26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

basa. Bir şey olmuştu kuşkusuz ama tam ne, bilemiyordum. Şöyle yoklayan bir bitkinlik ya da bana öyle geliyordu. Thorpe'un, "Bellek şu anda bilinç devrenize girdi" dcyışini açık seçik anımsıyorıını, "Ama onu keşfetmeniz gerek. Diişlerinizde ya da uyanıkken yiııeye çıkacak, bir kitabın sayfalannı çevirirkcn belki, belki bir koşeyi donerken. Sakın telaş etmeyin; anılar uydurmaya kalkışmayın. Kastlanlı, akıl sır crmeı işlcyişiyle onu destekleyebilir de koslekleyebilir de. Bcn unutmaya başladıkça, si/ anımsayacaksınız. Kesin bir tarih veremem." Gecenin kalan bölunıünü, Shylock'un kişiliğini tartışarak geçirdik. Shakespeare'in Yahudilerle kişısel bir ahşverişi olup olmadığını araştırmaktan kaçındım. Thorpe'un kendisini sınadığım düşüneesine kapılmasını istemiyordum. Onun görüşlerinin de benimkilcr kadar soyut ve göreneklere bağlı olduğunıı vurguladım, gönul rahatlığıyla mı, iç sıkıntısıyla nıı, bilemiyoıuın. Bir gece önce geç yatmama karşın o gcce gözüme uyku girmedi. Daha önce birçok fırsatta öğrendiğim üzere korkağın teki olduğumu keşfettım. Düş kırıklığından korktuğum içın doludızgın bir umuda koyvcrmiyordum kendimi. Thorpe'un armağanının gözbağcılık olduğuna inanmaya çalışlıın. Yine de umul, dayalmaktan geri durmuyordu. Shakespearc bcnim olacaktı, hiç kimsenin, bir başkasının olamadıği ölçüde, ne aşkta, ne dostlukta, hatta ne nefrette. Her nasılsa, Shakespcare olacaktım ben. Tragedyalarla o karmaşık soneleri yazmayacaktım gerçi, ama aynı zamanda Yazgı Tanuçaları olaıı cadılaıın bana göıunduğu anı anıınsayacaktım, şu cngin dizelerin içinıc doğduğu anı da: Ve silk at ugıırsıı/ yıldı/lann boyundugunu. Şu diinyabezgini tenden. Anne Hathaway'i anımsayacaktım, tıpkı şimdi olgunluk çağını süren, yıllar önce Lubeckt'teki bir apartman katında bana aşkı öğreten kadını andığım gibi. (Onu gözlerimin önüne getirmek istiyordum, ama yalnızca duvar kâğıdını getırebiliyordum, sarıydı, bir de pencereden giren ışığı. Bu ilk felaket, beni ilerkilere hazırlamalıydı aslında.) Zengin belleğimin önce ve öncelikle görselliğe dayanacağını ummuştum. Oysa gerçek, tam tersiydi. Günler sonra, tıraş olurken, bir de baktım aynaya doğru, kulağıma yabancı gelen, bir meslektaşımın belirttiği gibi Chaucer'ın dilinden, birtakım sözcükler söylüyorum. Bir ikindi, British Muscum'darı çıkarken, daha önce hiç duymadığım çok basit bir ezgiyi mırıldandım durdum. Okur, bir belleğin ilk esinlerinde açığa vurulan ortak özelliği kavramıştır artık, bir tutam eğretilmenin görkemine karşın, gözdcn çok kulağa yaslıydı bu bellek. De Quincey, beynin bir tür parşömen olduğunu ileri sürer. Üstünc geçen hcr yeni yazı, cskidcn yazılanı örtmekte ve sırası geldiğınde yeni bir yazıyla örtülmektedir, gelgelelim gücütartışılmaz bellek, yeterli dürtü sağlandığı anda, herhangi bir izlenimi, en sudan izi bile kazıp çıkarabilir gömüldüğü yerden. Shakespeare el basıyor, evinde tek kitap bir lncil bile yokmuş dediğinc göre, öte yandan başvurduğu yapıtları bilmeyen kalmadı: Chaucer, Gower, Spanser, Christopher Marlowe, Holinshed'in Tarihçeler'i, Florio'nun Montaigne'i, North'un Plutarch'ı. Shakespeare'in belleği bana örtük biçimde geçmişti; eski ciltleri okuyarak yeniden okuyarak yani aradığım dürtüyü bulabilirdim. En dolaysız yapıtı olan Soneler'i biı daha okudum. Arada sırada bir ya da birkaç açıklama takılıyordu kafama. lyi şiir, yüksek sesle okunmak ister, birkaç gün içinde, fazla zorlanmaksızın on altıncı yüzyılın sert r'leriyle açık sesli harflerine kavuşmuştum. Zeitshrift fur Germanische Philologie^ ye yazdığım yazıda, 127 sayılı sonede, lspanyol donanmasmın uğradığı müthiş bozguna gönderme yapıldığını belirttim. Samuel Butler'ın aynı savı daha 1899'da getirdiğini unutmuşum. StratfordonAvon'u ziyaret, umulabileceği gibi verımsizdi. O olaydan sonra düşlerimde yavaştan bir değişim fark ettim. Ne De Quincey'nin düşleri gibi görkemli karabasanlarla donanmışlardı ne de ustası Jean Paul üslubunda dinscl, allegorı yüklü görünülerle. Yüzler, bilmediğim odalar doluşuyordu gecelerime. İlk tanıdığım yuz, Chapmandı, sonra Ben Johnson ve bıyografilerde ycr almayan, ama Shakespeare'in de sıkça göruştüğü bir komşusu. Rasgele bir ansiklopedi sahibi, ille de her satıra, her paragrafa, her sayfaya ya da her çizime sahip çıkmaz, bunların bazılarıyla şöyle bir tanışma olanağını elde eder yalnızca. Parçaları alfabetık duzende verildiğinde, oldukça basit, somut bir özgül birim için pekâlâ geçerliyse bu, soyut, rasgele, ondoyant e( divcrs bir özgül birimle, sözgelimi bir ölünün büyülü belleğiyle neler neler olma7dı ki? Butun geçmişine bir anda olanca doluluğuyla kavuşma ayrıealığı kimseye bağış mutlulukta nerdeyse Shakespeare olduğuma inanıyordum. Yapıtı, yeni bir dirim kazanmıştı. Shakespeare için ay, tanrıça Diana kadar ay değildi bıliyorum, aynca o usııl, ağır akışlı sözcuk "ınoon" kadar Diana da değildi. Bir kcşiftc daha bulundum. Shakespeare'in gözle görülür yanlışları, hani Hugo'nun utana sıkıla sözünü ettiği şu "absenees dans l'infini" (**) bile isteye yapılmıştı. Bir sahne dili yaratmak amacıyla, söyleminin doğal akmasını, a.şın cılalı ya da ağdalı kaçmamasını (nicht allzu glatt und gekünstelt) sağlamak uğruna onları ya görmezden gelmiş ya da özellikle öyle bırakmıştı. Yine bu nedenle eğretilemeleri iç içeydi: ... yaşam biçimim du$(iı. Kıırudu, sararmı; yaprakta. Bir gün onun bellcğinin derinliklerinde suçlu bir gİ7 yakaladım. Tam yerini saptamaya çabalamadım; Shakespeare'in süreğen bir özellığiydi. Şu kadarını söyleyeyim, bu suçun sapıklıkla hiç ilgisi yoktu. insan ruhunun uç yetisi de bellek, kavrayış ve istenç bilimsel, kuru bir yapıntı değildiı. Bunu anlamıştım. Shakespeare'in bel lanmamıştır. Bildiğim kadarıyla Shakespeare de, onun yarıvarisi sayılan ben de bu armağandan yoksunduk. Kişinin belleği bir toplam değil; tanımlanmamış olanakların keşmekeşidir. Yanılmıyorsam, Saint Augustin söz eder belleğin saraylarıyla oyuklarından. Ikinci eğretileme daha elverişliydi. Ben de o oyuklara daldım işte. Bizim belleklerimiz gibi Shakespeare'inki de alanlarla doluydu, bileisteye görmezden geldiği geniş, gölgeli alanlarla. Yüzüm kızararak, Ben Johnson'un ona nasıl Yunanca ve Latinceden altı ayaklı dizeler okuttuğunu, Shakespeare'in o eşşiz kulağınınsa hergele arkadaşlarının patlayan kahkahaları arasında yer yer nasıl tökezlediğini anımsadım. Kişioğlunun ortak deneyimini aşan mutluluk ve bungunluk durumlarının varlığından haberliydim. Bu uzun, zorlu tek başınalık dönemi, mucizeyi farkında olmadan edilgin bir biçimde ahmlamama yol açmıştı. Otuz gün kadar sonra, öiu adamın belleği içimde dirildi. Bir hafta süren o garip leği, olan bitenlerden başka hiçbir şeyi açığa çıkaramıyordu. Shakespeare'in benzersizliğini bu tür gerçeklerin oluşturmadığı apaçık ortada; öncmli olan, bu dayanıksız malzemeyle yarattığı yapıt. Tıpkı Thorpe gibi ben de saf yureklilikle bir biyografi yazmayı tasarlamıştım. Çok geçmeden, bu türün, yazarından bende olmayan birtakım nitelikler beklediğini anladım. Anlatıdan yana becerikli değilim. Kendi öykümu, her nasılsa Shakespeare'inkinden de alışılmadık olan öykümü, anlatma becerim bile yok. Üstelik böyle bir kitap neye yarardı ki. Rastlantı ya da yazgı, önemsiz şeyleri, her insaıun başına gelen korkunç şeyleri sunmuştu Shakcspeare'e; o bunları mesellere, düşünde doğdukları solgun adamdan çok daha canlı kişiliklere, kuşakların yıllar boyu okuyacağı dizelere, sö7Cükmüziğinc nasıl çevireceğini biüyordu. Neden çözmeli bu ağın dokusunu, kulenin temelini neden eşelemeli, Macbelh'in olanca ses ve öfkesini belgesel bir biyografinin ya da gerçekçi bir romanın elverişli boyutuna neden indirgemcli? Herkesin bildiği gibi Goethe, Almanyanın resmi kültü işlevini görür; biz Almanlara daha yakın, daha sıcak gelen, Shakespeare kültüdür, genzimiz biraz sızlamadan itiraf edemeyiz bunu (Ingiltere'deyse Ingilizlcre onca uzak düşen Shakespeare, resmi kült işlevini yüklenir; Ingiltere'nin kitabı, lncil'dir). Seruvenin ilk evrelerinde, Shakespeare olmanın mutluluğunu tattım; son evrcdeysc baskısıyla terorunu. Başlaııgıçta iki belleğin suları birbirine karışmıyordu, ama zamanla Shakespeare'in koca ırmağı benım gösterişsiz sızıntıma yüklendı, nerdeyse silip süpurecekti onu. Babamın dilini eliınden kaçırıyormuşum gibi bir kuruntuya kapıldım Kişinin öz kimliği belleğe dayandığından, akıl sağlığımdan kaygılanıyordum. Dostlarım yokluyorlardı beni; nasıl bir cehennemde yaşadığımı l'ark etmemelerınc şaşıyordum. Çevremdeki günlük dünyayı da (die alltagliche Umwell) kavramamaya başladım. Hele bir sabah, kocaman demir ve cam kütleleri arasında yitirdim kendimi, tıslama sesleriyle müthiş uğultudan serseme dönmüştüm. Bir an, bana hiç bitmeyecckıniş gibi gelen bir an, Bremcn istasyonunuıı lokomotıflerıyle vagonlarını tanıyamadun. Geçen yıllara bağlı olarak, her binnıı? belleğimİ7İn gittikçe artan yııkünu taşımak zorundayız. İki bellek, berıiınki ve öbuı adamınki, aşağı çekıyoıdu beni, ara sııa kaynaşsalar da söze dökulmemcdc bırleşıyorlardı. Bütün nesneler, kendılerı olmayı sürdürmeye çalışırlar, der Spınoza. Taş, tas olmak ister, kaplansa kaplan; ben de yine Hermann Soergel olmak istiyordum. Boyunduruktan sıyrılmaya hangı gun karar verdim, unuttum. En kolay yoldan ışe girıştım, gelişigüzel telet'on numaraları çevirerek. Çocuk sesleri ya da kadın sesleri çıkıyordu karşıma. Onlara saygıda kusur etmemeyi görev biliyordum. Sonunda, kulturlü bir erkek sesi çalındı kuiağıma. "Shakespeare'in bcllegini ister miydiniz?" dedim ona, "Size çok ciddi bir oneride bulundugumun farkındayım. Bir düşiinün." "Bu teblikeyi göze alırım" diye yanıtladı ikircikli ses. "Shakespeare'in bellegini kabul ediyorum." Armağanın koşullarını sıraladım. Bir çelişki yaşıyordum, aynı anda, lıenı yazmam gerektiğini düşündüğüm, ama yazmam hcpten yasaklanan kitap burnumda tütüyordu hem de konuğum hortlağın beni asla bırakmayacağından korkuyordum. Almacı yerine koyarak, dua edercesinc yıneledim şu itiraf sözcüklerini: "Aslında her neysem, o yaşatacak beni." Eski anıları uyandırmak için birtakım sıkıdenetim yöntemleri tasarlamıştım şimdı, onlan silme adına yenilerini bulmam gerekiyordu. Içlerinden biri de William Blakein, Swedenborg'un bu haşarı çömezinin mitologyasını incelemekti. Blake'in zorluğu, karmaşıklığının önünde gidiyordu bence. Bunun ve benzer yolların bir çıkışı olmadı; hepsi gerisin geri Shakespeare'e götüruyordu beni. Sonunda, içimi aydınlatan tek çözümü buldumBach'ın şaşmaz, engin müziğini. Not: 1924 Şimdi öbür insanlar gibi sıradan biriyim. Bir zamanlar bir kart kataloğuyla oynayan, yüksek düzeyde zırvalar derleyen Profesör F.meritus Hermann Soergel1 im uyandığım saatlerde, ama ara sıra, gün doğarken, uyuyanın öbür adaın olduğunu fark ediyorum. Zaman zanıarı gcrçck olabilecek kımi uçucu bellek kırıntılarına şaşıp kalıyorum. [) \ (•) Adem Çamur (Ç.N.) (••) Sonsuzlukukı yokluklar 23
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear