dızgallılar yani önünde sakalı sarkanlar, fışfırdallar yani çişini tutamayanlar hiçmihiç eksik olmaz. D 15 Kasım 1989 I ürap Sokak'tan geçerek Bağdat'a çıktım. Iki gün önce Kahve'nin bir üstünde, 4 x l 6 ç a pındaki evin bahçeye dönük duvarını kaplayan yeşilden ycşil orman sarmaşığı dalları arasında cıvıldayan ve meyvelerinden besin derleyen yüzlerce kuştan hiçbir iz kalmamıştı. Topu da göçüp gitmişti. Oysa oraya o kadar yakışmışlardı ki... önlerinden geçcrken durmuş, dakikalarca onların çığlıklarını, feryatlarını dinlemiş, alkışlı bir dostluk göstermiştim. Ama bülbül mü, saka kuşu mu, yoksa serçe mi, canım ey, gözüm ey bir türlü çıkaramamıştım. Doğrusu bir sürü kuşun, bir sürü çiçeğin ortalık yerinde yaşıyoruz da bunların kimlikleri soruldu mu, verecek karşılık bulamıyoruz. Evliya Çelebi, o ünlü yolculuk kitabında, bir sürü ötücü kuşun adını sayar. Çoğu tanıdık kuşlardır bunların: Kuyrukkakan, hezar (bülbül), ispinoz, ishakkuşu, iskete, karatavuk, baştankara, serçeden büyük güvercinden de küçük olan hakkuran. Evliya, bülbülü de anarsa da onun adı kara bülbül ve bokluca bülbüldür. Kumru da beyaz kumrudur. Aralıkta, hiç işitmediğimiz ya da zaman içinde adını değiştirmiş olabileceğini dü 4 Ekim 1989 O A M U R A Y . Iskender Fikret Akdora'nın Japon şiirinden çevirileri. XVII. yüzyıl ozanlarından Teishitsu şöyle diyor: Bu çok (tü/cl, bu daha da giizel, deyip durnıa Yoshimo'nun eşsiz güllerini göriince Söyleyecek söz bulamayacaksın. XVIII. yüzyılda ise Buson'un ağzından şu şiir dökülecektir: Çiçekler beni deliye çevirdi Eve dönüyorum hemen Bıkınca kibar fahişelerden. Japon ozanlarımn çiçek sevgisi çok eski yüzyıllara dayanır. özellikle XI. yüzyıl sanatçıları çiçek ve bitkilcre (tarla sarmaşığı, dulavratotu, bodur bambu, yuvarlak yapraklı menekşe, kibritotu, su yulafı, su kamışı, çimen, mahmude) 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear