26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

G B ÜNLÜK Salâh Birsel Fırında ballı fıstık: Kozak tatlısı 26 Hazlran 1989 en bir konuya el attım mı, hetnen o gun bir kitapta, bir dergide onunla ilgili bir yazıya, bir şiire, bir hoşmerime raslarım. Hiç şaşmaz bu. Dün buraya yeni yetmeler Uzerine döktürdüklerimden sonra akşam elime Muallim Naci'nin Yazmış Bulundum adlı kitapçığı geçti. Yani kitap, raftaki on dört gözü çıldır çıldır yanar döner kitaplar arasından sıçradı, ellerime kondu. Istanbul'da, 1983 yılında, Babıâli Caddesi 7 numarada kurulu Mihran Basımevi'nde basılmış. Yazılar, Muallim Naci'nin, 100 yıl öncc Ahmct Mithat Efendi'nin çıkardığı Terciiraanı Hakikat gazetesine yolladığı mektuplardan oluşuyor. Bunlara bir de yazılar gazetenin yeni yetmeler sayfasında yayınlandıkça, ya da yayınlanmadıkca Efendi'nin verdiği karşılıklar eklenmiş. tlk mektubunda Naci, gazeteye kendinin olmayan bir dörtlük gönderir. Bu, zaman içinde beğenip de bir kenara ayırdığı şiirlerden biridir. Onları iyisinden över. Dörtlüğün künyesini de şöyle verir: Bunu söyleyen şair bir aralık derbederlik âleminde seyahat ederken zorda kalarak bağnaz bir herifin evinde bir gece susuz ve tuzsuz bir halde konuk kalmış da o zaman söylemiş. Efendi, zapartasını aladışappak faryap eder: O kadar övdüğünüz şiirler hep bu dörtlük gibi şeyler ise şu mostraya göre biz en parlaklarından değil a, en küflülerinden bile hiçbir lira teklif ve takdim edemez idik. Naci ikinci mektubunda "küflü lira" yerine "parlak aferin" beklediğini belirterek: "Yarab bu aferin ne tükenmez hazinedir" der. Arkasından, kendi şiirleri debulunduğunu, onları da göndermek istediğini, ama bunu göze alamadığını ilan eder. Mektubu da şöyle bağlar: İşte bendeki şiirlerden bir dörtluk daha. Bendenizin zevkinıce bu, evvelkinden ahenklidir. Rica ederinı şunu beğenin: Nuru didem beni agiatma dedim, güldU dedl. Seni çok ağlatırdım bende bu gözler var Iken Dedi laf atraa edersin beni dembeste, dedim Seni çok suslururum bende bu sözler var iken Efendi'nin laplaması: İşte bu dörtlüğü beğendik. Hem de "Beğenin" diye rica ettiğiniz için değil, gerçekten beğendik. Aferin sizdeki şiirlere. Naci'nin posta ettiği üçüncü dörtlük de gazetede yerini alır. Naci bu kez: Saygı değer ceridenizde buna bir yerceğiz bülunacak mı? Bu soruya da siz karşılık verin. Ahmet Mithat: Yer mi bulunmayacak? Buna bulunmaz ise neye bulunur? Haydi bakalım Osmanlı ulusunun yazarları! Osmanlıcayı siz ayağa kaldıracaksımz. Düzyazıda bu kolay ve akıcı anlatışa meydan açınız! Ta ki bundan sonra Belagat (sözbilim) kitaplarına: "Belagatı olanaksız bir şey de uzun cümlelerdir. Seksen sözcükten anlam çıkarmak insanı yorar" diye yazsınlar. Nazmınızı da beğendik. Ama ne yalan söyleyelim! Biz her zaman düzyazıları nazımlara yeğ tutarız. Vezin ve uyak zorunluluğunu tutsaklık sayarız. Ama nazım dahi bu kadar doğal olursa sevmemek, hoşlanmamak kabil olur mu? Naci, sonraki mektuplarında Efendi'nin, gazetesinde daha çok "sade eda" şiirlere, yazılara yer verdiğini çakacak ilk şiirin yayınlanmaması çok Arapça sözcüklere bulanmış olmasındandır ona onlan yayınladığı için bir teşekkür sarkıtacaktır. Sonra da sözlerine şunları ekler: Tercüman adeta edipler yetiştirdi. Şairler meydana çıkardı. Ama denilecek ki "Terciunan'ın yayınladığı yapıtlann çoğu değer siz, nevhevesane şeylerdir. Nasıl olacak ya? Hepimiz birdenbire edibi azam, soluğu mucize yaratan şair kesilip de meydana öyle mi çıkacağız? Evet yeni yetmcyız. Çalışacağız. Çalısanlara, gide gide ilerlememek ise doğanın şimdiye dek hiç yapmadığı bir şeydir. Naci, en sonunda da sanatçının yüreklendirilmeyi beklediğini açığa vurarak mektubuna şu sözlerle son çeker: tnsanın yapısı daima aferin müşterisidir. Efendi bu kez Muallim'in mektubunu, yayınlamadan önce bir dostuna da okur. O dost da şöyle buyurur: Anlatımın sadeliğine hayran oldum. "Neden böyle sade, bu kadar latif olmuş?" diye düşündüm. Gördüm ki içinde "olduğundan, bulunduğundan, idiğünden, olup bulunup, olmakla bulunmakla, olduğuna, bulunduğuna, idiğüne" gibi deyişler yok. Cümleleri birbirine bağlayan ve zincirlemesine bir acibe meydana getiren şeyler de bunlar değil mi? 27 Haziran 1989 Kimileri de şiirin çağını dnldurduguna, yerini başka bir olayın aldığına inanıyor. Bu, biraz da insanların ahmak kutuların (televizyonların) karşısından kalkmak istememelerinden doğuyor. Sonra düzyazıya, Gustave Flaubert gibi, şiirden çok değer gösterenler de az değil. Bunlar da romanı şiirden üstün tutanlar. Gottfried Benn'e göre Flake adındaki yazar da bu görüştedir: Romanın daha geniş bir içeriği var. Çağın sesini daha iyi yansıtır. Çağdaş insanlar, çağdaş düşünceler de ancak romanlarla anlatılabilir. Ben, bu türlü bazlamalara hiçmi hiç kuIak asmam. Bana göre şiir en gaygayh, en bahadır, eh mahşerallah, en Hüsnübey, en kaderi yüksek, en aynakoynak bir edebiyat türüdür. Çağdaş düşünce, çağdaş duygu da en iyi onda kendini gerçekleştirir. Romalı şair Catullus (Do. l . ö . 87) yaşadığı günlerin ozanlanna yallah çeker, onlara: "Uğursuz ayağınızla geldiğiniz yere basın gidin" diye bağırır, ama bunlar, Caesius, Aquinus, Suffenus gibi, insanoğlunun kanına giren şamtinik, pis ve mendebur ozanlardır. Sıra öbür ozanlara, bu arada da kendine gelince, Catullus bu kez de okurlara: "Şiirlere el uzatmak sizi korkutmasın" der. Egemen Berköz: Geçiyor zaman dedemden babamdan peygamberden Şiirden gecemez zaman Yüz bin eyvah ki, her ülkede, adım başında, bir Caesius, bir Aquinus, bir Suffenus vardır. Bunları ortadan kaldırmak için de kimse bir şey yapamaz. 30 Hazlran 1989 Itermann Hesse 35 yaşını yaşarken, bir eleştirmene yazdıği mektupta şöyle der: Bir yazara ciddi bir biçimde arka çıkmak, onu yüreklendirmek oldukça az raslanan bir olaydır. Böyle bir şey, bütün ömrümce sadece birkaç kez başıma geldi. Hesse'ye göre tanınmak bir yazara bindebir vuran bir piyangodur. Açık bir biçimde dile getirilen yapıtlar karşısında bile okurlar çokluk vurdumduymazlığın ayaklarına yatarlar. Bu da yazarların gözüpekliğini ortadan kaldırdığı gibi, geçer akçe bir şeyler yaratmalarına da engel olur. Nedir, bir öykünün, bir şiirin, bir denemenin, bir romanın anlaşılması da öyle kolay işlerden değildır. Okurlar, bunlar arasında hangisinin yandım şeker havasında olduğunu, hangisinin de kaşı gözü soldurduğunu dazıra dazır kestiremez. Bir de var ki, tanınmanın yazarlara yüzünü çok geç göstermesi de doğal sayılmalıdır. Bir sanatçının denize cop cop yUrümeden, başına ağrılar gelip çatkılar çatmadan, tazılık işlerde insanları masajlamadan, kötülerin ve 22
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear