26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

«^ ^ £^ ef, kayıt defterindeki isim yanlışlığından dolayı sicil memuruna, "Sizin yaşınızda bir adam daha dikkatli olmalı" dedi; bunu o tarzda söyledi ki, sicil memuruna baktım; başkaları da ona bakıyorlardı. Ufak tefek bir adam olan sicil memuru, biraz daha kUçüldü; bundan sonrasını takip edemedim. Zilin çalmasına pek az vakit vardı. Şef, sicil memurunun önündeki evraklan toplayarak çıktığı zaman, bir sigara yakmak lüzumunu hissettim. Fakat oda sıcaktı ve ter kokuyordu. Sağımda geri çekilen bir iskemlenin gUrültUsü oldu. Oturduğu yerde bacaklarını pergel vaziyetinde açmış olan bıyıklı ve sulu başkâtip, sicil memuruna, "Sizin gibi tecriibeli bir memura" diye başlayan ve "ben sizin yerinizde olsam" şeklinde biten kısa bir konuşma yaptı. Sicil memuru terbiyeli bir adamdı; alnını silerken, "Hava çok sıcak" demekle iktifa etti. Dışarıda havanın biraz hafifiemiş olduğunu tahmin ettim. Tramvayların yorgun ve şikâyetli bir sesle gelip geçtiği bir saatte handan çıktım. Saat beşi beş geçiyordu. Hacıbekir'in önünde Rezzan'la karşılaştım; bir avukatın yanında çalıştığı için bizim odadaki kızlardan daha akıllı idi ve saçlarını iyi taradığı için hoşuma gidiyordu. "Merhaba" dedi, "işler çok mu?" Işlerin her zamanki gibi olduğunu söyledim. "Bizde de çok" dedi, "katta tamir var, her taraf boya kokuyor." Bundan sonra bir izaleyişüyu dauısı ile uğrastığmı. mal sahiplerinin "tip" iıisanlar olduklanııı, böyle işlerde biraz eğlendiğini aıılatıı. Bu esnada ben, sahil ga/inolarınm birinde bira içmeyi düşünüyordum. Rezzan'ın bunu kabul cımcmesindc bir sebep yoktu. Aneak, ona teklil edemezdim, çünkü param aybaşnıa kadar hesaphydı. Puram olmadığına göıe. ıııesele yok diye düşündüm. Hacıbekir'in önündeki gruba girdik ve biıcı ayıan içıik. Parayı ödedikten sonra aynı istikamctte yürümeye başladık. Rezzan, izaleyişüyü davasıyla alakalı bazı şeyler anlatmaya başladı. Bu müddet içinde iki defa sicil memurunu düşündüm. Eminönü 1 ne geldiğimiz /aınaıı Rezzan, "Çok sıcak " dcdı CıUluııisemeye çalışlığım halde yüzıim ciddi idi; birdenbire ınüessesesiııe yirıııi sene feıagatle hizmet eımiş sicil memurunun. kayıt defterinde niçin yanlışlık yaptığını anlar gibi oldunı. Daktilo kızın gevşek gevşek oturması, başkâtibin durup dururken sululaşması hep sıcak yüzündendi. Beşiktaş'a giden tramvayın turnikesi önünde sıraya girdiğimiz zaman, "Ne kadar kalabalık var" dedim. Halbuki her zanıankinden l'azla değildi. Rezzan'daıı ayrılmakta tereddüt ettiğim için onun bir şey söylemesini bekliyordum. "Tramvay beklemek de fecaal" dedi. Yolcular yeni gelenlere bakarak vakit geçiriyorlardı. Bu esnada Rezzan, bir ahpabına rastladı. Aynı mahallede oiurduklanm konuşmalarından anladım. Sahte tavırlı bir kadındı: iki dakikalık nuikâleme, ahbaplıklarını aıttırmış gibi ayrılırken el sıkıştılar. Birisi arkadan itti ve öııe geçti. Birdenbire, "İstersen biıe Kİdeliın" dedim. Rezzan, küçük bir tereddüt atlaıtı; aynı hissi ben de duydum. "Başka bir zaman da olur" diye ilave ettim. Bu manasız bir sözdü. Sıranıızı başkasına vererek çıktık. Evegelinceye kadar bütün aplalca sözler boğazıma tıkandı... Maçka'nın etekleıinden hafif meyilli bir vokuşla bizim sokağa çıkılıyordu. Re/zaıı, "Cidden iyi bir yerde oturduğumu" söyledi. Sokak kapısını açarken arkamda duruyordu; biraz heyecanlandığını hissettim. Evde benden başka kimseoturmadığı için her taraf çıplak denecek kadar boştu; ilk önce niıitfağa girdik. Rezzan, "çay pişirmeyi üzerine aldığım" söyledi. Rasgele bakışları boş bir kova, sabun parçası, kirli bir tabak gibi şeylerin üstünde duruyordu. Çaylarımı?ı içtikten sonra benim odama geçtik. Karyolamdan başka oturacak yer olnıadığı için, Rezzan, yere oturmamızı ıuünasip gördü. Bir elini elinıe aldıın; tramvay dönemecinde kıvrılıp kaybolan bir gıcırtı, tellerin elektrikli ihtizazı, peneereleriıı hafifçe sallanması, bütün alışık olduğum gürültülerle bera Beşten Sonra u. ç yıi önce bugünlerde yitirdiğimiz öykü yazarı Sevim Burak 'm hiçbir kitabına girmemiş bir öyküsünü yayımtıyoruz Edebiyatımıza yeni soluklar getiren Sevim Burak'm aşağıya aldığımız "kendi kaleminden özyaşamöyküsü" , 4 Ocak 1984 günkü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştı. "26/6/1931 yılında tstanbul'da doğdum. Doğduğumdan 21 yaşına değin büyükbabam ve babaannemle, büyük amcalanmla Kuzguncuk 'la yaşadım. tlkokulu Süleyman Şefik Paşa'nın Nakkaştepe 45. llkokulu'nda okudum. Sonraki öğrenimimi Alman Lisesi'nde (Tünel) yaptım, 1951'lerde çocukluğumdan bu yana gördüklerimi, iztediğim olayları yazmaya başladım ve 1951 'de Yeni Istanbul gazeıesinin "Dünya Hikâyeleri Yarışması"na, "Büyük Günah" hikâyemle katılarak, ilk altı dereceye girdim. Kuzguncuk 'tan evlenerek aynldıktan sonra "Hırsız" (Ulus), "Manken", "Herşey Beyazdı" (Milliyet) öykülerimle ve Naim Tirali'nin "Yenilik" dergisinde "Beşten Sonra" ö'ykümle edebiyata yakınlaştım. 1966'da "Yanık Saraylar" öykümle ilk ciddi eserimi verdim. Bu arada, Beyoğlu Olguntaşma Kız Enstitüsü'nün milli mankeni olarak ABD'ye ve bütün Avrupa ülkelerine gittim. G.E.N. Beyoğlu Kitap Sarayı'nda Ziyad Ebüzziya Bey'in yanında kitap dalında çahştım. Burada Sait Faik, Saluh Birsel, Behçet Kecatigil, Altan Erbulak gibi sanatçılarla tanıştım. 1982'de "Sahibinin Sesi", "Afrlka Dansı" Adam Yayınlan'nca arka arkaya yayımlandı. Ayrıca 15 senedir Devleı Tiyatrosu'nca seçilen "îşte Baş, Işte Gövde, Işte Kanatlar" oyunum repertuvara girmek için beklemektedir. Bir oğlum, bir kızım var. tstanbul'da oturmaktayım." oldu" dedi. Kalkarak pencerenin önüne gitti. Karanlıktan hoşlanan bir hali vardı. Böyle zamanlarda başka bir şey yapmak lazım geldiğini hissettim; Rezzan'a, "peynir ekmek ve yumurtadan ibarel bir yemek ikraın cdebilecegimi" söyledim. "Mersi" dedi. tsterse, "akşam burada kalabileceğini" ilave ettim. Pencerenin önünden ayrıldı, kollarının beyazlığını seçebiliyordum. Rezzan'ın yumuşak ağırlığmı, birkaç adım ötede hissetmek, tenimin her santimetrekaresinde bir yokluk yaratıyordu. Bu histen kurtulmak için elektriği yaknıam icapetti; nitekim aydınlıkta silinir gibi olduk. Şimdi aramızda koyu renkler ve derinlikler yoktu. Hareketlerimizi gayet tabii takip etmeye başladık. Rezzan, dudağını boyarken ben bir sigara yaktım. Biraz evvelki ağdalı his kaybolmuştu. (Hacıbekir'in önünde tesadüf edişimiz yolda Rezzan'ın rastladığı kadın sıcak dalgası bütün bu hadiselerin, Rezzan'ın izaleyişüyu davası ve benim imzaladığım kâğıtlarla alakası vardı. Hepsi hepsi aynı işin ve aynı günün devamı idi. Bu sırada Rezzan, "Bir tarağın var mı cebinde?" diye sordu. Ona uzattını. "Ne güzel tarak" dedi; bu günün hatırası olarak saklamamı ister misin?" Sesi yumuşacıkıı. Derhal, hatıra olarak saklamamasını, bu tarağı hiç sevmediğimi, çünkü dişlerinin si\ri ve insanın başını acıttığını ilave ettim. "Ne demek istediğini anlıyorıım; bana karşı hic hıısnuniyt't sahibi değilsin" dedi. Rezzan'ın, ortaya birtakım güçlükler çıkardığını hissettim. "Herkesin hiisnüniyetinin ba^ka lıırlii olduğunu" söyledim. "Kvet" dedi; dudaklarınm titrediğini gördüm; hüsnüniyet sahibi olduğu için ağlıyordu. Ona karşı tena hareket ettiğimi zannetmiyordum; kendisine yaklaştım, ellerini mttıım, soğuktıı; "Peşin hükümler ve olvüler icinde birbirimui (uıııınanın t'aydası/lığını. ayrıca beraber olduğuınu/. için meınnuniyetimi ve ıırkaduşlığımızın devaın etmesini ar/ıı ettiğimi" anlattım. Rezzan'ın hıçkınklan hatıl halit devaın ediyordu. "Hakkımda peşin hükümlerle harekel etmedigini, ciinkii altı aydan beri lanıştığımı/ı, bu arada )>ıvdiğimi/.i işarel ederek, istikbal hakkında ııfacık bir hayalimizin bulunmadığını, hu Umidi benim ona verebilccegimi ve o /aınaıı benim hüsnüniyetinıe inanacagım" söyledi. Yüzüne baktım; gözlerinde zerre kadar hiddet yoktu. Dilenen bir insanın sessiz yaKarışı ile bakmaya devam ediyordu. Bu bcni çileden çıkaı ıııaya kât'ı geldi. "Bir kudının bakışı için hayalını l'edayu lıa/.ır budalular(laıı olınadıgımı, se>mek \v sevilmek eyoizmini bu budalalarda bulabik'Ci'ğini. kvndi hürriyetime ve »nunkine hürmet i'ttiyimi, kimseye bağlanmak ve kimsenin de Inıııa baglanmasını istcmediğimi, esasen buna hakkım olmadıgını" söyledim; "Nihuyel arada sırada beraber olursak memnun olacağımı, onun beni sevmesi yahut benim onu sevmemiıı sadece kendimi/e ait bir şey olduğunu, bunu alet olarak kullanmunın yirkinliginden şuphe etmedigimi" ilave etlim. Rezzan'ı kaybedeceğimi biliyordum; fakat düşüncelerimizi ve yemeklerimizi paylaşmadan daha rahat yaşayabilirdik. Yumuşak baslılığı, güzel elbiselcri yalnız kendisine ait olmalıydı; kendi yalnızlığım ve dünyaın içinde Rezzan'ı da kendi yalnızlığı ve dıin yası içinde arzu edebilirdim. Başka türlu \apamazdım. Rezzan birdenbire, "Beni apıal mı zannettin?" diye sordu. "Hayır" dedim. Güldü. Bu gülüşünü hiç beğenmedim. O dakika sıkıntılı bir hareketle bluzunun yakasıııı düzeltti. Bu işi bitirdiği zaman dinıdik, gözlerimin içine baktı. "Deminden beri ona söyledigim şeylerin dogru olup ohnadıgını" sordu. Ben, "Dogru" deyince, hüsnuniyetinin sonuna gelmiş gibi durdu ve "Bazı şeyleri seninle açıkça konuşacagım" dedi ve yüzüme o şekilde baktı ki, aynı anda ben de kendi kendime bakıyormuş gibi oldum. Rezzan'ın bazı şeyleri benimle konuşmasını istiyordum, fakat bundan mühim bir şey vardı ve o dakika aklımı kurcalıyordu. Bu, Rezzan'ın, peynir, yumurta, ekmekten ibaret olan akşam yemeğini benimle paylaşması idi, bunu ona söyleyemiyordum; çünkü sırası değildi. Sadece, "bana bazı şeyleri açıkça söyleyeceğinden dolayı memnun oldugumu, bu hususta isterse ona yardım edebileceğimi" söyledim. Rezzan, "Hayır" dedi, ona yardım edenıeyeceğimi anladım. "Senin sâirane fikirlerinin, küflenmiş dıışüncelerinin bana hiçbir yardımı olamaz" dedi. Çünkü ben, kalbimle hareket eden, modası geçmiş ve klasik bir erkektim. O ise, kafası ile hareket eden bir kadındı, sıhhatli ve sağlam bir adamla evlenip çocuk doğurmak yegâne arzusu idi. Bütün hakikat bu idi. Benim evime geldiyse, bu samimiyeti gösterdiyse bunun için olduğunu, aşk fikrini lüks bir düşünce, evlenmeyi ihtiyaç gibi telâkki ettiğini anlattı. Heyecanla ve çabuk çabuk onuşuyordu. Erkekterle geçire ber zaman, hiçbir vakit olnıadığı kadar çabuk geçti... Rezzan. hafit'çe kımıldadı ve beni sevdiğini, isin başında böyle bir şeyi tahmin edememis olduğunu itiraf etti. Ona hemen cevap vermek için "Kvel" dedim, vücudumun ve sinirlerimin tatlı bir dinlenıne isteğine kapıldığı su anda, düşüncelerimin onun fikirleriııe uymasına imkân yoktu. Rezzan bu del'a, "benim kendisini sevip sevmedigimi" sordu. Tekrar "Evel" dedim. Bu evet kelimesi bir maııa il'ade etmiyordu; çünkü scvmek kelimesinin de aslında gerçek bir il'ade olduğundan emin değildim. insanlarm ve yaşayan mahlukların biıbirleriyle sevismelerinde belki sevginin payı vardı; belki de yoktu. Odada akşamın rengi silinerek karanlık hâkim olnıuştu. Tavanın katı siyahı ile camların şeffaf siyahlığı arasında Rezzan'ın gölgesi ağır bir eşya gibi duruyordu. Karanlıkıa bazı şeylerin değiştiğini düşündüm. Rezzan'ın başı kolumun üstünde idi ve bir genç kızın bu kadar ağır bir başı olabileceğine hayret ediyordum. Bu sırada, "külumu acıdp acıtnıadıgını" sordu. "Khcmmiyelsi/" dedim ve isterse, "eleklriği yakabileceğimizi" ilave ettim. Rezzan, birdenbire doğruldu. "Zaten vakit de geç cek vakti ve hele benim gibi mariz, kara dü şünceli bir aşk budalası ile çürüıecek ömrü olmadığını, benimse hayatımın sonuna kadar yalnız yaşamaya nıahkum oldugumu, hapishaneleıde benden ünıitli insanlar yaşadığını söyledi. Rezzan'ın böyle konuşnıası bana tesir etti; çünkü onun müteessir olduğunu anladım. Kapının Önüne gelmişti. Ben biraz geride idiın. Elini uzattı. "Allahaısmarladık" dedi, "Giile güle" dedim ve galiba (niçin olduğunu bilmiyorum) teşekkür ettim. G 27
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear